-…”Kendine, inkılâbın ve inkılâpçılığın çeşitli ve hayati vazifeler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman, üzerinde dikkatle durulacak milli meselemizdir” söylevinde bulunan ATATÜRK ‘ün sağlık takvimini incelediğimizde;
19 Mayıs 1881’de dünyaya gelen Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün henüz bebekken üzerine kapı devrilmiş, çocukken kuşpalazı hastalığı, 1896’da ise Manastır Askeri İdadisine girişlerinde ise sıtmaya yakalanmıştı.
15Mayıs 1909’da İstanbul’da hastalanarak Gülhane Hastanesi’ne yatırılmışsa da 3 günlük tedaviden sonra 18 Mayıs 1909’da taburcu edilmişti. 23 Ekim 1911’de İskenderiye’den Trablusgarp’a giderken yolda hastalanmış ve İskenderiye’ye geri dönmüş ve 15 gün hastanede tedavi gördükten sonra 29 Kasım 1911’de tekrar Trablusgarp’a hareket etmişti.
16 Ocak 1912’de Libya – Derne’de gözünden yaralanmış, 18 Ocak 1912’de Derne’de Hilalıahmer (Kızılay) Hastanesine yatmış ve bir ay süreyle tedavi gördükten sonra taburcu edilmişti.
4 Mart 1912’de göz rahatsızlığı tekrarlaması üzerine, 10 – 17 Kasım 1912’de Derne’den Mısır’a geçmiş, göz hekimi Prof. Dr. Fucks’amuayne olmuştur.
10 Ağustos 1915’te Çanakkale Conkbayırı’ndakalbini hedef alan şarapnel parçasının göğsündeki saati parçalaması üzerine ölümden kurtulmuşsa da 20 Eylül ve 22 Eylül 1915’te yakalandığı sıtma hastalığından yatmıştır.
2 Kasım 1915’te Enver Paşa’nın yazdığı “Rahatsızlığınızı işittim, müteessir oldum,” şeklindeki mektubuna, ATATÜRK, 4 Kasım 1915’te:
-…”Rahatsızlığımdan dolayı yüksek iltifatlarınıza teşekkür ederim,” cevabını vermişlerdi.
5 Aralık 1915’te kendilerine Sıhhi Heyet Raporu verilmiştir.
7 Kasım 1916’da Silvan’dan Bitlis’e hareket gece öksürük şikâyetleri, 10 – 12 Kasım gecesi öksürükten uykusuzluk probleminin sürmesi ve 14 Kasım 1916 günü öksürük nöbetinin artması üzerine doktor tedavisi altına girmişlerdir.
25 Haziran 1918’de böbrek rahatsızlığı sebebiyle tedavi için İstanbul’dan Viyana’ya hareket etmişse de, ATATÜRK ‘ün böbrek rahatsızlığı nedeniyle tedavi için İstanbul’dan Viyana’ya geliş tarihi kesin olarak belli değildir. Ancak, elimizde bulunan Viyana’dan Rasim Ferit TALAY Bey’ yazdıkları 5 Haziran 1918 tarihli mektubundan Cottage Sanatoryumuna giriş tarihini öğrenmekteyiz:
-…”Cottage Sanatoryumuna girdim. Profesör bizzat tedavi ediyor.”
ATATÜRK ‘e Cottage Sanatoryumunda böbrek tedavisi için 3 hafta süren bir tedavi uygulanmıştır.
30 Haziran 1918 ‘de; ATATÜRK, Viyana’dan Karlsbad’a gelmiş ve burada 5 defter halinde günlük tutmuştur. 28 Temmuz 1918 tarihine kadar devam eden günlüğün bazı bölümleri Fransızca yazılmışsa da bazı günler ATATÜRK tarafından atlanmıştır.
