Atatürk, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in kabulü ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Meclis’te yaptığı konuşmasının bir bölümünde:
-…”Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak, görünüşe düşkün insanlar olduğunu ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu özelliklerini ve liyakatini, hükümetinin yeni ismiyle, medeniyet dünyasına daha çok kalaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği yere layık olduğu eserleriyle ispat edecektir…” demiştir.
17 Şubat 1926 Çarşamba günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilen Türk Medeni Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti’nde laik bir özel hukuk sisteminin başlangıcını teşkil etmiştir. Bu kanuna kadar özel hukuk sistemi dini esaslara dayanmaktadır. Laik karakteri laik devlet olma iddia ve çabasında bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel yapısına tamamen uyan Medeni Kanun; hürriyet esasını benimsemiş olması, demokratik ruh taşıması, eşitlik esasını kabul etmesi ile medeni haklardan herkesin eşit bir şekilde yararlanma ehliyetine sahip olma gereğini ortaya koymuştur.
Medeni Kanun’un, 14 Nisan 1926’da Resmi Gazete’ de yayımlanmasından altı ay sonra 4 Ekim 1926 günü de yürürlüğe girmiştir. Yine bu kanunla; medeni nikâh, tek evlilik ve hâkimin hükmü ile boşanabilme gibi esasları getirmiş olması, Türk vatandaşları arasında din, dil, ırk ve mezhep ayrımının sona ermesi ile toplumumuz ileri bir toplum niteliği kazanmıştır.
Türk Medeni Kanunu tasarısı, 21 Aralık 1925’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur:
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Kasım 1925 Pazar günü yedinci çalışma yılına girecektir. O gün saat 14.00’de toplantı başlamıştır. Dinleyiciler Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in yıllık nutkunu dinlemek için localarda yerini almışlar, dinleyicilere ayrılan yerler de tamamen dolmuştur.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, her cümlesi şiddetli ve sürekli alkışlarla karşılanan nutkuna “Büyük Millet Meclisi’nin muhterem azası” diye başlamış, yaptığı uzun konuşmada, yeni çalışma yılında ele alınacak kanun çalışmaları üzerinde durmuş ve demiştir ki:
-…”Meclis’i Ali’ye (Yüce Meclis’e) takdim edilecek olan Ceza Kanunu, Kanunu Medeni ve Ticaret Kanunu Medeni Kanunu’nun bu toplanma yılı sırasında kabul edilmesi ve yayımlanmasındaki ivediliği özellikle ifade etmek isterim. Sosyal hayatımızı yeni baştan düzenleyecek olan bu temelli kanunlar, çağdaş medeniyetin kanunları zümresinden olmak tabiidir… Çağın ihtiyaçlarına uygun kanunlar yapmak ve onu iyi uygulamak bayındırlık ve ilerleme sebeplerinin en önemlilerindendir.”
İsviçre Medeni Kanunu, bir komisyon tarafından Türkçe ’ye çevrilmiştir. Hazırlanmış olan tasarı, gerekçesi ile birlikte Adliye Vekâlet’inden Başvekâlete gönderilmiştir. Türk Medeni Kanun Tasarısı, 20 Aralık 1925 tarihli İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararı ile de 21 Aralık 1925’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur.
Medeni Kanun Tasarısı’nın Meclis’te görüşüldüğü günlerde, Falih Rıfkı Bey (Atay)’in, 11 Şubat 1926 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesinde “Kanunu Medeni” başlığı altında bir yazısı yayımlanmıştır. Medeni Kanun’un Türk devrimindeki yeri ve önemi üzerinde durulan bu yazıda deniliyordu ki:
(…)“Biz, Medeni Kanun ile iki şey yapıyoruz; Evvela Türk milletinin, yeni hayat ve medeniyete doğru ilk adımını attığı günden beri yatığı oldubittilere zıt kanun ve hükümler sonuçlarını ortadan kaldırıyoruz. İkincisi kati ve açık menfaatlere ait olduğu için zorunlu olarak tatbik olunan hükümler yerine Türk milletinin şimdiki seviyesine, ihtiyaçlarına ve temayüllerine uygun hükümler getiriyoruz. Ezber bir kanunla, istediğimiz gibi olmayan bir kanunla Türk milletini değiştirmek istemiyoruz. Bilakis değişen Türk milletinin hayat şartlarını mazisinin kayıtlarından ve tahakkümünden kurtarmak istiyoruz. Nice senelerden beri devam eden kitap ve hayat mücadelesi, hayatın mukadder olan ilesiyle nihayete eriyor.”
Takvimler 17 Şubat 1926 Çarşamba günü göstermektedir. O gün saat 14.00’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Medeni Kanunu’nu görüşmek için toplanıyordu. Meclis, bütün mebusların katılımıyla tarihi oturumlardan birini daha yapacaktı:
O gün, İsmet Paşa (İnönü) Hükümeti bütün bakanları ile Meclis’te hazır bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal de locasında bu büyük günün görüşmeleri için yerini almıştı. Dinleyiciler locası hıncahınç dolmuştu. Özellikle kadınlar, Türk kadınına layık olduğu saygı yerini veren Medeni Kanun Tasarısı’na karşı büyük bir ilgi duyarak dinleyiciler arasında tek olmayan, Türk Medeni Kanunu’na çağdaş niteliğinde en büyük destek veren Latife Hanım’dı.
Herkes büyük bir sessizlikle tarihi oturumun açılmasını bekliyordu.
