Bugün Türkün büyük zafer günlerinden birinin yıl dönümüdür. 103 sene evvel, bugün eşsiz kahramanlığı, büyük ve sıkı bir imtihandan muzaffer çıkmıştır.
Bugün 18 Mart 2018 Pazar.
Bugün köklü Türk tarihimizin altın sayfalarından sadece bir tanesi olan, Türklüğün büyük zafer günlerinden birinin 103’ncü yıl dönümüdür. Bu vesile ile Seç Haber ailesi olarak, Çanakkale Zaferi’mizin yıl dönümünü kutluyor, 18 Mart Şehitler Günü’nde bu toprakları bize mukaddes bir vatan emanet eden tüm şehitlerimizi, başta Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm kahramanlarımızı rahmetle ve şükranla anıyoruz efendim.
Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
Çanakkale Zaferi, Gelibolu Yarımadası üzerinde kazanılmıştır. Gelibolu Yarımadası’nın bilindiği gibi bizim tarihimizde ayrıcalıklı bir yeri vardır;
“Osmanlı Sultanı Orhan Gazi’nin büyük oğlu Gazi Süleyman Paşa 1359’da, 43 yaşında vefat etmiş, tarihe “Rumeli Fatihi” olarak adını yazdırmıştır.
Osmanlı Sultanı Orhan Gazi, Bizans Kralı 6. Yoannis Kantakuzinos’un kızı Teodara ile evlidir ve Bizans Kralı 6. Yoannis Kantakuzinos, 5. Yoannis Paleogos isyan ettiğinde damadından yardım istemiştir. Orhan Gazi, büyük oğlu Süleyman Paşa kumandasında gönderdiği askerlerle, kayınpederi olan Bizans Kralı 6. Yoannis Kantakuzinos’a yardım etmiştir.
Gazi Süleyman Paşa, 1354 yılında dört yüz yiğitle, Edincik’ten gemi ile hareket ederek Gelibolu’nun kuzeyindeki Kozludere’ye çıkmıştır. Gazi Süleyman Paşa’nın Gelibolu Yarımadası’na attığı bu ilk adım Türklerin Avrupa’ya geçtiği ilk bölge ve Avrupa’da sahip olduğumuz ilk toprak parçasıdır.”
Çanakkale Zaferimizden bir yıl önce Türk Ordusu, tarihinin en büyük hezimetini Balkan Harbi ile yaşamıştır. Üç hafta içerisinde; bugünkü topraklarımızın 1/5’inden daha fazla toprak, 167.000 km², 33 vilayet, 158 ilçe, 6,5 milyon nüfus, bir başka ifadeyle Meriç Nehri’ne kadar Avrupa’daki toprakların tamamı kaybedilmiş ve ordu da elden çıkmıştır.
Balkan Harbi faciasından sonra, Türk Ordusu gerçek anlamıyla ordu olabilmek için büyük bir çabaya girişmiş, bir yılık sürede, yüzüne sürülen kara lekeyi silecek duruma ve Çanakkale Zaferi’ni kazanacak güce erişmiştir. Kazandığı zaferle Türk’ün gerçek kudret ve kabiliyetim ortaya koymuş, Türk’ün yaşadığını, Türk Milleti’nin cevherini bütün Dünya’ya bir kere daha göstermiştir.
İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.
Çanakkale Zaferi, bize en pahalıya mal olan zaferimizdir. Karşılığında, en çok insan kaybına maruz kaldığımız bir zaferdir. Öyle ki bu zafer için hemen hemen her evden bir iki şehit verilmiştir. Türk Milleti, binlerce aydınını, okumuşunu bu savaşta yitirmiş, Anadolu’dan ve özellikle İstanbul’dan akın alan gönüllü öğretmen, Mülkiyeli, Tıbbiyeli öğrenciler, Türk Ocakları’nda yetişmiş okur-yazarlar, aydınlar bu savaşa katılmışlar ve can vermişlerdir (Ruhları şad, mekânları cennet olsun).
Bu savaşa toplam 400.000 Türk katılmış ve bunun 250.000’i zayi olmuştur.
