Bugün 19 Mayıs 2019 Pazar.
Sürekli ve kalıcı çözümün başlangıcının yaratıcısı, Atatürk’ü Anma, Gençlik Ve Spor Bayramı’nın 100’ncü yılındayız. Seç Haber Ailesi olarak, Büyük Önderimiz Kemal Atatürk’ün biz gençlere armağan ettiği bu anlamlı bayramı kutluyor, başta Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere vatanımız için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz efendim.
Atatürk, kendisinin ve Türk milletinin yeniden doğduğu 19 Mayıs 1919 tarihini doğum günü olarak kabul etmiştir.Çünkü O, İstanbul’da kalıp tutuklanıp esir düşmektense, batıp boğulmayı tercih etmiş, pusulası bile bozuk olan yaşlı Bandırma Vapurunun içinde,üç gün boyunca Karadeniz’in dalgalarıyla sarsıla sarsıla 19 Mayıs’a doğru yol almıştır. Atatürk’ü Samsun’a götüren Bandırma Vapuru’nun Kaptanı Kayserili İsmail Hakkı Durusu o güne ait şunları hatırlamaktadır:
…”1919 tarihinde Bandırma Vapuru ile Atatürk’ü İstanbul’dan alıp Samsun’a götürdüğümüz seferde gerek hareketimizden evvel gerekse yolda şahit olduğum ahvalden hatırıma gelenleri aşağı yazdım:
…”Hareketimizden bir gün evvel Paşa beni idareden Harbiye’deki dairesine çağırmıştı. Gittim ve kabul buyruldum. Suret-i hareketimize dair birtakım izahatta bulundular. Lazım gelen cevapları verdim. Ertesi gün öğle üzeri hareket edileceğini ve ol veçhile geminin hazır bulundurulmasını emir buyurdular. Filhakika o gün zevalde gemiye teşrif ettiler. Kontrol heyeti geldi. Hemen hareket edebileceğimizi söylediler. Derhal hareket ettik. Boğazdan çıkarken müthiş bir fırtınanın icray-ı hüküm etmekte olduğunu gördük. Ne kadar şiddetli bir fırtına olursa olsun yolumuza devam karar vermiştik. Böylece yolumuza devam ettik. Maiyetlerindeki zevatı bittabi deniz tutuyor ve herkes birer birer kamaralarına yatıyorlardı. Mamafih Paşa bir köşeye dayanmış oturmakta ve kendilerinde fıtri bir haslet olan harikulade beşer metanet-i kabiliyetlerin âsârı olarak bilâfütur ve daimi bir tefekkür içerisinde bulunmaktaydılar. Son süratimiz olan yedi mil ile Karadeniz’in biaman dalgaları arasında yuvarlana yuvarlana İnebolu ve Sinop’a uğrayarak bin türlü müşkülât içerisinde bir gün şafak vakti Samsun’a vardık. Ondan sonra vukua gelen hâl atı bittabi kendileri daha iyi bilirler. 19 sene sonra o mesut seferimizi bu kadar hatırlayabildim.”
Enver BehnanŞapolyo, Atatürk’ün doğum tarihini gün, ay ve yıl olarak “23 Aralık 1880” olduğunu iddia eder ve Atatürk’ün Samsun’a çıktığında yaşını “39” olarak verir:
Atatürk, henüz otuz dokuz yaşında…
Ordu Kıtaatı Müfettişi olarak 16 Mayıs 1919’d İstanbul’dan Samsun’a gitmek üzere hazırlandı. Atatürk’ün tarihinde yeni bir devrin açıldığı ilk gün… Türk milletinin de yeni tarihinin ilk sahifesi başlamıştı. Bu bir milli mücadele devri olup, Türk milleti Kuvay-ı Milliye teşkilâtını kurarak İstiklal Harbi’ne girmişti. Anadolu’da halk ayaklanmıştı ve bir ihtilâl vardı!..
