Türk Tarih Kurumu Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün kendi el yazısıyla kaleme aldıkları 223 sayfalık hatıraları 1972 yılında yayınlamıştı. Geç de olsa ulaşabildiğim ve arşivime kattığım eserden bir alıntı yaparak bugünkü yazıma başlamak istedim.
7 Kasım 1916 Salı günü Silvan’dan Bitlis’e hareket eden Mirliva (Tümgeneral) Mustafa Kemal Hatıra defterinde şöyle yazar:
3 Teşrinisani 1332 Perşembe (16 Kasım 1916) Bitlis:
-…”GECEYİ FENA GEÇİRMEDİM. ÖKSÜRÜK SEYREK VE HAFİFTİ. UYKUYA TAMAMEN MANİ OLMADI. GÜNDÜZ ÖĞLEDEN EVVELTÜMEN KUMANDANINI MAKAMINDA ZİYARET. TÜMENİN TERTİBATINDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI LÜZUMUNDAN BAHİS. BUNDAN SONRA BİTLİS’TEKİ HASTANELERİ TEFTİŞ ETTİM. TEMİZ BULDUM. ŞEY HAZRET Kİ BİR KOLUNU KESMİŞLER, ONUNLA GÖRÜŞTÜM. TÜMEN BAŞTABİBİNİN İFADESİNE GÖRE, HASTANE YAPILAN EVLER TEMİZLENİRKEN 10 – 15 İSLAM KADINI BAŞI BULUNMUŞ. BURADAN DÖNÜŞ. ŞEREFİYE DENİLEN CAMİYİ GEZDİM. HAYVAN LEŞLERİYLE VE PİSLİKLERLE DOLUYDU. HARAP OLMUŞ. YOLDA 12 YAŞINDA “ÖMER” ADINDA ÖKSÜZ BİR ÇOCUK GÖRDÜM. BUNU YANIMA ALDIM. BU GÖRÜLÜNCE, 3 TANE DAHA BÖYLE ANASI BABASI ÖLMÜŞ YETİM GETİRDİLER. ONLARA DA PARA VERMEKLE YETİNDİM.”
ATATÜRK, çocukları çok severdi. O’nun dilinde çocuk, sevgi demekti. Sevdiklerine, hangi yaşta olursa olsunlar, “ÇOCUK” diye seslenirdi.
Sayın Hasan Rıza SOYAK hatıratında şöyle der:
Kendisinin hiç çocuğu olmamıştı:
—“Bundan dolayı vakit vakit iç acısını duymuş mudur bilmiyorum ama doğrusu ben buna hiç de ihtimal vermiyorum. Bütün Türk yavruları, O’nun öz çocukları gibiydi. O, bu yavrulara öylesine gönül vermiş, onlar da O’na öylece candan bağlanmışlardı. Dünyada böyle bir mutluluğa erişmiş kaç insan vardır ve böyle bir insanın yüreğinde öyle bir üzüntü nasıl yer tutabilir. Hiç unutmam o gece sabah olmak bilmemişti…
6 Eylül 1938 günlerden Salı:
ATATÜRK, sabah yataktan erken kalktı, tıraş oldu, yıkandı. İpek pijamasının üzerine kırmızı robdöşambr giydi, boynuna vişne renginde bir de eşarp bağladı. Odadaki denize bakan pencerenin önündeki şezlonga kuruldu. ATATÜRK çok mutluydu. Çünkü bir gün önce vasiyetlerini yazmışlar, evlatlarına olan son görevini de yerine getirmenin huzuru içindeydiler.