Üç yıl süren Kurtuluş Savaşı’nda en güçlü olduğumuz dönem olan Büyük Taarruz ‘da ancak 100.000 kişilik bir ordu yapabildiğimiz ve bütün Kurtuluş Savaşı boyunca 40.000 kişilik zayiat verdiğimiz hatırlanırsa, Çanakkale Zaferi’nin bedeli daha iyi anlaşılır. Birisinde bir zafer kazandık, birisinde ise vatanı kurtardık ama Çanakkale’de bir nesli kaybettik, Gelibolu’ya bir nesli gömdük…
İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.
Çanakkale Zaferi, dünyaya, Türk’ün tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmediğini, artık tarihi misyonunu tamamladığını düşündüklerinde Türk’ün, şartlar ne kadar zor olursa olsun, daha çok şeyler başarabilecek güç ve inanca sahip olduğunu göstermiştir. Karşımızdakiler bir devletin çöküşü ile milletin inanç ve gücünün çöküşünün farklı şeyler olduğunu burada anlamışlardır. Türk’ün devleti çökebilir ama kendisi çökmez. Dünya sahnesindeki rolünü bırakmaz.
İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.
Çanakkale Zaferi, ümmetçiliği iflas ettirmiş, İslam birliği Panislamizm fikrini çökertmiş, söndürmüş yerine, Türk Milliyetçiliği fikrini alevlendirmiş ve bunun uygulanabilir olduğunu, gerçek olduğunu kanıtlamıştır.
Yine o dönemde; bugünkü Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri topraklarımız içinde, Libya’da kontrolümüz altında bulunmaktaydı. Harp başlayınca bilindiği gibi Cihadı Mukaddes ilan edilir, ancak bunun olumlu hiçbir etkisi görülmez. Türk unsurunun dışındaki Osmanlı tebası olan diğer Müslüman unsurlarına İngiliz altını ve İngiliz vaatleri, Osmanlı’nın ilan ettiği Mukaddes Cihat’tan daha sıcak gelir ve Osmanlı Türk’ünü arkadan vururlar…
Çanakkale Muharebeleri sırasında da daha acısı yaşanır; İngiliz ve Fransızlar sömürgeleri olan Müslüman ülkelerden, Hindistan’dan yani bugünkü Pakistan’dan, Fas, Tunus ve Mısır’dan, Senegal ve diğerlerinden önemli sayıda Müslüman asker getirirler ve bunları Türklere karşı savaştırırlar. Hatta bizim cephelerdeki Mehmetçikleri etkilemek için yüksek seslerle ezan ve Kuran-ı Kerim bile okuturlar. İşte bu tablo gerçeği görmemizi sağlar. O dönemde oldukça ağırlıklı bir görüş olan, hatta devletin politikası olan “İslam Birliği” düşüncesinin, bir hayal olduğunu; ümmetçilik yerine milliyetçiliğin esas olması gerektiğini gösterir.
Böylece gerek Osmanlı Devleti’nin son dönemine, gerekse T.C. Devleti’nin milli politikasına yön vermiş olur. Ayrıca bu zafer bugün dahi bu hayalin peşinde koşanlara, İslam Birliği’ni ideoloji olarak benimseyenlere, millet gerçeğini inkâr edip milleti ümmetleştirmeye çalışanlara, düşüncelerinin çürüklüğünü gösteren tarihi bir ispattır,
İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.
Çanakkale Zaferi’nin belki de bizim için en önemli yanı Milli Mücadele ruhunun ilk meşalelerinin burada yakılmış ve Türkiye Cumhuriyetinin ilk temel taşlarının bu mücadeleler sırasında atılmış olması ile Türk Milletine Mustafa Kemal Atatürk’ü kazandırmış olmasıdır.
Atatürk’ün üstün özellikleri, bu muharebeler sırasında su yüzüne çıkmış ve milletin dikkatini çekmiş, kazandığı başarılardan dolayı, daha muharebeler devam ederken; “İstanbul’u kurtaran kahraman”, “payitaht kurtaran kahraman” unvanı ile anılmaya başlamış ve o dönemin en önemli dergisi olan “Harp Mecmuası”nda boy boy resimleri çıkmış, halkın ağzında bir efsanevi kahraman olmuştur.