İşte böyle bir günde, Fahri Seryaveri Hazret-i Şehriyârilik üzerinde olmakla beraber, Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Atatürk yola çıkmak üzere bavulunu hazırlamıştı. O esnada sabık Bahriye Nazırı Rauf Bey (Orbay) ilk söz olarak:
…”Kemal, Samsun’a gitme! Aldığım malûmata göre bineceğin vapuru batıracaklardır.
Bu söz üzerine Atatürk’ün kafasında o anda şu düşünceler geçti.
“Gidersem tutacaklar, gitmezsem ne olacak? Yine tutacaklar hem de daha kolaylıkla ve hapsedecekler. Kim bilir neler yapacaklar. Fakat memleket ve millet ne olacak?”
Kapının ağzında duran Rauf Bey’e:
-…”Rauf! Ben gideceğim. Senin de başın sıkışınca hemen bana iltihak et!”
Her iki arkadaş el sıkıştıktan sonra ayrıldılar.
Atatürk yaveriyle beraber sahile indi. Kendisini bekleyen bir motorla Kızkulesi açığında demirli bulanan Bandırma Vapuru’na gitti. .bandırma Vapuru, İtilaf Devletleri’nin koyduğu rejim icabı olarak Kızkulesi önünde muayene olunmak üzere tevkif edilmişti. Vapura birtakım ecnebi zabit ve neferleri girip çıkıyorlardı. Atatürk, vapurun hareketten alıkonulma ihtimalini göz önünde tutarak kaptana:
-…”Bütün süratinle Karadeniz’e!” dedi. Vapur kalktı. Karadeniz’in yüksek ve azgın dalgaları arasında ilerlemeye başladılar. Boğa geçildi. Atatürk bir ara kaptanın yanına çıktı. Vapurun takip ettiği yolu sordu.
Kaptan tam deryadil bir babaydı. Takip edeceği yolu, tahminle kararlamadan tespit edeceğini söyledi. Zira yeni memuru olduğu bu vapurun pusulası bozuktu ve para kastası yoktu.
Bunun üzerine Atatürk, kaptana şunu söyledi:
-…”Sahile yakın bir rota çiz ve hep buna göre vapuru yürüt!”
Bu rota üzerinde hep sahil boyunca yol alan Bandırma Vapuru, bin bir müşkülatla bata çıka üç günde Sinop’a varabildi.
Atatürk Sinop’ta karaya çıktı. Samsun’a kara yoluyla gitmek için yol vasıtası sordu.
Aldığı cevap şu idi: “Ne yol var ne de vasıta!”
Bunun üzerine Atatürk, bir avuç karargâh arkadaşına:
-…”Çocuklar! Daha bir gecelik tehlike var. Onu da atlatabiliriz” diyerek tekrar vapura bindiler. Vapur hareket etti. Nihayet 19 Mayıs sabahı Samsun’a vardılar.
Enver BehnanŞapolyo, Atatürk’ün Samsun’a çıkmadan birkaç gün evvelki hatıratını bizzat Atatürk’ün ağzından dinledim. Ankara’da ilk tarih kongresi toplanmıştı. Kongrenin sonunda kongre azalarına Milli Mücadele senelerinde Ankara’ya ait hatıraları ve Büyük Millet Meclisi’nin ilk kuruluşunu anlatmak vazifesini bana vermişlerdi. Bu vazifeyi ödedim. Akşam da 8 Temmuz 1932 Cuma günü Marmara Köşkü’nde Gazi Hazretleri’nin verecekleri çaya davet edildik.
Saat 18.00’de köşkün bahçesinde yavaş yavaş toplandık. Güneş tunç renkli ışıklarını dağlar üzerine serpmiş ve serin bir akşam rüzgârı esiyordu. Bütün azalar köşkün salonlarına, balkonlarına yayılmış, etrafı seyrediyorlardı. Bahçede Riyaset-i Cumhur orkestrası alafranga parçalar çalıyordu.
Atatürk henüz gelmemişti. Ruhlarda içten gelen sabırsızlık vardı. Bütün dimağlar O’nu düşünüyordu. Birden bire motosiklet ve korna sesleri hepimizi köşkün mermer basamaklarına sıraladı. Şimdi Atatürk’ü pek yakından görecektik.
