29 Nisan 1919 Salı, Türk Bağımsızlık Savaşı’nın (Milli Mücadele’nin) çok önemli bir günüdür, başlangıcıdır. Çünkü Harbiye Bakanı Şakir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı bakanlığa çağırmış ve kendisine Damat Ferit Paşa Hükümet’i tarafından 9. Ordu Birlikleri Müfettişliği görevine atandığını bildirmiştir. İşte o gün Milli Mücadele’nin en tartışmalı konularından biri haline gelerek “Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a VI. Mehmet, Sultan Vahideddin mi gönderdi?” ile “9. Ordu Müfettişliği görevine atanan Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerini kim verdi?” beraberinde getirmiştir.
Yazar Alev Coşkun’a göre aslında, Mustafa Kemal Paşa’nın elde ettiği yetkilerle ilgili olarak en doğru yargıyı, Kuvayı Milliye hareketine başından beri karşı olan, Osmanlı hükümetlerinde Posta Telgraf Genel Müdürlüğü yapan, ünlü yazar Refik Halit (Karay) yapmıştır. (Not: …”Refik Halit Karay (1888 – 1965) Posta Telgraf Müdürü iken, daha sonra Sivas Kongresi’nde seçilen Temsil Kurulu’nun ve Anadolu’daki Kuvayı Milliye tarafından yazılan telgraflarına ambargo koymuş, telgrafların çekilmesini yasaklamıştır. Refik Halit Bey, gazetedeki köşesinden Anadolu hareketine karşı ağır yazılar yazmış, Zafer’den sonra 150’likler listesine girmiş ve yurtdışına kaçmıştır.” Bakınız: Alev Coşkun, “Samsun’dan Önce Bilinmeyen Altı Ay (İşgal Hüzün Ayrılık)”, Cumhuriyet Kitapları, 14. Baskı: 2009, Sf:378.)
Refik Halit Bey, 5 Şubat 1920 tarihli Alemdar gazetesinde: …”Mustafa Kemal Paşa devamlı bir çalışmayla, Harbiye nâzırının safiyetinden (samimiyetinden), bönlüğünden (budalalığından) ve kabinenin zaafından (güçsüzlüğünden) istifade ederek, en yüksek bir askeri görevi elde etmiş ve Anadolu’ya müfettiş olarak resmen geçmiştir.” (Bakınız: 5 Şubat 1920 tarihli Alemdar gazetesinden aktaran İhsan Ilgar, “Mütarekede Yerli Yabancı ve Basın”, İstanbul, Kervan Yayıncılık, 1973. Sf:42.)
Sayın Coşkun’a göre, Refik Halit Bey’in 5 Şubat 1920 tarihli Alemdar gazetesindeki ifadesi doğrudur. Çünkü Mustafa Kemal Paşa’ya verilen geniş yetkiler; “o günkü koşullarda Sadrazam ve Bakanlar Kurulu’nun çaresizliğinden yararlanılarak Mustafa Kemal Paşa’nın yönlendirmesi, iradesi ve kararlılığıyla elde edilmiştir!”
29 Nisan 1919 Salı günü Harbiye Nazırı Şakir Paşa, Atatürk’ü Bakanlığa davet ederek: “Türklerin Rumlara yaptığı baskıyı incelemek ve önlemek üzere(*) Karadeniz bölgesine müfettiş olarak gönderilmesinin kararlaştırıldığını” bildirmiş ve bu karar 30 Nisan’da Padişah Vahideddin tarafından onaylandıktan sonra 5 Mayıs 1919’da Atatürk’e resmen duyurulmuştur. (Not: …”I. Dünya Savaşı sonunda İttihat ve Terakki Partisi dağılınca, partinin son kongresinde (Kasım 1918) Teceddüd Fırkasının kuruluşuna karar verilmiştir. “Teceddüd Fırkası”, 5 Mayıs 1919‘da Damat Ferit hükümetinin kararıyla kapatıldı. Üyelerinden bir bölümü Divan-ı Harpte yargılanmış, bir bölümü de Osmanlı Meclisi Meb‘usanına ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılmışlardır.)
(*): Amiral Arthur Gouch Calthorpe’un Ültimatomu:
…”Mart – Nisan 1919 aylarında İngilizler, Karadeniz bölgesinde Rum çetelerinin faaliyetleri artarak ön plana çıkmaya başladığından ve çetecilik olaylarından yararlanarak daha etkili olmak amacıyla, Rum çetelerine karşı savunmaya geçen Türklerin oluşturdukları yerel milis güçlerinin dağıtılmasını istedi. Nitekim 21 Nisan 1919 tarihinde Osmanlı hükümetine yazılı bir bildirimde bulundu. İngiliz Yüksek Komiseri şunları yazmıştı:
1.Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerinde ordunun terhisi ve silahların teslimi işi çok yavaş gitmektedir;
2.Bu yörelerde, Kars’ta olduğu gibi baştanbaşa şûralar (oluşumlar) kurulmuştur;
3.Bu şûralar, ordunun denetimi altında asker toplamaktadır, bu gelişmeler o bölgede yaşayan halkı rahatsız etmektedir;
4.Bu gelişmeler Ermenistan hakkında verilecek karara karşı koymak için İttihatçı Jön Türkler tarafından örgütlenmektedir.”
Ültimatom niteliğindeki bu yazının sonuna da Yüksek İngiliz Komiseri …“Gereken her türlü önlemin derhal alınmasını, ilgililere emir ve talimat verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını” bildiriyordu.