O neslin nasıl bir beklenti içinde olduğunu Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Atatürk” isimli eserinin başlangıcında; “Bizim ilk gençlik yıllarımız bir milli kahramana hasretle geçti” der ve halktan duyduklarım şöyle kaydeder:
—“Bu genç kumandan, yanında bir avuç süngülü askerle, yerden, gökten, denizden gelen sürekli bir gülle, kurşun ve şarapnel sağanağının ortasında durmadan ileriye doğru atılıyor ve kollarıyla, kızgın boyunlarından yakalayıp denize yuvarlayacakmış gibi düşmanın sıra sıra toplan üstüne saldın yor. Bu insan, ateşte yanmıyordu, vücuduna kurşun işlemiyordu ve zırhlılann (savaş gemilerinin) attığı gülleler başının üstünden munisleşmiş, yırtıcı kuşlar gibi geçip gidiyordu”
İşte Çanakkale Muharebeleri ile beklenilen kahraman çıkmıştır. Mustafa Kemal, bu zaferden kazandığı prestij ile milli mücadeleye atılmış; askerlikten istifa etmesine ve hakkında idam fermanı çıkartılmış bir sivil olmasına rağmen kendisine bağlı ve kendisinin bir lider olarak benimsemiş bir ordu ile millet bulmuştur. Bu ortam ise Türk’ün kurtuluşunu sağlamış ve tarih sahnesinden silinmesini önlemiştir.
İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir.
Peki, Atatürk ne yapmıştır da efsanevi kahraman, milli kahraman olarak Türk Milleti’nin gönlüne girmiştir? Nasıl kahraman olmuştur?
Çanakkale Muharebeleri ‘ne; 20 tümen, 39 tümen komutanı; 10 kolordu, 52 alay, 104 alay komutanı; 18 kolordu komutanı; iki ordu, iki ordu komutanı; binlerce subay, yüzbinlerce ecdat katılmıştır. Şüphesiz bu büyük zaferde şimdi rahmet ve şükranla andığımız, pek çok büyüğümüzün payı vardır. Can vererek bu zaferi kazanmışlardır (Ruhları şad, mekânları cennet olsun).
Durum böyleyken nasıl oluyor da Atatürk ön plana çıkıyor? Çanakkale Zaferi O’nun yüce adıyla özdeşleşiyor? Çanakkale denilince akla neden Mustafa Kemal geliyor? Yoksa Milli Mücadele’yi zaferle sonuçlandırdığı, vatanı düşman işgalinden kurtardığı için mi sonradan zafer üzerine fatura edilmiştir?
Yüce Atatürk’ün Çanakkale Zaferi ile özdeşleşmesi sonradan değildir. Daha muharebeler devam ederken ismi parlamaya başlar, Çanakkale Cephesinin en önemli ve güven duyulan komutanlarından biri olur.
Bununla ilgili birkaç kaynaktan duruma bakalım:
Birinci Dünya Harbi sırasında asker-sivil işbirliği ile çıkarılan Harp Mecmuası isimli bir dergi mevcuttur. Bu derginin 1915 yılına ait 2 ve 4 ncüsayılannda Alb. Mustafa Kemal’e geniş yer verilir. 4 ncü sayısında Çanakkale Kireç Tepe’de mermi kovanlarından yapılmış bin anıtın önünde çekilmiş fotoğrafı, tam sayfa olarak yayınlanır ve altına şunlar yazılır:
“Büyüklüğüne söz bulunamayan Bir levha-i Şehamet (Akılla yaratılan bir yiğitlik levhası)” Bu cümle çok önemlidir. Daha o dönemde, yüce Atatürk’ün kahramanlığı, yiğitliği ve bunan akılla yaratıldığı ile büyüklüğü teslim edilmiş ve bu büyüklüğünü ifade için söz bulunamadığından yakınılmıştır. Bu sözler herkes için söylenmemiştir ve özellikle henüz albay rütbesindeki bir komutan için bu sözler çok büyüktür. Ama öyle değerlendirilmiş ve böyle yazılmıştır.
