10 Kasım 1938, Perşembe.
Rutubetli, can sıkıntılı, puslu bir İstanbul sabahı…
Hayatla ölüm arasındaki mesafeyi kısaltan, bezgin ve bezdiren bir tabiat dekoru içindeyiz. İstanbul’un derin semasını kaplayan kara bulutlar derin bir matemin kara habercisi gibi şehre çullanıyorlar. Ufuklardan yükselen ağır bir kâbus perdesi etrafa yayılıyor. Üstüne bastığımız topraktan elem ve acı fışkırmakta…
Bir avuç su kadar daralan deniz, gümüş rengini kaybetmiş, parlamıyor. Bir ışık seli gibi akan boğazın o köpüklü dalgaları dinmiş, yer yer kudurmuş akıntısında bir sessizlik hâkim. Martılar uçmuyor, güvercinler adeta yok olmuş.
İnsanlar, Dolmabahçe Sarayının bir tabut kapağı gibi şehrin üstüne inen kapısı önünde perişan bir halde durmakta. O’nun aziz bedenine şimdi bir türbe olan koca sarayda çıt yok. Arada bir, kumlu yolları çizen otomobil tekerleklerinin gürültüsü… Sonra, gene aynı heybetli hareketsizlik!…
10 Kasım 1938, Perşembe. Saat 9.05.
Rutubetli, can sıkıntılı, puslu bir İstanbul sabahının üstünden tam tamına 81 yıl geçti.
“ATATÜRK ve Ölüm…”
Bu iki kelimenin, yan yana yazılacağına, yan yana konuşulacağına, hiç birimizin, hiçbir vakit ihtimal verilemezdi.
Ya bu gün?
Yazıyoruz da… Söylüyoruz da…
—“ATATÜRK öldü… (?)
—“O bir devirdi… Fakat o devir de kapanıyor. (?)
—“O bir devirdi… Fakat devirler de kapanıyor. (?)
—“O bir tarihti… Tarih de seyrediyor. (?)
Her şey yazılabilirdi beyaz bir kâğıda, hatta yazılanlar okunup, söylenebilirdi de…
Ama ATATÜRK ölmez! Çünkü ATATÜRK, bir milletin, milletlerin en asil ve ulusun kalbinde kök salan ve tahtını işte tam buraya kuran şahsiyettir.
“Heyhat ki ATATÜRK Öldü!…” diyorsan eğer, asla unutma ki; “Mustafa Kemaller Yirmi Yaşındadır!” O‘nun en büyük eseri olan kurduğu Cumhuriyet’e, ilke ve inkılaplarına daimi bekçileri olan bizler ne dün, ne bugün, ne de yarın Onsuz kalmaktan korkmadık ve asla korkmayacağız.
Elbette ki ölüm, insanlar için önüne geçilemez bir tabiat kanunu ve en kesin bir hakikat olmasaydı, ATATÜRK ‘ün ölümüne inanmak imkânsız olurdu. Türk milleti olarak 79 yıl sonra, yine bir 10 Kasım sabahı böyle bir acı hakikatin karşısında yer almaktayız.
ATATÜRK ‘e düzenlenen 19 Kasım 1938 Cumartesi günü ATATÜRK ‘e düzenlenen Cenaze töreninin komutanı Orgeneral Fahrettin ALTAY, 11 Kasım 1938 günü Ulus gazetesine şu demeci vermiştir:
—“Bırakınız son damlasına kadar, gözyaşlarınızı O ‘nun yasında tüketiniz. ATATÜRK ‘ün ölümünü görmüş olanlar, bir daha kime ağlayacaksınız?
Aylardan beri on yedi milyon, O ‘nun başucunda, bu faciayı geciktirmek için çırpındı. Bir tanrı veya kahraman mı, bir baba, dost veya kardeş mi? O’nunla ne kaybediyorduk?
Hayır… O ’nsuz neyimiz kalacaktı?
Boş sözü bırakalım. ATATÜRK ölmüştür. Hakikat bu! Müthiş olan bu! On yedi milyon bir günde babadan öksüz kaldık.
En mesut Türkler, ATATÜRK yaşarken ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk tarihinin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü. Halk; En büyük Türk Kahramanını, Ordu; En büyük Başbuğunu, Tarih; En Büyük Türk’ü ve Asrımız; En Büyük İnsanı Kaybetti.