Otomobil durdu. Atatürk çıktı. Hep alkışladık. Üstünde bir ceket atay, siyah rugan ayakkabıları, saçları arkaya taralı… Azaları selamlayarak köşkten içeri girdi.
Salonda vekiller e mebuslarla konuşuyordu. Bir aralık karşısına bir İngiliz geldi. Genç ve zarif bir kızdı. Zannederim evlâdı maneviyelerinden bir tanesi olacaktı, İngilizlerin söylediklerini Türkçe olarak Atatürk’e tercüme ediyordu. Biraz sonra kurulmuş sofraların başına gittik… Türlü türlü pastalar, çikolatalar, bonbonlar, yaş ve kuru mezeler, meyvalar, bira ve çay vardı. Yedik, içtik… Ben bir aralık salonun kapısı önünde duruyordum. Bir el beni salona doğru çekti. Kendimi Atatürk’ün karşısında buldum. Beni salona götüren muhterem hocam Giresun Mebusu Hakkı Tarık’tı.
Hakkı Tarık Bey:
…”Paşa Hazretleri! Size, talebem ve genç tarihçilerimizden Enver Behnan’ı takdim ederim. Bugün Kongre azalarına Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin nasıl açıldığını anlattı. Tatlı tatlı dinletti.” Dediği zaman Atatürk tatlı bir tebessümle gözlerini bana dikti:
-…”Tarihi çok mu seviyorsunuz?”
Enver Behnan:
…”Hem de pek çok!”
Mustafa Kemal:
-…”Hangi zamanlarla meşgulsün?”
Enver Behnan:
…”Orta ve Yeni zamanların Türk medeniyet ve kültür tarihiyle…”
Mustafa Kemal:
-…”Okumayı mı seviyorsun, yazmayı mı?”
Enver Behnan:
…”Yazmayı!”
Mustafa Kemal:
-…”Demek müverrih olmak istiyorsun?”
Enver Behnan:
…”Zaman gösterecek Paşa Hazretleri…”
Paşa gülümseyerek:
-…”Arkadaşlarına ne anlattın?”
Enver Behnan:
…”Sizin Erzurum ve Sivas’taki Ankara’ya gelişinizi ve Millet Meclisi’nin açılışını…”
Mustafa Kemal:
-…”O halde ben Ankara’ya ne zaman geldim.”
Seri bir surette:
…”27 Kânunievvel 1919 yılı, Cumartesi günü, saat 15.10’da. Otomobille Kızıl yokuştan geldiniz. Güneşli bir hava vardı…”
Atatürk kendini tutamadı ve güldü…
“Son devrimizin Evliya Çelebisisin!” diye latife ettiler. Meğer bu notlar Atatürk’te yokmuş.
Mustafa Kemal:
-…”Sen bunları nereden biliyorsun?”
Enver Behnan:
…”Sizin Erzurum’dayken not aldığınız cep defteriniz bende.”
Mustafa Kemal:
-…”Peki, ama ben bu defteri görmek isterim.”
Enver Behnan:
…”O benim için ebedi bir hatıradır.”
Mustafa Kemal:
-…”Bir göreyim…”
Enver Behnan:
…”Bu defter Mazhar Müfit Bey’de…”
Mustafa Kemal gülerek:
-…”Sivas’tayken Mazhar Müfit bizim hesaplarımızı tutuyor, notlar alıyordu. Demek o defteri saklamış… Ankara’ya ne zaman geldin:
…”1920.” Dedim ve sonra bu hatıralardan bazılarını anlattım. Alâka ile dinlemek lütfunda bulundular.