Aynı derginin 2 nci sayısında da Birinci Dünya Harbi’nin genel değerlendirmesi yapılırken yine Atatürk’e yer verilmiş, bir resmi konmuştur. Atatürk’ün kazandığı bu haklı ün, Başkomutanlıkta da etkisini gösterir. Daha muharebelerin ilk iki ayı içerisinde başarılarından dolayı rütbesi albaylığa yükseltilir ve toplam 3 madalya ve 3 nişan verilir. Ayrıca kendisine iki önemli görev için tayin teklifi yapılır.
İlki, daha kendisi Tümen Komutam iken Temmuz 1915 ortasında, Trablusgarp’a ordu komutanı yetkisiyle ve Tuğgeneral (Mirliva) rütbesi ile gitmek arzusunda olup olmadığı sorulur, ikincisi ise Anafartalar Grup Komutanı iken 1915 Ekim ayı başında, Irak Ordusu Komutanlığına tayin teklifidir. Bu olaylar devleti yönetenlerin Atatürk’e bakış açışını sergilemektedir.
Yani daha muharebeler sırasında, henüz zafere erişilmeden Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal tanınmış ve hakkı teslim edilmiştir. Zaferden sonra ise Mustafa Kemal ismi, efsanevi bir kimlik kazanır. Artık İstanbul’u kurtaran kahraman unvanı ile anılır. Gazeteciler, yazarlar kendisiyle mülakat yaparlar. Halkın en büyük arzusu ise kendisini görmektir. 1916’nın Ocak ayında 16’ncı Kolordu Komutanı olarak Edirne’ye girişinde halk sokaklara dökülür.
Atatürk’ün Çanakkale’de ve sonrasında Kurmay Başkanlığı’m yapmış olan Orgeneral İzzettin Çalışlar, günlüğünde bu karşılanışı şöyle anlatır:
Kanunusani 15.1331 (28 Ocak 1916)
(—) “Yollar hıncahınç ahaliyle dolmuş, bütün mektepler karşılama için yerlerini almıştı. Şehir saray gibi donanmış, peş peşe zafer taklan yapılmıştı. “Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Bey” yazılı levhalar asılmıştı… Edirne eşrafı, vilayet erkânı, konsoloslar hep oradaydılar… Bütün şehir, heyecan ve coşkulu sevinçle karşıladı. Çiçekler, buketler takdim ettiler. Alkışlar, her türlü nümayişler, tezahürat, her türlü tasavvurun üstündeydi…”
Görüldüğü gibi Atatürk’ün şöhreti, halkın kendisine layık gördüğü unvanlar, kendisine duyulan hayranlık o günlerde ortaya çıkmıştır,. Sonradan yakıştırma değildir. Tarihte herhalde bir şehir halkı, hiçbir albayı bu şekilde karşılamamıştır. Fakat Albay Mustafa Kemal’i karşılamıştır. Albay Mustafa Kemal ne Edirne’nin fatihidir, ne de Edirne’yi düşmandan kurtarmıştır. Edirne’de çalışmamış, fiziken Edirneliler tarafından tanınmıyordu. Bunlara rağmen karşılanışın bir Fatih’e yaraşır biçimde olduğunu anlıyoruz. Sebep, Çanakkale’de yaptıklarıdır. Yaptıkları ile kazanılan zaferdir. Türk Milletine, iki yüz yıldır hasret kaldığı zafer coşkusunu tekrar tattırmasıdır. Bir büyük zafer armağan etmesidir.
Yüce Atatürk’ün Çanakkale Muharebelerindeki yerini ve zaferdeki payını; bu muharebelere katılmış H. Cemal adlı bir subay, 1915 yılında yazdığı “Ulu Cenk” isimli Çanakkale Muharebeleri’ni anlatan kitabında, Atatürk için ayrı başlık açıyor ve O’nun farklılığını anlatıyor.
Başlık ilginçtir: “Anafartalar Muharebeleri Komutam Mustafa Kemal Bey Yarınki Harbiye Nazırımız”
Bu başlığın altında yazar, kanaatini bir sonuç cümlesi ile ifade ediyor ve konuya giriş yapıyor:
(…)”Çanakkale’ye bir zafer heykeli dikmek şerefi ile Türkler şeref kazanacaklarsa o heykelin, Çanakkale’yi kurtaran Mustafa Kemal Bey olması lazımdır. Başkası olamaz. Bu hak kimseye verilemez.”
