…”Mondros Mütarekesi’nin soru işaretlerinden birisi de ateşkes antlaşması yapılmasaydı ne olurdu? Ya da başka bir deyişle Osmanlı Devleti için daha kötü olabilir miydi? Esasen, İtilaf Devletleri, “Sykes-Picot Anlaşması (16 Mayıs 1916)” gereğince Osmanlı Devleti’nin topraklarını 30 Ekim 1918’de imza edilen Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası derhal işgal etmeye başlamışlardır.Bence, Mondros Mütarekesi’nin yapılsaydı-yapılmasaydı şeklindeki soru işaretlerinin yanıtını Osmanlı Devleti’ni parçalamak için kendi aralarında anlaşan emperyalist devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında yaptıkları diğer anlaşmaları da araştırdığımızda ortaya çıkacak ve netleşecektir,” demiştim. (Hatırlamak için lütfen linke bakınız:https://www.sechaber.com.tr/19-mayis-1919-sozumuzun-baslangicidir-2-bolum/?fbclid=IwAR1uRtyl62mgUluPHm1TPpp9NUTWK8ILB3nLltaHtJAr3F9Wuq1ant9dGiE
Sykes-Picot Anlaşması:…”Sevr’in habercisi olarak da bilinmektedir. İngiltere, Fransa ve Rusya arasında yapılmıştır. 1916 yılının başında başlayan, birkaç ay devam eden karşılıklı nota ve mektuplaşmayı kapsamaktadır.
“Sykes-PicotAnlaşması”, Anlaşmayı oluşturanların isimleri ile anılmıştır. Bu isimleri kısaca tanırsak, Mark Sykes, Katolik ve zengin bir ailenin çocuğu olarak 1911’de İngiltere’de Avam Kamarası’na seçilmiştir. Cambridge Üniversitesi mezunu olan Sykes, pek çok kez Türkiye’ye gelip gitmiş, dört yıl da İstanbul’da kalmış ve İngiliz elçiliğinde çalışmış bir kişidir. 1915 yılında Ortadoğu’yu iyi bilen genç bir politikacı olarak savaş bakanlığına alınmıştır. “Hasta Adam” Osmanlı Devleti’ne karşı alınacak tavrı oluşturan “De Bunsen” komitesinde görev yapan Sykes, İngiliz Hükümeti’ne komitenin yaptığı çalışmalar sonunda, Osmanlı Devleti’nin topraklarının yarı özerk şekilde yönetilmesi önerisini götürmüşe de Osmanlı Devleti’nin topraklarının İtilaf Devletleri’nce işgali ya da etki alanlarını bölmek ya da olduğu gibi bırakıp İstanbul Hükümeti’ni İngiltere’ye tabi kılmak seçenekleri komitece doğru bulunmamıştır. Hiç beklemediği Çanakkale yenilgisi İngiltere’yi, Ortadoğu hesaplarını tekrar yapmak zorunda bırakmıştır. Çanakkale Zaferi bu bakımdan da çok önemlidir(!). Bunun üzerine İngiltere’de Arap Milliyetçiliğini destekleme düşüncesi ön plana çıkmıştır. Sykes, Arapça konuşulan yerlerde Fransız girişimlerinden de rahatsız olduğundan Fransızlarla bir anlaşma yapma gereğini dile getirmiştir. Bunun üzerine Fransız temsilcisi François Georges Picot, 23 Kasım 1915 tarihinde Londra’ya gelip görüşmelere başlamıştır. O sırada Ortadoğu’da bulunan Sykes, Londra’ya çağrılmış ve tıkanmış bulunan görüşmelerde İngiltere’yi temsil etmesi istenmiştir.
Sykes-Picot Anlaşması’nın temel projesi 9 Mart 1916 tarihinde Petrograt’daki İngiliz ve Fransız büyükelçilikleri tarafından Rus Dışişleri Bakanı Sazanof’a verilen muhtırada açıklanmıştır. Bu muhtırada; İngiltere ile Fransa’nın üzerinde anlaşmaya vardıkları maddeler sıralanmakta ve Rusya’nın da bu anlaşmaya katılması teklif edilmektedir.
