1931 yılının Aralık ayında, Mustafa Kemal ATATÜRK ’ün Cumhurbaşkanlığı ve İsmet İNÖNÜ ‘nün Başbakanlığı döneminde dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı.
Kur’an’ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu.
3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesinde de, Ayasofya Camii’nde Türkçe Kuran, tekbir ve kamet okundu. 18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi. Takip eden günlerde, yurdun her yerindeki Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metni gönderildi.
4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kati ve şedit (kesin ve şiddetli) bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderildi. Türkçe ezan uygulamasının ardından,
Diyanet İşleri Başkanı Rıfat BÖREKÇİ ‘nin 6 Mart 1933’te yayınladığı bir tebliğ ile İslam peygamberi Muhammed’e hürmet ve saygı ifade eden sözlerin yer aldığı salanın da Türkçe okunmasına karar verilmiştir.
1941 yılında çıkarılan 4055 sayılı kanunla Türk Ceza Kanunu’nun 526. Maddesine bir fıkra eklenmiştir; “DEĞİŞİKLİĞE GÖRE, ARAPÇA EZAN OKUYANLAR VE KAMET GETİRENLER, ÜÇ AYA KADAR HAPSEDİLECEK VE 10 LİRADAN 200 LİRAYA KADAR PARA CEZASI ÖDEYECEKLERDİ.” 1950 Türkiye Genel Seçimleri sonrasında, Demokrat Parti Türkçe ezan ile ilgili olarak çalışmalara başladı.
14 Haziran günü gazetelerde açıklanan çalışmalar 16 Haziran günü hızlanmış, halk meclis önünde destek amacı ile tepki vermeye başlayınca çalışmalar daha da hızlanmış ve kabul edilmiştir. Aynı gün sonuç M. Celal BAYAR ‘a telsizle gönderilmiştir. BAYAR ‘da kabul etmiştir. Çıkarılan yasayla; “TÜRKÇE EZAN YASAKLANMAMIŞ, EZAN DİLİ SERBEST BIRAKILMIŞTIR.”
Arapça ezanın serbest bırakıldığı gün Bursa’da bir camide 7 defa Arapça olarak ikindi ezanı okunmuştur. Ayrıca, 6 Temmuz 1950 tarihinde de haftada üç gün Ankara Radyosu’nda Kur’an okunacağı belirtilmiştir
ATATÜRK’Ü ZIRH OLARAK KULLANAN İDEOLOJİLER;
ATATÜRK ‘ü dinsizmiş ya da din düşmanıymış gibi ortaya koymaya ve bu fikri yaymaya çalışanların tek bir kaynak ve tek bir siyasi görüşle sınıflandırılması pek tabii yanlış olacaktır. Öyle ki, yıllardan beri ATATÜRK ‘ü kendi fikir ve düşüncesi içinde sorgulayan ideolojilere ek olarak, ATATÜRK ‘ü kendine zırh olarak kullanarak düşünce, fikir ve çıkarlarına alet edenleri eklediğimizde gerçek ATATÜRK kimliğini bulmakta güçlük çekeceğimiz kesindir.
Bu konuya örnek teşkil etmesi açısından, Büyük Doğu’da çıkan yazıların birinde “DEDEKTİF X” takma adıyla yazan Üstat Necip Fazıl KISAKÜREK ‘in sözlerine yer verelim. (Kaynak: Büyük Doğu, “DEDEKTİF X1” 25 Ağustos 1950, 6. Yıl. Sayı: 23. Sf.3 – 11)
ATATÜRK’ÜN TÜRKÇE DİN FİKRİ;
1– Sene 1931… Ramazan’ın 1’i… O, Ankara’dan, İstanbul’a geldi.
2– Aynı günün akşamı, Hafız Yaşar Okur isimli zatı telefonla Dolmabahçe Sarayı’na çağırdılar. Tabi bu zat, davete bileti büyük ikramiye kazanmış bir işsizin şevk ve neşesiyle koştu.
3– O, eski Maarif vekillerinden Reşit Galip ve Bay Hafız’a soruldu.
-…”REŞİT BEY, RAMAZAN’DA HANGİ CAMİLERDE MIKABELE OKUYORSUNUZ?”