Bu satırların 1915’te yazıldığını tekrar hatırlatalım ve konunun devamından birkaç cümle daha aktaralım:
(…)”Türk askerini, yalnız bu komutan, hiçbir vakit lüzumsuz yere harcamıyor. Gerek subaylar, gerek erler Arıburnu siperlerinden söz ederken Mustafa Kemal’in adını hürmetle anıyorlar…” “Bu zafer hatırası şerefine, bundan sonra Akdeniz’in gölgeli dalgaları arasında uzak-yakın memleketlerden gelen bir gemi, boğazların, bu hilafetin anahtarı üzerinde sallanan Türk Bayrağı’nı görünce selam verecek, orada daima Türk askerini ve onun kahraman komutanı Mustafa Kemal’i hatırlayacaktır. Mustafa Kemal için bugün Almanlar, gazeteleriyle bir övgü sütunu yazarlarsa, yarın dünya, bu komutanın zafer destanlarını söyleyecektir. Böyle komutanlarımızı takdir etmek, onların adına heykel dikmek, yaşama hakkımızdaki nasibimizi müjdeler.”
Bu cümleler, O’nun sayesinde bir vatana, bir millete sahip olduğunu, O’nun sayesinde hayatiyet kazandığım, insan gibi yaşadığını unutanlara ithaf olunur.
Bu açıklamalardan şu sonucu çıkarıyoruz:
Yüce Atatürk’ün Çanakkale Zaferi’ndeki payı çok büyüktür ve bu zaferin baş mimarı O ‘dur. Bu durum daha o zamanlar, kendisine teslim edilmiştir. Bunlar, yazılanlar açısından konuyu ispatlama niteliğindeydi. Aslında yeni bir şey ileri sürmedik. O günlerde bilineni kendi yaklaşımımız ve inceleme sonucu bulduklarımızla tekrarlamış olduk.
Şimdi de Yüce Atatürk’ün neler yaparak “Anafartalar Kahramanı” “İstanbul’u Kurtaran Kahraman” ünvanlanm aldığını kısaca açıklayalım. Bu konu aslında bir kitap konusudur. Ancak biz burada sadece ana hatları ile birkaç nokta üzerinde duracağız.
Yüce Atatürk beş defa İstanbul’u kurtarmıştır. Yani Çanakkale’de mağlubiyeti önlemiştir. Çanakkale’de mağlubiyet demek İstanbul’un düşmesi demektir.
O’ nun için İstanbul’u kurtarmıştır denilir.
O ‘nun için payitahtı yani İstanbul’u kurtaran kahraman denmiştir.
İlki, muharebelerin ilk günü olan 25 Nisan 1915‘tedir: “Düşman Arıburnu kıyısına asker çıkarmıştır. Kıyıda çok zayıf kuvvetimiz vardır. Düşmanı durduramaz. Düşman Conkbayırı’na doğru ilerlemektedir. Conkbayırı düşman eline geçtiği takdirde Çanakkale’de savunma imkânsız hale gelir, buradaki kuvvetlerimiz imha olur; sonucunda İstanbul’a hem deniz, hem karayolu açılır ve İstanbul düşer. İşte böyle hayati dakikalar yaşandığında Yb. Mustafa Kemal, Arıburnu’na çıkan düşmana taarruz edilmesi gerektiğini düşünür ve Kolordu Komutanından müsaade ister. Kolordu Komutanı bu durumda kendisi karar veremez. Çünkü Mustafa Kemal’in Tümeni ordu ihtiyatıdır. Kullanılması için Ordu Komutanından emir alınması gereklidir. Ayrıca düşmanın üç ayrı yere birden çıktığı öğrenilmiştir. Mustafa Kemal’in 19 ncu Tümeni Arıburnu’nda kullanıldığı takdirde diğer bölgelerde meydana gelebilecek tehlikelere karşı elde kuvvet kalmayacaktır. Ordu Komutanının da Saros Körfezi bölgesine gittiği öğrenilmiştir. Ordu Komutanı gittiğine göre belki bu bölgeye bir çıkarma başlamıştır. Bununla ilgili bilgi mevcut değildir. İşte bu nedenlerle Kolordu Komutanı karar veremez. Ordu Komutanına danışalım der. Ancak telefonla temas kurulamaz. Kolordu Komutanı görüşmek üzere Saros Bölgesine gider. 