Atatürk’ün Anlatımıyla:
Mebuslar Meclisi’nin İstanbul’da toplanmasını önleyemeyince, İstanbul’da toplanacak Meclis’te, “ÜLKENİN BÜTÜNLÜĞÜNÜ, DEVLETİN VE ULUSUN BAĞIMSIZLIĞINI GÜVEN ALTINA ALMA AMACIMIZI KORUMAK VE SAVUNMAK İÇİN, BİRLEŞİK VE KESİN KARARLI BİR GRUP OLUŞTURMAYI” tek çare olarak düşündük. Bunu sağlanması için, bildiğiniz gibi, 18 Kasım 1919 günü genelgede, milletvekillerinin belli yerlerde grup grup toplanıp, görüşecekleri önemli noktalardan biri olarak bu konuyu ele almıştık.
Yine o zaman düşündük ki, bu ulusal grubun oluşturulmasını sağlamak için her sancaktan birer milletvekilini Eskişehir’e çağıralım. Eskişehir üzerinden trenle İstanbul’a gidecek olanları da, çağıracağımız milletvekilleriyle birleştirelim. Bu arada vekillerin İstanbul’daki güvenliğiyle ilgili önlemleri de söz konusu etmek istiyorduk. Fakat bundan sonra açıklayacağım nedenle toplantıyı Ankara’da yapmayı yeğledik. Daha bir ay kadar Sivas’ta kaldıktan sonra artık Ankara’ya doğru yola çıktık.
Üstü açık arabalarımızla 1919 yılı Aralık ayının 27.günü Dikmen sırtlarında Ankara’yı kuşbakışı gören ve en yüksek tepede durduk. Soğuktan yüzlerimiz morarmıştı. Ali Fuat Paşa ile Akara Vali Vekili Yahya Galip Bey, bizleri açık bir otomobil içinde burada bekliyorlardı. Arabadan indim onlarla kucaklaştım. Bizi karşılamaya gelenler, kara bir şerit gibi karlı ve boş toprak ortasında önümüzden başlayıp dolanarak Ankara’nın içine doğru uzanıyordu. Görünüşe göre karşılayıcıların sayısı kırk bine yaklaşıyordu. Dost bir şehrin bu büyük görünüşü yüreğimi ısıtmıştı.
Ali Fuat Paşa:
—“ANKARA’YI NASIL BULDUNUZ, PAŞAM?” diye sordu.
-…”GERÇEKTEN FEVKALADE, TEBRİK EDERİM. ANKARA, GERÇEKTEN ULUSAL MERKEZ HALİNE GELMİŞ.” dedim.
Sonra karlar içinde esmer insan seli olarak Ankara’nın içine doğru akan kalabalığı göstererek:
-…”KARŞILAMAYA GELENLERİ BU SOĞUKTA BEKLETMEYELİM.” diyerek Ali Fuat Paşa ile Yahya Galip Bey’i getiren arabaya bindim. Otomobiller yokuş aşağı inmeye başladı. Müftü Rıfat Efendi, Müdafaayı Hukuk üyelerinin başında yer alıyor, Yarbay Mahmut ve Kurmay Başkanı Binbaşı Ömer Halis temiz ve parlak üniformalarıyla kalabalığı süslüyorlardı. Otomobilden inerek hepsinin ayrı ayrı ellerini sıktım, hal hatır sordum.
Ulusal Atlı Müfreze’nin önüne geldiğimizde hepsine:
-…”MERHABA ARKADAŞLAR!” diye bağırdım. Bütün seğmenler bir ağızdan:
—“MERHABA, VAROL!” haykırışı ile karşılık verdiler.
Yolumuzu sürdürürken karşılayanlar da arkamıza takılıyor ve rüzgar gibi arabaların arkasından koşuyorlardı. Kafile istasyona dönen yola girince hep birlikte arabalardan inerek halkın önünde yayan ilerlemeye başladık. İstasyonun önüne vardığımızda on binlerce kişinin orasını doldurduğunu gördük. İngiliz ve Fransızlar, durgun yüzleriyle orada sıralanıyor, kendilerine hiç hayır getiremeyeceğini sezdikleri bu büyük görünüşü biraz da şaşkınlıkla izliyorlardı. Yerden biter gibi biten bu silahlı insan kalabalığı, onların gözünde adamakıllı büyümüşe benziyordu.
Hep yayan olarak Hacıbayram Camii’ne dek gittik, oradan da Hükümet Konağı meydanına ulaştık. Burayı dolduran insan mahşeri arasından zorlukla geçerek içeri girebildik. Hükümet konağında birer kahve içerek dinlendik.