Sayın Coşkun’a göre, bu ültimatomun anlamı, “Eğer siz önlem almazsanız, biz önlem alıp Samsun’a çıkacağız, bu bölgeyi işgal edeceğiz,” demekti. Prof. Sina Akşin’in de dediği gibi, “…Türkiye’nin boğazına sarılıp sıkmakta olan İngiltere” İstanbul’un işgal edilmesini yeterli görmüyor, “şurada burada cılız da olsa halkın hareket ettiğini gördükçe” hiddetleniyordu. Hele mesele Kafkaslar ve Karadeniz olunca, işin stratejik önemi nedeniyle konu öncelik kazanıyordu.
Ayrıca, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Sadrazam’a gönderdiği 21 Nisan 1919 tarihi yazıyla yetinmeyip, Padişah Vahideddin’le de aynı konuda kesin bir uyarıda bulunduğu bilinmektedir. İngiliz Yüksek Komiserliği’nde yetkili ve güçlü bir gizli servis elemanı olan Sir Andrew Ryan, Amiral Calthorpe’nin o günlerde Padişah Vahideddin’le yaptığı görüşmede alınacak önlemler konusunda düşüncelerini belirttiğini ve Padişah’a:
“…Yüksek yetkilere sahip askeri bir kurulun başlarında yetenekli bir general ile derhal görev yerine giderek, o bölgedeki 9. Ordu’yu disiplin altına alması gerektiğini” söyledi. (Bakınız: Sir Andrew Ryan, “The Last of the Dragomon, Londra”, 1951, Sf: 129 – 131. Aktaran: O. Özsoy , “Kurtuluş Savaşı” Sf:133.)
Aynı hafta içinde İngiliz Komiser Vekili Amiral Webb de, Başbakan Damat Ferit’i ziyaret etti ve sözü edilen noktadaki isteklerini yerine getirdi. İngilizlerin isteklerini hükümete bir ültimatomla bildirmesi, Amiral Calthorpe’un Padişahla bu konuda görüşmesi, Amiral Webb’in Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı aynı konuda sıkıştırması, tarihin ve talihin döndüğü anı yaratıyordu. Yıldızın parladığı an işte o andı!..
1919 senesini Nisan ayının 21’i Pazartesi gününden sonra her şey Türk ulusu için olumlu yönde hızla gelişmeye başlamıştı. Bu dönemde İstanbul’da Padişah ve Damat Ferit Hükümeti’nin üzerinde durduğu en önemli nokta, Paris’te sürdürülmekte olan Barış Konferansı’nda olumsuz bir etki yapmasını önlemek için işgal kuvvetlerinin her isteğinin yerine getirilmesi ve özellikle Anadolu’da asayişin (güvenliğin) sağlandığının göstergesiydi. (Not: …”Doğu illerinde asayiş önemliydi. Çünkü Mondros Ateşkesi’nin 24. Maddesine göre; “Bitlis, Elazığ, Erzurum, Diyarbakır, Sivas ve Van illerinde çıkacak bir karışıklık durumunda bu illerin galip devletlerce işgal edilmesi kabul edilmişti. “Vilayat-ı Sitte” (6 vilayet) adı verilen bu illerde, İngilizlerin kendi askerleri yerine Adana ve Çukurova bölgesinde Fransızların yaptığını uygulamaya koyması, yani yerel Ermenileri kullanmaları olanak içindeydi.”)
Tüm bu nedenlerle Padişah ve Damat Ferit Hükümeti, 21 Nisan 1919 tarihli ültimatom gereği en acil bir biçimde, Karadeniz’den başlayarak iç bölgelerde “asayişi” sağlayacak, dirlik ve düzeni kuracak önlemlerin alınması ve İngilizlerin yatıştırılması düşüncesiyle; bunu sağlayacak bir komutanın zaman geçirilmeden bulunması, isteklerin karşılanması ve İngilizlerin ikinci bir istekte bulunmalarına olanak tanınmaması için arayışa geçmişlerdi.
İşte bu noktada bu görev için Atatürk’ün seçiliş öyküsüne geçebiliriz.
-Neden Mustafa Kemal Paşa? :
Aslında İngilizler Hükümetten “yetenekli” bir generalin Karadeniz Bölgesi’ne gönderilmesini isterken, Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin Ege Bölgesi’ne gönderdiği eski emekli asker Ali Nadir Paşa ve İzmir Valisi Ahmet İzzet Bey gibi, İstanbul’un sözünden çıkmayacak uysal ve işbirlikçi bir generalin gönderilmesini arzuluyorlardı. O bölgeye bir komutan gönderilmesi 21 Nisan’dan sonra hükümetin önemli bir gündem maddesi olmuştu. Sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya 9. Ordu Müfettişi olarak atanması gerçekleşti. İngiliz işgal güçlerinin ve siyasi komiserliğinin isteği o kadar etkindi ki, o bölgeye muhakkak bir komutan gönderilecekti ama Mustafa Kemal Paşa ya da bir başkası…
Ama neden bir başkası değil de, hükümet tarafından Mustafa Kemal seçilmişti?
Günlerden Salı, tarih 29 Nisan 1919…
İngiliz ültimatomunun üzerinden sekiz gün geçmiş…
Harbiye Bakanı Şakir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı resmen Bakanlığa çağırmış ve O’na “9. Ordu birlikleri Müfettişliği ’ne Atandığını” bildirmiştir.
Harbiye Bakanlığı’nda o günkü gelişmeleri Atatürk şöyle anlatıyor:
-…”Bir gün Harbiye Nazırı rahmetli Şakir Paşa beni makamına davet etti. Bürosunda karşısında oturdum. Bir tek kelime söylemeksizin bana dosyayı uzattı:
-“Bunu okur musunuz?” Dedi. Dosyayı baştan sona kadar gözden geçirdim.