40 km.lik mesafe, en azından iki saat sürecektir. Yani en erken öğleden sonra dönebilecektir. Fakat düşman onun dönmesini beklemeyecektir. İşte bu durumda Yb. Mustafa Kemal, Çanakkale Muharebelerinin kaderini değiştiren bir iş yapar. Durumun öneminden dolayı, ordudan gelecek emri beklemeden düşmana taarruza karar verir ve taarruz eder. Sorumluluğu üzerine almıştır. Büyük riske girmiştir. Yaptığı işten dolayı başına gelebilecekleri önemsemeden Çanakkale’nin kurtarılması için kendisini tehlikeye atmıştır. Vazifeyi her şeyden üstün tutmuştur. Kahramanlık işte budur. Harp Mecmuası kapağındaki resminin altına yazılan “Şaha met”; yani akılla yaratılan kahramanlık kavramı buradan itibaren başlar.
Yüce Atatürk, insiyatifeyle başlattığı bu taarruzla, tam düşmek üzereyken Conkbayırı’nı düşmandan kurtarır ve onu kıyıya kadar sürer. Böylece hayati tehlikeyi önler. Eğer bu taarruz gecikseydi, Çanakkale Muharebeleri birinci gününde kaybedilirdi. Zaferimizle değil, Balkan Harbi gibi facia ile sonuçlanırdı. Bunu önleyen Atatürk’tür. Sadece bu kahramanlığı bile Ulu Cenk isimli kitapta yazılanları hak ettirmektedir. Burada şu akla gelebilir. “Başka bir subay olsaydı, o da hemen hemen aynı şeyi yapabilirdi.” Biz bu görüşte değiliz. Bunun en açık ispatı da muharebe sahasının Kolordu Komutanı olan Yanyalı Esat Paşa’dır. Atatürk kendisine taarruzu teklif ettiği halde taarruz emri verememiştir. Ordu Komutamnın emrinin beklenmesini söylemiştir. Kaldı ki Yanyalı Esat Paşa sıradan bir paşa değildir. Balkan Harbinde, Yanya Savunması ile ün yapmış, ender başarılı komutanlardan birisidir. Harp sanatının ustasıdır ama tarruz emrini verememiştir. Ayrıca kaç subay, kolordu komutamnın bu emrinden sonra kendiliğinden bu taarruzu yapabilir? İşte bu sorunun cevabı, akla gelen sorunun da cevabıdır. Yüce Atatürk, 25 Nisan’dan itibaren, sonuna kadar 8,5 ay süre ile bu muharebelerin en çetin görevlerini üstlenmiş, bütün faaliyetlerinde son derece başarılı olmuş, verdiğimiz örnekteki gibi sayısız kahramanlıklar göstermiştir. Bunlar üzerinde uzun uzadıya duramayacağız. Sadece İstanbul’u kurtarmasını sağlayan diğer kahramanlıklarını kısaca açıklayacağız. İstanbul’u ikinci kurtarışı 7 Ağustos günü olmuştur. 19 ncu Tümen Komutanı’dır. Anburnu’nda cephenin bir bölümünü savunmaktadır. Cephesine yoğun şekilde düşman taarruz etmektedir. Düşmanın bir kolu da Conkbayın’nı kuşatıcı şekilde ilerlemektedir. Burada 30-40 kişilik kuvvetimiz vardır ve gelen düşmanı durduramayacaktır. Ve burası Albay Mustafa Kemal’in bölgesi dışındadır, Bu bölge üzerinde hiçbir sorumluluğu yoktur. Buna rağmen ve kendi cephesine de yoğun şekilde taarruz edilmesine rağmen, elinde kalan son kuvvetinin tamamım (1,5 tabur kadar) Conkbayın’na gönderir. Conkbayın’mn düşmesini ikinci defa önler. Dolayısıyla İstanbul’u ikinci defa kurtarmış olur.