—“YORULDUNUZ MU PAŞAM?”
Gülerek bu soruyu soran Ali Fuat Paşa’ya:
-…”HAYIR, HİÇ YORULMADIM.” dedim, hatta yol yorgunluğunu da unuttum.
Hükümet konağında bir kahve içimi dinlendikten sonra, Ali Fuat Paşa’nın kılavuzluğunda şehrin kuzey batısında bir tepe üzerinde kurulmuş olan “ZİRAAT MEKTEBİ” ne gittik.
Burası uzun bir süre bağımsızlık savaşını yürüteceğimiz, karargâh olacaktı.
Ankara’ya varışımızı oradan 27 Aralık 1919 günü, şu açık bildirimle her yere duyurduk:
-…”SİVAS’TAN KAYSERİ YOLUYLA ANKARA’YA GİTMEK ÜZERE YOLA ÇIKAN TEMSİLCİLER KURULU, BÜTÜN YOL BOYUNCA VE ANKARA’DA, BÜYÜK ULUSUMUZUN ATEŞLİ VE İÇTEN YURT SEVERLİK GÖSTERİLERİ İÇİNDE BUGÜN ANKARA’YA GELDİ. ULUSUMUZUN GÖSTERDİĞİ BİRLİK VE KARARLILIK, YURDUMUZUN GELECEĞİNİ GÜVENCE ALTINA ALMA KONUSUNDAKİ İNANCI SARSILMAZ BİR ÖLÇÜDE GÜÇLENDİRECEK NİTELİKTEDİR. ŞİMDİLİK TEMSİLCİLER KURULU’NUN MERKEZİ ANKARA’DADIR.”
2 Ocak 1920 günü, Dernek’in Merkez Kurulları’na, Hacıbektaş’ta Çelebi Cemalettin Efendi’ye, Mutki’de Hacı Musa Bey’e ayrıca şöyle bir bildirim yaptık:
-…”YOLCULUĞUMUZ SIRASINDA GÖRÜP İNCELEDİKLERİMİZ, BİZLERE, GERÇEK KORUYUCU ULU TANRININ YARDIMI İLE GERÇEKLEŞEN ULUSAL BİRLİĞİMİZİN DAYANAĞI OLAN ULUSAL ÖRGÜT’ÜN KÖK SALMIŞ VE ULUSUN VE YURDUN GELECEĞİNİ KURTARMAK İÇİN GERÇEKTEN GÜVENİLİR BİR GÜÇ VE ERK DURUMUNA GELMİŞ OLDUĞUNU SEVİNÇLE GÖSTERDİ. DIŞ DURUM, BU ULUSAL İRADE VE BİRLİK YÜZÜNDEN ERZURUM VE SİVAS KONGRESİ İLKELERİNE GÖRE ULUSUN VE YURDUN ÇIKARINA ELVERİŞLİ BİR YOLA GİRMİŞTİR. KUTSAL BİRLİĞİMİZE, İRADE VE İNANCIMIZA GÜVENEREK HUKUKA UYGUN İSTEKLERİMİZİN ELDE EDİLECEĞİ GÜNE DEĞİN HİÇ YILMADAN ÇALIŞILMASI VE BU BİLDİRİMİMİZİN KÖYLERE VARINCAYA DEK BÜTÜN ULUSA DUYURULMASI RİCA OLUNUR.”
Temsilciler Kurulu merkezinin Ankara’ya taşınması düşüncesi oldukça eskiydi. Bu düşünce ilk ortaya atıldığı sıralarda Kazım Karabekir Paşa’dan gelmiş bir telgrafı olduğu gibi bildireceğim:
—–“TEMSİLCİLER KURULU’NA: KUVAYI MİLLİYE’Yİ TEMSİL EDEN YÜKSEK KURULUN DEĞİL ANKARA’YA HATTA SİVAS’IN BATISINA BİLE GEÇMEMESİ GÖRÜŞÜNDEYİM. ÇÜNKÜ DOĞU İLLERİNİN KUVAYI MİLLİYESİ DEMEK OLAN BU HEYETİN BÜTÜN BÜTÜN UZAKLAŞMASI, DOLAYSIYLA BU İLLERİN ÖRGÜTSÜZ KALMASINA YOL AÇACAKTIR. ŞİMDİYE KADAR PEK MEŞRU VE MANTIKLI OLARAK YÖNETİLMEKTE OLAN ULUSAL MÜCADELE’NİN ÖTEDEN BERİ HER ZAMAN HER GİRİŞİMİNİZİ KÖTÜ GÖRMEK VE GÖSTERMEK İSTEYEN DÜŞMANLARIMIZA KARŞI DA ESKİDEN OLDUĞU GİBİ BİR YERDEN YÖNETİLMESİ İÇİN, TEMSİLCİLER KURULU’NUN SİVAS’TAN BATIYA GEÇMEMESİ GÖRÜŞÜNDE BULUNDUĞUMU ARZ EDERİM.”