Acının derinliğini, sıcak ruh yaramız soğumaya ve uyuşan beynimiz yeniden işlemeye başladığı zaman anlayacağız.
Benden sonra… Benden sonra… Senelerden beri hepimiz, böyle bir kara günün ıstırabını bu iki kelimeyle gönlümüzden uzaklaştırıyoruz. Düşünmekten korkuyorduk işte O’nsuz kaldık.
O’nsuz…
Fakat O’na bin kere verdiğimiz bir tek namus sözüyle kaldık. Eserini ve davasını korumak ve yükseltmek! Bizler için hayatın manası varsa, bu yemini yerine getirmek için yaşamaktır.
Bugün O ‘na ağlayıp yanmak için bir kalbiz. Yarın O ‘nun eserini ve davasını müdafaa etmek için bir tek irade gibi kaynaşacağız.
ATATÜRK, şimdiye kadar bilmeyenler, bu milletin seni ne kadar sevdiğini senden sonra ismin ve eserin üzerinde titrerken anlayacaklardır.
Aklımızın ve kalbimizin vazifelerini ayıralım:
Ey büyük ağlaşanlar, gözyaşlarımızı birbirine kattığımız gibi ellerinizi birbirinize uzatın. ATATÜRK ‘e verdiğiniz sözü unutmayınız.(Ulus, 11 Sonteşrin (Kasım) 1938, Ankara”
10 Kasım 1938, Perşembe. Saat 9.05.Rutubetli, can sıkıntılı, puslu bir İstanbul sabahının üstünden altı gün geçmişti.
16 Kasım 1938’de, O ‘nun aziz bedeni sabah saat 7.30’da Türk Bayrağını örttüğü ihtişamlı bir katafalk üzerinde Dolmabahçe Sarayı’nın büyük tören salonuna, 1927’de İstanbul’a ilk gelişlerinde şehir temsilcilerini kabul ederek tarihi demecini yaptığı yere konulmuştu.
Halkın ziyareti için Dolmabahçe Saray’ın kapıları açılmış, her yaştan ve işten hemen bütün İstanbul halkı bu son hürmet ödevini yapmaya koştu. Üç gün gece gündüz durmadan akan gözü yaşlı bir insan seli, O ‘na karşı duyduğu minneti ifadeye çalıştı.
Hastalığının son günlerinde, ATATÜRK ‘ün:
-…”Ankara’ya gidelim başıma ne gelecekse, orada gelsin” dediğini bilen Bakanlar Kurulu, O ‘nun, aziz na’şını Ankara’ya gönderilmesini kararlaştırmış, bu kararın uygulanmasını yetkililere emretmişlerdi.
İstanbul’da cenaze töreninin 19 Kasım 1938’de Cumartesi günü kara ve denizde yapılması programlaştırılmıştı.
O gün, aynı zamanda bin aydan daha hayırlı olan ve tüm Müslüman âlemini yakından ilgilendiren Ramazan ayının 27’si Kadir Günüdür ; “27 Ramazan 1357 Kadir Gecesi / 19 – 20 Kasım 1938 Cumartesi / Pazar”. İslam âleminin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerim’de “Kadir Suresi’nde bu gece şöyle anlatılır:
“Şüphesiz, biz onu (Kur’anı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rab’lerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.”
O gün, ATATÜRK ‘ün emirleriyle (3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı kanun)kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı makamının başında Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi bulunmaktadır. (Görselde, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rıfat BÖREKÇİ ‘yi görmekteyiz. 4 Nisan 1924 tarihinde başladığı Diyanet İşleri Başkanlığı görevini, vefat tarihi olan 5 Mart 1941 ’de sona ermiştir.)
Sabah saat 8.10’da Dolmabahçe Sarayı’nın salonunun ortasındaki büyük avizenin altına konmuş iki masa üzerine tabut yerleştirilmiş cenaze namazına başlandı. İmamlık görevini Şerafettin YALTKAYA, müezzinliklerini Hafız Yaşar ve Hafız İsmail yaptılar. (Görselde, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Diyanet İşleri Başkanı Ord. Prof. Dr. Mehmet Şerafeddin YALTKAYA ‘yı görmekteyiz. 14 Ocak 1942 tarihinde başladığı Diyanet İşleri Başkanlığı görevini vefat tarihi olan 23 Nisan 1947 ‘de sona ermiştir.)
