Mustafa Kemal Paşa, 13 Kasım 1918’de Düşman Donanmasının İstanbul limanında demirlediği gün, Suriye cephesinden ayrılarak gelmişti İstanbul’a…
Annesi Zübeyde Hanım’ın yaşadığı, Beşiktaş semtinde, Akaretler yokuşu üzerindeki 76 numaralı eve giderek Annesi Zübeyde Hanım’ın boynuna sarılarak mübarek ellerini öpmüş, kız kardeşi Makbule Hanımla kucaklaşıp, Abdürrahim ile hasret gidermişti. Hayatı boyunca çok az bir araya gelebilen aile için mutlu buluşmaydı bu.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gelişinde birkaç gün Pera Palas Oteli’nde kalmışlardır.
Bir süre de yakın arkadaşı olan Salih FANSA ’nın evinde konuk olan Mustafa Kemal Paşa,
Daha sonra Şişli’de Halaskargazi Caddesi üzerindeki Osep KASAPYAN ‘a ait 1908 yapımı üç katlı evini kiralamışlardır. Beşiktaş semtinde, Akaretler yokuşu üzerindeki 76 numaralı evde oturan Annesi Zübeyde Hanım’ı, Kız kardeşi Makbule ile Abdürrahim (TUNCAK) ‘i de yanına almış, üç katlı evin üçüncü katını onlara ayırmıştır. Kendisi orta katta oturuyor, bu katın arka bahçeye bakan odasını da yatak odası olarak kullanıyordu. Büyük salonu toplantı odası olarak ayırmıştı. Alt katta ise yaveri kalıyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Başkent İstanbul’un en bunalımlı günlerinde bu evde arkadaşlarıyla sık sık toplantılar yapmış, 16 Mayıs 1919 tarihinde Samsun yolculuğuna çıkıncaya kadar bu evde oturmuşlardır.
Şimdi müze olarak kullanılan bu evle benim ilk olarak tanışmam rahmetli büyük dedem Hüseyin Efendi sayesinde olmuştur. Kendileri Selanik doğumlu olup, mübadele yıllarında ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ederek Beşiktaş’ta Akaretler yokuşundaki 56 numaralı evde ikamet etmişlerdi. Ben oturdukları bu evi de, büyükannemi de hiç görmedim ama Beşiktaş Şair Nedim Caddesi üzerinde bulunan, kimilerinin “Küçük Ev”, kimilerinin de “Köfteci Hüseyin Efendi” nin yeri dedikleri dükkânını hiç unutmam.
Dükkânın bir duvarında oldukça büyük ebatlı eski bir çerçeve içerisinde, Osmanlı Padişahlarının olduğu taş baskı bir tablo, diğer duvarında ise aynı ebatlarda, Altın Varak bir çerçeve içerisinde asılı ATATÜRK posteri bulunuyordu.
Okul çıkışlarımda sık sık kendilerinin yanına yardımcı olmak üzere gider, dedemin ikram ettikleri köftelerden de yerdim. Bazı günler arkadaşlarım da bana eşlik ederler, dükkânın küçük olduklarını bildiklerinden, tadına doyamadıkları köftelerin tadına bir kez daha bakabilmek için kendi aralarında anlaşırlardı. İşte o günlerden birinde, babasının görevi gereği İstanbul’a Ağrı’dan gelerek sınıfımız arkadaşımız olan Orhan’da bize katılmış köfteler henüz pişmek üzereyken dedeme:
—“Bey amca! Bu nasıl bir iştir ben anlayamadım. Bir duvarda padişah, öbür duvarda ATATÜRK ?” Demişti.
Dedem tebessüm ederek, “ATATÜRK BİR OSMANLI OLARAK DOĞDU, TIPKI BİZLER GİBİ, BİR TÜRK OLARAK ÖLECEK.” Diyerek cevap vermişti Orhan’a. Aldığımız yanıt üzerine sessizce köftelerimizi bitirip tam vedalaşıyorduk ki, dedem beklememizi söylemişti. Her zaman kullandığı fularını düzelterek, fötr şapkasını da takarak önüne düşmemizi söylemiş ve bizi günümüzde de halen müze olarak kullanılan Şişli’deki “ATATÜRK MÜZESİ” ne getirmişti.
Camekânların içerisinde sergilenen bazı belgelerin üzerindeki Osmanlıca yazılı olduğunu görünce başta arkadaşımız Orhan olmak üzere dedemin mübarek ellerinden öperek özür dilemiştik.
Aradan uzunca bir zaman geçmiş, o çocukluk sıra arkadaşlıkları da adeta mazide kalmıştı. 2014’te restarasyona uğrayan müze, 10 Kasım 2015’ te tekrar hizmete girmişti. Bu sefer yanıma rehber olarak Sayın Abdürrahim TUNCAK ile röportaj yapan, 28 Mayıs 1981 tarihinde Sayın Mete AKYOL ‘a ait Milliyet Gazetesi’ni almıştım.