Söz konusu projede belirtilen hususlar özetle şu şekildedir: “İngiltere ve Fransa’nın himayesinde bağımsız bir Arap Devleti (veya birleşik Arap Devletleri) teşkil edilecektir. Teşkil edilecek bu bağımsız Arap Devleti, Fransız ve İngiliz himaye bölgelerine ayrılacaktır. Filistin’de ise milletler arası bir idare kurulacaktır. Ayrıca Hayfa ve Akka limanları İngiltere’ye verilecektir. İskenderun, İngiltere’nin ticaret işleriyle ilgili hususlarda serbest bir liman olacaktır. Hayfa Limanı da Fransa Hükümeti’nin veya onun himayesi altına girecek ülkelerin ya da sömürgelerin ticaret malları için serbest bir liman sayılacaktır. Kızıldeniz’in doğu kısmındaki adalar bağımsız Arabistan Devleti’ne verilecektir. (Bakınız: Bakınız: Ahmet Hurşit Tolon, “Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr’e Giden Yol” AAM., 2004, Sf:63)
Sykes-Picot Anlaşması’na göre Türkiye’nin paylaştırılması da şöyle yapılacaktır:
–Karadeniz ile Urmiye Gölü’nden başlayarak, Van, Muş, Bitlis ve Harput’un güneyinden, Toros Dağı’ndan geçerek Anamur’a kadar uzanan çizginin arasında bulunan arazi Rusya’ya verilecektir. Bu arazi, Rusya ile Anadolu’da kalacak olan Türk Sultanlığının (Osmanlı Devleti değil A.H) sınırını oluşturacaktır.
–Akka’dan başlayıp Anamur’a kadar uzanan Suriye ve Kilikya’dan oluşan deniz kıyısına yakın dar arazi ile Rusya’ya verilecek arazinin güneyinde kalan ve kuzey sınırlarını izleyen Antep/Ayıntap, Urfa, Urmiye Gölü çizgisini oluşturan arazi Fransa’ya verilecektir.
–Arabistan Irak’ı adıyla tanınan, İran ve Basra körfezine bitişik olan eyalet İngiltere’ye bırakılmıştır.
–İngiltere ve Fransa’ya ait olan bölgelerin arasında kalan arazi ise oluşturulacak bağımsız bir Arap Devleti veya Birleşik Arap Devletleri’ne ait olacaktır.
–Filistin’de uluslararası denetim altında özerk bir eyalet kurulacaktır.
Çarlık Rusya’sının eleştirileri üzerine ufak tefek değişiklikler yapıldıktan sonra İngiltere, Fransa ve Rusya anlaşmışladır. Bolşevik devrimi üzerine Rusya anlaşmadan çekilmiş ve anlaşmayı dünya kamuoyuna deşifre etmiştir. Bunun üzerine Sykes-Picot Anlaşması’nda önemli değişiklikler yapılmak zorunda kalınmıştır.
İtalya’nın Sykes-Picot Anlaşması’nı öğrenmesi üzerine, İtalya’nın bu anlaşmaya dahil edilmesi Saint Jean de Maurlenne Anlaşması ile olmuştur. Sykes-Picot Anlaşması aynı zamanda da Filisitin ile yukarıda da belirtilen bazı özel düzenlemeler dışında Sevr Anlaşması’nın bölgesel uygulama koşullarını oluşturuyordu.
İşte bu bakımdan Sykes-Picot Anlaşması’nın günümüz Türkiye’si için önemi büyüktür. Avrupa’nın Türkler ile ilgili halen içinde yaşanılan birçok probleme yaklaşım tarzının Sevr Antlaşması, dolayısıyla Sykes-Picot Anlaşması, esaslarıyla büyük bir uyum içinde olduğu görülmektedir (Bakınız: Ahmet Hurşit Tolon, “Birinci Dünya Savaşı Sırasında Taksim Anlaşmaları ve Sevr’e Giden Yol” AAM., 2004, Sf:89)”
“19 Mayıs 1919 Sözümüzün Başlangıcıdır, 3 Bölüm” başlıyor:
İtilaf Devletleri, “Sykes-Picot Anlaşması (16 Mayıs 1916)” gereğince Osmanlı Devleti’nin topraklarını 30 Ekim 1918’de imza edilen Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası derhal işgal etmeye başlamışlar, işgali kolaylaştırmak için ordunun terhisine de önem vermektedirler. Ahmet İzzet Paşa(*), teslimiyetçi bakışıyla ordulara gönderdiği talimatla, işgal güçlerine direnmeyi emrediyordu. Bu duruma “Mustafa Kemal Paşa” dışında karşı çıkan olmamıştır.