Böyle bir telgrafın asılsız olduğu yargısına varmak istedim. Fakat ne çare ki, şifre telgraf Erzurum’dan Sivas’taki 3. Kolordu’ya çekilmişti. Çözülen şifrenin altında “AÇILDI. FETHİ 4/5 EKİM” ilgiliye yazı ve imzası olduğu halde 3’üncü Kolordu’dan bize gönderilmişti.
Kazım Karabekir Paşa, davetimiz üzerine Sivas’a geldikten ve bizimle görüşmelerde bulunduktan sonra, kuşkusuz bu telgrafla daha önce bildirdiği düşünce ve görüşünün yerinde olmadığını anlamıştı. Ancak, bu düşünce ve görüşündeki isabetsizliği anlamak için, mutlaka yüz yüze gelip görüşmeye hiç de ihtiyaç olmayacağı açıkça belliydi. Bu düşünce ve görüşün dayandırılmış olduğu nedenlere şöylece bir göz atmak bile, onların yanlışlığını anlamaya yeter sanırım.
Bir kere Temsilciler Kurulu’nun yalnız Doğu illerinin milli gücünü oluşturmadığı veya temsil etmediği ve belki bütün ülkenin “ANADOLU VE RUMELİ’NİN” ulusal güçlerini temsil ettiği çoktan bilinmiş olması gerekirdi. Kaldı ki, bu nokta üzerinde, günlerce süren telgraf başı tartışmaları olmuştu. Bir de, Temsilciler Kurulu’nun Sivas’tan Ankara’ya taşınması, Doğu illerine örgütsüzlük doğuracak bir neden olamazdı. Temsilciler Kurulu’nun Doğu illerine Sivas’tan telgrafla verdiği emirleri ve talimatı, aynı şekilde Ankara’dan verebileceğine de kuşku yoktu.
Buna karşılık, Temsilciler Kurulu’nun Doğu illerinden çok Batı illerine ve İstanbul’a yakın bulunmasını gerektiren ve haklı gösteren mantıklı sebepler elbette çoktu. Önce, Batı ve Güney-Batı illerimizden doğrudan doğruya düşman eline geçmiş olanlar vardı. Bu illerimizi düşman karşısında sağlam savunma cepheleri kurmak ve onların kuvvetlendirilmesini sağlamak gerekirdi. Oysa Doğu illerimizde böyle acıklı bir durum yoktu. Kesin olarak yakın bir fiili tehlike de doğabileceğe benzemiyordu.
Uzak bir ihtimale göre, diyelim ki, Doğudan Ermenilerin doğrudan doğruya bir saldırıya geçecekleri varsayılsaydı bile, onun karşısında Kuvayı Milliye ile desteklenmesi kararlaştırılmış olan 15. Kolordu, kendilerinin komutası altında hazır bulunuyordu. Ne var ki, İzmir cephelerinde çeşitli komuta yöntemleri, değişik nitelikte kuvvetler ve türlü türlü olumsuz kaynaklardan gelen değişik yapıda türlü zararlı etiketler vardı. Adana’nın işgaline karşı daha cephe kurulmamıştı.
Bu bakımdan uyulacak yol ve yöntem şuydu ki, genel durumu yönetip yürütme sorumluluğunu üzerine alanlar en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye elden geldiği kadar yakın yerde bulunmamalıdırlar. Yeter ki, bu yakınlık genel durumu gözden kaybettirecek derecede olmasın! Ankara bu koşulları kendinde toplayan bir noktaydı. Her koşulda cephelerle ilgileneceğiz diye Balıkesir’e, Nazilli’ye veya Afyonkarahisar’a gitmiyorduk. Fakat cephelere ve İstanbul’a demiryolu ile bağlı bulunan ve genel durumu yönetme bakımından Sivas’tan hiçbir farkı olmayan Ankara’ya gelecektik.
Mebuslar Meclisi’nin İstanbul’da toplanması zorunlu görüldükten sonra ise, Ankara’ya gelmenin ne kadar yerinde ve yararlı sayılması gerektiğini açıklamayı gereksiz bulurum.
EKSİKLİKLER BENİM, FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR.