Dünya sanayi devrimiyle beraber çok hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Bu dönemden sonra emek yoğun üretim tarzları hızlı ve seri üretim şeklinde gerçekleşmeye başlamıştır. Böylelikle yoğun teknolojilere sahip olan ülkeler hızlı üretim yoluyla daha fazla ve daha ucuz üretim olanaklarına kavuşmuşlardır. Bu durum gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasında çok ciddi gelir dağlımı dengesizliğine sebep olmaktadır. Dünya kaynaklarının yüzde seksenini dünya nüfusunun sadece yüzde yirmilik kısmının tüketiyor olması, ya da dünyadaki en zengin yüzde 1’lik kesimin mal varlığı, gelecek yıl geri kalanların toplam mal varlığına denk düşecek olması gelir dağılımındaki dengesizliği ortaya koymaktadır.
Gelir dağılımındaki asimetrik durum, dünya kaynaklarının kullanımı ve çevresel etkileri değerlendirdiğimizde de buna benzer sonuçlarla karşılaşmaktayız. Yani çevre gelişmiş ülkelerin tüketim alışkanlıklarından dolayı hızla tükenmektedir. Dünyanın en yoksul ülkelerinde günlük gelirin bir doların bile altında olduğu yaklaşık bir milyar nüfusun dünya kaynaklarının kullanımına etkisi hemen hemen hiç yok gibidir. Yani o ülkelerde, insanları en mutlu eden şey, geceleyin yatağa karınları tok olarak girmektir.
Yoksulluğun yüksek olduğu yerlerde insanlara çevre hassasiyeti veremezsiniz. Bütün ilgisinin yiyecek bulmak üzerine odaklayan bir insana dünyanın karşı karşıya kaldığı küresel çevre sorunlarından bahsedemezsiniz. O insanların çevreye verdiği hasarı engelleyemezsiniz. Örneğin dağ köyünde yaşayan bir orman köylüsü ağaç keserken bunun çevresel yönünü yaşam şartlarının ağırlığı nedeniyle hiç sorgulayamaz. Ya da hayvancılık yapan bir köylünün hayvanlarını yaymak için gittiği korulukların ekolojik yönden nasıl zarar gördüğü konusunda hassasiyet bekleyemezsiniz. O sadece kendi yaşam mücadelesine odaklanmıştır.
Çevreci yaşam önerileri insanların temel gereksinimlerinin karşılanmasıyla bir anlam bulacaktır. Kötü durumdaki koşumuza yardım etmezsek, o bizden ne pahasına olursa olsun yardım almaya çalışacaktır. Yasa dışı göçlerin, kaçakçılığın ve terörün yaygın olduğu ülkelerde insanların temel gereksinimlerini karşılayamadıklarını görmekteyiz. Bu gün dünyada bir milyar nüfus, günlük gelirin 1 doların altında gelirle yaşamaktadır. Bu nüfus en kötü durumdaki komşumuzdur. Bu insanlar beslenme, barınma ve tıp ihtiyaçlarına ilave olarak içecek temiz su bulma konusunda da oldukça yetersiz durumdadır. Bu insanlardan çevresel duyarlılık istiyorsak, en başta onları doyurmamız gerekmektedir.
Son yıllarda ekolojik borçlanma da olarak nitelendirilen bu durum dünya çevre sorunlarının halledilmesi için önemli bir adım olacaktır. Bir ülkenin doğal kaynağı bütün dünyanın ekolojik yapısına etki ediyorsa, dünya ülkelerinin o ülkeye bir bedel ödemeleri gerekmektedir. Nasıl ki bizler caddelerimizin temizlenmesi, park ve bahçe yapımı gibi nedenlerle çevre vergisi ödüyorsak dünya devletleri de küresel ekolojiye katkı sağlayan ülkelere çevre vergisi ödemek zorundadır.
Dünyada kaynaklarının neredeyse tamamına sahip olup da, en temel gereksinimlerini bile karşılamaktan aciz toplumlardan çevresel duyarlılık beklemek insafsızlıktır. Çevresel bedeli en fazla gelişmiş toplumlar ödemek zorundadır. Böylece devletler arsındaki gelir dağılımı uçurumunun azalmasıyla yasa dışı olaylarda da önemli oranda azalacaktır. Bu durum, devletlerin güvenlik önlemleri için oluşturdukları bütçe harcamamalarını önemli oranda azaltacaktır. Dünya devletlerinin silahlanma giderlerinin yüze onu bile küresel çevre sorunlarını çözebilir.
Dünya kaynakları adil bir paylaşımla herkesi mutlu etmeye yetecek potansiyele sahiptir. Devletlerin hırs ve rekabete dayalı sömürü düzenine son verip asıl tehlikenin farkına varmaları gerekmektedir. Temiz bir çevrede yaşamanın bedeli ilerde inanılmaz maliyetli hale gelebilir. Gelecek nesillerin ihtiyacı olan günümüz kapitalist sistemin dayattığı tüketim alışkanlıkları değildir. Gelecek nesillere karşı en büyük sorumluğumuz onlara temiz bir çevre bırakmaktır. Ekolojik vergilendirmeyle uluslar arası dayanışma artacağı gibi, insanlar da daha tatminkar hale gelerek çevre üzerindeki aşırı baskıları ortadan kaldıracaklardır.
Hakan TUNÇ