Üçüncü kurtarışı da 10 Ağustos günüdür.
8 Ağustos gecesi Anafartalar Grup Komutanı olur. 9 Ağustos günü Birinci Anafartalar Zaferi’ni kazanır. 10 Ağustos günü de düşmanın, hem bu mağlubiyetin acısını çıkarmak hem de kesin sonuca ulaşmak için büyük kuvvetleri ile Conkbayın’na taarruz edeceğini değerlendirir. Düşmanın bu taarruzunu önlemek için, düşmandan önce Conkbayın’ndan taarruz etmeye karar verir. Geceleyin Conkbayın’na gelir. Burada önemli nokta; Conk’ taki kuvvetlerimizin 10 Ağustos sabahı düşmanın yapacağı taarruza karşı koyamayacak şekilde zayıf olması, bu kuvvetlerle taarruza karar verilmesidir. Gece süresince başka yerden kuvvet getirmek de mümkün olmayacaktır. Yani bir yeri, bulunduğu yerde durarak koruyamayacak kuvvetlerle düşmana taarruz ederek, bu yeri savunmak düşünülmüştür. İşte bu askeri dehadır. Akıldan doğan kahramanlıktır.
Yüce Atatürk, geceleyin Conk’a ulaştığında oradaki tümen komutanına taarruz emrini verir. Tümen komutanı ve kurmayı şaşırırlar ve hayrete düşerler ve Atatürk’e şöyle derler: “İki günden beri devamlı surette taarruz ettikleri halde başarılı olunamadığını ve bu yüzden birliklerin büyük kayıp vermiş halde bulunduklarını, iş yapamayacak ve perişan durumda olduklarını, yeni bir taarruza kalkışmanın neticesini vahim gördüklerini” ifade ederler.
Atatürk, Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe isimli kitabında bu değerlendirmeyi hesap olarak doğru ve mantıklı bulduğunu, reddi mümkün olmayan bir muhakeme olduğunu yazar ve şöyle devam eder:
— “Bazı kanaatler vardır ki onların hesap ve mantıkla izahı pek güçtür. Özellikle muharebenin kanlı ve ateşle safhasındaki duyguların doğurduğu kanaatler…. Söylenenler gerçekten durumu ve kıtaların halini olduğu gibi tasvir ediyordu. Fakat bu değerlendirmeyi kararımı değiştirecek nitelikte bulmadım. Çünkü ben düşmanı şedit veya seri bir baskın ile mağlup edebileceğimize kanaat hasıl etmiştim. Bunun için çok kuvvetten ziyade, çok dikkatli ve fedakarane bir sevk ve idarenin maksadı temin edeceğine hükmetmiştim” der.
10 Ağustos sabahı gün doğmadan birliklerin en önüne geçer, bizzat kendi verdiği işaretle Mehmetçikleri hücuma kaldırır. Hem de nasıl? Tabanca ve tüfeklerdeki mermileri çıkarttırır, süngü taktırır, sadece süngü ile düşman üzerine saldırıyı başlatır. Sırp Sındığı gibi, henüz yığınlar halinde uykuda olan düşman, bu sessiz hücum karşısında neye uğradığını şaşırır, bozulur, dağılır ve kaçar. Çok kayıp verdirilir. Gün doğumu ile taarruza geçecek olan düşmanın, kaçtığı bölgelerde savunma gücü kalmaz.
Atatürk böylece Conkbayın’nı dolayısıyla İstanbul’u şehametiile askeri dehası ile olmazı olur ederek bir kere daha kurtarır. Sağ göğsünden bir şarapnel parçası ile vurulması ve cep saati sayesinde kurtulması bugünkü muharebede olur.
