Gılgamış Aslında Nereye Gitti?
Gılgamış Destanı, Gılgamış adlı Uruklu bir kralın ölümsüzlük arayışını ve bu uğurda yaşadıklarını anlatan bir destandır. Ana teması Gılgamış’ın, annesinin bir tanrıça(Enlil kızı Ninsun), babasının ise bir ölümlü(Kral Banda) olması nedeniyle, ölümsüz hayatı istemesi, normal insanlar gibi ölmeyi reddetmesidir. Bu uğurda bilinmeyen yerlere yolculuklar yapmış, bu yolculuklarda birçok macera yaşamış ve sonunda Uruk’a geri döndüğünde tüm yaşadıklarını saray kâtiplerine yazdırmıştır.
“Tüm ülke bilsin diye, Tünel’i görmüş olanın, denizleri bilenin tüm hikâyesini anlatayım.”
İşte Gılgamış Destanı bu açılış dizeleriyle kaydedilmiştir. Sonraki nesiller tarafından bu destan okunmuş, çevrilmiş, yeniden yazılmış, resimlenmiş ve tekrar okunarak “Üçte ikisi ilahi olsa bile hiçbir insanın kaderini değiştiremeyeceğini herkes bilsin.” mesajıyla günümüze kadar ulaşmıştır.
Kadim dünyanın en ünlü destanlarından biri haline gelen ve günümüzde esasen 12 tablet üstüne yazılmış Akkadca nüshası sayesinde bilebildiğimiz Gılgamış’ın maceralarla dolu bu ölümsüzlük arayışı halen daha üniversitelerin kürsülerine ders olarak okutulmaktadır.
Gılgamış Destanı her ne kadar mitolojik bir öykü şeklinde sunulsa da aslında bu destanın içeriği “sahiciliği” güçlendiren ve bu kadim ölümsüzlük arayışının hedeflerini teşhis eden coğrafi işaretlerle doludur.
Sümer Kral Listelerine göre Uruk Krallarından birisi de Gılgamış’tır. Gılgamış’ın adı diğer krallardan ayrı bir şekilde “Dingir” ön ekiyle yazılmıştır. Bunun nedeni onun ilahi bir yanı olduğunun özellikle belirtilmesidir.
Tarihçiler Gılgamış’ın gerçekte yaşadığını ve Uruk krallarından biri olduğunu kabul etmişlerdir. Peki, Gılgamış kendi kâtiplerine yazdırdığı yolculuklarını ve yaşadıklarını acaba uydurmuş muydu?
Gılgamış Destanının açılış dizesine şöyle belirtilir:
Dünyanın ucuna dek her şeyi görmüştü,
Her şeyi yaşadı, tam bilgelik edindi.
Gizli şeyleri görmüştü, gizemleri açığa çıkardı.
Tufan’dan önceki bir zamanın haberlerini getirdi.
Gılgamış kimdi?
Annesi nasıl bir tanrıçaydı?
Gılgamış’ın gittiği yerler nerelerdi?
Neler yaşadı?
Hangi gizli şeyleri ve gizemleri gördü? Hangilerini açığa çıkardı?
Şimdi şöyle bir inceleme yapalım:
Öncelikle anunnakilerin yaşam döngülerinin bizden çok daha uzun zaman dilimlerini kapsadığını, bu sayede bizlerden çok daha uzun yaşadıklarını, bu özellikleri ile de onları tanrılaştırdığımızı hatırlatarak başlayayım.
Anunnaki tarihçesinin detayları için tıklayabilirsiniz
Yine anunnakiler ve gezegenleri Nibiru hakkında detaylı bilgi almak isteyenler aşağıdaki videoyu izleyebilirler:
Gılgamış metninde ismi geçen anunnakilerden birisi olan Gılgamış’ın annesi Ninsun’dan başlayalım. Kadim tabletler anunnakilerin lideri olan Enlil’in Ninsun adında bir kızının olduğunu doğrulamaktadır. Bir başka tabletten Ninsun’un çok öncelerde Enki ile bir aşk yaşadığını ve bu aşktan Dumuzi’nin doğduğunu öğrenmekteyiz. Ninsun’un amcası Enki’ye olan aşkı nedeniyle hiç evlenmediğini ancak bazı aşk maceraları yaşadığını yine tabletlerden öğrenmekteyiz. İşte böyle bir aşk macerasını Lugalbanda ile yaşamış ve bu aşktan Gılgamış doğmuştur.