Özeti şu idi: “Samsun ve çevresinde birçok Rum köyleri Türkler tarafından her gün saldırıya uğramaktadır. İstanbul hükümeti bu vahşi saldırıların önüne geçememektedir. Bu bölgenin emniyet ve huzurunu sağlamak insaniyet namına borcumuzdur.” Raporlar İstanbul hükümetine verilirken bir de protesto ilave edilmişti: “Bu saldırıları durdurmak lazımdır. Eğer siz aciz (güçsüz) iseniz görevi biz üstümüze alacağız.”
Dosyayı okuduktan sonra Harbiye Nazır’ının yüzüne baktım:
Emriniz Paşam? Dedim.
-“Bu böyle midir zannedersiniz?”
Zannetmiyorum, fakat bir şeyler olmak ihtimali vardır. Bunun üzerine asıl konuya geçti:
-“İşte dedi, böyle midir, değil midir, evvela bunu meydana çıkarmak için oralara bir zatın gidip tetkiklerde bulunması lazımdır. Ben Sadrazam Paşa ile (Damat Ferit) görüştüm. Sizi uygun gördük. Oraya gidesiniz ve meselenin mahiyetini (aslını, iç yüzünü) anlayasınız.”
Memnuniyetle giderim. Ancak ben oraya Türkler Rumlara zulüm ediyor mu, etmiyor mu, yalnız bunu anlamak için mi gideceğim, memuriyetim bu mu olmak lazımdır?
-“Evet, dedi, konuştuğumuz budur!”
Pekâlâ, yalnız müsaade buyurursanız, memnuniyetime bir şekil vermek lazım! Sizi üzmeyeyim, arzu ederseniz Genelkurmay başkanınızla görüşerek bunu tespit edelim!
-“Hay hay.” dedi.
Mustafa Kemal bakanlık makamından çıktı, o sırada Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak’ın makamına gitti. Çakmak makamında yoktu. İkinci başkan Diyarbakırlı Kazım İnanç Paşanın yanına gitti. Kendisine, harbiye bakanının verdiği görevden söz etti. Konu kapalı kapılar arkasında görüşüldü. Bir görev talimatnamesi hazırlandı.
4 Mart 1919’da kurulan Damat Ferit Hükümeti, kısa sürede gelen çeşitli istifalar nedeniyle 2 Nisan ve 7 Nisan 1919’da Bakanlar Kurulu içinden yapılan kaydırmalarla son şeklini aldığında, en önemli dört Bakanlık şöyle oluşmuştu:
1-Başbakan ve Dışişleri Bakanı: “Damat Ferit Paşa”.
2-Harbiye (Savaş) Bakanı: “Mareşal Mehmet Şakir”; (“…Mareşal Şakir Paşa Harbiye Nazır’ıdır. Başyaver Cevat Abbas (Gürer)’in eşi Memduha Hanım’ın Harbiye Nazır’ı Şakir Paşa’nın akrabası olması çok iyi bir rastlantıydı. Cevat Abbas’ın bu akrabalık ilişkisi nedeniyle, Bakan’ın bacanağı Dr. Yarbay Ahmet Reşit Bey’le ilişki kurması boşuna değildi. Ayrıca Cevat Abbas, bir imkân yaratarak Harbiye Nazırı Şakir Paşa ile de görüşmüş, onun kafasındaki soru işaretlerini dağıtmıştı.)
3-Bahriye (Donanma) Bakanı: “Ahmet Avni Paşa”; (…”Ahmet Avni Paşa Bahriye Nazır’ıdır ve Mustafa Kemal’le Suriye cephesinde birlikte bulunmuştur. Bu nedenle Mustafa Kemal’i tanımaktadır. Mustafa Kemal, Suriye’den tanıdığı Bahriye Nazır’ının makamına gider, orada sıcak bir yaklaşım gösterir, diplomat gibi davranır. Bahriye Bakanı Avni Paşa’nın Savaş Bakanı Şakir Paşa’nın Mustafa Kemal’le yaptığı görüşmeleri kayınpederi Savaş Bakanı Şakir Paşa’ya ulaştırması doğaldı.)
4-İçişleri Bakanı: “Mehmet Ali Bey”; (…”Mehmet Ali Bey İçişleri Bakanı’dır. Aynı zamanda İsmail Fazlı Paşa’nın dünürüdür. İsmail Fazlı Paşa, Atatürk’ün sınıf arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un babasıdır. İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey ile ilişkiler, Ali Fuat Cebesoy’un kardeşinin Bakan’ın kızı ile evlenmesi nedeniyle Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa üzerinden gelmişti.)
Bu noktada anlaşılıyor ki Harbiye, Bahriye ve İçişleri Bakanları Mustafa Kemal’in ismi üzerinde anlaştılar, konuyu Başbakan’a (Başbakan ve Dışişleri Bakanı: Damat Ferit Paşa)’ya götürerek onu da ikna ettiler ve atama yani “9. Ordu birlikleri Müfettişliği görevine” gerçekleşti (29 Nisan 1919).