İngiliz kumandanı Mr. Vitol ile Fransız Kumandanı Mösyö Buazo’dan bahsederken: “Mösyö Buazo, Fransızlar propagandaya gelmişti” diye bu adı birkaç defa tekrarladı. Milli tarihimizin bu henüz yazılamamış ve unutulmaya yüz tutmuş en ince teferruatını anlatmak pek hoşuna gitti. Sonra beni daha yakına çekti:
-…”Ben sana İstanbul’dan Samsun’a oradan Erzurum yoluyla Ankara’ya nasıl geldim? Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Damat Ferit Paşa ve Mehmet Vahidettin ile gelmeden önce neler konuştuk? Onları anlatayım.” Dediler.
Herhalde Atatürk, beni meraklı buldu. Yarın bu genç benim tarihim yazar düşüncesiyle bu yakınlığı gösterdi. Tarihimizin bu karanlık sahnesini zannederim. İlk defa bana anlatmak lütfunda bulundular. Hayatımda beni anlayan ve kıymet veren Ziya Gökalp ile Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Hele merhum Ziya Gökalp, bir iki gün beni görmezse aratırdı. Hayatından safhalar anlatırdı. O da hayatını yazacağımı hissetmişti. Nitekim Ziya Gökalp’a kadirşinâslığımı gösterdim. “Ziya Gökalp ve İttihat ve Terakki ve Meşrutiyet Tarihi” adlı eserimi neşrettim. Şimdi de Atatürk’ün o günkü ilhamı bana “Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi” eserini yazdırmaya vesile oldu.
Derhal cebimden not defterimi çıkardım. Kalemi elime aldım Heyecanla gözlerimi gözüne diktim:
-…”Şişli’deki evimdeyim. Bir gün Anafartalar’dan beri yaverim bulunan Cevat Abbas geldi. Bana: ‘Harbiye Nazırı Şakir Paşa dairelerinde sizinle görüşmek istiyor’ dedi. Ben de kabul ederek ertesi gün Harbiye Nezareti’ne gittim. Az konuştuk. Biraz sonra masanın üstünde duran bir dosyayı bana uzattı: ‘Bunu okur musunuz?’ dedi. Ben de dosyaları karıştırdım ve okudum. Dosya ecnebi zabitlerinin raporlarıydı. Hemen hepsi şu mealde raporlardı:
“Türkler, Samsun ve etrafındaki Rum köylerine tecavüz ediyorlar ve buna devam etmektedirler. Osmanlı Hükümeti ve bu tecavüzleri men edebilecek kudrette değildir. Samsun ve havalisinin emniyet ve asayişini temin etmek insanlık borcumuzdur.”
Bundan başka bir raporda da:
“Eğer Osmanlı hükümeti burada asayişi temin edemezse, o vazifeyi biz yapacağız!”
Yazılıydı. Bu raporları okuduktan sonra Şakir Paşa’nın yüzüne baktım:
“Arzunuz Paşam?”
”Buralarda böyle bir hadise var mıdır?”
“Zannetmiyorum. Belki de mevcuttur.”
“İşte bu sebepledir ki bu meseleyi tetkik etmek için buraya bir zat göndermek lazımdır. Biz Sadrazam Ferit Paşa hazretleriyle konuşarak bu işi size vermeyi düşündük.”
“Benim Samsun’daki vazifem, Türklerin Rumlara zulmedip etmediklerini mi tetkik etmektir?”
Şakir Paşa:
“Evet”
“Müsaade ederseniz, bu vazifenin sıfatı nedir? Bu hususta Erkânıharbiye Reisi ile görüşeyim.” dedim ve Erkânıharbiye Reisi Fevzi Paşa hazretleriyle görüşmek için gittim. Fakat Fevzi Paşa hasta olduğundan evindeydiler. Bunun üzerine benimle ikinci reis konuştu. Bu günlerde de bir ordu müfettişliği ihdası düşünülüyordu. Bunu elde etmeyi düşündüm ve muvafık buldum. İkinci reis, Harbiye Nazırıyla görüştü. Aldığı direktif şu idi:
“Maksat Samsun ve etrafında Rumlara zulmeden Türkleri yola getirmektir. Sonra da Anadolu’nun muhtelif yerlerinde beliren Kuvay-ı Milliye’yi ortadan kaldırmaktır.”