Gılgamış bunu bilerek annesinden aldığı 2/3 anunnaki geni ile ölümsüzlük hakkı iddiasında bulunmuştur. Aslen Gılgamış’ın demek istediği şudur: Ben de bir anunnakiyim. Normal bir insana göre 2/3 oranında anunnaki geni taşıyorum. (Bu iddia sonraki bin yıllarda bir çok kral tarafından dillendirilecektir. Makedonyalı İskender bile kendinde tanrı geni var diyerek ölümsüzlük arayışına çıkacaktır.)
Tabi ki Gılgamış gençken kafasını böyle şeylerle yormuyordu. İyicil, vicdan sahibi bir kraldı ancak yaşı ilerledikçe aklını hayat ve ölüm meselelerine takmıştı. Manevi babası Utu/Samaş’a yalvarıp şöyle der:
Şehrimde ölür insan yüreğim daralır.
İnsan yok olur, yüreğim ağırlaşır…
En uzun boylu insan bile göklere erişemez.
En geniş insan bile toprağı örtemez.
Duvarın arkasında bakıp ölenleri gördüm.
Bende mi duvarın ötesinden bakacağım?
Kaderim böyle mi olacak?
Arkeologlar bunu bir dua olarak görme eğilimindedir ancak bizler tanrıların birer anunnaki olduğunu düşündüğümüz için bize göre Utu/Samaş ile gerçekten sohbet etmiştir. Zaten destanı okudukça bunun karşılıklı bir diyalog olduğu görülmektedir çünkü Utu/Samaş Gılgamış’a cevap vermektedir:
Ey Gılgamış!
Tanrılar insanoğlunu yarattığında,
Ölümü insanoğluna verdiler,
Yaşamı kendilerine sakladılar.
Karnını doyur Gılgamış,
Gündüz ve gece eğlen,
Mutlu ol,
Her bir gün mutluluk düğünü yap,
Gündüz ve gece,
Dans et ve çal!
Adem ve Havva’ya bilmenin bahşedilmesi ve doğurganlıkla sonuçlanması, bunun dışında yaşam ağacından uzak tutularak uzun yaşam verilmemesi iyi bilinen bir hikayedir. Tabi ki biz bunun çok daha detaylı yapılan laboratuvar işlemlerinin basit ve öyküsel bir anlatımı olduğunu önermekteyiz. (Merak edenler için Kozmik Şifre: Zecharia Sitchin)
İşte bu noktada Gılgamış’a söylenen şudur: Sen ve diğer tüm insanlar vaktiniz gelince öleceksiniz. Asla bizim gibi uzun yaşayamayacaksınız. Gılgamış Metninde bu tanrılarla insanlar arasındaki diyalog ya da monologlara sıkça rastlamaktayız. (Ninsun-Samaş, Ninsun-İnanna, İnanna-Samaş, Gılgamış-İnanna vs.)
Uzun yaşayabilen insanlar ise özel izinle yaşayabilmekteler. Biz bunu nereden biliyoruz? Kadim tabletlerden. Hanok, El Yasa gibi kişiler özel izinle yaşamı uzamış kişilerden bazılarıdır. Gılgamış Metninde de bu izinlerden birisini almış olan Utnapiştim yani Nuh bulunmaktadır. Gılgamış bu uzun yaşam iznini nasıl aldığını öğrenmek için Nuh’u bulma yollarına düşecek ve sonunda da onunla konuşacaktır…
Gılgamış Destanının dördüncü tableti Sedir Dağlarına yapılan yolculukla başlamaktadır:
Ey Samaş!
Diyara gitmektir dileğim, destekçim ol!
Serin sedir ağaçlarının dizildiği diyara girmek isterim, yanımda ol!
Şemlerin dikildiği yerde, Şemimi dikmeme izin ver!
Gılgamış kendisine eşlik eden yapay zekâ ürünü ve süper bir organik robot olan Enkidu ile birlikte ölümsüzlük yollarına düşmüştür. Olabildiğince hızlı yol alan yoldaşlar:
Katıklarını yirminci ligde yediler,
Otuzuncu ligde gece için konakladılar.
