Sümer Tanrısı Enki’den günümüze ulaşan çok özel bir mesaj
Richard Evelyn Byrd 24 yaşında iken Amerikan donanmasının hava servisine katılmış sonrasında amirallik rütbesine kadar yükselmiş başarılı bir Amerikan askeri. Amiral Byrd askerlik yaşamı boyunca Kuzey Kutbu, Grönland, Antarktika gibi bilinmeyen yerlerin üzerinde uçmuş, buralarda Amerikan ordusu adına gizli ve bilimsel çalışmalar yapmıştır. Böylesine başarılı bir asker olmasına rağmen Dünya onu ölümüne yakın verdiği gizli bilgilerle tanımaktadır. Neden yıllar boyunca bu bilgileri sakladığını ve sakladığı bu gizli bilgileri ölümünden 3 ay önce neden Dünya’ya verdiğini kendisi şöyle açıklamaktadır:
Bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. Bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu bu. Gerçeği görüyorum ve ruhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askeri canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak.
Şimdi bakalım Amiral Byrd’ün gizli günlüğündeki bu sır neymiş:
Bu anılar 1947 yılının Şubat ve Mart aylarında yazıldı.
Kutup Kaşifi Amiral Byrd´ün içinde bulunduğu koşullar dayanılabilir ve güvenilirdi. Başka kişiler tarafından da bir hayal olayının yaşanmadığı yönünde güvence verildi. Yazılanlar, Amiral´in birebir sözcükleridir. Kuzey Kutbu´nun uzun bir gecesinde yazılmış ve ciddi bir kaşifin ve bilim adamının parlak gün ışığı altında yaşadığı gerçeği anlatmaktadır. (Yayınlayan: Dr. William Bernard Ph.d., D.D.)
Admiral Richard B. Byrd´ün Günlüğü Şubat-Mart 1947
“Kuzey Kutbu´nda bir keşif uçuşu
İç Dünya; Benim Gizli Günlüğüm”
Bu günlüğü gizlilik içinde yazmalıyım. Yazdıklarım Arktik´de 1947 yılı Şubat´ının 19. gününde yaptığım uçuşla ilgili. Zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler. Yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim, belki de bunlar toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir ama bir gün herkesin okuyabilmesi için bunları kaydetmek benim görevim. Bu açgözlü ve sömürücü dünyada kesin eminim ki, insanoğlu gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır.
“Uçuş Seyir Defteri” 19 Şubat 1947-Artrik Üssü Kampı
Saat 06:00: Tüm hazırlıklar tamamlandı. Kuzeye doğru uçacağım, tüm yakıt depoları dolduruldu.
Saat 06:20: Sancak motoru daha güçlü gibi. Ayarlama yaptık, şimdi daha iyi.
Saat 07:30: Üsle radyo ilişkisi kontrolü yaptık. Her şey yolunda. Telsizcim memnun.
Saat 07:40: Sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. Yağ basıncı normal.
Saat 08:00: Uçuyorum. Uçuş normal görünüyor. 7.000 metrede uçuyorum. Türbülans normal. Her şey yolunda.
Saat 08:15: Üsle telsiz kontrolü normal.
Saat 08:30: Türbülans oluştu. Bin metreye kadar inmeye karar verdim, uçuş koşulları yumuşak görünüyor.
Saat 09:10: Çok büyük bir buz alanı, altta kar yağıyor. Görüntü muhteşem. Kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. Pusula olduğu yerde dönüp duruyor, üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlatım.
Saat 09:10: Her iki pusulam da yani manyetik ve gyro pusulalar dengelerini iyice yitirdiler, titreşip duruyorlar. Güneş pusulasını kullanıyorum. Kontroller yavaş tepki veriyorlar ama bir buzlanma belirtisi yok.
Saat 09:15: Uzakta dağlar görüyorum.
Saat 09:49: Dağları gördüğümden bu yana 29 dakika geçti. Görsel bir yanılgı yok. Bunlar birer dağ ve daha hiç görmediğim bir sıradağ halindeler.
Saat 09:55: Altimetre 8.900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbülans var.
Saat 10:00: Hala kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var, bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. O da ne? Dağların arasında ve tam ortada küçük bir nehir akıyor, aşağıda yeşil bir vadi olamaz. Burada garip ve normal olmayan bir şeyler var. Buz ve kar olmalıydı ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. Yön bulma araçlarım hala çılgınca dönüyorlar. Jiroskop hala öne ve arkaya doğru titreşip duruyor.
Saat 10:05: Dört bin metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. Aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. Burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. Sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük garip hayvanlar gördüm. File benziyorlar ama hayır bunlar birer mamut. İnanılmaz ama oradalar. 3.000 metredeyim, dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum; oradalar. Mamutlara çok benziyorlar. Bunu üsse bildirmemiz gerek.
Saat 10:30: Yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. Dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. Düz olarak uçmaya devam ediyorum. Göstergeler normal ama ben bir bulmacanın içindeyim. Yine üssü arıyoruz ama telsiz çalışmıyor.
Saat 11:30: Eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam her şey yolunda. İlerde bir yer var, sanki bir kente benziyor. Uçak çok hafifledi, bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor, kontroller emirlerimi dinlemiyorlar. Tanrım!, Normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim ama ilerde uçan garip bir araç var. Disk şeklinde ve parlak. Bana doğru yaklaşıyor, üzerindeki işareti görüyorum; bu bir gamalı haç. Fantastik! Neredeyiz? Ne oluyor? Kontrolleri geri almaya çalışıyorum. Ama olmuyor, kontroller isyan ediyorlar.
Saat 11:35: Telsizden çatırtılar geliyor, İngilizce bir ses ama derinlerden geliyor. Aksan İsveç ya da Alman. Şöyle diyor; “Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi yedi dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz. Rahat olun.” Uçağımın motorları durdu, garip bir gücün kontrolü altında uçmaya devam ediyorum. Şimdi uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.
Saat 11:40: Bir diğer telsiz mesajı. İniş olayı başladı. Uçak şiddetle titriyor, aşağıya doğru iniyor, sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. Artık çok rahatım, bir şey umurumda değil. Hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.
Saat 11:45: Günceme aceleyle son cümleleri yazıyorum. Uçağıma doğru gelenler var; hepsi uzun boylu ve sarı saçlılar. Uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gökkuşaklarına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli bir şey yok, hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Her şeye razıyım.(Kaydın sonu)
Kristal kente giriyorum…Bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. Hayal gücümü zorlamam gerekiyor, bütün bunlar çılgınca ve olmaması gereken şeyler. Telsizcimle beraber uçaktan çıktık, içten ve samimi bir karşılama bu. Tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. Şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz, kent sanki kristalden yapılmış gibi, içeri girerken daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. Bu yapılar Frank Lloyd Wright´ın (Dönemin ünlü sürrealist mimarı) çizimlerinin ötesinde. Ya da bir Buck Rogers filminin setindeyim (Yine dönemin sinemasında canlandırılan bir bilim kurgu kahramanı). Daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor, çok lezzetliler. On dakika kadar sonra iki hostes geliyor, çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. Yapacak bir şey yok, gidiyorum ama telsizcim kalıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz, araç duruyor ve kapı yukarıya doğru sessizce açılıyor. Uzun bir koridorda ilerliyoruz, gülkurusu renkte bir ışık her yerden yayılıyor, sanki duvarların içinden geliyor. Büyük bir kapının önünde duruyoruz. Kapının üzerinde okuyamadığım bir yazı var, kapı ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. Hosteslerden bir tanesi; “Korkacak bir şey yok Amiral, Üstad´ın huzuruna kabul edileceksiniz.” diyor.
Üstad´ın mesajı
İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; “Yerimize hoş geldiniz Amiral” O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; “Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.” Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; “Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ´Flugelrad´ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.” Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum.
Zamanı geldiğinde…
Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; “Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.” Başımı sallıyorum ve devam ediyor; “1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?” Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; “Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.”
Ve dönüş
Bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. Bir an için duruyorum, bu bir rüya olmalı ama ben bu gerçeği biliyordum. İki güzel hostesimin gelip “Bu yoldan Amiral” demeleriyle kendime geldim. Çıkmadan evvel bir kez daha dönüp Üstad´a bakıyorum. O mitolojik yüzde yumuşacık gülümseme var; “Elveda oğlum” diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. Hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. Hosteslerimin birisi bana dönüyor ve; “Acele etmeliyiz Amiral. Üstad, sizi geciktirmememizi istedi, mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz.” Bir şey demiyorum. Olan her şey inancın ötesinde. İlk geldiğimiz yere dönüyoruz, telsizcim orada, çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. Ona her şey yolunda Howie, diyerek sakinleştiriyorum. Yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. Motorlar çalışmıyor, hemen biniyoruz. Kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8.000 metreye çıkarıyor. Onların araçlarından iki tanesi belli bir uzaklıktan bizi izliyor. Çok hızlı gidiyoruz ama hız göstergesini okuyamıyorum, ileriye doğru gidiyoruz. Telsiz çalışıyor ve bir ses; “Şimdi sizi terk ediyoruz Amiral, kontroller serbest. Auf Wiedersehen!!!!” diyor. Almanca bir veda. Howie ve ben flugelrad´ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. Uçağım birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. Toparlanıyor ve kontrolü alıyoruz. Şimdi uçuş normal, kimse konuşmuyor, ikimiz de kendi düşüncelerimizle başbaşayız.