Prof. Dr. Ayşe Afet İNAN Hanımefendi yayımladıkları “Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün Karlsbad Anıları” nda özetle şöyle denmektedir:
—“Daha o zamanlar “Kemal Paşa” ve 37 yaşında genç bir general. 30 Haziran 1918. Karlsbad istasyonuna gelen trenden iner Kemal Paşa, çok yorgundur, hastadır. Trablus – Bingazi’deki böbrek krizleri, Balkan savaşlarının sıkıntısı, Anadolu’daki harekâtlardan biraz ara bulunca kendini buraya atar…
Muayene edilir, kendisine banyolar, çamur tedavisi ve günlük “içme” kürleri tavsiye edilir. Bu bir aylık kalış içinde, tam ana banyo binasının karşısında ve ünlü “Grand Hotel Pupp” un çaprazında iki odalı bir daire tutulur. Yanında “emir eri” de vardır…
Burada Türk dostları ile de buluşur, kadınlı erkekli 10 – 11 kişilik sofralar donatılır ama tedavi de tam bir disipline sürmektedir. Her sabah saat 7.00’de şehirdeki çeşmeler dolaşılır ve emzikli ağzı olan kupalardan, dolaşarak, yürüyerek çeşitli sıcaklardaki maden suları içilir, aynı bizim yaptığımız gibi…
Geceleri evinde geçiren Paşa, gündüz sivil kıyafetle dolaşmakta, tedaviye gitmekte, akşamları resmi üniformasını giyip, nişanlarını takmakta ve Grand Hotel Pupp’ta dostları ile buluşup memleket meselelerini konuşmaktadır.
Bu arada Almanca ve Fransızca dersleri de almayı ihmal etmez ve günlüğüne 2 gün Fransızca yazar…”
Görselde, Karlovy Vary’da Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün de 1 ay kaldığı Carlsbad Plaza. (Otelde bulunan ATATÜRK odasına giriş ücretli ve 10 Euro. Oda genel olarak bir çalışma ofisini andırsa da ATATÜRK ‘ün o dönemde kullandığı eşyalar bulunmamaktadır.)
Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün Karlsbad Anıları:
7 Temmuz 1918, Pazar: Bugün ilk Almanca dersi alınmıştır. Birinci Almanca öğretmeniyle anlaşamadıktan sonra, ikincisi bulundu. Bu bilgili gibi görünüyor. Bugün öğle yemeğini restaurantPupp’ta Cemal ve Hüsnü Beylerle beraber yedikten sonra, alaturka bir kahve içmek için benim apartmanıma geldik. Ben kendilerine bu anı defterini okudum;
“Hüseyin Cahit Bey’in Altın Kalemi”
—“Özgürlüğün ilanından sonraydı;
Bir gece, askeri kulüpte olağanüstü toplantı yapılacağını akşamüzeri işitmiştim. Oysa ben, askeri kulübün yönetim kurulu üyesi olduğum için, benimle birlikte yönetim kurulunu oluşturan Kerim Bey (Bugün Kolordu Komutanı Kerim Paşa) ve Cemil Bey (Kurmay, Birinci Kurmay Başkanı) ve Ali Şevki Bey’in (Bugün Arnavutluk subayı, binbaşı, kendisini Viyana’da gördüm. Avusturya ordusuna bağlı ve söz konusu ordunun üniformasını taşıyor.) Bilgimiz olmadan böyle bir toplantının yapılmaması gerekirdi. Kulübün tüzüğünün gerekleri böyleydi. Şundan, bundan durumu soruşturdum., buna karar ve emir verenin doğrudan doğruya Ordu Komutanı Halil Paşa olduğunu, Kurmay Başkanı Ali Paşa’nın doğrudan bu işle uğraştığını anladım.
Akşam ben de belirli zamanda, toplantı salonuna girdim. Salon büyük küçük rütbeli subaylarla, komutanlarla, tümüyle doluydu.