Gazete de yayınlanan röportajı aynen aktarıyorum:
Mustafa Kemal, ordudaki rütbesi ne olursa olsun, evinde her zaman “PAŞA” idi. Harp Okulu’nda öğrenci olduğu yıllarda annesinin gönlünde kazandığı “PAŞA’LIK” rütbesine, Orduda, Çanakkale Zaferi’nden sonra ulaştı.
Çanakkale Zaferi’nden sadece “PAŞA” lık rütbesiyle değil, böbrek sancıları ve ayrıca iki de tüfekle döndü Akaretler ‘deki kiralık evine Mustafa Kemal Paşa.
Abdürrahim TUNCAK, Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale dönüşü yanında getirdiği “ÇANAKKALE HATIRASI İKİ TÜFEĞİ” evde salonun duvarına asıldığını söyledi ve bu “İKİ TÜFEKLE” ilgili Mustafa Kemal Paşa’dan duyduğu bir anıyı, duyduğu gibi şöyle anlatır:
-…”ZAFERE ULAŞTIĞIMIZ GÜNLERDEYDİ…
BİR GÜN ÇADIRIMDA OTURURKEN DIŞARIDAN YÜKSEK SESLE KONUŞMALAR GELDİ KULAĞIMA. BİR TARTIŞMADAN DOĞAN SESLERDİ. DIŞARI ÇIKTIM, BAKTIM. BİZİM BİR KAÇ ASKER, ORTALARINA ALDIKLARI İKİ İNGİLİZ ASKERLE TARTIŞIYORLARDI. İNGİLİZ ASKERLERİN ELİNDE BİRER PİYADE TÜFEĞİ VARDI. BENİ GÖRÜNCE, TARTIŞMAYI DURDURDULAR. NE OLUP BİTTİĞİNİ SORDUM.
—“İki İngiliz esir aldık, Komutanım.” DEDİ BİZİM ASKERLERDEN BİRİ.
—“Ellerindeki tüfeklerini de almak istiyoruz ama bir türlü vermek istemiyorlar. Biz de zor kullanmak istemiyoruz. İkisi de (KOMANDER, KOMANDER) deyip, başka bir şey demiyorlar. (KOMUTAN) demek istiyorlar galiba… İlle de sizin çadırınıza gelip sizi görmek istiyorlar.”
İNGİLİZ ASKERLERİN ELLERİNDEKİ TÜFEKLERE BAKTIM, BİZİMKİLERE SORDUM:
NİÇİN TÜFEKLİ BUNLAR? NE BİÇİM ESİR BUNLAR BÖYLE? DEDİM.
—“Tüfekler boş, Komutanım!” DEDİ ASKERLERDEN BİRİ.
—“Gözlerimizin önünde fişekleri boşalttılar, attılar. Yoksa onları bu tüfekle çadıra bu kadar yaklaştırmazdık.”
BİZİM ASKERLERE, BİR DE İNGİLİZ ASKERLERİ DİNLEMEK İSTEDİĞİMİ SÖYLEDİM. İÇLERİNDEN BİRİ, ÇOK AZ FRANSIZCA BİLİYORDU:
—“Kado, Kado” DEDİ VE İKİSİ DE TÜFEKLERİNİ BANA UZATTILAR.
ÇOK AZ RANSIZCA BİLEN İNGİLİZ ASKER, GÜÇLÜKLE DE OLSA, DERDİNİ ANLATTI:
—“Biz ikimiz de tüfeklerimizi size hediye etmek istiyoruz. Bunu, bizi esir alan askerlerinize anlatamadık… Buyurun, tüfeklerimizi lütfen bir hatıra olarak kabul edin.” DEDİLER.”
Salonun duvarında bir Çanakkale haritası vardı. O iki tüfek, haritanın altına, çapraz biçimde asılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa, duvardaki tüfekleri eliyle işaret etti:
-…”İŞTE BU İKİ TÜFEK, BANA İNGİLİZ ESİR ASKERİN HEDİYESİDİR.” Dedi ve ekledi:
-…”ASLINDA BUNLAR BENİM İÇİN ÇANAKKALE’NİN HATIRASIDIRLAR.”
Şişli’de yeni kiralanan eve taşınırken, hangi eşyayı alıp, hangisini bırakacağımızı annem Mustafa Kemal Paşa’ya soruyordu:
-…“BU TÜFEKLERİ O EVE GÖTÜRMEYELİM, BUNLAR BURADA KALSIN.” Dedi Mustafa Kemal Paşa. Sonra da ekledi:
-…”YENİ EVİMİZDE BİRÇOK TEMASLAR YAPACAĞIM. ÇOK KİŞİ GİRİP ÇIKACAK O EVE. BUNLARIN ARASIND ECNEBİLER DE OLABİLİR. BU TÜFEKLERİN ORADA ASILI DURMASI, ECNEBİLERE KARŞI AYIP OLUR.”