Erkânıharbiye ikinci reisine dedim ki:
“Salahiyet kâğıdına onların bütün isteklerini, istedikleri gibi yazınız. Yalnız bu iki noktayı da ilâve ettirmeniz lâzımdır.”
İkinci reis yüzüme hayretle bakarak:
“Orada bir şey mi yapacaksınız?” deyince etrafıma bakındım:
“Lütfen bana yaklaşınız! Evet, bir şey yapacağım. Bu maddeler yazılsa da yazılmasa da bir şey yapacağım.”
Paşa gülümseyerek:
“Vazifemizdir, çalışacağız…”
Böylece beni Dokuzuncu Ordu Müfettişi yaptılar.
Bundan sonra Harbiye Müsteşarı Miralay İsmet Bey’i Süleymaniye’deki evinde ziyaret ettim ve Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gideceğimi anlattım. Bana yardım etmesini de kendisinden rica ettim.
Atatürk, ağır ağır devam ediyordu. Bundan sonra:
…”13 Mayıs’ta Sadrazam Damat Ferit Paşa, beni konağına bir akşam yemeğine davet etti. Ferit Paşa’nın Nişantaşı’ndaki konağına gittim. Beni salonda karşıladı.
Biraz görüştük. Fakat bir aralık saate baktı. Sonra:
“Acaba nerede kaldı?”
“Birini mi bekliyorsunuz?”
“Evet, Cevat Paşa geleceklerdir.”
Biraz oturduktan sonra Cevat Paşa geldi. Bizi yemek salonuna davet ettiler. Üç kişilik sofrada sessizce yemeğimizi yedik. Damat Ferit Paşa:
“Yemekten sonra biraz konuşalım!”
Ayağa kalktık. Bir salona girdik. Burası küçük fakat güzeldi. Ortasında genişçe bir masa vardı. Ayaktaydık.
Damat Ferit Paşa:
“Bir harita getirelim. Müfettiş Paşa bize izahat verdiler…”
Derhal bir harita getirdiler. Masanın üzerine açtık. Bu bir Kipert Atlası idi. Ben sordum:
“Arzu ettiğiniz izahat nedir?”
“Samsun ve havalisinde ne yapmak istiyorsunuz?”
Damat Ferit Paşa:
“Samsun ve havalisinde ecnebi raporlarında bildirilen vakaların mübalağalı olduğunu zannediyorum. Fakat ne de olsa bunlar basit şeylerdir. Burada tetkikat yapıldıktan sonra alınacak tedbirler kolay olabilir. Şimdiden yapılacak tedbirleri söylemekten çekiniyorum. Fakat merak etmeyiniz!”
Bu sırada Cevat Paşa’nın yüzüne baktı:
“Bu gibi meseleler yerinde hallolabilir…”
“Peki, siz bana teftiş sahanızı harita üzerinde gösterir misiniz?”
“Henüz ben de iyi bilmiyorum” dedim ve bir elimle Samsun havalisini göstererek:
“Şu parça…”
Bu zaman Cevat Paşa:
“Mıntıkanın o kadar ehemmiyeti yoktur. Müfettiş Paşa, tabii o mıntıkadaki kuvveti de kumanda edecektir. Hoş nerede kuvvet kaldı ki…”
Bu sırada kahveler geldi. Ferit Paşa birer sigara ikram etti. Biraz sonra Cevat Paşa ile Sadrazamın konağını terk ettik. Kol kola Teşvikiye’den ilerliyorduk. Cevat Paşa sordu:
“Bir şey yapacaksınız?”
“Evet, bir şey yapmak istiyorum!”
“Allah muvaffak etsin!”
“Muvaffak olmaya gayret edeceğim…”
Daha sonra birbirimizden ayrıldık.