Kimi subaylar, birbirinin arkasından söylev veriyorlar, herkes alkışlıyor. Söylenen sözlere dikkat ettim, Ali Paşa’ya sordum, toplantının ve alkışlanan sözlerinin anlamını anladım. Yazar ünlü Hüseyin Cahit Bey’in altın kalemi…
O günlerde Yunan gazetelerinin biri, yazdığı bir makalede Osmanlı Ordusu hakkında küçültücü sözcükler kullanmış…
Hiç kimse buna karşı ses çıkarmamış; yalnız Hüseyin Cahit Bey Osmanlı Ordusu’na yöneltilen bu hakareti kalemiyle reddetmiş, bu hareket subayların takdirini kazanmış, komutan katında girişimde bulunmuşlar, Cahit Bey’e Selanik’teki subaylar adına bir armağan sunulması düşünülmüş, bunu kararlaştırmak için, subaylardan gereken parayı toplamak için, iş bu toplantı yapılmıştı…
Şimdi Tahsin Efendi’nin çok coşkulu ve süslü bir söylevi alkışlanıyordu.
Tahsin Efendi benim sınıf arkadaşımdı; Yüzbaşı iken istifa etmiş, ya da emekli edilmiş ve Selanik’te Silah Gazetesi’ni çıkarıyordu. Bu gazete okuyucularca bilindiği gibi, mahalle kahvelerine gidenlericoşturan nitelikte anlamlı, anlamsız sözlerle düşüncelerle doluydu… Tahsin Efendi (Silahçı Tahsin), takma adını almıştı.
Bu takma ad iki çeşit takma addan doğmuştu.
Kimileri Silah Gazetesi’ni adeta atıp tutmalarının yayın organı olmasından alay etmek için ve başka bazıları… Halk, bu gazeteyi mahalle kahvesinde biri yüksek sesle okuyup, ötekileri dinlediği zaman adeta ateşlendikleri ve Tahsin’in, palikaryalara ya da Moskoflara savurduğu ağırca küfürlerin düşmanların ciğerine, bir tüfek, bir silah mermisi gibi etkilemekte olduğundan kuşkulanmadıkları için takdir ve cesaret verici bu (Babayiğit)e (Silahçı) demişlerdi. Bunun kişiliğini, ahlakını, ruh gücünü tanımayanlar, yazılarını okudukları zaman kendisini gerçekten, ulusallık seviyesiyle ve yurt sevisiyle yüreği yanan, bu ateşin yönlendirmesiyle ulusu ve yurdu için ölümler arayan bir kahraman sanabilirlerdi. Aklı başında kişiler için cahilliği ve şarlatanlığı takdir etmek elbette güç değildi… Ama köylerde, kasabalarda dahası büyük kentlerle halk için Tahsin, ulusallığın ve yurt severliğin bir sembolüydü.
Bence de zavallı garip bir tip (type) idi.
Zavallının sonucu çok kötü olmuştur. 1913’te Sofya’da Ataşemiliter olduğum sırada bir gün Silahçı Tahsin, sırtında şaşılacak bir sivil elbise, ayaklarında sanırım subaylık zamanından kalmış bir çizme olduğu halde elçiliğin önünde gördüm.
— Hayrola Tahsin Bey!” dedim. Burada ne arıyorsunuz, ne zaman geldin?
-Dün geldim, dedi. Sizi arıyordum. Görüşmek istiyorum.
—Buyurun, dedim. Ben elçiliğe girmek üzere gelmişken vazgeçtim. Tahsin Bey’le birlikte kendi evime gittik. Ben Sofya’da Bouloward Ferdinand’da bütün Sofya arabalarınca NumieroTrissiedim denmekle tanınan güzel bir evde oturuyordum.
Enver Paşa, “Teşkilât-ı Mahsusa” adı altında bir örgüt kurmuştur. Bunun amacı Osmanlı ülkeleri dışında Makedonya’da, Kafkasya’da, Mısır’da, Afrika’da, Acemistan’da, Türkistan’da, özetle Osmanlı ulusal amaçlarının yayılabileceği her yerde özel amaçlar gütmek…
Bağdat’ta İngilizlerle çarpışmalarda yenildiği için üzülen kendini asan Süleyman Askeri Bey bu konuda Enver Paşa’nın en ileri yardımcılarındandı.
Bu “Teşkilât-ı Mahsusa’nın en etkin şubesi Makedonya ile uğraşıyordu. Bir aralık İstanbul’da, Bulgar komitebaşkanlarından kimileriyle yapılan görüşmeler sonucunda bir (Makedonya) komitesi kurulmasına ve çalışmaya karar vermişler… Süleyman Askeri, bu amaç için, Sofya’da sanki bir delegeymiş gibi sık sık görünüyordu. Süleyman Askeri Bey’in Basra Vali ve Komutanlığına atanmasından sonra, benim arkadaşım olan ve arkadaşları arasında Solak İbrahim olarak tanınan bir kişi, hemen aynı görevin yapılması için Sofya’ya gelmişti.
İstanbul’da her kahramanım diyeni komiteye katılmak ve Makedonya’ya geçmek üzere Sofya’ya gönderiyorlardı. Silahçı Tahsin Bey’de bu arada gelmişti. Bu zavallı her işi, Silah Gazetesi’nde halka, aşk ve coşkuya ve ama hareketsiz bir takdire yönlendiren makaleler yazmak gibi bir görev yapacağını sanarak Sofya’ya kadar gelmiş. Burada Makedonya’ya geçmek, dağlarda eşkıyalık etmek, silahı gazetesinin başlığından eline almak ve kullanmak gerekeceğini anlayınca, Tahsin yapamayacağı bir işe gönderilmiş ve İstanbul’da sefalet ve ıstırabını şurada, burada söylemekten doğan sakıncaların ortadan kaldırılması amacıyla İstanbul’dan kandırılarak çıkarılmış olduğunu anlar…
-Şimdi ne yapayım? Dedi.
—Arkadaşlarınla birlikte gideceksin, ayağına çarığı geçirecek ve eline mavzeri alacak, siyasal amacınız ne ise, onu elde edinceye dek çalışacaksın, dedim.
-Ben, önce, siyasal amacın ne olduğunu anlamadım. Kimse bana bir şey anlatmadı. Ben böyle körü körüne dağlarda dolaşamam, İstanbul’a döneceğim, dedi.
—İstanbul’a dönemezsin, dedim.
-Niçin! Dedi.
O zaman katıldığı komitenin bir tüzüğü olup olmadığını, bunu okuyup okumadığını sordum. Hemen cebinden bir sayı çıkardı.
-Bu mu? Dedi.
—Evet! Dedim, bunu okuyunuz, ben de böylece bilgi edinmiş olurum.
Tahsin Bey birinci maddeden başlayarak yüksek sesle okumaya başladı. Bilmem kaçıncı maddedeydi, biraz daha dikkatli, bir kez daha okumasını söyledim. Öyle yaptı, ama benim çıkardığım anlamı o anlayamadı.
Yeniden okuması ve anlaması için;
—Anlayamadım. Bir daha! Dedim.
Bu madde komiteye girenler, sözlerinden dönerse haklarında uygulanacak cezayla ilgiliydi. Tahsin Bey’i bu soruna dikkatini çektim.
-Ne demek, dedi. Bunun benimle ne ilgisi olabilir? Bana ant da içirmediler. Ben İstanbul’a gitmekle andımdan geri dönmüş olmayacağım ki.
Tahsin durumu benim kavradığım ölçüde kavrayamıyordu. Oysa Tahsin İstanbul’a giderse, komitece asılacağına karar veriyordum. Çünkü yeni kurulmuş olan bu komite örgütünde ciddilik ve tüzüğünün yürürlüğünde şiddeti gerekli bulacaktır.
Bunu özellikle göstermek için Tahsin’den hafif bir av olamazdı. Ama ben daha çok açıklama yapmak, görüşlerde, aydınlatmalarda bulunmaktan kaçındım. Çünkü Tahsin’in yaygaracı olduğunu biliyordum. Bu maddeye bir kez daha ciddi olarak dikkatini çektikten sonra susmayı yeğledim.
-Ben, dedi, ne bahasına olursa olsun İstanbul’a gidip bu kişilerle anlaşacağım. Ama hiç param yoktur. Rica ederim, bana yalnız yol parası veriniz.
Eski okul arkadaşıma bu kadar az para vermek benim için çok doğal ve önemsizdi. Ama önce gezisini kolaylaştırmamak, ikinci olarak benim yardımımla İstanbul’a döndüğünün duyulmasına yol açmamak için;
—Peki, istediğiniz kadar para vereyim, ama İstanbul’a gitmek için değil… Ve aslında yanımda para da yoktur. Elçilikteki kasada saklıyorum dedim.
-Merak etmeyiniz, ben İstanbul’a yalnız durumu daha iyi anlamak ve yine dönmek üzere gideceğim, dedi.
O sırada Sobranya’da milletvekili olan arkadaşım İsmail Hakkı Bey geldi. Tahsin’in de arkadaşıydı.
—İsmail Bey’den ödünç alabilirsin, dedim.
Ve böylece para sorunu çözümlendi. Sanıyorum bir gün sonraydı, Talat Paşa ( o zaman Bey) Sofya’ya gelmişti. Tahsin, elçilikte herkesin önünde sayın adı geçenin yanına geldi, yüksek sesle kendinden, durumdan, mantıksızlıktan söz etti. Talat Paşa, adı geçeni daha çok söyletmemek için, salona aldı, yalnız görüştüler… Kendisine İstanbul’a dönmeyip, kendisi oraya gittikten ve gerekenlerle görüştükten sonra, Fethi Bey aracılığıyla göndereceği telgrafın içeriğine göre hareket etmesini söyler.
Talat Paşa’nın dönmesinden sonra da Tahsin birkaç gün daha bekler. Sonunda hiçbir haber gelmediğinden İstanbul’a hareket eder.
Beş on gün sonra, İstanbul gazetelerinde bir üzücü olayı okuyorum.
Silahçı Tahsin Bey ölü olarak cesedi bir çuval içinde mezarlıkta bulunmuştur. Merhumun Tanrı taksiratını bağışlasın!..”
Gelelim Cahit Bey’in altın kalemine:
Bu zavallı Tahsin, alkışlanan jestlerinin, kimilerine çok etkin gelen konuşmasına bütün gücüyle, güzel konuşmasıyla diyordu ki:
“Ordu, bütün bu koca kahraman Osmanlı ordusu, bütün bu Viyana surlarına kırmızı sancaklar diken yiğit atalarımızın hayırlı çocukları, Yunan palikaryalılarının alayer kahkahaları karşısında hakarete uğramıştı. Bir adi Atina paçavrası dün bizi, arslan Osmanlı subaylarını küçülten, hakaret eden sütunlarıyla Atina sokaklarında, Pire rıhtımında da, Girid’imizin, Venizelos hempalarının öldürücü pençelerinde kalan Hanya’sında, burada özgürlük kaynağı olan kutsal Türk yurdu Selanik’imizin Özgürlük Alanı’nda kucak kucak dağıtılıyordu. Kimse, evet kimse, ordunun onurlu alnına atılan bu çamur, bu kbalık parçasını görmek bile istemedi. İşte Hüseyin Cahit Bey, o saygın yazarımız, o büyük yurtseverimiz bunu hemen gördü, duygulandı, üzüldü, kalemine sarıldı, alçak palikaryalara cevap verdi. Ordunun ününü ve onurunu savundu. Ona elbette altından bir kalem gereklidir! Bunu da ordu sunacaktır.”
