Toplumların ya da devletlerin gelişmişlik göstergesinde birçok ölçüt kullanılmaktadır. Bu kriterler genellikle ekonomik gelişmişlik düzeyine ya da tüketim biçimi ve miktarına göre belirlenmektedir. Kişi başına düşen milli gelirden tutun da su, elektrik, et ve kitap sayısına kadar birçok kıstas gelişmişliğin göstergesi olarak kullanılmaktadır.
Hâlbuki gelişmiş toplumda esas olan insani gelişimdir. Bir toplumun gelişip gelişmediğini anlamak için o toplumun insana verdiği değere bakmak yeterlidir. Bu bağlamda gelişmiş toplumlarda insanlar cinsiyetçi bir bakış açısına göre ayırt edilmezler. Gerek yasalar gerekse sosyal ilişkilerde cinsiyetçi bir yaklaşım söz konusu olmaz.
Kadın, toplumların gelişmişlik kriterlerinde en önemli ayağı oluşturmaktadır. Kadının iş, eğitim ve sosyal alanlarda ön planda tutulduğu toplumlar kesinlikle gelişmiş toplumlardır. Çünkü kadını benimsemek için ona bir değer atfetmek, onunla toplumsal ilişkileri ve sorumlulukları ortak paylaşmak mümkün olabilir. Diğer taraftan gelişmemiş toplumlarda, insani ilişkiler kesin bir cinsiyetçi yaklaşımla şekillendirilmektedir. İş, eğitim ve sosyal alanda kadın neredeyse hiç yoktur. Bu tür toplumlarda kadına verilen en büyük statü sadece annelik vasfıdır. Ev kadını olup kocasını mutlu eden ve anne olan bir kadın iyi bir kadın sayılmaktadır. Sosyal alanda kadınının kendisini göstermesi erkeğin egemenlik haklarına bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Toplumsal üretim biçimleri geri kalmış toplumlarda erkek egemen bir anlayışla yürütüldüğü için üretim tarzlarında sığlık ve laçkalık söz konusudur. “Kadın erkeğin emanetindedir” anlayışıyla hareket edildiği için kadının sosyal ortamlarda kendini göstermesi engellenmektedir. Ancak bu durum kadının çalışmaz olduğu anlamına gelmez. Söz konusu tekil amaç erkeğin memnun edilmesi olduğundan ev işlerinde gerekirse kadın en ağır işleri yapar anlayışı vardır. Ev işleri, çocuk bakımı, erkeğin memnuniyeti sadece kadının sorumluluğundadır. Buna ilave olarak erkeklerde aynı ortamlarda çalışmamak kaydıyla, erkeğin harcamalarına katkıda bulunmak adına kadın, halı dokur, el işleri yapar, tarlada, bağda ve bahçede ürünlerin yetişmesi ve hasat edilmesinde çalışmak gibi ağar işler de kadının sorumluluğunda olur. Kadın sosyal ve hukuksal anlamda da katı bir ayrıma tabi tutulur. Kadının boşanma hakkı, miras hakkı ve eğitim ve öğretim hakkı yoktur. Kadının giyiminden, eğitimine medeni haklarından hukuksal siyasi haklarına kadar birçok unsur erkeğin mutlak hakimiyeti altındadır.
Dünyada eşi benzeri olmayan bir liderlik vasfına sahip olan Mustafa Kemal Atatürk, toplumların gelişmişlik seviyesinde kadının yerini çok iyi kavramıştır. Bu nedenle Cumhuriyeti ve devrimleri kadını özgürleştirmek ve kadın statü vermek temeline kurmuştur. Atatürk Türk kadınına verdiği hakları, önceden kazanılmış hakların geri iadesi şeklinde değerlendirmiştir. Türk kadının eskiden beri asil olduğunu, erkeklerle aynı haklara sahip olduğunu dile getirmiştir. Hatta bunu kanıtlamak için İbn Batuta’nın “Seyahatnamesi”ni yakın çevresiyle paylaşmıştır.
İbn Batuta, 14.yüzyılda Anadolu’yu gezerek, ünlü seyahatnamesinde ülkemizin o yıllardaki yaşayışı hakkında değerli bilgiler veren, önemli bir Arap gezgindir. İbn Batuta’nın seyahatnamesinde Anadolu ve Türk insanı hakkında birçok değerlendirme yapıldığı gibi kadınlar konusunda da ayrı bir değerlendirme yapılmıştır. Buna göre ibn Batuta’nın eserinde Türk kadını şu şekilde ifade edilmiştir:
“Bu ülkede kadınlar erkeklerden kaçmazlar. Yola çıkacağımız zaman kadınlar akraba ve hane halkındaymışçasına bizimle vedalaşırlar, bu ayrılıktan dolayı üzüntülerini gözyaşlarını dökerek belirtirler.” diyerek kadınların toplumdaki yaşayışa katkılarını övmektedir.
Atatürk, ibn Batuta’nın eserindeki bu kısmı yakın çevresiyle paylaşarak, Türk kadının yüzyıllar önce kaybettiği hakları tekrar kazandıracağını dile getirmiştir. Bu konuyla ilgili Atatürk’ün şu sözü önelidir:
“Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmemiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı, kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”
Atatürk Türk kadının hak ettiği saygın yeri alması için kadınlar şu hakları vermiştir: 1924 yılında Eğitim Öğretim Hakkı verilmişidir. 1925 çıkarılan “Kılık Kıyafet Kanunu” ile kadınların giyim konusundaki mağduriyetleri giderilmiştir. 1926 kabul edilen “İsviçre Medeni Kanunu” ile kadın hakları hukuksal bir statüye dönüşmüştür. 1930 yılında kadınlara “Seçme Hakkı” verilmiştir. Bu hak dünyanın birçok gelişmiş ülkesinden daha önce verilmiştir. 1933 yılında kadınlara seçilme haklarından ilki olan “Muhtar Seçilme Hakkı” verilmiştir. 1934 yılında kadınlara aynı erkekler gibi “Seçme ve Seçilme Hakkı” verilmiştir.
Osmanlı toplumunda hemen hemen hiçbir toplumsal ve siyasal hakkı bulunmaya kadınlara Medeni Kanun’la bazı haklar tanınmış olmakla birlikte, siyasal haklar açısından bir değişiklik yapılmamıştı. Atatürk’ün girişimiyle kadınların iktisadi ve siyasal yaşama katılmaları yönünde bir dizi değişiklik yapılarak, 1930’lardan sonra kadına çok önemli haklar verilmiştir.
Dünyanın diğer gelişmiş toplumlarında da kadın hakları söz konusudur. Ancak kadınlar bu yerlerde haklarını elde etmek için çok yoğun bir mücadele dönemi geçirmiştir. Bizde ise birçok kadının haberinin bile olmadı haklar, bizzat Atatürk tarafından kadınlara verilmiştir. Atatürk bu durumu toplumun baskın anlayışıyla çelişme pahasına yapmıştır. Bu nedenle Atatürk’ün kadınlara verdiği hakları dönemin şartları çerçevesinde değerlendirirsek bu hakların ne kadar değerli haklar olduğunu anlarız. Günümüzde birçok kadın elde ettiği statünün Atatürk tarafından verildiğinin farkında bile değildir. Bu nedenle Atatürkçülük sadece bizim bir çağdaşlaşma hedefimiz değil, aynı zamanda bütün dünya insanlığının umududur.