Hayatı başa saran şey nedir ? Doğum mu ? Ölüm mü ?
Dökülen, sarı , parlak kırmızı, kavuniçi yaprakların; menfezleri, yolları renkli bir örtü ile kapladığı, birçok canlı türünün yaşamını ya gelecek nesillere aktardığı ya da sessiz uykuya daldığı ,sonbahar mevsiminin son hüzünlü ayı , Kasım ayı, ben Kasım çocuğuyum belki de içimde hüznü taşımam bundan ötürüdür, sevdiğim de Kasım’da gitti , doğum günümün ertesi…
Yas zor bir süreç, bazen duyguların aktarımı bunalımlı bir durumu veya ölüm düşüncesinden kurtulmanın bir yolu da olabilir, insanın yüreğindekileri kağıt üzerine bir şeyler karalamaya iten bir çocuğun bağırırken ,çağırırken açığa vurduğu eksikliğini duyduğu şeyden farklı değil…
Bir yıl önce duygularımı bu kadar açık yazacağım söylenseydi sadece gülerdim.
-Kim ben mi ?
– Ha ! Tabiî ki hayır!
Bugün bana sorarsanız duygular paylaşılmalı, saklanmamalı derim.
Paylaşılan herşey gibi, paylaşılan duygular düşünceler de insanlara yol gösteriyor, yardımcı oluyor, saklamanın alemi yok .
Bu nedenle duygularımı düşüncelerimi dillendiriyorum, diğerleri ne düşünür çok da umurumda değil, ölümün olduğu bir dünyada hiçbir şeyin çok da ciddi olmadığı kafama dank etmiş durumda .
Mezarlıkta mezarlar arasında dolaşıyorum, mezarlık duvarının dayalı olduğu caddede trafik, yaşam akıyor, yaşamın hemen arkasındaki duvardan içeri adımınızı attığınızda sanki caddedeki tüm sesler kesiliyor farklı bir tını çarpıyor kulağınıza; ağaçların, yaprakların çiçeklerin, toprağın, taşların üzerinde yazan motif ve adların birbirine karışan görüntü, ses ve kokuları karışarak duyularınıza hafifçe değiyor, taşların üzerine basmamaya çalışarak ilerliyorum, çiçeklerle bezenmiş mezarlar, yalnız mezarlar, genç mezarlar, bebe mezarları, taşların üzerini okuyorum her ziyaretimde yerde cansız rastladığım hayvanların en uzun ömürlüsü karga bile son nefesini nerede vereceğini bilmiş.
Kafam karışık, aslında daha eğlenceli bir şeyler yazmak isterdim ama yazmak böyle bir şey duygularla ilintili, hepimiz hissettiklerimiz kadar değil miyiz ?
Ölüm yaşarken bize hiç değmeyecek zannettiğimiz gerçek. Yaşarken itici gelen ve bilinç altımıza ittiğimiz, yaşantımızın dışında tutmaya çalıştığımız olgu, bu olgu , sevdiğimizi toprağa verdikten sonra o kadar farklı bir anlam kazanıyor ki gözümüz de .
Orada öylece yatan bedenlerin üzerindeki her yaşa ait üzerlerinde çeşitli semboller olan taşların üzerinde sevenlerin, sevdiklerini uğurladıkları yolculukta söylenen veda sözcükleri, aslında ne kadarını anlatabilir kişinin sevdiğini ve sevdiğine anlatmak istediklerini.
Taşların da bir dili varmış diyorum kendi kendime, taşların üzerindeki Allah’ ın ve onun birliğini temsil eden,Hz Muhammed’in sembolü kabul edilen gül ve yüce yaratıcıyı sembolize eden lale, hüzünlü karanfil motifleri gözüme çarparken, dökülen, kurumuş yaprakların ayağımın altında ezildiğini hissediyorum.
Mezar taşlarının sosyal tarihin en önemli yanına tanıklık ettiğini fark ediyorum, ustasının üzerine şekillerle motiflerle, desenlerle işlediği her şeklin bir anlamı, her motifin bir manası olduğunu, kandil motiflerinin ölünün yolunu aydınlatıcı veya mezarda yatan kişinin kabrini aydınlatıcı bir anlam ile yüklü olabileceğini düşünüyorum , ölüm ve faniliğin sembolü olan servi ağacının kendine has kokusu burnuma çarparken , yaz- kış yeşil kalan vahdeti, yani birliğin sembolü olan servi ağaçlarının rüzgarda sallanırken çıkardığı ‘ho’ sesleri arasında ilerlerken bütün bunlar geçiyor aklımdan.
Ve kendime soruyorum,
Hayatımızın filmi sondan mı başlar ?
Hayatı başa saran nedir ?
Ölüm mü doğum mu ?
Sevgiyle kalın