Atatürk, İstanbul’da kaldığı altı ay içinde Padişah Vahideddin ile (29 Nisan 1919 Salı günü hariç!) altı kez görüşmüştür. Bu görüşmelerin ilk üçü Kasım 1918’de “15, 22 ve 29 Kasım” dördüncü görüşme 20 Aralık 1918 günü Cuma selamlığı sonrası ve son ikisi de Samsun’a hareketten önce 15 ve 16 Mayıs 1919 günleri olmuştur. Bu görüşmelerin ilki (Birinci görüşme) Atatürk’ün İstanbul’a gelişinden iki gün sonra 15 Kasım 1918’de gerçekleşmiştir. Bu görüşme, Atatürk’ün Yıldırım Orduları Komutanı olarak İstanbul’a dönüşünün ilk Cuma günü, cepheden iki gün önce dönen bir komutanın Padişah’a olan saygı ve bağlılığını belirten bir ziyarettir. Bu görüşme hakkında ertesi günkü (16 Kasım 1918 Cumartesi) Minber gazetesi aşağıdaki haberi yayımlamıştır:
-“Mustafa Kemal Paşa dün uzun müddet huzur-u hümayunda kalarak iltifat-ı şahaneye mazhar olmuştur.” (Bugünkü dille: “Mustafa Kemal Paşa dün uzun süre Padişah’ın huzurunda kalarak onun güzel ve gönül alıcı sözlerine erişmiştir.”)
Şimdi dilerseniz Mustafa Kemal Paşa’ya görev verilişindeki ilişkiler zincirine kısaca bir göz atalım:
Mustafa Kemal Paşa ile Ahmet Avni Paşa İlişkisi:
…”Mustafa Kemal Paşa ile Bahriye Bakanı olan Ahmet Avni Paşa Suriye cephesinden tanışırlardı. Mustafa Kemal, 1918 yılının Ağustos ayında Suriye’de Yıldırım Orduları grubundaki 7. Ordu Komutanlığı’na atandığında, ordular grubu menzil komutanı, o sırada albay olan Ahmet Avni Bey’di.
Bu görev nedeniyle birbirlerini iyi tanıyorlardı. Avni Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın üstün komutanlık niteliklerini biliyordu. İşin ilginç yanı, Bahriye Bakanı olan bu Avni Paşa, Harbiye (Savaş) Bakanı Şakir Paşa’nın da damadıydı.
Avni Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’nın Suriye’deki komutanlık yeteneklerinden, İttihat ve Terakki’ye ve Almanlara karşı oluşundan kayınpederi Savunma Bakanı Şakir Paşa’ya söz etmiş olması, yaşamın doğal akışına uygundur. Avni Paşa’nın Bahriye Bakanlığı’na atanması üzerine Mustafa Kemal diplomatik bir yaklaşımla bu durumdan yararlanmak istemiş ve kendisi için bir pencere açmak olanağını aramıştır.
Sözü bu noktada Başyaver Cevat Abbas (Gürer) Bey’e bırakalım:
—“Şişli’deki evine çekilerek bir gün gerçekleşecek olan derin görüşlerinin ve planlarının düşüncesiyle uğraşıyordu… Bir gün bana, …”Cevat, Bahriye Nazırı Avni Paşa’yı göreyim. Bunun için gerekli girişimlerde bulun,” dedi. Randevu sağlandığı günde Mustafa Kemal yaveri Cevat Abbas’la Bahriye Nezareti’ne gitti. Bakan Avni Paşa evinden getirttiği öğle yemeğini yemekteydi. Başyaver Cevat Abbas bu karşılamayı şöyle anlatıyor: “Bakan Ahmet Avni Paşa: Affedersiniz, hem konuşalım hem yemeğimi yiyeyim… Bakan yemeğini yerken Mustafa Kemal Paşa kendisine şu sözleri söyledi:
-…”Sizi tebrik ederim. Devletin en büyük makamlarından birini işgal etmiş bulunuyorsunuz. Sizin gibi yüksek adamlar, kıymetlerini gösterebilmek için ancak böyle yüksek mevkiler ibraz etmek (ortaya koymak) fırsatına nail olabilmektedir. Gerçi ben, zatıâlinizi başka vazifelerde görüp tanımıştım; fakat şimdi anlıyorum ki, kıymetinizi ölçebilmek için siz bu makamda görmek lazımmış.”
Başyaver Cevat Abbas (Gürer) Bey ayrıca:
—”Bahriye Nazır’ının koltukları kabarmıştı. Bu sözlerden çok hoşlandı. Mustafa Kemal Paşa’ya teşekkür etti.” (Not: Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü’nde bu ziyaret tarihini 11 Mart 1919 olarak göstermiştir. Oysa o tarihte Avni Paşa, Bayındırlık Bakanı’dır. 2 Nisan 1919’da istifa nedeniyle Harbiye (Savaş) Bakanlığı boşalınca Şakir Paşa Savaş Bakanlığı’na; ondan boşalan Bahriye Bakanlığı’na da işte bu Avni Paşa getirildi. Eğer bu ziyaret Avni Paşa Bayındırlık Bakanı iken yapıldıysa 11 Mart 1919 tarihi doğrudur. Eğer Bahriye Bakanlığı’na atanması nedeniyle yaptıysa, bu durumda Mustafa Kemal’in Avni Paşa’yı ziyaretinin bu görev değişikliğinden hemen sonra 2-7 Nisan arasında olması gerekir.)
Mustafa Kemal Paşa, Bahriye Bakanı Avni Paşa’yı Anlatıyor:
…”Mustafa Kemal, Avni Paşa ile yaptığı görüşme ile ilgili olarak gazeteci yazar Asım Us’a da açıklamada bulunmuş ve birçok konuya açıklık getirmiştir:
-…”Ben I. Dünya Savaşı içinde ikinci defa olarak 7. Ordu Komutanı sıfatıyla Suriye cephesine gittim. O zaman Şam’da bütün bu cephelerdeki orduların menzil müfettişliğini yapan bir zat vardı ki adı Avni Bey’di. O zaman Miralay Avni Bey, sonra Avni Paşa oldu. Bu Avni Paşa İstanbul’da Damat Ferit kabinesinde Bahriye Nazır’ı olan Avni Paşa’dır. Bu zat beni Şam’da iyi karşılamış, çok ağırlamış ve ilk gece yemekte benimle beraber bulunmuştu. Aramızda konuşulan şeylerin başlıca mühim noktası şu sual ve cevap oldu:
Avni Bey, vaziyetten memnun musunuz?
