ATATÜRK, yorulmak bilmez bir çaba ile kendini Dil ve Tarih konularına vermiştir. Görselimiz, “ATATÜRK KÜLTÜR VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ” tarafından yayınlanan “ATATÜRK” adlı eserin “ATATÜRK ALBÜMÜNDEN RESİMLER” bölümünde RES.67 olarak kaydedilmiştir.
Dip not şöyledir: “II. Türk Kurultay’ı sırasında Türk Tarih Kurumunun yabancı bilginler onuruna verdiği çayda, Dolmabahçe Sarayının Balkonunda ATATÜRK bilginlerle bu konuyu tartışırken 22 Eylül 1932’de çekilmiştir. ( Soldan Sağa: Avusturyalı Bilgin KIVERİÇ, Sultan Ahmet kazısını yapan Prof. BAXTER, Milli Eğitim Bakanı Saffet ARIKAN, ATATÜRK, Prof. Muzaffer GÖKER, Prof. Afet İNAN, Halil Ethem ELDEM, Rus Bilgini Prof. SAMOİLOVİÇ, Prof. GİESE (arkası dönük)”
Her ne kadar bu görselin içerisinde kendilerine rastlayamasak ta, uyumaya bile vakit bulamadan ve bugün katıldığı Türk Kurultayı ile ilgili olarak Sayın A. DİLAÇAR, ATATÜRK ve TÜRK Dili’nin 50 ve 51. Sayfasında aşağıdaki anısıyla ATATÜRK ‘ün tarih tezi hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Bu anıya geçmeden önce, dilerseniz Türk dili üzerine uzmanlaşmış dilbilimcimiz A. DİAÇAR hakkında kısa bir bilgi edinelim.
Sayın Agop DİLAÇAR (MARTAYAN), Türk Dil Kurumunun ilk genel sekreteridir. Türkçe ile ilgili yaptığı çalışmalarından ötürü Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından kendilerine “DİLAÇAR” soyadı verilmiştir. Ermenice ve Türkçenin yanında İngilizce, Yunanca, İspanyolca, Latince, Almanca, Rusça ve Bulgarca bilmekteydi. 1915 yılında Robert Kolejinden mezun olan DİLAÇAR, I.Dünya Savaşında Kafkasya Cephesinde yedek subay olarak görev almıştır.1919’dan itibaren Robert Kolejinde İngilizce öğretmeni olarak çalışmaya başlamıştır. DİLAÇAR, aynı zamanda Mustafa Kemal’e “ATATÜRK” soyadının verilmesini T.B.M.M ‘ye teklif eden kişidir.
Savaştan sonra, Beyrut’ta bir Ermeni okulunun müdürlüğünü yapmaya başladı ve Beyrut’ta Ermenice yayımlanan ilk gazete olan Luys (Ermeni լույս Işık)’un genel yayın yönetmenliğini üstlendi.
Eşi Meline ile birlikte gittiği Sofya’da Eski Türkçe ve Eski Uygur Türkçesi dersleri verdi ve ilk kitabını yayınladı.
22 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda, Mustafa Kemal Atatürk’ün başkanlığında gerçekleştirilen I. Türk Dil Konferansı’na İstepan GURDİKYAN ve Kevork SİMKEŞYAN ile birlikte dil uzmanı olarak davet edildi. Daha sonra çalışma ve araştırmalarını yeni kurulan Türk Dil Kurumunun baş uzmanı ve ilk genel sekreteri olarak sürdüren Agop MARTAYAN, 1934’teki “SOYADI KANUNU” dolayısıyla, ATATÜRK ‘ün kendisine Türkçenin gelişimine katkılarından dolayı önerdiği “DİLAÇAR” soyadını kabul etti.
Türk Tarihi Tezi ve Güneş Dil Teorisi çalışmalarıyla Türk Ulusunun ve Türkçenin kökenlerinin bulunması konusunda önemli bilgileri ortaya çıkardı. 1936-1951 yılları arasında Ankara Üniversitesi’nde Dil-Tarih ve Türkoloji dersleri verdi ve Türkçe üzerinde önemli çalışmalar yaptı.
Latin Harfleri ile yeni Türk Alfabesinin oluşturulmasına yönelik çalışmalarına katılan DİLAÇAR, 1942-1960 yılları arasında Türk Ansiklopedisi’nin hazırlanması çalışmalarında da başdanışmanlık yapmıştır.