Güncenin devamı
Saat 22:00: Yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. Üsse uzaklığımız yaklaşık 27 dakika. Haberleşiyoruz, cevap geliyor. Bütün koşullar normal. Üstekiler bizden haber aldıkları için çok mutlular.
Saat 22:00: Üsse yumuşak iniş yapıyoruz. Bir görevi bitirdim ama çok daha büyük bir görev şimdi beni bekliyor…
Kaydın sonu
11 Mart 1947´de Pentagon´da bir toplantıda hazır bulundum. Olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve Üstad´ın mesajını aktardım. Her şey gereğince kaydedildi. Başkan´a bilgi aktarıldı Ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. Yüksek Güvenlik Örgütü ve bir tıp ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar, bir kasıt algılıyorum. Büyük bir sıkıntı içindeyim, ABD Ulusal Güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. Ve sonunda emri aldım; bildiğim her konuda kesin olarak sessiz kalmam isteniyor, bunu insanlık adına yapacakmışım. İnanılmaz ama ben bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak bir şeyim yok.
30/12/56: Son sözler
1947´den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor. Kapatırken, kendimden eminim. Bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. Bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu bu. Gerçeği görüyorum ve ruhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askeri canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak. Uzun Artrik gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. Çünkü ben Kutbun ötesinde var olan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm.
Amiral Richard E. Byrd
ABD Deniz Kuvvetleri 24 Aralık 1956
Amiral Byrd’ün yaşadıkları eğer gerçek ise karşıdakiler kimdi?
Bölüm bölüm gidersek daha sağlıklı olacaktır diye düşünüyorum.
1. BÖLÜM: UÇAKTAN GÖRÜLEN MANZARA
Amiralin uçaktan gördüklerine göre buz ve kar olması gereken yerlerde, ortasından küçük bir nehir akan yeşil bir vadi bulunmakta. Dış sıcaklığın 23 derece olduğu bu yerde tükenmiş türler den birisi olan mamutlar da koruma altına alınmış. Günümüz dünyasından soyutlanmış bu yerin kendine özel bir enerji kaynağı olduğunu da Amiralin “Burada ışık farklı, güneşi göremiyorum.” Sözlerinden anlıyoruz. Sonra Amiralin uçağının kontrolleri uçan garip bir disk tarafından kilitleniyor. “Disk şeklinde ve parlak” şeklinde tarif edilen bu aracın üzerinde gamalı haç şeklinin olması enteresan. Hemen aklıma Tevrattaki Hezekiel Kitabı geldi. Hezekiel’de Yahweh ile buluşmasını şöyle anlatıyor: “Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu. En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu…” “Disk şeklinde ve parlak” olan bu araçtan birileri İsveç ya da Alman aksanıyla İngilizce konuşuyor ve şöyle diyor: “Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi yedi dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz. Rahat olun.” Sonrasında uçak oyuncak gibi kendi etrafında dönmeye başlıyor ve sanki görünmez bir el tarafından tutularak yere konuluyor.
2. BÖLÜM: AMİRALİN YERDE GÖRDÜKLERİ
Amiralin yerde gördüklerini anlatımı ile başlıyor: “Uçağıma doğru gelenler var; hepsi uzun boylu ve sarı saçlılar. Uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gökkuşaklarına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli bir şey yok, hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Her şeye razıyım.” Buradan çok net bir şekilde görülüyor ki Amiral özel izinle buraya gelmiş ve huşu bulmuş. Amiral sonrasında yaşadıklarını ise kayıt altına alamadığını ve hafızasına güvenerek yazdığını belirtiyor. Amiralin kristal bir kente girdiğini okuyunca aklıma hemen Gılgamış Destanında Gılgamış’ın Utnapiştim yani Nuh ile görüşmek için gittiği özel yer aklıma geldi. Gılgamış gördüğü manzarayı;“İçinde tamamen değerli taşlardan yapılma bir “bahçe”nin bulunduğu bir “tanrılar odası”, meyve diye kırmızı akikler, asmaları bakılamayacak kadar güzel, yaprakları lapis-lazuli, üzümler bakılamayacak kadar sulu. Bahçenin içinden saf su akıyor ve bunun tam ortasında gug taşından yapılma ağaç bulunmakta” şeklinde tarif etmişti. Aynı şekilde bu kristal kent olayı Hanok kitabında da kendisine yer bulmakta. Hatta tüm kadim tabletlerde anunnakilerin evleri, araçları hep kristallerle ve özel taşlarla anlatılmış diyebilirim.