—“YEREBATAN CAMİİ’NDE PAŞAM!”
Emir verildi.
-…”YARIN YEREBATAN CAMİİ’NDE KUR’AN’I TÜRKÇE OLARAK OKUYACAKSIN! SABAHKİ GAZETELER DE BU İŞİ İLAN EDECEK…”
Bay Hafız’ın kendi notu:
—“…’ÜN, TÜRKÇE KUR’AN MEVZUSUNDA YAPMAK İSTEDİĞİ İNKILAP TAHAKKUK SAHASINA GİRİYOR DEMEKTİ. UZUN ZAMANDAN BERİ TÜRKÇE TERCÜMESİNİ HAZIRLANAN KUR’AN-I KERİM’DEN BAI PARÇALARI TÜRKÇE OLARAK OKUTUR, HATTA BAZI YERLERİNDE HATALARA İŞARET EDEREK TASHİH EDİLMESİ LÜZUMUNA İŞARET EYLERDİ.”
Burada bir parantez açarak, bu konunun bizzat şahitlerinden olan GRANDA ‘nın sözlerinden, ATATÜRK ‘ün din mevzuunda zorlayıcı olmayıp olabildiğince makul davrandığına şahit olmaktayız. GRANDA kitabında şöyle diyor:
—“EZANIN TÜRKÇE OKUNMASININ KARARLAŞTIRILDIĞI SIRADA DİN ADAMLARIYLA, HAFIZLARLA ÇEŞİTLİ GÖRÜŞMELER YAPILMIŞ, ONLARINDA DÜŞÜNCELERİ ALINMIŞTI. EZANDAKİ TÜM ARAPÇA SÖZCÜKLER ATILDIĞI HALDE, “HAYDİ FELLAH” IN NASIL DEĞİŞTİRİLECEĞİ TARTIŞILIYOR, FAKAT KİMSE BUNUN KARŞILIĞINI BULAMIYORDU.
“FELAH” KURTULUŞ ANLAMINA GELİYORDU…
KURTULUŞ DENİNCE HEMEN AKLA İSTANBUL’DA RUMLARIN ÇOĞUNLUKTA BULUNDUĞU SEMT AKLA GELİYORDU. SON ÇARE OLARAK ATATÜRK’E BAŞVURDULAR VE ATATÜRK GÖRÜŞLERİ DİNLEDİKTEN SONRA; “BU DA FELLAH KALSIN” DİYE OLAYI ÇÖZÜMLER.” (Kaynak: Cemal GRANDA. sf: 259 – 280)
4– O gece, yani Ramazan’ın ilk gecesi, Hafız Yaşar, sabaha kadar huzurda kaldı. Huzurun çerçevesi, üstünde e yenip ne içildiği malum bir sofradır ve işte bu sofrada güya din konuşulmakta yahut dine belli başlı bir muamele tatbik edilmemektedir.
5– Ertesi günü, kadınlı erkekli binlerce kişi yahut binlerce gafil, camiin içinde ve önünde toplanmış vaziyette… Hafız, güç halle içeriye girer ve bir köşede, üstü şallarla örtülü kürsüye doğru yürür.
6– Hemen aynı zamanda, camiin önünde muhteşem bir otomobil durur. Geleni O, zanneden halkta heyecan ve kaynaşma… Hâlbuki gelen Maarif vekili Dr. Reşit Galip ve hangi işlere memur bir mebus olduğu resmen bilinmeyen Kılıç Ali’dir.
Maarif Vekili emreder:
—“BUYURUN HAFIZ BEY, ÇIKIN KÜRSÜYE!”
Ve Hafız kürsüye çıkar. Kendi tabiriyle “EVVELA ARAPÇA OLARAK” besmele çeker ve arkasından “YASİN SURESİNİ” rast makamından okur. Sonrada Türkçe tercümesini aynı makamla okumaya başlar.
Hafız’a göre halk şöyle bağırmıştır:
—“ALLAH RAZI OLSUN! TANRI’NIN EMİRLERİNİN MAHİYETİNİ ÖĞRENDİK. GAZİ PAŞA’YA MİNNETTARIZ. BÜYÜK DÂHİYİ ALLAH BAŞIMIZDAN EKSİK ETMESİN!”