Türk Dil Kurumundaki görevini ve dil çalışmalarını 12 Eylül 1979’daki ölümüne kadar sürdüren DİLAÇAR ‘ın ölüm haberi TRT tarafından Adil Açar olarak yanlış duyurulmuş, sonrasında ise Agop adı söylenmeyerek A. DİLAÇAR şeklinde aktarılmıştır.
Niyazi Ahmet BANOĞLU ‘nun “ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’DAKİ GÜNLERİ” adlı eserinin 633 ve 634. Sayfalarında A.DİLAÇAR ‘ın Bir anısı adlı başlığıyla yayınladığı bu anıyı sizlere naklen aktarıyorum:
1937 Eylül’ünde İkinci Tarih Kurultayı toplandı. Birçok yabancı bilginin de katıldığı bu kurultayda okunan tezlerden pek çoğu tarih tezimizi ele almış ve onun çevresinde dolaşmıştır.
Kurultaya katılan İsveçli arkeolog T. J. Arne, yurduna döndükten sonra Svenska Daghladst gazetesinde “ATATÜRK’ÜN DİL VE TARİH TEORİSİ” başlıklı bir yazı yayınlayarak ATATÜRK ’ün görüşlerini çürütmeye çalıştı.
Bu yazı Türkçe’ye çevrilerek ATATÜRK ‘e sunuldu. Ertesi akşam ATATÜRK yazıyı okumuştu. Biz de öyle. Biraz görüştükten sonra:
-…”YANİ DEMEK İSTİYOR Kİ,” dedi ATATÜRK. “ORTA ASYA BOMBOŞTUR.”
Yumruğunu masaya indirdikten sonra ATATÜRK şöyle devam etti:
-…”FAKAT EMİN OLUNUZ Kİ ARKADAŞLAR, GÜNÜN BİRİNDE BUNUN TAM TERSİNE ORTAYA ÇIKARAN KANITI YİNE BİZE ONLAR (YANİ AVRUPALILAR) VERECEKTİR.”
İsveçli Profesörün yazısında ATATÜRK ‘ün hoşuna giden şu cümle de vardı:
“Türkmen bozkırlarında milattan önce 1500 yıllarına doğru uygarlığın aşırı derecede gerilediği saptanabilmiştir. Nedeni bilinmeyen bu gerileme, yukarıda anılan Türk gücünden meydana gelmiştir.”
Bu cümleyi okuduktan sonra ATATÜRK şöyle dedi:
-…”İŞTE İLK İTİRAAF BURADA. BU BOZKIRLARDA UYGAR TÜRKLER OTURUYORDU. ONLAR GÖÇE ÇIKINCA TABİİ GERİLER.”
Ertesi yıl ATATÜRK ‘ü kaybettik, az sonra savaş başladı, yabancı dergilerin çoğu piyasadan çekildi. Fakat 23 Aralık 1940’ta elime geçen bir antropoloji dergisinde şu haberi okudum:
—“1939 yılının Temmuz ayında, genç Rus Arkeologlarından Dr. Aleksey F. Odlandnıkov ve eşi, Orta Asya’nın tam göbeğinde, Taşkent yakınında bulunan “TEŞİK-TAŞ” adlı mağaradan, “HOMO NEANDERTHALENSİST” denilen tarih öncesi bir insan ırkından olan 8 yaşındaki bir erkek çocuğunun kafatasını ortaya çıkarmışlar. O sırada Rusya’da çalışmakta olan tanınmış Amerikalı antropolog Hrdlicka, bu kafatasını ve mağarayı inceledikten sonra, bu buluşun antropoloji ve Orta Asya’nın tarih öncesi bakımından son derece önemli olduğunu söylemiştir. Kafatası Yontma Taş Çağı’nın Muster tabakasına ait olduğu için 150.000 yıllık bir eskiliği vardı.
Bu haberi okurken ATATÜRK ‘ün masa başındaki sevimli yüzü, indirdiği yumruk ve:
-…” GÜNÜN BİRİNDE BUNUN TAM AKSİNİ ORTAYA ÇIKARAN DELİLİ BİZE YİNE ONLAR VERECEKTİR.” Şeklindeki kehaneti bütün parlaklığı ile gözümde belirdi. Artık Orta Asya’nın alt tabakası “BOMBOŞ” sayılmayacaktı.
ATATÜRK, ÖLÜMÜNDEN SONRA DA BİR ZAFER KAZANMIŞTI…
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.