Bu mesafe yeni aydan dolunaya ve artı üç güne dek zaman aldı.
Sonunda Sedir Dağlarına geldiler.
Bu bilgiden toplam elli lig yol almış olduklarını ve bu yolculuğun on yedi gün sürmüş olduğunu öğreniyoruz. Tüm Kadim Yakın Doğu’da eşsiz sedir ağaçlarıyla ünlü olan tek bir yer vardır: Lübnan.
Lübnan bayrağında bugün bile sedir ağacı simgesi bulunmaktadır. Uruk’tan on yedi günlük bir yolculukla iki yoldaşın vardıkları yer Lübnan’dır.
Peki, Lübnan’daki sedir ağaçlarının olduğu yerde ne vardı? Gılgamış neden buraya gelmişti?
Arkeologlar üzerine pek düşünmese de bizler için cevap çok açıktır: Baalbek…
Baalbek’in uzay gemileri için bir iniş yeri olduğunu kabul ettiğimizde Gılgamış’ın dördüncü tablette yaşadığı olaylar birer gerçekliğe dönüşür. Gılgamış Baalbek’teki iniş platformunun yanına kadar gelmiş ve orada uzay araçlarının iniş ve kalkışlarına şahit olmuştur:
Gördüğüm vizyon tamamen ürkütücüydü!
Gökler çığlık attı, toprak gümledi.
Gün ışığı söndü, karanlık geldi.
Yıldırımlar çaktı, bir alev parlayıp çıktı.
Bulutlar kabardı, ölüm yağdı!
Derken patlama azaldı, alev söndü.
Tüm düşenler küle döndü.
Burada bir ŞEM’in yani bir uzay aracının kalkışına şahit olduğunu düşünmekteyiz.(ŞEM genelde ad olarak çevrilmiştir lakin alakasız bir çeviri olduğunu birazdan göreceğiz.) Baalbek bize göre iniş yeriydi. Bunun başka bir anlatımına Zebur’un Mezmurlar Kitabının 29. Bölümünde rastlamaktayız:
RAB’bin sesi sedir ağaçlarını kırar,
Lübnan sedirlerini parçalar.
Lübnan’ı buzağı gibi,
Siryon Dağı’nı yabanıl öküz yavrusu gibi sıçratır.
RAB’bin sesi şimşek gibi çakar,
RAB’bin sesi çölü titretir…
RAB’bin sesini “uzay aracı” olarak düşündüğümüzde aynı amaca yani Baalbek’in bir iniş yeri olarak görülmesine hizmet ettiğini görmekteyiz. Baalbek’in Güneş Tanrısı Utu/Samaş tarafından yönetildiğini söylediğimizde aslında Gılgamış’ın Utu/Samaş ile görüşmeye gittiği ve ondan göklere erişecek bir ŞEM yani uzay aracı almak istediğini, bu sayede Nibiru’ya gidip uzun yaşam elde edeceğini düşündüğünü görmekteyiz. Nereden mi anlıyoruz? Gılgamış Metnindeki Ninsun-Samaş konuşmalarından.
Ancak Gılgamış Baalbek’in koruma duvarlarını geçememiştir. Burada bir koruma görevlisi Huwawa ile karşılaşmışlardır. “Huwawa’nın çizimi günümüz robotlarına ne kadar çok benziyor” demeden geçmeyeceğim.
Sonrasında Enlil’in göksel boğası ile yüzleşmeleri detaylıca anlatılmaktadır. Gılgamış tüm bu yolculuk ve maceradan sonra özel izinle yaşamı uzatılan insanlardan biri olamamıştır. Buraya yapılan ziyarete tanrılar da eşlik etmişti. Hem İnanna hem de Samaş değişik zamanlarda hem iletişim kurmuşlar hem de müdahale etmişlerdi. Hatta İnanna bir ara Gılgamış’ı çok çekici bulmuş ve onunla birlikte olmak istemişti. Biz bunu Gılgamış’ın yukarıdan dikkatle takip edildiği şeklinde yorumlayabiliriz.
