Mavi Kasaba’nın yazarı Gökhan Örtmen’le sıcacık bir söyleşi…
“Sen ve ben aslında biriz” demek için eline kalemi almış Örtmen. Bu zamanda, yanımızdakilerle bile kilometrelerce öteye düştüğümüz sanal hayatlarımızı, hakikate çevirebilmek için, Mavi Kasaba’ya davetliyiz her birimiz…
Yazarlığa ilk adımdan, Mavi Kasaba’nın doğuşuna ve ışık saçmasına kadar olan her şey bu söyleşide…
İlk kitabınız “Mavi Kasaba” ile edebiyat dünyasına merhaba dediniz. Öncesinde neler yapıyordunuz?
Merhaba…
İş yaşantım -mühendislik okumama rağmen- daha çok kurumsal şirketlerde satış, pazarlama ve operasyonel yöneticilik tecrübeleriyle geçti. Halen de bu şekilde devam ediyor. Çalıştığım sektörle çok ilintili değil aslında, yazmak… Çoğu iş arkadaşım bir kitabımın yayınlandığını bilmez. Bu, benim gizli dünyamda diyebiliriz.
Ne kadar süredir yazıyorsunuz? Yazmaya nasıl başladınız?
Çok uzun değil, yazmaya başlama hikâyem; ama çocukluğumdan beri iyi bir okurumdur. Hatta yaşından önce ciddi kitaplar okuyan, hayal dünyası çok geniş ve yaşıtlarında farklı bir çocuktum. Şimdi düşündüğümde ben aslında hep yazmışım, fakat kâğıda değil. Zihnimde ve hayallerimde o kadar çok öykü var ki, geçmişte kurguladığım… Uzun bir süre yetecek kadar tıklım tıkış, oldukları yerde sıralanmış yazılmayı bekliyorlar.
Ciddi anlamda yazma cesaretini veren sevgili dostum yazar Aret Vartanyan oldu. Tanıştığımızda ilk söylediği söz “Sen yazıyor musun abi?” idi. Cevabım “Hayır”dı tabii. Gözlerime derin derin baktı, “Sen yazmalısın ve yazacaksın,” dedi. Biraz da kehanete benzeyen bu sözler ilk başta çok beynimi kurcalamasa da, sonra bana hem rehber oldu hem de güç verdi.
Roman yazma fikri nasıl doğdu?
Roman yazma fikri üç seneyi kapsayan bir proje… Önce bir başlangıç yapıldı, sonra uzunca bir zaman durdu ve işsiz geçen bir dönemde yazımı hızlandı ve sonuçlandı.
Bu romanın “Sen ve ben aslında biriz,” mesajını vermek için kurgulandı. Çünkü o kadar çok kutuplaşma gözlemlemiştim ki yaşamda… İnsanlar birbirlerinden uzaklaşıyor, farklılıklar, uçurumlar yaratıyor, ardından nefret, hatta zarar verme eylemi baş gösteriyordu. Bunu nasıl yansıtabilirim kâğıda ve daha sonra bir barış hikâyesine nasıl dönüştürebilirim diye düşündüm.
Önce siyasi farklılıkları içeren toplumsal bir kurgu geldi aklıma, sonra vazgeçtim. Her şeyin başlangıcı olan aileden ve çocukluktan başlamalıydım hikâyeye. Bu şekilde ana fikir doğdu ve yazıma başlandı.
“Mavi Kasaba”da birbiriyle zıt hayatlar yaşayan ikiz kardeşlerin yıllar sonra birleşen yollarını anlatıyorsunuz. Yakup, ikizi Yusuf’un yerine geçerek onun hayatını yaşamaya başlıyor. Yakup’u daha yakından tanıyabilir miyiz?
Yakup ismi, İbranice ‘yerine geçen’ anlamına gelir. Bu ismin anlamından yola çıkarak ilk hayal ettiğim karakter Yakup oldu. Yakup yalnız bir karakter… Mutsuz… Kendi yarattığı, kabul gördüğüne inandığı izole bir dünyada yaşıyor. Teslim olmuş, savaşacak ve mücadele edecek gücü yok. Bir türlü saramadığı yaraları var. Ailesinin ve toplumun onu dışlamış olmasından dolayı öfkeli… Cinsel tercihi yüzünden azınlık olmuş.