Ertesi gün veda etmek üzere Erkânıharbiye Reis’ine gittim. Fevzi Paşa ayrılmış, yerine Cevat Paşa tyin edilmişti. Fevzi Paşa ve Cevat Paşa üçümüz odadaydık. Kapıyı kapadılar. Paşa’yı şundan dolayı vazifesinden ayırmışlardı. İzmir karşısındaki adalarda toplanan Yunanlılar karaya çıkarlarsa ateşle karşılanmasını emir verdiği için ordu müfettişliği vazifesi verilerek işinden almışlardı.
Masa üzerinde bir Türkiye haritası vardı. Dalgın dalgın ona bakıyordum. Dedim ki:
“Ben artık Anadolu’ya gidiyorum. Bana yardımlarınızı esirgemeyeniz.”
“Tabii…”
Aynı zamanda Ulukışla’da bulunup şimdiye kadar nakline müsaade olunmayan Yirminci Kolordu’nun yaya olarak Ankara’ya hareket etmesini temin ettim ve gizli muharebe için şifremi de aldım. Fevzi ve Cevat Paşalara veda ederek ayrıldım.”
Bundan sonra Atatürk, Yıldız Sarayı’na giderek Sultan MehmedVahidettin ile görüşmelerini anlattı:
…”Yaverim Cevat Abbas yine eve geldi. Bugün telaşlıydı. Bana: ‘Zât-ı şahane sizi akşam yemeğine davet ediyor” dedi.
14 Mayıs günü, akşam saat 19.30’da Yıldız Sarayı’na gittim. Beni çok küçük bir odaya aldılar. Biraz sonra MehmedVahidettin geldi. Ayağa kalktım. Beni yanına oturttu. O kadar yakındı ki adeta diz dizeydik. Padişahın sağında, hemen dirseğini uzatarak dayadığı küçük bir masanın üzerinde bir kitap vardı. Odada bir sessizlik hüküm sürüyordu. Anlaşılıyor ki sarayda hiç neşe yoktu. Padişah akıbetini düşünüyor gibiydi. Odanın Boğaziçi’ne açılan büyük penceresinden görülen manzara şu idi. İtilaf Devletleri’nin donanmaları sırayla dizilmişlerdi. Topları saraya doğru müteveccihti. Tehdit edici korkunç bir manzaraydı. Bu odada oturmuş bu manzarayı görmemek kabil değildi. Mehmet Vahidettin dedi ki:
“Paşa! Paşa! Sen şimdiye kadar devletimize çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık tarihe geçti!” diyerek dirseğinin altındaki kitabı gösteriyordu.
Bu bir “Tarih” kitabıydı.
“Tarihe geçti!”
“Bunları unutunuz! Bundan sonra yapacağınız hizmet, şimdiye kadar yaptığınızdan çok daha mühim olacaktır. Dikkat ve sadakatle çalışırsanız, devleti düştüğü bu felaketten kurtarabilirsiniz. Birçok kumandanları Anadolu’nun kolordularına dağıttım. Sizin vazifeniz, bunları teftiş etmek olacaktır.”
“Bu hususta elimden geleni yapacağım. Bana emniyet buyurunuz!”
Padişahın en büyük endişesi, kuvvetlerimizin dağılmasıydı. Umumi harpten yorgun çıkmış, takatimiz kalmamıştı. Bütün ümit, galip devletlerin arzuları hilafatına bir harekette bulunmaktadır. Onların şikâyet ettiği hadiseleri de önlemek lazımdır.
Vahdettin ayağa kalktı ve elimi sıkı sıkı tuttu.
“Muvaffak olunuz!”
Sarayı terk ettim. Bu zaman bir kadife kutu içinde bir takım hediyeler vermişti. Yaverim Cevat Abbas ile gecenin karanlığında derin düşünceler içinde Yıldız tepelerini aşarak Şişli’ye geldik.