7– Aynı günün akşamı yine huzur… Hafız’a vaziyeti anlatılması emrediliyor. Hafız başından sonuna kadar anlatıyor. Kendi tabiriyle:
—“ÇOK MEMNUN VE MÜTEHASSIS OLDULAR. BENİ YEMEĞE ALI KOYDULAR.”
8– Hafız bu kadarıyla kalmıyor. Yerebatan Camii’nin pek küçük olduğunu, halktan ayakta kaldığını belirterek bu muazzam inkılaba büyük bir camii tahsis edilmesini istiyor. Ricası, Nasrettin Hoca’nın Timur’dan bir de dişi fil istemesindeki ince nükteye eş olarak, fakat tamamıyla ayrı ve zıt bir mevzuda, hemen kabul olunuyor. Gelecek tecrübenin Sultanahmet Camii’nde icrası emir olunuyor. Üstelik okuyucu kadrosunun da genişletilmesi için şu emir veriliyor:
-…”HAFIZ BEY! BU İŞİ BAŞARABİLECEKLERİNE EMİN OLDUĞUNUZ ARKADAŞLAR KİMLERDİR?”
Derhal listesi takdim olunuyor:
“BEŞİKTAŞLI RIZA, SÜLEYMANİYE MÜEZZİNBAŞI KEMAL, SASETTİN KAYNAK, SULTAN SELİM’LE RIZA, FAHRİ, MUALLİM NURİ, ZEKİ, BURHAN” ve kendisiyle beraber 9 hafız…
Emir:
-…”YARIN AKŞAM BU ARKADAŞLARINIZLA GELİN.”
9– Ertesi akşam hepsi birden huzurda… Prova ve tatbikat… Bundan sonra ilk Cuma günü Sultanahmet Camiinde yapılacak merasim hakkında talimat…
10– Ramazan’ın ilk haftasına tesadüf eden Cuma… 9 hafızın hep bir ağızdan “TANRI ULUDUR!” diye, kendi tabirleriyle “TEKBİR’LERİ… VE SIRAYLA YÜKSELEN SESLER… AKŞAM 9’U BİRDEN HUZURDA…” Hafız Yaşar’ın tabiriyle halk denemiş ve eski müspet netice alınmıştır. Yine malum çerçeve ve bayram namazının tekbirleri için tespit edilen Türkçe şekiller…
Hafız Yaşar’ın kendi notu:
—“TÜRKÇE EZAN, TÜRKÇE KURAN, TÜRKÇE HUTBE VE TÜRKÇE TEKBİRLE DİNDE BİR İNKILAP YAPMAK İSTİYORDU. BU İNKILAPLARIYLA, MUKADDES MİHRABI, CEHLİN ELİNDEN ALIP EHLİNE VERMEYİ DE SAĞLAMIŞ OLACAKTI ŞÜPHESİZ…”
11– Bir yıl sonraki Ramazan ayında (1932) bu defa Ayasofya Camii’nde yine aynı tecrübe… 9 Hafız… Vaziyet radyoyla saraydan takip ediliyor. Hafız baylar: vazifeleri biter bitmez, saray sofrasında mevkilerini alıyorlar: “HEPİMİZE AYRI AYRI İLTİFATTA BULUNDU. AYRILIRKEN DE HER BİRİMİZE İKŞER YÜZLİRA HEDİYE ETTİ.”
12– Sene 1933… Hafız Yaşar, Evkaf Müdürlerinden Sait Bey’in imza tezkeresini taşıyan bir davet tezkeresi alıyor. Evkafa gidiyor. Hatırında kaldığına göre günlerden pazartesidir. Sait Bey, Diyanet İşleri Reisliğinden gelen bir mektubu kendisine uzatarak muallim tayin edildiğini bildiriyor. Bay Hafız, “TÜRKÇE EZAN” işi için Süleymaniye Camii’nde açılacak kursa muallim tayin buyurulmuştu.
