Oyuncu mu seyirci mi?
Hayatın içindeki seyirci olma duygusunu bilir misiniz ?
Aslında hepimiz çocukken oyuncu olmak için yetiştiriliriz. Ailelerimiz bizi bale, folklor, tiyatro, piyano, resim, gitar derslerine taşır da durur sonra yaş bir anda kemale erer.
VE…
Toplum bize kocaman bir sus işareti yapar ve oynama der; sakın oynama ve susarız.
Oyuncu olmayı keseriz, sadece bize dayatılan hayatı yaşayan kuklalar olur çıkarız .
Kendimize ait sinema salonlarımızda bize dayatılan hayatı seyretmeye başlarız ses çıkarmadan sus pus …
İşte ben de kendimi böyle hissediyorum kendi memleketimde yaşadığı kaos ve sosyal dengesizlikler karşısında.
13 ocak 2015 günü şehri gerilerde bırakırken gözümün önüne gelen manzara; şehrin arkasındaki sefalet, sokaklarda dilenen ve arabaların önüne atlayan bebek denebilecek yaşta çocuklar, gittikçe artan dilenciler, cinnet boyutunda cinayetler, sokaklarda asla birbirlerine hoşgörü ile bakmayan, günaydın demeye dahi imtina eden insanlar, trafikte birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır şoförler, suratı asık, çoğu koyu renklere burunmuş, iş yükü ve gelecek kaygısı ile sırtı eğilmiş insanlar, bir tarafta da Valikonağı’nda ve Abdi İpekçi’de, Cihangir gibi semtlerde ayaklarında stilettolar, ellerinde kahve bardakları ile moda mecmualarından fırlamış bir nesil, tıngır mıngır yürüyen kadınlar ve yanlarındaki yakışıklılar! Nasıl bir ironi …
Okunan kitaplara bakıyorum memleketimde, genelde sanal başarılar vaat eden kitaplar önde gidiyor, çakma dervişler her yerde insanlara dolara endeksli başarı öyküleri ve masalları anlatarak iyi uykular deyip, ceplerini dolduruyorlar.
İşte bu noktada çıkıntılık yapmadan edemiyorum …
Bu manzarada ben hangi bölüme aitim ve neredeyim, ne doğru ne yanlış?
İyice kafam karışıyor, ağız tadı ile bir şeyler yazamıyorum, ağız tadı ile yaşayamıyorum, doların 2,600′ lere dayandığı faturasının halka ödettirileceği bir ülkenin çocuğu olarak …
Aslında daha güzel şeyler yazmak ister insan, örneğin; güzel bir aşk hikayesi veya Harry Porter gibi bir şeyler… Hatta yaşadığı çağın kendine ait ülkesinin insanına dair gerçek güzel öyküler, senaryolar.
Ama ne yazık ki bellek yaşadıkları ve düşündükleri kadarmış, bu yaşıma kadar içinde olduğum hücrelerime yapışmış senaryolar bunlar ne yazık ki, istesem de gerçeğimden uzaklaşamıyorum ve hayali bir şeyler kurgulamak bana çok etik gelmiyor memleketimde şu manzaralar var iken… Hayali aşklar, pozitif sanal başarılar yazmak bana çok kandırmaca geliyor…
Ve seyirci olmak canımı çok sıkıyor, sahneye fırlayasım geliyor bir yerlerden …
Sevgiyle kalın.
Hamiş :Toplumumuzda iyicene artan bu olayların sosyolojik boyutunu düşünüyorum, internete giriyorum ve bu olaylarla ilgili karşıma aşağıdaki sosyolojik yorum çıkıyor, bu yaşadıklarımız toplumumuzda anomik toplum özelliklerine uyuyor diye düşünüyorum .
Anomik toplum:
Bir toplumdaki mevcut kültürel değer ve sosyal amaçlar ile o toplumda yaşayan bireylerin söz konusu amaç, değer ve kurallara uygun olarak davranma ve yaşama istekleri arasında belirgin bir farklılaşmasının ortaya çıkması sonucu, toplumsal ilişkileri düzenleyen kural ve değerlerin aşınmasının doğurduğu karmaşa ve kuralsızlık durumuna anomi denir.