Hazır bulunanların tümü bu coşkulu sözleri dinliyordu.
Ben, Ordu Komutanı, Kurmay Başkanı vb. ordu ileri gelenlerinin önünde, Yüzbaşı Tahsin Efendi’nin ya da Silahçı Tahsin Bey’in Askeri Kulübünün harp oyunuyla, sanatla ilgili konferans üyesine ayrılan salonda, bu hatipliğinden memnun olmadım. Bunu askeri disipline, askeri terbiyeye aykırı buluyordum. Ve bir yandan böyle bir toplantıya, bu hakaret biçimine izin vermek küçüklüğünde kalan Ordu Komutanına kızıyordum.
Tahsin Bey’e cevap vermek üzere ayağa kalktım:
“Tahsin Efendi! Dedim. Yunan gazetelerinde ordumuza yöneltilmek istenilen hakaretin ne olduğunu daha bilmediğimi itiraf ederim. Hazır bulunanlar arasında bu konuda benim gibi gafil kalmış kişilerin bulunabileceği unutulmamakla birlikte, önce, ilkin bu yönün aydınlatılmasını sizden rica ederim!”
Oysa Tahsin Bey’in, bu konuda esaslı bir bilgisi yokmuş, başka kimse sesini çıkarmadı.
Ben konuşmamı sürdürdüm.
“Eğer bir Yunan gazetesi gerçekten Osmanlı ordusunu tahrir etmiş ise, bunu, Hüseyin Cahit Bey’in bir makaleyle cevap vermesi kapatmaz. Sorunu daha ciddi çözümlemek gerekir. Bunun dışında tümüyle usulüne uygun biçimde girişimde bulunması gerekir. Bunun dışında tümüyle ordunun üzüntüsünü, coşkusunu göstermek için ise, bence Cahit Bey’in makalesinin hiçbir etkisi yoktur.
Olağanüstülük şöyle olur;
Örneğin sizin gibi kahraman bir ordu mensubu, kalkar Atina’ya gider, kendi adına ve hesabına ama Osmanlı ordusunun hakaret kabul etmez bir bireyi kimliğiyle o hakaret edici makaleyi yazan yazarı ve yayımlayan gazete müdürünü, özetle bu hakareti yöneltmeye etken olanı ya da olanları ya düelloya çağırır, ya da bunu kabul ettiremeyeceğini anlarsa, doğrudan doğruya tepeler; kendisini teslim ederek, Osmanlı ordusunun onuru uğrunda her türlü sonuca razı olur. Bence Hüseyin Cahit Bey’e en çok üçüncü ordu adına teşekkürü içeren bir telgraf çekmek, yaptığı hareketin doğurduğu bu coşkulu toplantının niteliğinde ordu subaylarının takdir duygularını bildirmek yeterlidir.”
Bununla birlikte kalem için para toplamaktan vazgeçmediler. Ancak sonuç olarak bir telgraf çekildiğini sanırım.”
Yararlanılan Kaynaklar:
1-Türk Tarih Kurumu Yayınları, XIII, Dizi Sa. 7. Prof. Ayşe Afet İNAN, Türk Tarih Kurumu Basım Evi Ankara 1963,
2-Hürriyet Vakfı Yayınları “Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ten Bize”Söylevleri, Konuşmaları, Söyleşileri, Anıları, Genelgeleri, Yazışmaları (1903 – 1908) Cilt I (1903 – 22.4.1920) sayfa:211’den 215’e.
3-www.gezeceğiz.com/Karlovy-vary-gezi-rehberi/
4- Orhan YORGANCI, “Mustafa Kemal ATATÜRK” Anonim Yayıncılık.
5- Yrd. Doç. Dr. Eren AKÇİÇEK, “ATATÜRK ‘ün Sağlık Takvimi”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.