Gılgamış Baalbek’teki iniş yerinde aradığını bulamamıştı ama yenilmeye pek niyetli değildi. Bizim önerdiğimiz gibi o dönemde Baalbek’ten başka en az iki yerde daha uzay araçlarının iniş yeri vardı. Gılgamış’ın sonraki hedefi de bunlardan birisi olan Sina Yarımadasında olan uzay limanıydı. Çünkü Tufandan kurtulan Nuh yani Utnapiştim burada yaşıyordu. En azından ondan uzun yaşamın sırrını öğrenebilirdi. Şansı yaver giderse belki göklere erişebilecek bir ŞEM bile alabilirdi.
Gılgamış’ın ikinci yolculuğundaki en bariz coğrafi ayrıntı çölü geçtikten sonra eriştiği su kitlesidir. Burası “sığ bir deniz”, “geniş bir göle benzeyen” bir deniz olarak tarif edilmiştir. Buraya “Ölüm Suları” adı veriliyordu. Tüm bunlar hala Ölü Deniz olarak adlandırılan tek iç denizini tanımlayan özelliklerdir. Gılgamış burada “etrafı surlarla çevrili”, tapınağı ay tanrısına (SİN) adanmış olan bir şehir görmüştü. Dünya’nın en eski şehirlerinden biri olan Eriha bölgede hala mevcuttur. İbranca Yeriho, Jeriko olan bu isim Ay Tanrısının Şehri anlamındadır. Tevrat’ta da bu şehir ve surları detaylı şekilde anlatılmıştır. Burada bira kadını Siduri’den bilgiler almış ve tekrar yola düşmüştü.
Ölüm Denizini ilahi sandalcı Urşanabi ile geçen Gılgamış “Büyük Deniz’e doğru” giden yolu takip etmişti. Bu terim yine Tevrat’ta sıklıkla geçmekte ve Akdeniz’e gönderme yapmaktadır. Gılgamış Destanının Hitit versiyonunda bu yolun sonuna kadar gitmemektedir. Itla adlı kasaba da mola vermiştir. Itla arkeolojik keşiflere ve Mısır’dan Çıkış kitabına göre Kadeş-Barnea olarak bilinen şehirdir. Burası Sina Yarımadasındaki insanlara yasak Sina Uzay Limanının sınırında kurulmuş kadim bir kervan kasabasıdır. Burası sınır kasabası olduğu için daha ileri gitmek insanlara yasaklanmıştı. Urşanabi buradan ileriye gidebilmesi için Gılgamış’ın Ullu-Yah (Sin) adındaki tanrı tarafından kutsanması gerektiğini söylemişti. İtla’da kendisine denileni yapan Gılgamış’ın beklediği cevap olumsuz geldi. Ullu-Yah ona bir ŞEM verilemeyeceğini buyurdu. Samaş’a yalvaran Gılgamış başka bir seçenek istedi:
Ubar-Tutu’nun oğlu Utnapiştim’e giden yolu tutayım. İzin verin!
Uzun tartışmalardan sonra bu isteği kabul edildi. Burada büyük anunnakilerin tartışmasını hayal edebiliyoruz. Samaş ve İnanna’nın kardeş olduğunu ve babalarınında Sin olduğunu bildiğimizde burada yaşananlar daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Sina’daki Uzay Limanının güvenliğini sağlayan Sin’dir. Zaten Sina Dağı, Sina Yarımadası her dönem Sin adıyla anılmıştır. Gılgamış’ı en baştan beri takip eden Samaş ve İnanna büyük bir heyecanla TV izler gibi maceralarını izlemekte diğer anunnakilere canlı yayında olanları anlatmakta ve gerektiği zaman yukarıdan müdahale edebilmektedir. Burada anunnakilerin Gılgamış’ı nasıl da güzel aldattıklarını görebiliyoruz. Sina Uzay Limanına kadar gelen ancak Sin tarafından reddedilen Gılgamış için Nuh’a ulaşabileceği söylenmiştir. Kısaca buradan Nuh’un da bir şey bilmediğini çıkarabiliriz. Zaten metnin ilerleyen kısımlarında bunu görüyoruz. Samaş’ın bu nokta da babası Sin’e “izin ver de gitsin Nuh’un yanına zaten bir şey alamayacak” dediğini hayal edebiliriz.
Gılgamış’ın İtla’dan yani Kadeş Barnea’dan ayrıldıktan sonra 6 günlük bir yolculuk yaparak sonunda Maşu Dağına yani Sina Dağına vardığını görüyoruz:
Dağın adı Maşu’dur.