Ertesi gün 16 Mayıs 1919 tarihinde Bandırma Vapuru rıhtımda hazırdı. Bütün karargâh mensupları muayyen saatte oraya gelmişlerdi. Ben hareket etmek üzereydim. Bana bir haber getirdiler. Haberde: ‘Bir torpido sizi takip edecek ve Samsun’a çıkmanıza mâni olacak’ deniliyordu. Yani tevkif edeceklerdi. Gitmeye karar verdim. Bizi götürecek olan Bandırma Vapuru, Kızkulesi açıklarındaydı. Gemiye çıktık. 27 senelik ihtiyar kaptan, demir almaya başladı. Boğazdan çıktık.
Atatürk’ün bana saatlerce bir şeyler anlattığını gören bütün azalar artık etrafımızda halka olmuşlardı. Halka mütemadiyen daralıyordu. Herkes gözlerini açmış, hayretle dinliyordu.
Atatürk devamla:
“Boğazdan çıkarken kaptana takip olunmak ihtimalini söyledim.”
Kaptan:
“Ben ilk defa bu gemiyle sefere çıkıyorum. Pusulamız da bozuktur.”
Atatürk:
“Ben bir kaptan gibi, yanına gelip talimat veriyordum.”
Kaptan:
“Paşa Hazretleri! Karalara hâkim olduğunuz gibi şimdi denizlere de mi hâkim oldunuz?”
Başka çaresi yoktu. Evvelâ Sinop’a ertesi gün sabahleyin de 19 Mayıs 1919’da Samsun’a geldik.”
Bu zaman ben kendilerine dedim ki:
…”Bir Avrupalı muharrir, sizin Samsun’a çıkışınızın 18 Mayıs olduğunu yazmış.”
Atatürk:
-…”Avrupalılar bizim tarihimizi ne bilirler ne de yazabilirler. Bunu ancak Türkler yazabilir. Sizler yazabilirsiniz!..”
“Doğum gününüzü kutlarım Atatürk”
https://www.sechaber.com.tr/dogum-gununuzu-kutlarim-ataturk/
“Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidiş belgeleri (1.bölüm)” https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemal-pasanin-samsuna-gidis-belgeleri-1-bolum/
“Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidiş belgeleri (2.bölüm)”https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-samsuna-gidis-belgeleri-2-bolum/
“19 Mayıs güneşi” https://www.sechaber.com.tr/19-mayis-gunesi/
“Bandırma Vapuru’na ne oldu?” https://www.sechaber.com.tr/bandirma-vapuruna-ne-oldu/
“Atatürk yeniden Samsun’da” https://www.sechaber.com.tr/ataturk-yeniden-samsunda/
“Atatürk ‘Dağ Başını Duman Almış’ Marşını Yorumluyor https://www.sechaber.com.tr/ataturk-dag-basini-duman-almis-marsini-yorumluyor/
“Bandırma Vapurunda Üç Gün” https://www.sechaber.com.tr/bandirma-vapurunda-uc-gun/
“Samsun’a çıktığımda ülkenin durumu çok kötüydü” https://www.sechaber.com.tr/samsuna-ciktigimda-ulkenin-durumu-cok-kotuydu/
“Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesi (1.Bölüm)” https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-anadoluya-gonderilmesi-1-bolum/
“Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesi (2.Bölüm)” https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-anadoluya-gonderilmesi-2-bolum/
“Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gönderilmesi (3.Bölüm)”
https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-anadoluya-gonderilmesi-3-bolum/
“Mustafa Kemal’in Samsun’dan gönderdiği iki rapor” https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-samsundan-gonderdigi-iki-rapor/
“Atatürk’ün doğum tarihi hakkında söylenenler” https://www.sechaber.com.tr/ataturkun-dogum-tarihi-hakkinda-soylenenler/
“Mustafa Kemal’in annesine yazdığı mektup” https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-annesine-yazdigi-mektup/
“Beşiktaş’tan atılan ilk adım” https://www.sechaber.com.tr/besiktastan-atilan-ilk-adim/
“Kurtuluş Ateşini Yakmaya Gidiyorum” https://www.sechaber.com.tr/kurtulus-atesini-yakmaya-gidiyorum/
“Makbule Hanım Atatürk’ü anlatıyor” https://www.sechaber.com.tr/makbule-hanim-ataturku-anlatiyor/