İstanbul’u diğer kurtarışları ise 9 Ağustos’taki Birinci Anafartalar ve 21 Ağustos’taki İkinci Anafartalar Zaferi ile olmuştur. İkinci Anafartalar Muharebesi’ndeki şehametinden, yani akılla yaratılan kahramanlığından küçük bir örnek verelim;
Düşman 21 Ağustos günü 6 tümenle (yaklaşık 70 bin kişi) Anafartalar Ovası’nda taarruza başlar. Bizim, bunun karşısında iki tümenimiz (yaklaşık 18 bin kişi) vardır. Düşman donanmasının yoğun ateşi altında bu kuvvetlerle, bu büyük taarruzu durdurmak mümkün değildir. Bir tümenimiz de oldukça geridedir. Yetişmesi çok geç olacaktır. Yetişene kadar düşman cepheyi yarabilir. İşte böyle çok kritik bir durum yaşanır. Bu tümenin gelişine kadar olan zamanın kazanılması gerekmektedir. Burada askeri deha kendini gösterir, elde bir süvari alayı vardır. Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal, bu alayı savunan kuvvetlerimizin üzerinden aşırtarak, taarruz için ilerlemekte olan düşmanın üzerine saldırtır. Sonunda gerekli olan zaman kazanılır. Kuvvetlerimiz cepheye yetişir.
Bu uygulama bir yaratıcılık örneğidir, bir buluştur, akılla yaratılan kahramanlıktır. Kurallarla, kalıplarla kendini bağlamamış bir beynin ürünüdür. Askeri tarihte bir süvari kıtasının, kendisinden mislilerce büyük, taarruz eden bir düşmanın üzerine atılması ya görülmemiştir, ya da çok nadirdir. Çünkü bu şekildeki bir saldırının ötesi yoktur, ölüme kucak açmadır, süvarilerin kendilerini feda etmeleridir. Anafartalar’da da öyle olmuştur. Karşılığında da üç-dört misli büyüklükteki düşman yenilmiştir.
Birkaç kritik örnekle ebedi Başkomutanımızın, ölümsüz yüce Önderimizin Çanakkale Zaferi’ndeki payını ortaya koymaya çalıştık. Tekrar ifade ediyoruz. Zaferdeki payı, yeri bu kadar değildir. Saatlerce üzerinde konuşulacak boyuttadır. Bu kadarı bile gösteriyor ki Çanakkale Zaferi’nin mimarı, kilit adamı Albay Mustafa Kemal’dir. Orada bulunması da Türk Milleti için bir şans olmuştur.
Yüce Atatürk;
Vatanı kurtarmamış, bağımsızlığımızı kazandırmamış, yeni çağdaş bir Türk Devleti kurmamış, insanın insan gibi yaşamasını sağlayan bir sosyal düzen getirmemiş, Türk’ü ümmetten millete çevirmemiş, kadınları insan yapmamış, fikir özgürlüğünü, serbest girişim özgürlüğünü getirmemiş, yaşama standardımızı yükseltmemiş, beyinlerimizi, aile hayatımızı, sosyal, ekonomik ve siyasi hayatımızı çağdaşlaştırmamış olsaydı bile, bu büyük zaferdeki payı O’nu ölümsüz kılmaya, O’nun milli kahraman olarak yaşamasına yeterdir.
Yeter ki bu duruma bakanlar Türk olsun, kaderini Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlamış olsun ve biraz da insan olsun. Biraz insan olunduğu takdirde bu hakkı teslim etmemek mümkün değildir. İnsanlık yönü olan düşmanları dahi bu büyük inşam Çanakkale Muharebelerinde yaptıklarından dolayı takdir etmişler ve övmüşlerdir.
Hiçbir güç, hiçbir art niyetli, Türk’ü karanlığa çekmek isteyen hiçbir akım, yüce Atatürk’ü Türk’ün gönlünden, ruhundan, beyninden silemez, silemeyecektir; O’nun yolundan ayıramaz ve ayıramayacaktır. Yetişmiş ve yetişmekte olan Mustafa Kemallerin çokluğu bunun teminatıdır. (Yararlanılan Kaynak Eser: Dr. İsmet Görgülü “Çanakkale Zaferi ve Atatürk” s. 491… 500.)
Çanakkale muharebeleri sırasında bir tümen komutanına emri:
—“Ben, şu haberi bekliyorum:
“Siperlere giren düşman mahvedilmiş, düşman siperlerine askerimiz girmiştir!” Bundan başka hiçbir haber, bence önemli değildir!”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.