Sayın SOYAK, vasiyetin yazıldığı günü de şöyle anlatır:
—“Ben yatağın sağ yanında ayakta duruyor, kendisini müthiş bir heyecan ve teessür içinde Arada bir, yazdıklarına da göz atıyordum. Hem yazıyor, hem de bazı kelimeleri değiştiriyor, cümleleri, manalarına halel getirmeden kısaltıyor, sadeleştiriyordu. Eşsiz muhakeme ve zarafeti burada da kendini göstermişti. Çok ince düşünüyordu. Mesela bir madde de, kendisine aylık bağlanmasını vasiyet ettiği hanımlardan beşinin soyadları yazılıydı; yalnız Bayan Afet’in soyadı yoktu; O, ailesinin soyadını kullanmıyordu. Henüz başka bir ad da almamıştı; bunu görünce diğerlerinin de soyadlarını yazmadı. Yine aynı maddede ‘VEFATLARINA KADAR’ ibaresi vardı; bunun yerine, ‘YAŞADIKLARI MÜDDETÇE’ kaydını koydu; O’na göre yaşamak esastı. Bir vasiyetnamede dahi olsa, bir insanın ölümünden bahsetmeyi nezakete ve hayırhah lığa uygun bulmuyordu. Dakikalar geçtikçe heyecanım artıyordu. Bu tarihi hadisenin tek şahidi olmak beni sarsıyordu.”
-…”“BU BENİM VASİYETİMDİR. İCAP ETTİĞİ ZAMAN LÜTFEN KANUNİ MUAMELESİNİ YAPARSINIZ.”
Dolmabahçe
5 Eylül 1938 Pazartesi
“Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleri ile Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Halk Partisi’ne atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:
1-Nukut ve Hisse senetleri, şimdiki İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2-Her seneki nemadan bana nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda 1.000, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki 100’er lira verilecektir.
3-Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek para verilecektir.
4-Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emirlerinde kalacaktır.
5-İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır.
6-Her sene nemadan mütebaki miktar, yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.”
ATATÜRK, çocukları çok severdi. O’nun dilinde çocuk, sevgi demekti. Sevdiklerine, hangi yaşta olursa olsunlar, “ÇOCUK” diye seslenirdi.
Şimdi, “ÇOCUK ÖMER” i de bizler ekleyerek Sayın KANDEMİR ‘in ATATÜRK ‘ün eski eniştesi Sayın Mustafa Mecdi Bey ile gerçekleştirdikleri sohbeti “ATATÜRK’ÜN MANEVİ EVLATLARI” başlığı altında yayınlayan Sayın Niyazi Ahmet BANOĞLU ‘nun “Nükte ve fıkralarla ATATÜRK” adlı eserine de bir göz atalım:
—“Yakınlarının deyişlerine göre, ATATÜRK, küçük yaşlardaki çocuklardan hiç hoşlanmaz, hele viyaklamalarına, yaramazlıklara katiyen tahammül edemezmiş.
Yalnız; ömrünün sonlarına doğru, kundakta görür görmez, hayret edilecek bir yakınlıkla sevip bağlandığı küçük Ülkü bunların dışında…
Fakat yine hayret edilecek bir cihet de şudur ki, genellikle küçük çocuklardan hoşlanmayan ATATÜRK, ömrü boyunca tesadüf ettiği kimsesiz çocukları evlat edinip bağrına basmaktan da kendini alamamıştır.
Eski eniştesi Mustafa Mecdi Beyden aldığımız bilgilere göre, ATATÜRK, gençliğinden beri, kız, erkek dokuz çocuğu evlatlık edinmiştir. Bu çocuklar; Abdürrahim, Afife, Zehra, Rukiye, Nebile, Sabiha, Mustafa, Afet, Ülkü’dür.
Yukarıda sizlerle paylaştığım görsel 14 Mayıs 1936 Pazar günü, ATATÜRK ‘ün Ankara’dan özel trenle İstanbul’u onurlandıkları zaman Fenerbahçe’de çekilmiştir. Görselde; ATATÜRK, yanında İçişleri Bakanı Şükrü KAYA, kız kardeşi Makbule ATADAN, Ali KILIÇ, Ülkü, Cevat Abbas, Başyaver Celal (ÜNER) ve diğer bilinen kişiler.
Diğer bilinen kişilere, ATATÜRK ‘ün hemen arkasında yer alan eski eniştesi Mustafa Mecdi Bey olduğunu belirterek, hakkında da biraz bilgi vermek isterim.
Sayın KANDEMİR ‘in deyimiyle eski enişte Mustafa Mecdi (BOYSAN) Bey, ülkemizde 1935 yılında yapılan genel seçimler sonrası Cumhuriyet Halk Partisi’nden Edirne Milletvekili olarak meclise katılmıştır. Yine aynı yıl, kesin olarak gününü ve ayını bilmediğimiz bir tarihte Sayın Makbule ATADAN Hanım ile evlenir. 1939 yılında milletvekilliği sona eren Sayın BOYSAN, verilen tahmini bilgilere göre aynı yıl boşanarak “ESKİ ENİŞTE” unvanına kavuşur.
TBMM Milletvekili V. Yasama Dönemi Milletvekilleri Albümü Listesinde şu bilgiler yer alır:
“EDİRNE / Mecdi BOYSAN (Mustafa Mecdi Nizami BAYSAN) Gümülcine – 1886, Ömer Hamdi – Nazmiye Cemile – Yüksekokul – Fransızca, Almanca, Rumca, Arapça – Ziraat, Ticaret, Sanayi – Çiftçi, Sanayici, Müteahhit ve Fabrikatör – V. Dönem Edirne Milletvekili – Evli. Ölüm Tarihi: 25.12.1956” yazmaktadır.
Makbule Hanımın evliliği hakkında diğer bir kaynağımız ise Sayın Şemsi BELLİ ‘nin ”AĞABEYİM MUSTAFA KEMAL” adlı eseridir.
Eserin 10 sayfasında yer alan dip not “a” da ise şu bilgiler verilmektedir:
—“ ATATÜRK ‘ün kız kardeşi Makbule Hanımın evliliği hakkında: “Türkiye Ansiklopedisi, Kaynak Kitaplar, İstanbul, 1974, C.1, s:258” de 1935 yılında Mecdi BOYSAN ile evlendiği, bu evliliğin Sayın BAYSAN ‘ın vefatına kadar sürdüğü yazılıdır. Ancak, Şemsi BELLİ ‘nin 1995 yılında Bilgi Yayınları arasından çıkan “FİKRÎYE” adlı eserinin 82 – 83. Sayfalarında bu evliliğin tarihi net olarak verilmese de Cumhuriyet öncesi işaret edilmektedir. Bu kitapta bu bilgi doğrulanmaktadır. Ancak bu evlilik milletvekili Mecdi BOYSAN ile mi yoksa bir başkası ile mi bilemiyoruz.”
Sizlerle daha önce paylaştığım “Fikrîye Hanım’ın intiharı http://www.sechaber.com.tr/fikriye-hanimin-intihari/” başlıklı yazımda ATATÜRK ‘ün eniştesi sıfatıyla Sayın BOYSAN ‘ın anısına da değinmiştim. Bu hatırat Sayın Şemsi BELLİ ‘yi bence haklı kılmaktadır. Kısa bir hatırlatma yerinde olur diye düşünüyorum:
“ANNESİ, ATATÜRK’Ü EVLENDİRMEK İSTİYOR!”
—“GAZİ, Büyük Zafer’i müteakip İZMİR ‘e gittiği zaman, validesi ZÜBEYDE Hanım ve hemşiresi MAKBULE Hanım’la ben, ANKARA ‘da ÇANKAYA ‘daki köşkte bulunuyor, O’nu bekliyorduk… “
Sayın Leyla ÇAMLIBEL ise, “Atatürk, Makbule Hanım, Fikriye Hanım” Siyah – Beyaz, 8 Mayıs 1996 eserinde söz konusu evlilik hakkında ATATÜRK ‘ün görüşünü şöyle dile getirir:
“ATATÜRK ‘ün kız kardeşi Makbule Hanım, bir vesile ile ATATÜRK ‘ün genç yaşta öldürülen eski sevgilisi Fikriye Hanım hakkında ileri geri sözler söyler. Cevat Abbas Bey tarafından kendilerine bilgi verilen ATATÜRK, bu sözleri kınarken, kız kardeşi Makbule Hanım ve eşi hakkında olumsuz görüşlerini şöyle açıklar:
-…”BEN SAMSUN’A ÇIKTIĞIMDA, KATLİ VACİPTİR DİYE ALEYHİME İDAM FERMANI VAZEDİLİNCE, HEMŞİRE, TASVİP ETMEDİĞİM BİR AMELİ MANDA İLE EVLENDİ. FİKRÎYE İSE ARKAMDAN GELDİ. HER TÜRLÜ TEHLİKEYE, ÖLÜME GÖĞÜS GEREREK, BANA ANKARA’DA ULAŞTI.”