—“Tabii, büyüklerimiz her şeyi bizden iyi düşünür.
Demek ki birtakım hayali büyükler karşısında kendini çok küçük gören bu adam, beni de kendi seviyesinde bir adam sanıyordu. Ben, bu adamı anlamak maksadıyla tekrar sordum:
Büyüklerimiz dediğiniz kimlerdir?
Avni Bey cevap verdi. Fakat saydığı bütün isimler, bana çok küçük görünen adamların adları idi. Onun için kendisiyle daha fazla konuşmayı faydasız buldum; sözü kestim.
Bir müddet sonra ben, bütün o cephedeki orduların komutanı oldum. Ordular Grubu Komutanı (Yıldırım Orduları Grubu). Bu durumda Avni Bey, o orduların Menzil Umum Müfettişi olarak karşıma çıkıyordu.” (Not: Artvin milletvekili (1929 – 1950) ve Vakit gazetesi Başyazarı, Asım Us’un Vakit’e yazdıklarından, Sadi Borak’ın Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları kitabında aktarılan bölümden alınmıştır. Bakınız: Sf: 234 – 237)
Atatürk, bu noktada Ahmet Avni Bey’i daha pasif göreve aldığını anlattıktan sonra mütareke İstanbul’una döner ve bu konuyla ilgili olarak şunları söyler:
“Diplomat Mustafa Kemal”
…”Şimdi artık harp bitmiş mütareke devri gelmişti. İstanbul’daydım. İmparatorluk Hükümeti’nin başında Damat Ferit olmak üzere Bahriye Nazırı ’da Avni Paşa’dır. Mustafa Kemal Paşa kafasında kurduğu işi yapmak için artık diplomat olmuştu. Memleketi kurtarmak için zihnimde hazırladığım planın uygulanmasına geçerek bir gün kalktım Avni Paşa’yı ziyaret ettim.”
Yazar Alev Coşkun, üstteki bu anlatımda özellikle dikkat edilmesi gereken nokta, “Ben artık diplomat olmuşum” cümlesi yerine: Atatürk’ün “Mustafa Kemal Paşa’yı kendisinden ayırıp ayrı bir kişilik olarak göstermesidir.” İlginçtir, “Mustafa Kemal kafasında kurduğu işi yapmak için artık diplomat olmuştur” demektedir.
Bu girişten sonra anlatımını sürdürmektedir:
“Avni Paşa (Mustafa Kemal’e hitap ederek)
–“Görüyor musunuz, ben ne oldum? Ve şimdi sen ne haldesin. Zannederim, gerçekleri gören kimmiş anlıyorsunuz.”
-…”
-“Sen beni küçük ve aciz gördün ve hizmetinden aldın. Fakat İmparatorluk hükümeti beni takdir etti. İşte bak, Bahriye Nazırı makamına getirdi.”
Mustafa Kemal Paşa; …”Beni Bakanlarla Tanıştırınız”
…”Diplomat Mustafa Kemal’in yanıtı da şu oldu:
-…”Affedersiniz, gerçekten siz hakikatleri benden daha iyi gören bir adam imişsiniz. Yalnız, sizden bir ricam var: Beni Osmanlı Hükümeti’ni teşkile eden zevat (kişiler) ile tanıştırır mısınız?”
-“Evet, tabii.”
Mustafa Kemal Paşa, Falih Rıfkı’ya yaptığı anlatımda da bu durumu aynen yinelemekte ve şunları belirtmektedir:
-…”Bu saf nazarından bir şeyler anlayabilmek için ne düşündüğünü, vaziyeti nasıl gördüğü hakkında bazı sorular sordum. Hiçbir şeyden haberi olmadığını ilk sözlerinden anladığım Nazır, iyi şeyler düşündüklerinden, Padişah Hazretleri sayesinde işlerin iyi olacağından, çok kuvvetli bulunduklarından, İngilizlerle anlaşmak üzere olduklarından söz etti. Tebrik ettim ve çok hoşuma giderek memnuniyet alametleri gösterdim. Avni Paşa, o vakit Harbiye Nazırlığında bulunan Şakir Paşa’nın damadı idi.”
Mustafa Kemal Paşa’nın İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’le İlişkisi:
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçiş süresince ilgili yetki kararının alınışında görevi gereği etkili olanlardan İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey ilginç ve inanılması adeta güç bir rastlantıdır ki Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın arkadaşı General Ali Fuat Cebesoy arasında bir akraba ilişkisi doğmuştu.
İstanbul’da eski Yeniköy Belediye Başkanı Mehmet Ali Bey Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş, iyi Fransızca bilen ve ticaretle uğraşan bir kişiydi. Savaş bitmiş, her suçun İttihat ve Terakki’ye bağlandığı bir dönem yaşanıyor…
Mehmet Ali Bey de o sırada gözde olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın üyesidir. Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa, Kuzguncuk’taki yalısında oturmaktadır. Mehmet Ali Bey’de bu yalıya sık sık gelip ziyarette bulunuyordu. (Not: Mustafa Kemal Paşa’da Pangaltı’ndaki Harp Okulu’nda okurken, arkadaşı Ali Fuat Cebesoy ile bu Yalı’ya kimi hafta sonları gelir ve burada kalırdı. İsmail Fazlı Paşa, genç Mustafa Kemal’i çok severdi. Bakınız: Ali Fuat Cebesoy, “Sınıf Arkadaşım Atatürk”, Sf:46.)