Atatürk, Yıldırım Orduları teşkilatını ikmal ederken Mondros Mütarekenâmesi’nin akdedildiği günleri şöyle anlatmıştır:
…”Kumandasını deruhte ettiğim kuvvetler şunlardı:
İkinci Ordu: Kumandanı Nihat Paşa; karargâhı Adana.
Yedinci Ordu, (benim ordum): Kumandanı vekâleten Ali Fuat Paşa.
Hicaz Kuvve-i Seferiyesi: Kumandanı Muhittin Paşa (Sabık Kabil Sefirimiz).
Bir tarihte bunun kumandanlığına tayin edilmişken kabul etmeyerek Şam’a dönmüştüm ve Maan’da birtakım kuvvetler…
Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığını deruhte ettikten sonra düşündüğüm esaslı noktalar şunlardı:
Doğrudan doğruya elim altında bulunan kuvvetleri, geçirdikleri bütün badirelere rağmen hakiki kuvvet haline getirmek; tensik etmek, teşkil etmek ve takviye etmek! Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’ni, Maan kuvvetlerini hiç de hesaba katmayı düşünmedim. Onların zaten esarete mahkûm olduklarını iki sene evvel Cemal ve Enver Paşalara anlatmıştım.
Musul civarında bulunan Altıncı Ordu’yu kabil-i istifade bir halde görmek isterdim. Bu maksatla bu ordunun kumandanıyla doğrudan muhabereye giriştim. İstanbul ve Çanakkale civarında bulunan kuvvetlere raptı ümit etmiyordum. Şarkta, Azerbaycan ve İran’da bulunan ordularla hiçbir temas be münasebetim yoktu. Onlar içinde henüz bir şey düşünecek halde değildim. Aden kapısını zorlayan Sait Paşa fırkasının mevcudiyetini bile hatırlamıyorum. Fakat her şeyden evvel elimin altında bulunan iki ordunun arzu ettiğim tarzda takviyesi halinde bütün felaketlere rağmen Türk sesinin işittirebileceği kanaatindeydim. Bu yolda işe başladım. Bütün noktainazarlarımı anlamış, bana her ihtimale karşı mukavemet etmeye söz vermiş zevattı. Bu tıynet te olmayanlar da vardı. Onları birer surette bertaraf ettim. Mesela Menzil Müfettişi Avni Paşa ki bilâhare Bahriye Nazırı ve Vekâleten Harbiye Nazırı olmuştur. Ben ve arkadaşlarım, bu esaslı noktainazar üzerinde mesai ederken İstanbul’dan şu emri aldım:
“Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına Karargâh 2729
Düvel-i İtilâfiye ile akdettiğiniz mütareke şerâiti berveçhizir münderiçtir. Malûmat husulü ile her ordunun kendine ait hususatı derhal tatbiki lâzımdır. Bu bapta lüzum görüldükçe izahat ve talimat verilecektir.
Sadrazam ve Başkumandanlık Erkânıharbiye Reis İzzet”
Bu emre melfuf mütarekenâme şeraiti cümlece malûmdur. Onu ben size tekrar etmeye lüzum görmüyorum. Bu mütarekenâmeyi baştan nihayete kadar tetkik ettikten sonra bende hasıl olan kanaat şu idi:
Devlet-i Âliye-i Osmaniye bu mütarekenâme ile kendini bilâkaydüşart düşmanlara teslim etmeye muvafakat etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil düşmanların memleketi istilası için ona muaveneti de vaadetmiştir. Bu beni hazin düşüncelere sevk etmiştir. İsterdim ki İstanbul hükümetini biraz tenvir edeyim. Buna çalıştığımı zannederim. Fakat bu zemin üzerinde iki muhtelif zihniyet ve telakki tebarüz etti. Ben size bunu hikâye etmeyeyim. Tercih ederim ki şimdiye kadar kısmen malûm olmuş olan vesaiki aynen tevdi edeyim. O vesaik benim bu dakika söyleyeceklerimden çok kuvvetlidir. Bu vesaiki okuduğunuz zaman göreceksiniz ki ben yapılan mütarekenâmenin sakatlığını gördüm. Bu sakat noktaların tashihine çalışmak lüzumuna kâni olarak alâkadar makamâta söyledim. Bu mütarekenâme olduğu gibi tatbik edildiği halde memleketin baştan nihayete kadar işgal ve istilaya maruz kalacağı kanaatini dermeyan ettim. Düşmanların her dediğine seminâ ve etena demekten tevellüt edecek neticenin bütün Türkiye’ye müstevlilerin hâkim olmasını intaç edeceğine şüphe edilmemek lazım geldiğini ve bir gün Osmanlı kabinesinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini anlattım.
