Geleneksel yaklaşıma göre, kalbi atmayan, kanı dolaşmayan ve soluması duran insanlar ölü sayılırdı. Bu nedenle doktorlar kalp atışını dinler ya da ara sıra ünlü ayna testini uygulayarak, potansiyel ölünün nefesinden gelen bir nem olup olmadığına bakardı. Günlük konuşmada, kalbi duran ve nefesi kesilen bir insanın öldüğü söylenir. Ama son yarım yüzyılda, doktorlar kalbi duran birçok hastayı kalp masajı (CPR) ve fibrilasyon gibi çeşitli tekniklerle diriltebildiklerini defalarca kanıtlamışlardır. Bu nedenle kalbi duran bir hastayı ölü saymak artık geçerli değildir. Bunun yerine hastanın, “klinik bakımdan ölü” olduğu söylenir. Klinik bakımdan ölü biri çoğu kez hayata döndürülebilir.
Diriltmeyi sınırlayan etken, kalbin durmasıyla birlikte kan dolaşımı eksikliğinin hemen vücutta, özellikle de beyinde hasar yaratmaya başlamasıdır. Normalde dolaşımın durmasından sonra, beyin ancak üç dakikaya yakın bir süre ciddi hasara uğramadan yaşayabilir -bununla birlikte hasta çok soğuksa, özellikle de kalbin durmasından önce çok ama çok soğuksa bundan daha uzun süre sağ kalabilir. Kayıtlara geçmiş en uzun sağ kalma süresi, donmuş bir gölün buz gibi suları altında 40 dakika kaldıktan sonra kurtarılan küçük bir çocuğa aittir. Bazı klinik uzmanları, aşırı soğuğun, çocukların klinik ölümden bir saat sonrasına kadar beyin hasarına uğramadan sağ kalmalarını sağlayabileceği kanısındadır.
Ne var ki, beyin ciddi hasara uğradığında hayata dönme umudu yoktur; bu nedenle ölüme ilişkin çok yasal tanım beyin ölümüne odaklıdır -her ne kadar bazı dinsel topluluklar geleneksel tanımı tercih etse de. Doktorlar beyin ölümünü genellikle kan dolaşımı yokluğuna bağlı nöron yıkımı sonucunda bütün beyin faaliyetlerinin durması anlamında kullanılır. Asıl sorun bunun ne zaman gerçekleştiğini saptamaktır. Doktorlar günümüzde ölümü tek bir olaydan ziyade çeşitli vücut işlevlerinin tedricen durduğu bir süreç olarak kabul ettiği için tek bir ölüm anı yoktur.
Ancak, çoğu kez tam ölüm anını saptamak hayati önem taşır. Sözgelimi, ölen kişi bir organ bağışlayıcısı ise, bağışlanacak organların ölümden sonra olabildiğince erken vücuttan çıkarılması gerekir; çünkü dolaşımın durması ile birlikte çoğu organ hızla hasar görmeye başlar. Bu nedenle doktorlar beyin işlevi belirtilerinin yokluğunu belirlemek için bir fizik muayene uygular. Testler değişkenlik göstermekle birlikte, ağrıya karşı tepkisizliğini ve kafatası sinirlerinde, göz gibi duyu organlarından dosdoğru beyne giden sinirlerde reflekslerin yokluğunu esas alır. Sözgelimi, gözbebeğinin ışık yoğunluğundaki değişimlere tepki verip vermediğine ya da hastanın gözkapaklarına dokunulduğunda gözlerini kırpıp kırpmadığına bakılır.
Böyle testler bir doktorun, ilgili hastanın öldüğüne emin olması için yeterlidir; ama ikinci bir doktor sonuçları teyit etmelidir. Bazen hastanın yasal bakımdan ölü ilan edilebilmesi için, 24 saat içinde çekilmiş iki EEG (elektroensefalografi) ile beyinde hiçbir elektrik aktivitesi belirtisinin bulunmadığının anlaşılması gerekir.
Fakat uyuşturucu ve içki sarhoşluğu, travmaya bağlı koma gibi birçok durumun beyin ölümünü andırması yüzünden komplikasyonlar çıkar. Dolayısıyla hiçbir beyin aktivitesi belirtisi göstermemekle birlikte üyapay yoldan sağlanmış olsa dahi- kan dolaşımını koruyan bir hastanın durumu ile ilgili hatırı sayılır miktarda karışıklık ve anlaşmazlık doğar. Beyin aktivitesinin esas itibariyle durmuş gibi göründüğü ancak kanın dolaştığı, hastanın soluduğu ve gözleri açık olmakla birlikte hiç tepki vermediği süreğen bitkisel hayat, özellikle sıkıntı yaratıcı ve kafa karıştırıcıdır. Birçok haberde, tekrar bilince kavuşma yönünde hiçbir belirti göstermeyen, ama yasal bakımdan ölü sayılmayan bitkisel hayat mağdurlarından yaşam desteğinin çekilmesini isteyen acılı aileler öne çıkarılır. Silahla vurularak böyle bir duruma düşen Gary Dockery, sekiz yıl süren bir bitkisel hayattan sonra 1996’da birdenbire uyandı ve normal bir şekilde konuşmaya başladı; ama bu iyileşme kısa sürdü. Tam 24 saat geçince tekrar suskunluğa gömüldü ve bir yıl dolmadan yaşamını yitirdi.
Böyle durumlar bir yana bırakılırsa, özellikle şiddet söz konusu olduğunda bir kişinin ölümünün kesinlikle açık olduğu bazı durumlar vardır. Medyada kaza ve şiddet kurbanlarının “anında” öldüğünden söz edilir. Oysa vücut sağlam kalmışsa, bu nadiren doğrudur. Sözgelimi, bazı uzmanlar boynu vurulan idam hükümlülerinde başın kopmasından sonra bilincin birkaç saniye açık kalabildiği kanısındadır. Anında ölüm ancak vücudun bir anda yol olmasıyla mümkündür. Aksi halde, tedrici bir süreç yaşanır -ister çok hızlı, ister çok daha yavaş olsun. Ancak, naaşınız yakıldığında yada gömülü cesediniz solucanlara yem olduğunda, en azından fiziksel bedeninizin öldüğüne gayet emin olabilirsiniz…
Kaynak:http://www.bilenyok.com/