Fikriye, ATATÜRK ‘ün annesi Zübeyde Hanım’ın ikinci kocası Ragıp Bey’in akrabasıdır. ATATÜRK, Makbule Hanım hakkında bu sert sözleri söylemesine rağmen o, ATATÜRK ‘ün çocukluktan beri “MAKBUŞ” diye çağrıldığı bazen kızdığı, bazen dertleştiği kız kardeşidir.”
ATATÜRK, çocukları çok severdi. O’nun dilinde çocuk, sevgi demekti. Sevdiklerine, hangi yaşta olursa olsunlar, “ÇOCUK” diye seslenirdi.
Sayın KANDEMİR ‘in ATATÜRK ‘ün eski eniştesi Sayın Mustafa Mecdi Bey ile gerçekleştirdikleri sohbete kaldığımız yerden devam edelim:
Eski eniştesi Mustafa Mecdi Beyden aldığımız bilgilere göre, ATATÜRK, gençliğinden beri, kız, erkek dokuz çocuğu evlatlık edinmiştir. Bu çocuklar; Abdürrahim, Afife, Zehra, Rukiye, Nebile, Sabiha, Mustafa, Afet, Ülkü’dür.
ATATÜRK ‘ün bu koruyuculuk hasleti, daha çok ömrü boyunca evlatsız kalıp, hatta validesinin vefatından sonra hemşiresinden başka bir yakını bulunmayışından ileri gelmektedir. Koruyuculuk ettiklerinin hepsini, her halleriyle ilgilenerek, özellikle iyi yetişmeleri için her fedakârlığa katlanarak bir baba şefkatiyle severdi.
O kadar ki: sofrasında daima beraber bulundurur, her arzularını yerine getirirdi.
Hesabını, kitabını iyi bilmekle tanıdığı halde, evlat saydıklarından hiçbir şey esirgemez ve etrafındakilerin de, onları sevip saymasını isterdi.
Çankaya Köşkünde, hepsinin bir arada bulunduğu zamanlarda, aralarına kıskançlık girmesin diye, iş taksimi yapardı.
Masraflarını, Genel Sekreteri Hasan Rıza SOYAK ‘a gördürür, harçlıklarını da onun vasıtasıyla verdirirdi.
Sinemaya, alışverişe veya tensip ettiği herhangi bir ziyarete gidecekleri zaman, yanlarına siyahi Nesip Efendiyi de katardı.
Kızların da (baba) dedikleri bu Nesip Efendi, uzun yıllar Babıâli’de vükelâya hizmet ile dürüstlüğü, iyi ahlakı, fazileti, namusuyla temayüz etmiş ve Şükrü KAYA ‘nın tavsiyesiyle, ATATÜRK ‘ün kapıcılığına getirilmiş, hakikatten babacan, melek gibi bir ihtiyardı. ATATÜRK ‘ün son derece itimat ve ehemmiyetini kazanan bu ihtiyarın, yine kendi gibi siyahi – ve yardımcısı – bir de oğlu vardı.
Bunlardan başka, ATATÜRK, özel hizmetlerinde kullanarak bir nevi kâhya durumunda bulundurduğu bir de Bekir Çavuş vardı ki, ATATÜRK bunu, Yozgat isyanının bastırılmasındaki yararlılıklarından dolayı takdir ederek yanına almıştı.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALIN.
Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.