İZMİR’E DOĞRU:
Cephe artık yıkılmıştı ve Türkler, büyük devlet donanmalarına rağmen yollarına devam ediyorlardı. Türklerin girişinden iki gün önce, Yunan yüksek komiseri A. Sergiadis, kıyıda toplanmış, korku içindeki halkın iniltili ve lanetleri arasında İzmir‘den ayrılmıştı.
9 Eylül sabahı Türk kuvvetleri İzmir’e vardı. Bu felaket o kadar çok yazılmıştır ki, bizim burada bilinen şeyleri tekrarlamamız boşuna bir iş olur. Şehir yağma ile ateşe terk edildi ve bir süre sonra Nureddin Paşa’nın emrindeki Türk ordusu da gelince felaket tamamlanmış oldu. Yalnızca iki gün sonra, İzmir diye bir şey yoktu!
Felaketin ve suçsuz insanların kitle halinde öldürülüşü, büyük devlet temsilcilerinin gözleri önünde yaşanması, Avrupa ile Amerika’da uygar kişilerin öfkelenmesine yol açtı.
Ünlü Fransız tarihçisi Edvar Drio “KRAL KONSTANTİN” adlı eserinde, vatandaşlarının tutumu açık bir şekilde ve şiddetle eleştirerek İzmir’deki Fransız Konsolosu ile ilgili olarak karakteristik bir hikaye anlatır:
—“BU KONSOLOS, FELAKET GÜNLERİNDE FRANSIZ AMİRALLİĞİNİ ZİYARET ETMEK İSTER. AMİRALLİKTE BİR RESMİKABUL VARDI VE KENDİSİ GEÇ KALDIĞI İÇİN HİLEKÂR BİR TAVIRLA ÖZÜR DİLEYEREK YOLDA BOĞULMUŞ İNSAN CESETLERİNE ÇARPMASI YÜZÜNDEN İKİDE BİR SANDALINI DURDURMAK ZORUNDA KALDIĞINI ÖNE SÜRDÜĞÜNÜ VE BÖYLECE KENDİNİ HAKLI GÖSTERMEYE ÇALIŞTIĞINI ANLATIR.”
10 Eylül günü Mustafa Kemal zafer kazanmış başarılı bir komutan olarak İZMİR ‘e geldi. Şehirde hiçbir YUNAN Askeri yoktu. YUNAN Birlikleri beş gün süren bir hareketle ÇEŞME ‘yi boşaltmış ve Küçük Asya’dan tamamen ayrılmıştı.
Büyük devletler bu arada barış istediler ve 22 Ekim’de “MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI” imzalandı. Burada TÜRKİYE ’yi İSMET Paşa, YUNANİSTAN ’ı A. Mazariks ile Tümgeneral Ptolemeos Sariyannis, İNGİLTERE ’yi General Harrington, FRANSA ’yı General Charpi ve İTALYA ’yı General Mombelli temsil etmişti.
İSTANBUL hükümeti, artık tipik bir şekilde ve gerçekten saf dışı edilmiş bulunuyordu.
19 Ekim’de Kemalist Ankara Hükümetinin temsilcisi REFET Paşa, tantana ile İSTANBUL ’a girdi ve resmi makamları ele geçirdi. Bunu Büyük Millet Meclisi’nin kararı izledi.
Bu karara göre Saltanat kaldırılıyor ve ANKARA ’nın çıkardığı yasalar bütün yurtta yürürlüğe giriyordu.
Sultan Mehmed VAHDETTİN, hemen “ İNGİLİZ MALAYA” gemisine binerek MALTA ’ya kaçtı ve Prens MECİD, yalnız Müslümanların halifesi ilan edildi.
Anadolu’da barışı çok defa tehlikeye sokan uzun görüşmelerden sonra 30 Temmuz 1932’te ihtilal ile Mustafa Kemal politikasının zaferinin sembolü “LOZAN ANTLAŞMASI” imzalandı.
TÜRKLER EDİRNE’YE GELDİ VE YUNANLILARDAN KARAAĞAÇ İLE İMROZ VE BOZCAADA ADALARINI TESLİM ALDILAR.
29 Şubat 1924’te Osmanlı hanedanının son ferdi ve peygamberin gölgesi, daha çok bir cenaze törenini andıran ağıt, melânkolik ve resmi bir hava içinde son selamlığını yaptı.
Üç gün sonra Millet Meclisi’nin oylamasıyla Hilafet kaldırıldı ve halife sürgün edildi. Halife sürgüne gittiği FRANSA ’dan bütün müslüman dünyasına, peygamber dininin kendi şahsında uğradığı aşağılamadan duyduğu üzüntüyü belirten bir bildiri yayınladı. Bir zamanlar, Asya’nın derinliklerinden tantanalı ve korkutucu bir tavırla dünyayı kaplamak üzere harekete geçen ve şimdi beraberinde on asırlık bir tarihi de götürerek can veren halifeliğin ölümü karşısında hiçbir sızlanma duyulmadı ve halifeye kimse karşılık vermedi.
KAYNAK: Thomas Ath. Vaidis “BİR YUNANLI GAZETECİ GÖZÜ İLE ATATÜRK” S:135/137
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR.
BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.