Kristal kente girince telsizcisiyle birlikte tekerlekleri olmayan bir platformun üzerinde kentin merkezine taşınıyorlar. Amirale daha önce hiç tatmadığı lezzetli sıcak içecekler ikram ediliyor. On dakika kadar sonra çok güzel iki hostes geliyor ve amirali üstadın yanına götürüyorlar. Büyük bir kapının önünde duruyorlar ve kapının üzerinde amiralin okuyamadığı bir yazı bulunuyor. Bu yazı dünya üzerinde bulunan bir yazı olsa amiral sonraki yıllarda bunu bulurdu diyebiliriz. Sonra kapı ses çıkarmadan açılıyor, hosteslerden bir tanesi; “Korkacak bir şey yok Amiral, Üstad´ın huzuruna kabul edileceksiniz.” diyor.
3. BÖLÜM: ÜSTAD İLE GÖRÜŞME
Üstad; çok güzel, insan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayan, melodik ve sıcak bir sesle konuşan, mitolojik yüze sahip, yüzünde çok uzun yılların izleri olan birisi olarak tanıtılıyor.
Bundan sonra Üstad’ın mesajları başlıyor. Üstad diyor ki; “Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.”Burada aklıma gelen Enki’nin mesajlarını yazdırmak için Endubasar’ı aynı şekilde seçtiği konusudur. M.Ö. 2016’da Enki tarafından Endubasar’a yazdırılan ve Sippar’da bulunan 14 tablette böyle başlıyordu. (Merak edenler Enki’nin Kayıp Kitabı’nı okuyabilir.) Zaten anunnakiler seçtiği kişileri tüm tarih boyunca asillerden seçiyor. Sanırım asil kavramı genlerle ilgili bir terim.
Sonra Üstad bir bilgi veriyor: “Şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz.” Sonrasında ABD’nin Japonya’ya attığı iki atom bombası için bir uyarı veriyor(O tarihten bu yana hiçbir atom bombasının kullanılmamış olması düşündürücü). Sonrasında Üstad ırkımızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadıklarını söylüyor. İnsanlığın kötüye meyilli olduğu ve vahşi olduğu Yahweh’inde sürekli şikayet ettiği bir konu bildiğiniz gibi. Hatta bir çok dinde tanrı bu yüzden tufan bile yapıyor. Sonra özel bir bilgi daha veriyor Üstad: “Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.” Evet burada kendini ele veriyor diyebiliriz çünkü M.Ö. 3800 de birden bire ve öncülü olmadan uygarlığı başlatan Sümerler ne demişti: “Güzel görünen her ne varsa anunnakilerin lütfuyla yaptık.” İnsan uygarlığı Sümerler ile başladı ama ondan önce bir anunnaki uygarlığı vardı. Anunnakilerin kadim tarihini merak edenler aşağıdaki videoyu izleyebilirler.
Sonra Üstad devam ediyor: “Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.”
Bu kadar negatif mesajın ardından aklıma nedense Nuh Tufanı geldi. Hem Gılgamış Destanında hem Atra Hasis Metninde hem de çeşitli kadim tabletlerde Enki gelen büyük yıkımdan kurtarmak için Ziusudra(Utnapiştim) yani Nuh’u seçmiş ve yukarıdaki mesajlara benzer mesajları ona vermişti. Sonunda insanlığın geleceğini yine Enki kurtarmıştı. Hem sadece insanlığı değil gemiye oğlu Ninagal ile gemiye koydurduğu hayvan ve bitki DNA’larıyla canlılar onun korumasında tufanı atlatmış tekrar dünyaya yayılmıştı. Enki’nin uyarıları ve üslubu ile Üstad’ın uyarıları ve üslubu inanılmaz benzerlikler taşıyor.
Tüm bu olanlardan sonra Amiral geriye dönüyor ve Pentagon’da ABD’ye mesajı iletiyor. Sonuçta sessiz kalması istenen Amiral ölümüne 3 ay kala bunları açıklıyor.
Tabi ki de Amiral Byrd’in yaşadıklarının tamamen gerçek olduğunu iddia edemeyiz ancak tarihe bakıldığında buna benzer insan-anunnaki karşılaşmalarının sıkça yaşandığını görmekteyiz. Hatta günümüzde de birçok insan (karşıdakinin anunnaki olduğunu bilmeden) görüm, vizyon ve rüyalar aracılığıyla medeniyetimizi kuranlar ile iletişim kurabilmektedir.
Sin’e ait Balık Çağının bittiğini ve Enki’ye ait Kova Çağı’nın başlamak üzere olduğunu bildiğimizde bana göre yukarıdaki mesajlar anlam kazanmaktadır. Özellikler bilimin ve bilişimin sahibi olan Enki bizlere günümüzde de hissedebildiğimiz çok açık bir mesaj vermektedir: 2160 yıllık Kova Çağı sadece bilimin çağı olacaktır. Irkınızdan bilime ayak uydurabilenler yaşayabilecek, uyduramayanlar ise karanlık çağların içinde kaybolacaktır…
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.