Mehmet Ali Bey’in sık sık ziyaretlerinin sebebine gelince;
Ali Fuat Cebesoy’un küçük kardeşi Yüzbaşı Mehmet Ali Bey savaşta esir düşmüş ve Mondros Ateşkesi nedeniyle İstanbul’a dönmüştür. Eski Yeniköy Belediye Başkanı ve birkaç ay sonra İçişleri Bakanlığı’na atanacak olan Mehmet Ali Bey ile nişanlanmıştı, yakında evleneceklerdi. Bu nedenle genç politikacı Mehmet Ali Bey’in İsmail Fazlı Paşa’nın Kuzguncuk’taki yalısını ziyaret etmesi doğaldır. Bu akraba ilişkisi, olumlu sonuçlar doğuracaktır. (Not: Dikkat edileceği gibi Yüzbaşı Mehmet Ali Bey, sonradan İçişleri Bakanı olacak Mehmet Ali Bey’in damadı oluyor. İsim benzerlikleri bir rastlantıdır. Bakınız: Ali Fuat Cebesoy, “Milli Mücadele Hatıraları”, Sf: 49.)
Atatürk, 1926 yılında İsmail Fazıl Paşa hakkında şunları söylemiştir:
-…”Ali Fuat Paşa ile Erkân-ı Harbiye Mektebi’nde aynı sınıfta arkadaşlık etmiştim. Askerlik hayatının kanlı ve buhranlı safhalarında birlikte bulunmuştum. Beni çok sevdiğini bilirdim. Babası Fazıl Paşa beni o kadar severdi ki, ara sıra gelir, boynuma sarılır, “Senden Fuat’ın kokusunu alıyorum!” derdi.
Yurtsever bir kişi olan İsmail Fazıl Paşa, Atatürk’ün Samsun’a çıkışından sonra Anadolu’ya geçmiş, Sivas Kongre’sine katılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulunca, Mayıs 1920’de kurulan ilk Hükümet’te Bayındırlık Bakanı olmuştur.
Sözü Ali Fuat Cebesoy’a bırakalım:
…“Mehmet Ali Bey’le Neler Konuştuk? ; Pekiyi hatırlamıyorum, ya bir rastlantı olarak ya da babamın ricası üzerine Mehmet Ali Bey o gün de bize gelmişti. Konuşmalarımız uzun sürmüştü. Babama anlattıklarımı ona da tekrarlamıştım. Misafirimiz İttihatçıları en şiddetli bir lisan ile tenkit etmekle beraber ılımlılığı da elden bırakmıyordu. Tevfik Paşa kabinesinden şikâyetçi idi. Ama yansız bir kabineden ziyade Hürriyet ve İtilaf Fırkasına dayanan bir hükümet istiyordu. O zaman işlerin daha iyi idare edileceğine inanmıştı. Ben dilim döndüğü kadar birlik ve beraberlikten söz ettim. Ancak bu sayede milli bir direncin yaratılabileceğini, aksi takdirde galip devletlerin, biz birbirimizi yerken esasen uymadıkları ateşkes hükümlerini büsbütün dinlemeyeceklerini, bizi yere vurmak için akla hayale gelmeyen taleplerin ileri sürüleceğini söyledim. Ordunun terhisi aleyhinde bulundum, sözlerimi makul karşıladı.
-“Beraberlik gereklidir,” dedi.
Bir ara söz Mustafa Kemal Paşa’ya geldi. Mehmet Ali Bey, Paşa’yı şahsen tanımamakla beraber hakkında çok şey işitmişti. İyi bir izlenimi vardı.
-“Genç, zeki ve enerjik bir kumandan olduğunu söylüyorlar, Veliahtlığı sırasında Zat-ı Şahane ile beraber Almanya’ya seyahat ettiği için ona da yabancı değil, siz ne düşünüyorsunuz?”
Duraksamadan yanıt verdim:
-“Mustafa Kemal Paşa, benim gerek Harbiye’de gerekse Erkân-ı Harbiye Mektebi’nde (Kurmay Akademisi’nde) sınıf arkadaşım idi. Savaşın en buhranlı ve karanlık günlerini beraber geçirdik. Buyurduğunuz gibi zeki, enerjik ve aynı zamanda memleketini seven vatansever bir zattır. Kendisine faal bir görev verilmesi memleketin yararınadır.
Mehmet Ali Bey, ufak bir duraksamadan sonra sordu:
-“Fakat İttihatçıdır diyorlar, doğru mu?”
-“Biraz evvel birlik ve beraberlikten söz etmiştik, bunu makul karşılamıştınız beyefendi.”
-“Evet amma…”
Kesin güvence vermek lazımdı.
-“Mustafa Kemal Paşa İttihatçı değildir. Harp sırasında ve hatta daha önce Enver Paşa ile olan çatışmaları bunu ispata yeterlidir sanırım.
-“Evet, ben de işitmiştim.”
Görüşmemiz hep bu konu üzerinde dönüp dolaşmıştı. Babam da benim tarafımdan çıkmış, küçük oğlunun gelecekteki kayınpederini beraberce inandırmaya çalışmıştık. İmkân bulursam Mustafa Kemal Paşa’yı kendisine takdim edeceğimi söyledim. Mehmet Ali Bey nazik bir zattı:
-“Bu benim için bir şeref olacaktır,” dedi.