13– Sene 1934… Hep aynı sabit fikir ve değişmez hedef… Hafız Yaşar’a Gülcemal vapuru ile Çanakkale’ye gitmesi ve Şehit Mehmetçik abidesinde aynı Türkçeleri tekrar etmesi emir olunuyor. İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi de beraber… Müftü, zaten birçok tecrübede, mesela Ayasofya tecrübesinde de hazır ve hem huzuru hem de sukutuyla bu işin cevazına kaildir. Vapurda kaptan kulesini çınlatan ezanlar ve güvertede okunan, kendi tabirleriyle “ZAMM-I ŞERİF’LER…” Ve şehit Mehmetçiğin başında, makam üstüne makam oyunlar ile gösterilen marifet… Şehit Mehmetçiğin başına gelenler.
14– Yukarıdaki maddeler, içine hiçbir fazlalık karıştırılmadan, yalnız kendi kıymet hükmünün nakil üslubuna büründürülerek Bay Hafız’ın bundan kaç yıl evvel çıktığını bilmediğimiz “BÜTÜN HAFTA” isimli bir mecmuaya hitap edici sözlerinden alınmıştır. Elimize bir bakkal dükkânının okkalık kâğıtları arasında geçmiştir. (Kaynak: Ogün DELİ “ATATÜRK NASIL ÖLDÜRÜLDÜ” ISBN: 975-9129-411-70-1. Sf: 117 – 123)
Oysaki Mustafa Kemal ATATÜRK aşağıda da anlatılacağı gibi, din kavramının bir düşmanı olmayıp İslam dininin ve onun peygamberinin de her zaman yanında olmuştur.
ATATÜRK ‘ün:
-…”ALLAH SAYGI GÖSTERMEYE MECBUR TUTTUĞU İNSANLARIN ESASEN YÜCE VİCDANINDAKİ GERÇEK İHTİYAÇLARINA HAKİKİYESİNİ TAMAMEN BİLİR. BUNUN İÇİN, GÖNDERDİĞİ KİTAP TAMAMEN O İHTİYACA UYGUN HÜKÜMLER GETİREN BİR KİTAPTIR. VE EFENDİLER, İLMİ HAKİKATIN EN SON EMRETTİĞİ KANUN BÖYLE OLABİLİR. TAKLİT İLE KANUN OLMAZ, KANUN TOPLUMUN YAPISINA UYGUN OLMAZI LAZIMDIR.”(Kaynak: 1 Aralık 1921 – S.D. Cilt: 1 T.D.T. Enst. Yay. 1989 sf. 224) Sözleriyle birlikte; -…”ARKADAŞLAR! ALLAH KAVRAMI İNSAN BEYNİNİN ÇOK GÜÇ KAVRAYABİLECEĞİ FİZİK ÖTESİ BİR MESAFEDEDİR.”(Kaynak: Nükte ve Fıkralarla ATATÜRK – Cilt: 3, N. A. BANOĞLU) İfadeleri kâinatın yaratıcısının varlığını bildiğini açık ve net biçimde ortaya koymaktadır. Bu yaratıcının dünyaya gönderdiği bir peygamber olduğunu da dile getirmektedir:
-…”HZ. MUHAMMED, ALLAH’IN BİRİNCİ VE EN BÜYÜK KULUDUR. ONUN İZİNDE BUGÜN MİLYONLARCA İNSAN YÜRÜYOR. BENİM SENİN ADIN SİLİNİR. FAKAT SONSUZ KADAR O ÖLÜMSÜZDÜR.”(Kaynak: Dr. Utkan KOCATÜRK, ATATÜRK ‘ün Fikir ve Düşünceleri. 1971)
Bu sözlerin ne anlama geldiğini İslam diniyle şereflenmiş olanlar daha iyi bileceklerdir. Bu “KELİME-İ ŞAHADET” getirmekten başka nedir?
ATATÜRK, dini yozlaşmış beyinlerin elinden çıkarmak suretiyle onun tüm halk kesimince anlaşılması için çaba harcamıştır.