Maşu Dağına vardı;
Giden gelen Şem’leri her gün seyretti.
Yüksekte, Göksel Banda bağlıdır;
Aşağıda, Alt Dünya’ya bağlıdır.
Şimdi burada ŞEM’i “ad” olarak çeviren arkeologlara sormak lazım. Gılgamış her gün giden gelen adları nasıl seyrediyor? Bizim önerdiğimiz şekilde ŞEM bir uzay aracıdır. Gılgamış’ta bizlerin UFO’ları seyrettiği gibi o uzay araçlarını seyretmektedir. Peki o dağ korunmasız mıydı? Bunun cevabını Gılgamış, Sitchin tercümesiyle veriyor:
Muhafızlar korur kapısını,
Dehşetleri ürkütücü, bakışları ölüm
Korkulan spot ışıkları dağları süpürür
O alçalır ve yücelirken Samaş’ı gözlerler.
Burada ölümcül projektör ışığına yakalanan Gılgamış yüzünü kapadı ve zarar görmeksizin Roket Adamlara yaklaşmaya devam etti. Muhafızlar Gılgamış’ın zarar görmediğini fark edince ilginç bir cümle sarf ediyorlar:
Bu gelenin bedeninde tanrıların eti var!
Burada Gılgamış gerçekten de üçte iki oranında ilahi olduğunu anlatıyor ve Utnapiştim için geldiğini söylüyor. Oradaki muhafızlar Gılgamış’a hiçbir ölümlünün dağın bu erişilmez yolundan geçmediğini söylüyorlar ama Sin’den alınan izin olduğu için geçmesine izin veriyorlar. Burada nasıl bir teknoloji varsa artık projektörler anunnakileri bizlerden ayırt edebiliyor. İnsan olanları direkt öldürürken anunnakilere dokunmuyor. Tam da burada aklıma Stargate Atlantis filmi geldi. Oradaki tüm araç gereçler sadece özgene sahip kişiler için açılıyor, düşmanlara çalışmıyordu.
Gılgamış yolunu yönelttiği Kutsal Maşu Dağının içindeki yer altı tünellerindeki yaptığı on iki beru (çifte saatlik) yolculuk, Mısır’ın Ölüler Kitabındaki on iki çift saatlik yolculuğa çok benzemektedir. Mısır’ın Ölüler Kitabınında Sina’daki Uzay Limanını tarif ettiğini seminerlerimizde önermiştik. Firavunlar da Gılgamış gibi göğe yükselmek için bir ŞEM istiyordu. Gılgamış gibi firavunlar da bir su kitlesinin karşısına geçmek için İlahi Sandalcıdan yardım almak zorundaydılar. Gılgamış’ın ve firavunların hedefinin bir ve aynı olduğuna hiç şüphe yoktur, tek farkla ki buraya zıt başlangıç noktalarından gitmişlerdir. Varacakları yer Şemler’in Yeraltı silolarında saklandığı Sina Yarımadasındaki şu an var olmayan uzay limanıydı. Şimdilik konuyu dağıtmamak adına Mısır’ın Ölüler kitabını es geçiyorum.
“Erişilmez yol” yeraltından geçen yol Samaş’ın yoluydu. (Bir askeri tesisin yerin altındaki yolları olarak hayal edebiliriz.) Bu yolda karanlık çok yoğundur, hiç ışık yoktur. Sekizinci çifte saat sonra bir şey Gılgamış’ın korkmasına ve bağırmasına neden oluyor, dokuzuncu çifte saatte kuzey rüzgârının serinliğini yüzünde hissediyor. Orada göğe bakan bir açıklık yakalıyor. On birinci çifte saat geldiğinde, şafağın söküyor olduğunu görüyor. Sonunda on ikinci çifte saatin sonunda parlaklığın içinde kalıyor, güneşin önüne çıkıyor.
