2006 yılında yayımlanan ve kısa sürede en çok satan kitaplar arasına girmeyi başaran “Leyla’nın Evi”, UNESCO-Paris tarafından büyük elçilikle onurlandırılan, uluslararası arenada da saygın bir konuma sahip Ömer Zülfü Livaneli’nin en güzel kitaplarından biri…
İstanbul’da eski bir yalının yarattığı kesişme noktasında buluşan birbirinden çok farklı insanların, değişen zaman ve şartlar içinde kendi bildikleri şekilde hayata tutunma ve varlıklarını sürdürebilme mücadelesidir “Leyla’nın Evi”nde gözler önüne serilen. Sürekli değişen yaşam dinamikleri içinde çırpınan ama kaderleri bir şekilde birbirine bağlı olan birkaç kadın ve erkeğin içiçe geçmiş yaşamlarını su gibi akıp giden dupduru bir dille anlatır Livaneli.
“Çoğu kişi İstanbul Boğazı’nı yazın sever, ben kışına vurgunum” diyen yazarın sözleriyle başlar roman. “Kar yağarken camgöbeğine dönüşen akıntılarını, kıyıya çekilmiş sandalların üzerinde biriken beyaz karı, yiyecek arayan martıları sık sık seyrederim. Bir de iki yaka arasında mekik dokuyan motorları. Bir kış günü hiçbir işim yokken bu motorlardan birine binip karşı kıyıya gittim.” ‘Leyla’nın Evi’ni yazma ve hepimizin hayatına bir biçimde damgasını vuran mülk trajedisini anlatma fikrinin o gün, o motorda doğduğunu söyler:
“Bir de bakıyorum karşımda, halden düşmüş Osmanlı soylusu bir kadın oturuyor: Zarif mi zarif! Karşısında, saçının bir bölümü maviye boyalı bir kız: Asi mi asi! Yanımda ise iyi giyimli, kravatını boynuna özenle oturtmuş, saçlarını briyantinle geriye taramış yaşlı bir adam: Mağrur mu mağrur! Birbirlerini tanımıyorlar, herkes kendi iç dünyasına dalmış. İşte Leyla Hanım, Roxy ve Ali Yekta Bey o gün hayatıma giriyorlar. Bir daha hiç çıkmamacasına!”
76 yaşına gelmiş Leyla Hanım bir gün eşyalarını toplamasına bile fırsat verilmeden doğup büyüdüğü yalının yeni sahiplerinin tuttuğu birkaç adam tarafından yalının bahçesinde bulunan müstakil evinden çıkarılır. Çevredeki esnafın ve tanıdıkların tüm ısrarlarına rağmen iki gün boyunca asırlık büyük bir ağacın altında, “valizinin üstüne tünemiş durumda, öylece” bekler. “Yaşlı kadın arkasındaki yalıyı göstererek, ‘ben burada doğdum, hayatım boyunca burada yaşadım, gidecek başka yerim yok benim.” der. Bu sözlerden etkilenen esnaf, “biliyoruz Büyük Hanım, hiç bilmez miyiz? Hepimiz sizin eteklerinizde büyüdük ama yalıyı çiğ süt emmişler aldı, ne yapalım?” diyerek yaşlı kadını inadından vazgeçmesi için ikna etmeye çalışır. Kısa bir süre sonra bu durum polise ve basına yansır, gazetecilik yapan Yusuf olayla ilgilenir zira bu mahallenin çocuğudur, dedesi de yalının emektar bahçıvanı… Yaptığı araştırma sonucunda gerçek ortaya çıkar; yalının geniş bahçesine yapılmış olan tapulu evinden atılan Leyla Hanım oyuna getirilmiştir. Sahte bir raporla aklının başında olmadığı tespit ettirilmiş ve kendisine bir vasi atanmıştır, bu vasi de Leyla Hanım’dan habersiz evi yalının yeni sahibi Ömer Bey’e satmıştır. Gönlü razı gelmez Yusuf’un Leyla Hanım’ı yapayalnız, bir başına bırakmaya, Cihangir’e, bir süredir hip-hop şarkıcısı olarak para kazanıp ün yapmaya çalışan Roxy ile beraber yaşadıkları eve götürür yaşlı kadını. Asıl adı Rukiye olan Roxy ile tanışması ayrı bir dünyaya, geçmişe sahip olan Leyla’nın bunca yıl sonra “Türkiye’nin çılgın enerjisini, savruk, özensiz ama çekici yönünü” keşfetmesine vesile olur. Ömer Bey’in babası Ali Yekta Bey’ in de katılımıyla oluşan bu sıradışı ekip çakışan hayat çizgilerinde değişik bir yolculuğa çıkarlar…
Tiyatroya uyarlanarak 2010 yılından beri Nedim Saban’ın yönetiminde Tiyatro Kare’de sahnelenen “Leyla’nın Evi”, Ömer Zülfü Livaneli tarafından kültür-sanat dünyamıza sunulan çok lezzetli bir karışım. Tadına bakmanız dileğiyle…
YAZAR HAKKINDA: 1946 yılında Konya’da doğan ve ABD’de Fairfax Konservatuarı’nı bitiren Ömer Zülfü Livaneli otuzdan fazla ulusal ve uluslararası ödülün sahibidir. Kitapları 22 dile çevrilen yazarın ilk hikaye kitabı olan Arafat’ta Bir Çocuk 1978’de yayımlandı ve İsveç ile Alman televizyonları tarafından filme uyarlandı. Engereğin Gözündeki Kamaşma ile Balkan Edebiyat Ödülü’nü kazanan Livaneli, Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm ile 2001 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü‘ne layık görüldü. Kültür-sanat alanında ülkemizin uluslararası platformda gurur kaynağı olan yazarın diğer önemli kitapları arasında Mutluluk, Sevdalım Hayat, Son Ada, Serenad, Kardeşimin Hikayesi sayılabilir.