Fakat azınlık olarak yaşayanların düştüğü hataya o da sürüklenmiş. Yaşamındaki her olumsuzlukta ya da yaptığı hatalarda bunun arkasına sığınıyor. Diğer insanların hayatının mükemmel olduğu ve onlar için her şeyin basit ve kolayca hallolur olduğu noktasında tıkanıp kalıyor. Bu yüzden Yusuf’un yaşamını deneyimlemesini istedim Yakup’un. Aslında her yaşamın zorluklarla dolu olduğunu ve hayata sadece bir pencereden bakmanın ve kendine acımanın işleri içinden çıkılmaz hale getirdiğini görmesiydi amacım…
Ege’de yaşamaktan çok mutluyum
Yakup, tercih ettiği hayat ile ailesi tarafından dışlanmış, sıradışı bir karakter… Bu karakteri oluştururken, o hayata girmek ve duygularını doğru yansıtmaya çalışırken zorlandığınız oldu mu?
Zorlandım tabii… Öncelikle çok araştırdım, dinledim, gözlemledim. Yazarken Yakup kanalına girdiğimde çok acı çekerek yazdım. Kolay değildi.
“Mavi Kasaba” ile okurlarınızı Ege’nin bir sahil kasabasına götürüyorsunuz. Ege, sizin gönlünüzde nasıl bir yere sahip?
Mavi Kasaba, Ege’deki birçok yerin toplamı… Hayali bir yer, fakat bir o kadar gerçek…
Atalarım mübadele ile Ege adalarından gelmişler, bu yüzden birebir dinlediğim çok hikâye var. Romanımı yazarken bunların dışında, çok değerli arkeolog arkadaşlarımla da çalıştım. Kurgunun gerçeğe çok yakın olması için her türlü detayın titizlikle üzerinden geçtik. Ege, benim için vazgeçilmez… Önce bu bölgede doğarak bana sunulmuş, sonra da kendi özgür irademle seçilmiş bir yer… Burada yaşamaktan çok mutluyum. Okurlarım da Mavi Kasaba’yı, sinema filmi seyredermişçesine gözlerinde canlandırsın ve yaşasın istedim. Umarım bunu başarmışımdır.
Mavi Kasaba” bir ilk roman… Kendinize Türk edebiyat dünyası içinde nasıl bir yer açmak istiyorsunuz?
Kendime özgü bir üslupta, özgür şekilde yazmaya devam etmek istiyorum. Takdir görüp yayınlanırsa okurları ile en doğru şekilde buluşacağına eminim.
“Mavi Kasaba”nın ardından devamı gelecek mi? Yeni roman çalışmalarınız var mı?
Aslında var, 1940’lı yıllarda İstanbul’da geçen bir roman projesi… Paris’te yaşayan ve bana danışmanlık yapan çok değerli ve sanatsever bir dostumla başlangıcını yaptık.
Fakat ondan önce sanırım şiirlerimin derlenmesi ve Mavi Kasaba ile ilgili ikinci bir kitap projesi gündemde… Üç proje var, diyebilirim şu an.
“Çok iyi tepkiler aldım”
“Mavi Kasaba”ya okurlardan ne gibi yorumlar geliyor?
Çok iyi tepkiler aldım. “İlk kitap değil gibi,” diyenler çoğunlukta. Bu da beni mutlu ediyor tabii… Eleştiriler, genelde “çabuk bitti” ve “tadı damağımızda kaldı” şeklinde oluyor.
Aslında bu konuda hak veriyorum, çünkü Mavi Kasaba’daki karakterlerin hepsine yeterince derinlemesine inilmedi. İskelet kurgu buna çok uygun. Bu yüzden Mavi Kasaba’nın ikinci kitabında bu sefer Yusuf’un yaşama bakış açısından ele alınacak.
İlk kitapta Yakup ve Demet ön plandayken, bu sefer Yusuf, Esra ve Ali üçlüsü sahnede daha çok olacak.
Sizce bir romanın başarılı olması için olmazsa olmazı nedir? Çok sayıda okura ulaşması mı yoksa otoritelerce kabul görmesi mi?
Öncelikle yazarın tüm hücreleri ile etkilenmeden, taklit etmeden samimiyetle yazıp bitirmesi… Daha sonra eserine objektif olarak bakıp, “bu oldu, tamam” diyebilmesi bence… Başarı ilk burada başlıyor.
Kimsenin sırtını sıvazlamasını beklememeli, yazar. Bu özgüvenle ve altını çizerek söylüyorum, yansız şekilde eleştirel bakabilecek güce sahipse, eminim hem okur hem de otoriteler takdir edecektir.
Kaynak: http://www.kitapbiti.com/
Röportaj: Özlem Aytekin