Bunun için hiç de kehanete lüzum yoktu. Kendini zayıf ve aciz gören insanlar, nispeten kâvi ve azimkâr insanlardan merhamet dinledikleri zaman mutlaka kendilerine acındıracaklarına kâni olmak için bilmem ne his ve sıfatta olmalıdırlar.”
“Başkumandanlık Erkânıhrbiye Riyaseti Celilesi’ne Numara 565
Adana’dan 3.11.1334
Terhise müteallik mukarreratı katiyenin icraatı saire ile pek ziyade alakası vardır. Şartnamenin 20. Maddesinde mezkûr olan talimat nereden ve ne vakit alınacaktır. Bu hak tamamıyla hükümetimize mi yoksa müttefiklere mi aittir? (Mondros Mütarekesi/Ateşkes Antlaşması’nın 20’nci maddesi: “Gerek askeri malzemenin teslimine, gerek Osmanlı ordusunun terhisine ve gerekse ulaşım araçlarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhâl yerine getirilecektir.)
Mütareke şerâitinden her ordunun kendine ait şerâiti derhal tatbike başlaması emir buyurulduğuna göre müttefiklerle müştereken tanzimi icap eden hususta müttefiklerin müracaatına intizar etmeksizin tarafımızdan heyetler izamıyla mütarekeye başlanması mı talep buyurulmaktadır.
Mevaddımâruza hakkında ihazatılâzime alınıncaya kadar ittihazına tevessül edilen tedabiriberveçhizir (aşağıdaki gibi) arz ederim:
Yalnız mükâleme heyetleri teşkili.
Grup mıntıkasındaki sevâhile vaz ve ılga olunan torpilleri taramak veya refetmek huşunda talep edilecek muaveneti ifâ için bir bahriye müfrezesinin ihzarı.
Kadrosu en genç efrattan doldurmak üzere kuvvetli bir fırka teşkili ve jandarmanın takviyesi.
Fazla mevat ve malzeme-i askeriyenin Toros şimaline nakli ve hiçbir suretle tahribatına meydan vermeyecek tedabir ittihazı.
Şimendifer işletme umurunun, Alman sivil memurininin dahi çıkarılacağına nazaran tanzimi. (Grup bu hususta İstanbul’dan âzami muavenete intizar eder).
Terhis edilecek kuvvetlerimize ait teçhizat, eslihâ, cephane ve vesaiti sairenin cem ve idharına ait tertibattan ibarettir.
Yedinci Ordu Kumandanı Mustafa Kemal”
…”İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar Mondros Ateşkes Antlaşması’nı gerekçe göstererek işgallere başlamışlardır. İşgallerin başlamasıyla, ordu birliklerinin terhisi, Türkiye’de bulunan Alman ve Avusturya askerlerinin Anadolu’dan gönderilmesi, asker kaçaklarının affı üzerine eşkıyalık yapanların şehirlere inmesi, güvenlik yoksunlukları gibi nedenlerle Osmanlı Devleti topraklarında can ve mal güvenliği hiç kalmamıştı. Amiyane tabirle Anadolu, eşkıya yatağı olmuştu.
Mondros Ateşkes Antlaşması Sonrası İşgaller:
İngiliz İşgalleri: …”Süveyş, Körfez ve Hindistan yolunu güvenlik altına alma düşüncesi ile Musul, Batum, İskenderun çizgisi üzerinde zengin petrol yataklarını ele geçirmek amacıyla işgallere başlamıştır. Doğu ve Güneydoğu savunma ve güvenlik hattı boyunca mandaterliğinde Ermeni, Kürt, Arap, Süryani devletçiliklerini de oluşturabilmek için işgal bölgelerini seçmiştir. İngilizler ilk iş olarak Musul’u işgal etmek için harekete geçmişlerdir.