Kutsal Maşu Dağının içinden geçen yeraltı geçitlerinin diğer ucunda güneş ışığını gören Gılgamış inanılmaz bir manzara ile karşılaşıyor: İçinde tamamen değerli taşlardan yapılma bir “bahçe”nin bulunduğu bir “tanrılar odası”, meyve diye kırmızı akikler, asmaları bakılamayacak kadar güzel, yaprakları lapis-lazuli, üzümler bakılamayacak kadar sulu. Bahçenin içinden saf su akıyor ve bunun tam ortasında gug taşından yapılma ağaç bulunmakta… Anlaşılan o ki Aden Bahçesinin bir taklidi oraya yapılmıştı…
O güzellikleri seyrederken Utnapiştim yani Nuh onu izliyor ve sesleniyor. Kısaltarak anlatırsak Gılgamış Nuh’u görünce çok şaşırıyor. Binlerce yıl öncesinin tufanının kahramanı kendisinden yaşlı görünmüyor. Nuh da çok şaşırıyor binlerce yıl sonra ilk kez bir insan görüyor eşi dışında. Burada Gılgamış Nuh’a ölümsüzlüğün sırrını soruyor. Nuh ise o büyük tufan hikâyesini anlatıyor ve sonunda anunnakilerin kendisi ve eşine uzun yaşam verdiğini ve doğal yaşamdan soyutladıklarını anlatıyor:
Enlil elimi tuttu, gemiye çıkardı.
Karımı gemiye çıkardı ve yanımda diz çöktürdü.
Aramızda durarak alınlarımıza dokunup bizi kutsadı:
Şu ana kadar Utnapiştim bir insandı.
Şu andan itibaren Utnapiştim ve karısı bizim için tanrılar gibi olacaklardır.
İnsan Utnapiştim uzaklarda oturacaktır, su nehirlerinin altında…
Ölümsüzlük diye bir şey olmadığını sadece uzun yaşam olduğunu burada anlıyoruz. Ek olarak şunu da görüyoruz ki anunnakiler tarafından uzun yaşam verilen bu insanlar doğal yaşamı bozmamaları adına insanların arasında yaşatılmıyor. Sonrasında daha ilginç bir bilgi veriyor:
Şimdi kim senin için tanrılar meclisini toplayacak da istediğin sonsuz hayatı sana verecek?
Buradan anlıyoruz ki insanlardan birinin yaşamı sadece ortak bir kararla uzatılabiliyor. Uzatılsa dahi insanların arasında yaşatılmıyor. Bundan sonra bir bilgi daha veriyor:
Sonsuz hayat yalnızca ölümsüzlüğü elde ederek kazanılmaz; sonsuza dek genç kalınarak elde edilir!
Bana göre işin püf noktası burada. Ninmah’ın laboratuarlarında yapılan gençleştirici iksirler Dünya’ya gelen anunnakilerin yaşamlarını bu sayede uzatabilmekteydi. Yani genleri sürekli gençleştiren bir sistemle… Çünkü anunnakiler ölümsüz değildir. Her ölümlü gibi onlarda ölmektedir. Dumuzi ölen anunnakilere çok güzel bir örnektir. Bizler de insanoğlu olarak ileride ölümsüzlüğün sırrını bulacaksak hiç ölmemek diye bir şey olmadığını bilerek, sadece yaşamı uzatmaya çalışarak bulacağız. Bunu da genlerdeki kodları değiştirerek yapabileceğiz…
Sonuçta Nuh kendisinin konu hakkında bir şey bilmediğini söylemiştir. Ancak bir bitkiden bahsetmiştir. Az önce söylediğim gibi Ninmah’ın anunnakiler için özel olarak Nibiru’dan getirdiği ve üzerinden gençleştirici iksirler yaptığı bu bitkiden anlaşılan o ki; Nuh da yemektedir ve sürekli gençleşmektedir. Nuh işte bu bitkiyi önermiştir Gılgamış’a. Gılgamış da teselli olarak bu bitkiyi almıştır.
Ancak ne hikmetse Adem ve Havva hikayesindeki yılan yine kendini göstermiş ve dönüş yolunda uyuyan Gılgamış’ın bitkisini yemiştir. Yukarıdan ellerinde mısır cipsiyle canlı olarak izleyen anunnakilerin bu bitkiye bile izin vermediklerini ve yılan görümü ile elinden aldıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu güzel, mitolojik destana farklı bir bakış açısı kazandırabildiysek ne mutlu bize.
Bu arada Sina Uzay Limanı ile Maşu Dağı’na ne mi oldu?
Amon Ra kitabımı okumayanlar için hemen söyleyeyim. M.Ö. 2023 te Ninurta ve Nergal tarafından izleri günümüzde de görülebilen nükleer bir bomba ile yok edildi…