İstanbul’da cenaze töreninin 19 Kasım 1938’de Cumartesi günü kara ve denizde yapılması programlaştırılmıştı. Bu program gereğince 19 Kasım Cumartesi günü alayımız (Birinci Topçu Alayı), ATATÜRK ‘ün aziz naaşlarını Dolmabahçe Sarayı’ndan, Sarayburnu’na götürme törenine katılma emrini bir gün önce almıştı. Bu amaçla alayımızdan, mürettep bir topçu taburu, 19 Kasım sabahı erken saatlerde, İstanbul Davutpaşa (Topçular) Kışlası’ndan, Dolmabahçe Sarayı yönüne hareket etti.
O sıralarda sanki doğa yasımıza katılmış, toprağı gözyaşlarıyla sulamıştı.
Asfalt yolda, topları çeken koşum atları bile “Çekmez kürenin sırtı o tabutu cesimi” ni hissetmiş olacaklar ki bazıları diretiyor, bazılarının ayağı kayıyor, bazıları da düşüyordu. Geçtiğimiz cadde, halk toplulukları ile dolmuş ve taşmıştı.
Aynı gün, Topçu Üsteğmeni (E. Orgeneral) Semih SANCAR, Alayın sancak subaylığını yapıyordu.
O’nun komuta ettiği 6. Bataryadan bir top arabası aziz na’şı taşımaya ayrılmıştı. Alayın 4. Batarya vekili Topçu Üsteğmen (E. Albay) M. Fazıl KARADAĞ ‘da, o gün ek görev olarak alay emir subaylığı yapıyordu. Bu nedenle aziz na’şına yapılan saygı ve işlemlerle yakından ilgilenmek olanağı bulmuştu.
Birliğimiz, Dolmabahçe Sarayı civarında kendisine ayrılan yere geldi. Top arabası aziz na’şı almak üzere Saray kapısından içeri girdi. Biz na’şı selamladık. Cenaze töreninin komutanı Orgeneral Fahrettin ALTAY ‘ın uyarısı üzerine, orada ATATÜRK ‘ün cenaze namazı kılındı. 12 general aziz na’şın bulunduğu tabutu alarak top arabasına koydular. Saat 9.30’a doğru top arabası Saray’ın kapısından çıktı.
Önceden oluşturulmuş programa göre cenaze kortejdeki yerini aldı.
Kortej, Galata Köprüsü yoluyla Gülhane Parkı’na yöneldi. Silahlı Kuvvetlere mensup birliklerden başka görevliler, yabancı konsoloslukların temsilcileri de kortejde yer almışlardı. Ayrıca bu törene denizden katılmak üzere, Fenerbahçe, fenerinin 1,5 mil batısı açıklarında yabancı devletlerin gönderdikleri savaş gemileri; bunların kuzeyinde, Haydarpaşa mendireğinin batısındaki sahada da Türk donanmasına mensup savaş gemileri demirlemişlerdi. Halkı ve davetlileri taşıyan 4 yolcu vapuru da, yabancı savaş gemilerinin batı köşesinde yer almışlardı.
Kortejin izleyeceği, Dolmabahçe ile Gülhane Parkı arkasındaki caddenin, sağ ve solu halk toplulukları ile dolmuştu.
Halkın özellikle yaşlı anaların ve gençlerin döktüğü gözyaşına, “ATAM, ATAM!” diye bağrışlarına, bazılarının, pencereden aşağı atlama davranışlarına, hıçkıra hıçkıra ağlayışlarına, dua okuyuşlarına, bazılarının kendi dinlerince haç çıkarışlarına tanık olduk.
Kolbaşı, Gülhane Parkı’nın demir kapısından içeri girdi. Kortejin sonu alınınca, parkın demir kapıları kapatıldı.
Gençler, sürekli olarak “ATAM İZİNDEYİZ” diye bağırıyorlardı.