Tam saat 14.00’de Meclis Reisi Kazım Paşa (Özalp) reislik makamına geçti. Eski tutanak okunduktan ve gelen evrak ilgili komisyonlara havale edildikten sonra Kazım Paşa’nın sesi duyuldu:
—“Gündemin birinci maddesinde Türk Medeni Kanunu vardır. Bu kanunun bütün halinde görüşülmesi önce kabul edilmişti. Söz isteyenleri yazacağım!”
Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey, ilk sözü alarak kürsüye çıktı. “Arkadaşlar!” diye başlayan konuşmasında dedi ki:
—“Türk tarihinin, benim anlayışıma göre, en hazin siması Türk kadınıdır. Yeni tasarının aile teşkilatı ve miras hükümleri, şimdiye kadar istenildiği zaman kolundan tutularak bir esir gibi yerden yere vurulan, fakat ta ezelden hanım olan Türk annesini layık olduğu saygı yerine getirilecektir. Türk annesini hakiki yerine ve saygınlığına getirecek olan bu kanun, unutmamak lazımdır ki, aynı zamanda Türk toplumunu en kuvvetli ve en esaslı bir surette sağlamlaştırmış olacaktır…”
Mahmut Esat Bey’den sonra Şükrü (Kaya) ve Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey gibi hukukçular da birer konuşma yaptılar.
Kanun tasarısı üzerinde yapılan konuşmalar bitince bir ses yükseldi. Bu, Millet Meclisi Reisi Kazım Paşa (Özalp)’nın sesi idi:
—“Medeni Kanunu kabul edenler lütfen el kaldırsınlar!”
Bütün mebusların elleri kalktı. Türk Medeni Kanunu, Meclis üyelerinin oy birliğiyle kabul edilmişti.
18 Şubat 1926 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesinde Ahmet Ağaoğlu imzasıyla bir başyazı yayımlanmıştı. Başyazıda, Türk Medeni Kanunu’nun Türk Milleti için taşıdığı önem anlatılıyordu. “Kanunu Medeni” başlığında taşıyan başyazı şöyle başlıyordu:
“Dün Türk inkılabının tarihinde mühim ve büyük bir gün idi. Büyük Millet Meclisi, yeni Medeni Kanun Tasarısını oy birliğiyle kabul etti ve bu surette bu suretle inkılap ve yenileşmemizin tamamlanmasına doğru yeni ve mühim bir adım daha atmış bulundu.”
Ahmet Ağaoğlu, yeni kanun ile kendi görüşünü de şöyle anlatıyordu:
(…)”Bu kanunun kabulü, Türk inkılabı ve yenileşmesi tarihinde yeni bir dönüm noktası teşkil etmeye aday, mühim ve tarihi bir hadisedir!
Bununla inkılap ve yenileşme fikir ve his sahasından çıkarak fiili ve ameli sahaya dökülmektedir! Esaslar ve prensipler adet olarak maddileşerek hayata geçmeye ve hayatın dokusunu teşkil etmeye başlıyor.
Bugün Büyük Millet Meclisi, Kanunu Medeni abidesini Türkiye için kurdu: Bu abide ile Meclis, inkılap ve yenileşme fikirlerini teori sahasından hayat sahasına dökerek, Teşkilatı Esasiye Kanunu’muzda (Anayasa’mızda) koymuş olduğu esasları, milletin herhangi ameli hayatının bütün sahalarına, Türk fertleri arasındaki muamele ve münasebetlere uygulamaya başlıyor.
Bu, adeta iskeleti kurulmuş olan bir evin duvarlarını yapmaya, kapılarını kurmaya benzer!
İzahattan varestedir ki, nasıl bu ameliye yapılmayan bir evde yaşanmazsa, öyle de yenileşme ve inkılap prensiplerini hayata döken Medeni Kanun olmaksızın, inkılap ve yenileşmenin yaşadığı iddia edilemez.
Kanuni Esasi’mizde (Anayasa’mızda) ilan ettiğimiz prensipler ve esaslar şimdiye kadar hakiki hayatta tatbik sahası bulamıyordu. Bu yönü canlı bir surette göstermek için yalnız Türk hemşehrilerine Kanunu Esasi’nin verdiği hukukla, fiilen tatbik olunmakta bulunan Aile Hukuku Kararnamesi arasındaki tezat ve ihtilafları söylemek yeterlidir; adı geçen esaslar ile tatbik olunan kanunlar arasında derin bir zihniyet ve mahiyet tezadı mevcuttu; biri diğerini adeta inkâr ve iptal ediyordu; mevcut kanunlar esasların hayatlaşmasına, hayatı tanzim etmelerine hail ve mani oluyorlardı.
İşte bunun içindir ki esaslar cansız, ruhsuz ve tesirsiz kalıyordu ve kaybettiğimiz ihtilaf ve tezat baki kaldıkça, bu vaziyet de devam etmekteydi. İnkılap ve yenileşmemiz atıl ve batıl kalmaya mahkum olacaktı.
Binaenaleyh bu ihtilafı kaldırmak, bir tam sağlamlık kurmak, her tarafı birbirine uyan, aynı ruhu taşıyan, aynı zihniyetten doğmuş bir mevcut bütün meydana getirmek, inkılap ve yenileşmeler için hayati bir mesele idi. Bu mühim mesele bugün halledilmiştir. Bundan sonra kanunlarımız esasların hayata dökülmesine mani ve hail değil, onları hayata doğru taşıyacak amiller olacaklardır ve bu sayede şüphe yoktur ki inkılap ve yenileşmenin her yerde verdiği feyiz ve bereketlerden Türk milleti de azami derecede faydalanacaktır.”
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.