Şişli’deki eve taşındık ama Akaretler’deki evi bırakmadık. Şakir Çavuş geçici olarak Akaretler’deki evimize taşınmıştı.
Şakir Çavuş’un iki çocuğu vardı. Evde onların kaldığı sırada bu iki çocuk, babalarının evde olmadığı zamanlar duvardaki “ÇANAKKALE HATIRASI” tüfekleri alırlar, oynarlarmış. Şakir Çavuş bir gün yakalamış bunları “ÇANAKKALE HATIRASI İKİ TÜFEĞİ” ellerinden almış.
Sonra da, çocukların bulamayacağı bir yere, en üst katta, çatıya asmış ve üzerlerine de iki kat çuval örtmüş.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişinden bir iki ay sonra Şişli’deki evden çıkıp, yeniden Akaretler ‘deki evimize taşındığımızda, annem de, Şakir Çavuş da bu tüfekleri unutmuşlardı.
Mustafa Kemal’in evinde, Zübeyde Hanım’ın elinde büyüyen çocuk, Abdürrahim TUNCAK, “HATIRA İKİ TÜFEK” konusuna bir süre sonra dönmek üzere çocukluk günlerinin bir özel merakını da açıklar:
“BEN GÜVERCİNLERİ ÇOK SEVERDİM.” Diyerek başladı anlatmaya:
Akaretler ’deki o sıra evlerde çatıların dışında 25-30 santim genişliğinde çıkıntılar vardır. Akaretler yokuşunun üst bölümünden bakılınca, yokuşun alt bölümündeki evlerin çatı kenarlarında bu çıkıntılar bugün bile görülebilir.
Güvercinler bu çıkıntılara konarlar, hatta yumurtalarını bırakırlardı. Güvercinleri çok sevdiğim için sık sık çatıya çıkar, güvercinleri yakından seyrederdim. Şişli’deki evden ayrılıp, yeniden Akaretler’e döndüğümüzde, güvercinlerime kavuştuğum için çok sevinçliydim.
Yine çıkmaya başladım çatıya…
Bu kez daha ilginç bir olayla karşılaştım. Çatı önündeki çıkıntılarda iki tane güvercin yumurtası vardı. Güvercinlerin, o yumurtaların üstüne oturmalarını uzun uzun seyrederdim. Sonra yavrular çıkardılar yumurtalardan. O yavruların büyümelerini gün gün izlerdim. Bir gün yine güvercin yavrularını seyretmek için çatıya çıktığımda, çatıda bir çuvalın asılı olduğunu gördüm. Yaklaştım, çuvala baktım. Çuval, duvarda asılı duran başka bir şeyleri örtmek için örtü kullanılmıştı.
Kaldırdım, baktım ve…
Mustafa Kemal Paşa’nın Çanakkale’den getirdiği “ÇANAKKALE HATIRASI İKİ TÜFEĞİ” gördüm. Tüfeklerin orada durması herhalde dikkatimi pek çekmemiş olmalı ki, üzerlerindeki çuvalı yeniden örttüm ve başımı dışarı uzatıp, güvercinlerimi seyretmeye devam ettim.”
Abdürrahim TUNCAK, bu anısını anlattıktan sonra, yeniden tüfeklerin öyküsüne döndü:
Bizim Beşiktaş’ın Şakir Çavuş’un dostuydu. Şakir Çavuş, sık sık evimize gelirdi. Bir gelişinde, anneme muhtardan bir haber getirdi.
—“ECNEBİ ASKERLER EVLERİ ARAMAYA BAŞLADILAR… MUSTAFA KEMAL PAŞA^NIN EVİNİ DE ARAYACAKLAR. EVİN ADRESİNİ SORDULAR. EVDE SİLAH VARSA, YA İYİCE SAKLAYIN YA DA BAŞKA BİR YERE GÖTÜRÜN!..”
Şakir Çavuş, muhtardan bu haberi getirince annem hiç önemsemedi:
—“EVDE SİLAH YOK Kİ, EVİ İSTERLERSE ARASINLAR… BİR ŞEY BULAMAZLAR Kİ…”
Zübeyde annem de, Şakir Çavuş da, çatıdaki silahları unutmuşlardı.
ŞİŞLİ ATATÜRK MÜZESİ VEYA DİĞER ADIYLA İNKILAP MÜZESİNDE BULUNMAKTADIR. Zübeyde Hanım haklı bence de görüldüğü üzere evde silahın diğer bir eşi yok ki, Evi bence de arasınlar… kim bilir belki de beşiktaş’taki evdedir.
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.