2 Kasım 1918’de Osmanlı güçlerinin komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa’ya İngiliz General Cassel tarafından gönderilen Musul’un işgal edileceğinin bildirilmesi üzerine İstanbul Hükümeti ve İngilizlerin bölge komutanı General Marshall’la iletişime geçen Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın ateşkes hükümlerine uyuşmasını istemesi üzerine Musul’dan çekilmiştir. İngilizlerin Musul’u işgalinde 6. Ordu Komutanı Ali İhsan (Sabis) Paşa, İngilizlere direnememiştir.
7 Kasım tarihinde General Marshall ile Ali İhsan Paşa’nın görüşmesinde, General’in Ali İhsan Paşa’ya: …”İngilizlerin ileri yürüyüşüne zorla mı mani olacaksınız?” diye sorması üzerine Ali İhsan Paşa’nın: …”Ben son zamanda yekdiğeri ile ebedi dost olmaları lazım gelen iki millet arasında tekrar harbin başlamasına sebep olmayı arzu etmem. Protesto ederek askerimi çekerim!” demesi üzerine 8 Kasım tarihinde Musul’a İngiliz bayrağı çekilmiştir. (Bakınız: General Marshall ile Ali İhsan Paşa’nın görüşmesi; GottardJaeschk, “Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz Belgeleri” TTK.2011, Sf:33)
9 Kasım 1918 tarihinde İngilizler bir tek kurşun bile atmadan Musul’u işgal edip, hükümet konağına Türk Bayrağı yerine İngiliz bayrağını çekmişlerdir. Aynı gün İskenderun’da işgal edilmiştir.
10 Kasım günü Çanakkale Boğazı’nı, 13 Kasım günü ise 22 adet İngiliz, 12 adet Fransız, 17 adet İtalyan ve 4 adet Yunan gemileri ile birlikte İstanbul Boğazı’nı işgal etmişlerdir.
Daha sonraki günlerde de İngilizler, askerleri tarafından bir tek kurşun bile atmadan Adana’yı (24 Kasım 1918 aynı tarihte Batum’u), Kilis’i (6 Aralık 1918) işgal etmişler ve bu işgaller 1919 yılının başından beri devam etmiştir. Şöyle ki;
3 Ocak 1919’da Cerablus,
10 Ocak 1919 tarihinde Antep,
23 Ocak 1919 tarihinde Konya İstasyonu,
22 Şubat 1919 tarihinde Maraş,
27 Şubat 1919 tarihinde Birecik,
9 Mart 1919 tarihinde Samsun (Sadece bir müfreze çıkarılmış, Merzifon’a bir Kıt’ gönderilmiştir.),
24 Mart 1919 tarihinde Urfa,
13 Nisan 1919 tarihinde Kars’ı işgal etmişlerdir.
Ancak, “SykesPicot Anlaşması” gereğince Fransızlara bırakılan Urfa, Antep, Maraş ve Adana bölgelerinin İngilizler tarafından işgali Fransızları rahatsız etmiş, nitekim bu bölgeler “Suriye İtilafnamesi” adında yapılan anlaşma ile Fransızlara terk edilmiştir. Görülüyor ki, Rauf Bey’in de dediği gibi …”İngilizler bir centilmen olarak sözlerine güvenilir kişilerdir ancak Osmanlı İmparatorluğuna karşı (ya da kendisine) sözlerini tutmamışlardır;
Franzıslar, Suriye ve Kıbrıs’ta bulunan Yakın Doğu ordusu müteffiki İngiltere ile yaptıkları gizli anlaşmalara dayanılarak Suriye ve Kilikya bölgesini işgale başlamıştır. İçinde Ermeni askerlerinin de bulunduğu Fransız ordusu ilk olarak 17 Aralık 1918’de Mersin Limanı’na çıkmışlardır. 26 Aralık 1918 tarihine kadar; Antakya, Dörtyol, Ceyhan, Tarsus, Adana, Misis, Pozantı, işgal edilmiştir. Bu arada Fransa, Selanik’te bulunan güçlerini 4 Kasım 1918 tarihinde Doğu Trakya’ya doğru harekete geçirmiş ve bunun sonucu olarak Uzunköprü-Sirkeci demiryolunu da ele geçirmiştir.