Kolbaşı Sarayburnu’na gelince, kortejdekiler, yolun sağ ve soluna açıldılar. Aziz na’şı taşıyan top arabası yolun ortasından ilerleyerek halen, ATATÜRK ‘ün Anıtı’nın bulunduğu Sarayburnu’na ulaştı.
Aziz na’şın buraya gelişinde, 101 pare top atışı tamamlanmış, selam atışı başlamıştı. İstiklal Marşı çalmaya başladı, saygı duruşuna geçildi…
Bunu önce olduğu gibi 12 generalin tabutu omuzlarına alarak, denizcilere teslimi izledi. Denizciler tarafından alınan tabut, Zafer Muhribindeki 15 santimetrelik top namlularının arasındaki katafalka kondu.
Peşinden muhrip uzakta duran Yavuz muharebe gemisine doğru hareket etti. Biraz sonra onun bordosuna yanaştı. Personeli çimariva mevkiinde, yüksek rütbeli subayları geminin lombar ağzında karşılama düzeni almış durumda, Yavuz gemisine, aziz naaş, komutanlar tarafından alındı.
Yavuz, İzmit yönünde seyre başlarken, İstanbul halkı gözyaşlarıyla kurtarıcıları ATATÜRK ‘ün na’şını uğurluyorlardı.
Daha önce Yavuz’u izlemiş ve na’şı selamlamış olan yabancı savaş gemileri Büyükada’nın güneyinden döndüler.
Daha sonra tekrar Zafer muhribine konan ve İzmit’te büyük bir törenle karşılanarak Beyaz Trene taşınan aziz naaş Ankara’ya gönderildi.
ATATÜRK ‘ün aziz na’şı, 20 Kasım Pazar sabahı Ankara’ya ulaştı. Başta yeni Cumhurbaşkanı merhum İsmet İNÖNÜ olmak üzere görevlilerle vatandaşlar aziz na’şı karşıladılar. Beyaz Trenden indirilen aziz naaş, top arabasıyla T.B.M.M. eski binası önünde hazırlanan görkemli katafalka konmak üzere götürüldü. Halk, aziz na’şın önünde hazırlanan görkemli katafalka konmak üzere götürüldü.
Halk, aziz na’şın önünde ertesi günün sabahına dek tazim geçişi yaparak O ‘nun çevresinde çevrindi (Tavaf etti).
21 Kasım sabahı, resmi tören başladı:
Aziz na’şı taşıyan top arabası, halkın eşliğinde olarak geçici kabir olan Etnografya Müzesine büyük bir törenle götürüldü. Cenaze törenine yabancı devlet delegeleri ile şeref kıtaları, seçkin kişileri ve şövalye askerleri katılmıştı.
Aynı gün (21 Kasım Pazartesi), İkinci Cumhurbaşkanı, merhum İsmet İNÖNÜ ‘nün, ulusa yayınlanan bildirisinin şu son tümceleri yankılanıyordu:
—“Devletimizin banisi, milletimizin fedakâr, sadık hadimi, insanlık idealinin âşık ve mümtaz siması, eşsiz kahraman ATATÜRK! Vatan sana minnettardır.”
Aziz naaş, Etnografya Müzesi’nde 15 yıl kaldıktan sonra, 10 Kasım 1953’te, programlaştırılmış büyük bir törenle şimdiki Anıt – Kabir’e taşınması için hazırlığa geçildi.
Aynı gün, yapılan bu törende, Kara Harp Okulu’ndan 136 öğrenci, aziz na’şı taşıyan top arabasına koşularak O ‘nu, Anıt – Kabir’e dek çektiler. Deniz Harp Okulu, Deniz Astsubay Okulu öğrencilerinden ve deniz erlerinden oluşturulan Deniz Alayı’nın Komutanlığını o gün, Savarona Yatı’nın Komutanı Dz. Kur. Alb. (E. Oramiral) Kemal KAYACAN yaptı.”
Bugün ATATÜRK ‘ün, fizik varlığı Anıt – Kabir ’de, Türk Bayrağı’na sarılı olarak sanduka içinde uyumaktadır. Fakat O ‘nun tinsel varlığı, çok sevdiği ulusuyla birlikte yüceliklere uzanmakta, insanları ve insanlığı seven herkesin yüreğinde ATATÜRK, sevgi ve saygı ile yaşamaktadır.