Ayrılırken gayet basit bir meseleden bahsediyormuş gibi Meclis-i Mebussan’ın yarın feshedileceğini de haber verdi. Bu benim için bir sürprizdi. (Bakınız: Ali Fuat Cebesoy, “Milli Mücadele Hatıraları”, Sf: 50-51. Aktaran ve sadeleştiren Alev Coşkun, “Samsun’dan Önce Bilinmeyen Altı Ay (İşgal Hüzün Ayrılık)” Sf:346.)
Ali Fuat Paşa, anılarında ayrıca bu ilk karşılaşmanın kendisinin İstanbul’a geldiği 20 Aralık 1918 günü geçtiğini ve Mehmet Ali Bey yalıdan ayrılınca hemen Şişli’de Mustafa Kemal’e gidip durumu aktardığını anlatır.
Mustafa Kemal Paşa’nın İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’le İlk Buluşması:
…”Olaylar nasıl gelişmiş olabilir? O sırada Mehmet Ali Bey henüz Bakanlar Kurulu’nda değildi(!). Sadece o günlerde iktidarda olan Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin ileri gelen etkin bir üyesiydi (!). Mustafa Kemal Paşa’nın Mehmet Ali Bey ile ilk kez karşılaşması Ali Fuat Paşa’nın kanalıyla oldu.
Ali Fuat Cebesoy anılarında şöyle anlatıyor:
—“Gününü pekiyi hatırlamıyorum. Galiba kardeşim Ali Bey’in evlenmesinin ikinci veya üçüncü günü idi. Babam evde bir akşam yemeği tertip etmiş, Mustafa Kemal Paşa’yı da çağırarak aynı masada ikisini karşılaştırmıştı. Bu buluşma çok faydalı olmuştu. O akşam tamamen tesirimiz altında kalan Mehmet Ali Bey elinden gelen her türlü yardımı yapacağını ve fırka erkânını (ileri gelenleri) ikna etmeye çalışacağını vaat etmişti.”
Kader Mustafa Kemal için yavaş yavaş ama olumlu bir yönde ağlarını örüyordu…
Yukarıda, Mustafa Kemal Paşa’nın Bahriye Bakanı Avni Paşa’yı ziyaretini ve aralarında geçen konuşmayı okumuştuk. Konuşmada, Mustafa Kemal Paşa’nın ”Sizi tebrik ederim. Devletin en büyük makamlarından birini işgal etmiş bulunuyorsunuz. Sizin gibi yüksek adamlar, kıymetlerini gösterebilmek için ancak böyle yüksek mevkiler ibraz etmek (ortaya koymak) fırsatına nail olabilmektedir. Gerçi ben, zatıâlinizi başka vazifelerde görüp tanımıştım; fakat şimdi anlıyorum ki, kıymetinizi ölçebilmek için siz bu makamda görmek lazımmış.” Yolundaki gönül alıcı konuşmasının Avni Paşa’nın koltuklarını kabarttığı ifade edilmişti.
Avni Paşa Mustafa Kemal Paşa ile Şişli’deki evinde iade-i ziyarette (karşılık ziyareti) bulundu. Gelirken yanında İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’i de getirdi. (Not: Bu görüşme tarihi 7 Nisan 1919’dan sonraki günlerde gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Çünkü Damat Ferit Hükümeti’nden İçişleri Bakanı Cemal Bey 7 Nisan’da ayrıldı, yerine aynı gün Posta-Telgraf Bakanı Mehmet Ali Bey getirildi. Alev Coşkun, Sf:348.) Bu ziyarette, İçişleri Bakanı ile Atatürk arasındaki kritik görüşmenin ayrıntısını da Başyaver Cevat Abbas (Gürer) şöyle aktarmaktadır:
…”Mehmet Ali Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya sordu:
-“Siz İttihat ve Terakkici misiniz?”
Mustafa Kemal Paşa:
-…”Ben İttihat ve Terakkici değilim; fakat İttihat ve Terakki’nin kuruluşunda ve esas gayesinde onunla beraberim,” dedi.
Mehmet Ali Bey,
-“O halde neden İttihat ve Terakki ile beraber çalışmakta olduğunu, hemen ardından da Enver Paşa’dan memnun olup olmadığını sordu.”
Mustafa Kemal Paşa’nın sorulara yanıtı şöyledir:
-…”Enver Paşa herhalde zamanın en kuvvetli bir adamı olması lazım gelir. Bunun aksini ispat edecek elimizde hiçbir vesika (belge) yoktur. Bilakis kuvvetine delalet edecek (kanıt olacak) bir vesika vardır ki, o da Enver Paşa mevkide iken kimse ona karşı gelmemiş ve ancak o memleketi terk ettikten sonra birtakım insanların başlarını kaldırmış olmasıdır. Böyle bir şahsın kuvvetli olmadığını söylemek lüzumsuz ve manasız bir iddia sayılmaz mı?”
Bizimle Çalışır mısınız?
Mehmet Ali Bey, tekrar sordu:
-“Paşa Hazretleri, bugün Enver Paşa ile tekrar teşriki mesai eder misiniz? (birlikte çalışır mısınız?)”
Mustafa Kemal Paşa:
-…”Ha… dedi. Buna sarih (açık) cevap vermeyelim. Ben ömrümde ve askerlik hayatımda hiçbir zaman Enver Paşa ile yakından işbirliği etmedim ki, bundan sonra böyle bir birlik peşinde koşayım.”
Mehmet Ali Bey:
-“Peki, Paşa Hazretleri, bizimle iş birliği eder misiniz?”
-…”Niçin etmeyeyim?.. Eğer siz memleketi bugün içine düşmüş olduğu badireden (dar geçitten) kurtarmaya azmetmiş (karar vermiş) insanlar iseniz.”
İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey istediği yanıtı almıştı, memnun görünüyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın İttihat ve Terakki’ye bağlı olmadığını, Enver Paşa ile çatışmaları olduğunu duymuştu ama Enver Paşa ile hiçbir zaman “teşriki mesai” etmek istemediğini işte Mustafa Kemal Paşa kendi ağzından açıklamıştı… İttihat Terakki ve Enver Paşa’yı kin ve nefret derecesinde sevmeyen Hürriyet ve İtilaf Partisi üyeleri için Mustafa Kemal Paşa’nın bu yanıtı çok önemliydi. Her iki Bakan’da Şişli’deki evden ayrılmak üzere kalkarken ertesi günü için, Mustafa Kemal Paşa’yı Serkil-doryan’da (Cercle d’Orient) öğle yemeğine davet ettiler.
İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’in Şişli’deki evinden ayrılırken …”Arkadaşlarıma müjdeleyeceğim. Siz bizim için korkunç olmaktan ziyade istifade edilebilir bir şahsiyetsiniz, “ dediği belirtilmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Cercle d’Orient Buluşması:
Mustafa Kemal Paşa ertesi gün kulübe gitti. (Not: Mimar Alexandre Vallaury’nin eseri olan Cercle d’Orient (Serkildoryan) binası, adını 1882 yılında kurulan bir seçkinler kulübüdür ve ilk başkanı Muhsin Han’dır. İstiklal Caddesi üzerinde o günlerin üst düzey devlet adamları, üst düzey bürokrat ve iş adamlarının yemek yedikleri bir kulüptür. Cumhuriyet döneminde Büyük Kulüp adını almıştır.) Masa dört kişilikti. Ortada Mustafa Kemal Paşa, sağda İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey, solda Bahriye Bakanı Avni Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın karşısında birinin oturması için bir yer vardı.
Mehmet Ali Bey, salonun solunda yalnız oturan kişiyi göstererek, …”Çok değerli arkadaşımız Posta ve Telgraf Genel Müdürü Refik Halit (Karay) Bey, izin verir misiniz masamızda bulunsun,” dedi.
Mustafa Kemal Paşa:
-…”Henüz kendisini tanımıyorum. Şimdilik biz bize kalalım,” karşılığını verince, Refik Halit Bey sofraya çağrılmadı.
Atatürk, bu olayı Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hikmet Bayur’a birebir anlatırken, iki Bakan ile daha özgürce konuşarak, onların düşüncelerini kazanmak için, başka bir kişinin masaya dahil olmasını istemediğini, ancak Refik Halit’i de kendisine düşman etmiş olduğunu çok geçmeden sezdiğini, belki onun sofraya çağrılmasının daha doğru olacağını söylediğini bildirir.
Bu görüşmeler sonunda Mustafa Kemal Paşa aldığı izlenimlere göre, “Mehmet Ali Bey’i çok zeki ve kurnaz, Avni Paşa’yı ise siyasadan anlamaz” diye niyetlendirdi. (Bu nitelendirmeleri Atatürk, Hikmet Bayur’a söylemiştir. Bakınız: Hikmet Bayur, Sf:285.)
Bu yemekte neler konuşulduğunu ayrıntıları ile bilmesek de, Mustafa Kemal Paşa her iki Bakan arasında da yakınlaşmanın arttığı kuşkusuzdur.
Harbiye Nâzırı Gürcü Şakir Paşa ve Memduh Hanım:
Bahriye Bakanı Avni Paşa ve İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey’le ilişkiler hızlı biçimde gelişiyordu. Ama dikkatimizi en önemli Bakan, Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya çevirmemiz gerekiyor. Yukarıda Bahriye Nazırı Avni Paşa’nın Harbiye Nazırı Şakir Paşa olduğunu da belirtmiştik.
Harbiye Nazırılığı (Savaş Bakanlığı) Osmanlı Hükümet’inde önemli bir makamdır.
Çok güzel bir rastlantı ortaya çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale Savaşları’ndan beri yaveri ve çok yakını olan Cevat Abbas Bey’in eşi Memduha Hanım, Savaş Bakanı Şakir Paş’nın akrabasıdır. Böylece Cevat Abbas ve eşi Memduha Hanım, Şakir Paşa’nın aile çevresine Mustafa Kemal Paşa’nın kahramanlığı, üstün kişiliği, İttihat Terakki ve Enver Paşa’ya karşı oluşu hakkındaki bilgileri ilk elden ulaştırma olanağına sahip oldular.
Bu ilişkinin düzeyinin nasıl geliştiğini Cevat Abbas Bey şöyle anlatmaktadır:
“…Şakir Paşa’nın bacanağı Yarbay Dr. Ahmet Reşit Bey’le sıkı ilişkide bulunuyordum. Gerçekten merhum Ahmet Raşit’i namuslu ve erdemli bir kişi olarak tanıdığımdan, saygıyla sever ve sık sık apartmanına gider ve kendisiyle memleket işlerinde ürkütmeyecek kadar açık dertleşirdim.”
Kuşkusuz birçoğumuzun ilk defa okuduğu bu ilişkiler zinciri Mustafa Kemal Paşa ile Osmanlı Hükümeti üyeleri arasında olumlu ve yumuşak bir zemin oluşmasını sağlamış, Mustafa Kemal Paşa’ya 9. Ordu Birlikleri Müfettişliği sıfatıyla Anadolu’ya gitme görevinde son derece olumlu ve önemli rol oynamıştır. (https://www.sechaber.com.tr/29-nisan-1919-buyuk-gun-1-bolum/?fbclid=IwAR0zbJOgr8tt9ePzQKrcxZnaRPdWGQC8hfdFtzzAf0t3fno_tJ3bfZjXbsM)