Çukurova bölgesinde Fransızlar “Suriye ve Ermenistan Yüksek Komiseri” unvanlı bir yönetici oluşturup, Fransa mandası olacak bir Ermeni Cemiyeti” kurma girişimlerine başlamışlardır (:sixArmeianvilayets; yani altı Ermeni Vilâyeti.).
Çukurova’dan kaçan Ermenileri geri getirme çalışmaları başlatan Fransa’nın bu tutumu, bölgedeki Türk-Müslüman halkın tepkisini çekmiş ve İngiliz askerlerine fazla ses çıkarmayan halk, Ermenilerin taşkın davranışları, tehcir öndeki ev ve mallarını geri alma talepleri üzerine ayağa kalkmışlardır. Türk-Müslüman halka karşı girişilen katliamlar ve Ermenilerin öç alma girişimlerinin dayanılmaz boyutlara ulaşması da mücadele azmini kamçılamıştır. (Fransa, 13 Kasım 1918’de 12 adet savaş gemisi ile İstanbul Boğazı’nı işgal etmişti.)
İtalyanlar, “Londra Anlaşması” ile elde ettikleri Antalya’yı 28 Mart 1919 tarihinde işgal etmişlerdir. “SykesPicot Anlaşması”nı öğrenmeleri üzerine 1917’de imzalanan “Saint Lean de Maurienne Anlaşması” ile başka bir deyişle -sus payı anlaşması- ile İtalyanlar’a verilen İzmir ve çevresinin işgali İngiliz ve Fransızların karşı çıkması üzerine gerçekleşmiştir.İtalyan işgaline karşı Osmanlı Devleti pasif tutum takınmış, İtilaf Devletlerini kızdırmayacak bir politika izlemiştir. İtalyan işgaline karşı ancak yazılı ve sözlü protesto ve gösterilerle tepki verilmesi tavsiye edilmiş, fiili direniş hareketlerine müsaade edilmemesi dâhiliye nezareti/İçişleri bakanlığı tarafından illere gönderilen 18 Haziran 1919 tarihli bir genelge ile bildirilmiştir
24 Nisan gecesi Albay Guiseppedi Bisogno komutasında Konya işgal edilmiştir. 7 Mayıs tarihinde Kuşadası Limanına demirleyen İtalyan Regine Elena savaş gemisi, 14 Mayıs günü, Kuşadası ve Selçuk kazalarını, 17 Mayıs günü de Fethiye ve Söke kazalarını işgal etmişlerdir. 11 Mayıs 1919 tarihinde ise Bodrum ve Marmaris’ten başlayarak Muğla/Menteşe bölgesi 23 Temmuz 1919’a kadar tamamen işgal edilmiştir. (İtalya, 13 Kasım 1918’de 17 adet savaş gemisi ile İstanbul Boğazı’nı işgal etmişti.)
Yunanistan’a ise Batı Anadolu, “Paris Barış Konferansı”nda verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’na savaşın sonunda katılan Osmanlı Devleti’nin paylaşımında hiç adı geçmeyen Yunanistan, İngiltere ve Fransa tarafından, fazla güçlenmesini istemedikleri İtalya’ya karşı bir koz olarak elde tutmaya çalışılmıştır. Antik Yunan Kültürü’nün mirasçısı olan Yunanistan, iyi bir politikacı ve devlet adamı görüntüsü çizen Başbakanı Venizelos ve o dönemin en güçlü silah tüccarı Basil Zaharoff’un çabaları sonucunda bu paylaşım sofrasında kendine yer bulmuştur. Yunanistan, 15 Mayıs 1919 tarihinden itibaren İzmir’den başlamak üzere Anadolu’yu işgal etmeye başlamıştır. Böylece Yunanistan; “Megalo İdea/Büyük ideali”ni gerçekleştirmek, böylece Büyük İskender’in büyük Yunanistan’ını kurmak için hayali bir girişime başlamıştır. (Yunanistan, 13 Kasım 1918’de 4 adet savaş gemisi ile İstanbul Boğazı’nı işgal etmişti.)
“19 Mayıs 1919 Sözümüzün Başlangıcıdır, 4 Bölüm” de buluşmak ümidiyle esenle kalınız efendim.