-…”TÜRK MİLLETİ DAHA DİNDAR OLMALIDIR, YANİ BÜTÜN SADELİĞİ İLE DİNDAR OLMALIDIR DEMEK İSTİYORUM. DİNİME, BİZZAT GERÇEĞE NASIL İNANIYORSAM, ONA DA ÖYLE İNANIYORUM. DİNİMİZ, BİLİNCE TERS, İLERLEMEYE ENGEL HİÇBİRŞEY KAPSAMIYOR. HÂLBUKİ TÜRKİYE’YE BAĞIMSIZLIĞINA VEREN BU ASYA MİLLETİNİN İÇİNDE DAHA KARIŞIK, SUNİ, BOŞ İNANÇLARDAN İBARET BİR DİN DAHA VARDIR. FAKAT BU CAHİLLER, BU GÜÇSÜZLER SIRASI GELİNCE AYDINLANACAKLRDIR. ONLAR AYDINLIĞA YAKLAŞMAZLARSA, KENDİLERİNİ YOK OLMAYA MAHKÛM ETMİŞLER DEMEKTİR. ONLARI KURTARACAĞIZ.” (Kaynak: 1923 ATATÜRK ‘ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 3 – Türk İnkılap Tarihi Enst. Yay. 1954)
-…”BİZİM DİNİMİZ, MİLLETİMİZE AŞAĞILIK, MİSKİN VE HOR GÖRÜLMEYİ TAVSİYE ETMEZ. AKSİNE ALLAH DA, PEYGAMBERLER DE İNSANLARIN VE MİLLETLERİN YÜCELİK VE ŞEREFLERİNİ MUHAFAZA ETMELERİNİ EMREDER.” (Kaynak: 1923, Söylev ve Demeçler – Cilt: 2, sf. 96 T.D.T. Enstitü Yay.)
Yukarıdaki sözlerden de anlaşılacağı üzere, İslam dini ile bir problemi olmadığı gibi, diğer mukaddes dinlerle de bir problemi olmayan ATATÜRK;
-…”CAMİLERİN KUTSAL MİNBERLERİ HALKIN RUHİ, AHLAKİ GIDALARINA EN YÜKSEK, EN VERİMLİ KAYNAKLARDIR. MİNBERLERDEN HALKIN ANLAYABİLECEĞİ DİLLE RUH VE DÜŞÜNCEYE HİTAP OLUNMAKLA MÜSLÜMANLARIN VÜCUDU CANLANIR, DÜŞÜNCELERİ TEMİZLENİR, İMANI KUVVETLENİR, KALBİ CESARET BULUR. FAKAT BUNA KARŞILIK HUTBE OKUYANLARIN İLMİ NİTELİKLERE ÖZEL LİTAKAT VE GENEL KÜLTÜRE SAHİP OLMALARI ÖNEMLİDİR.”(Kaynak: 1922 ATATÜRK ‘ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 1 – Türk İnkılap Tarihi Enst. Yay. 1945)
Diyerek şu sözleriyle İslam dinine karşı bakış açısını da ortaya koyar:
-…”BİZİM DİNİMİZ, AKLA EN UYGUN VE EN TABİİ BİR DİNDİR. VE APAÇIK BUNDAN DOLAYIDIR Kİ SON DİN OLMUŞTUR. BU DİNİN TABİ OLMASI İÇİN AKLA, FENNE, İLME VE MANTIĞA UYGUN OLMASI LAZIMDIR. BİZİM DİNİMİZ BUNLARA TAMAMEN UYGUNDUR. MÜSLÜMANLARIN TOPLUMSAL HAYATINDA, HİÇ KİMSENİN ÖZEL BİR SINIF OLARAK VARLIĞA KORUMAYA HAKKI YOKTUR. KENDİLERİNDE BÖYLE BİR HAK GÖRENLER DİNİ HÜKÜMLERE UYGUN HAREKET ETMİŞ OLMAZLAR. BİZDE RUHBANLIK YOKTUR, HEPİMİZ EŞİTİZ VE DİNİMİZİN HÜKÜMLERİNİ EŞİT OLARAK ÖĞRENMEYE MECBURUZ. HER KİŞİ DİNİNİ, DİN İŞLERİNİ, İMANINI ÖĞRENMEK İÇİN BİR YERE MUHTAÇTIR. ORASI DA OKULDUR.” (Kaynak: 1923 ATATÜRK ‘ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 2 – Türk İnkılap Tarihi Enst. Yay. 1952)
EKSİKLİKLER BENİM FAZLALIKLAR DAHA ÖNCE EMEK VERENLERİNDİR. BİR BAŞKA YAZIMDA GÖRÜŞMEK ÜZERE ESEN KALINIZ.
Bu yazı www.sechaber.com için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.