Gıda güvenliği biyolojik bir istilaya dönüşebilir mi?
Günümüzün muhtemel en önemli sorunlarından biri gıda güvenliğidir. Artan dünya nüfusunun temel besin gereksinimlerinin karşılanması konusu dünya gündeminde uzun bir süredir varlığını korumaktadır. 1900’lü yıllarda öngörülen kıtlığın gerçekleşmemesi, yeşil devrim dediğimiz tarım ürünlerinin genetik yapılarının değiştirilmesiyle elde edilen üretim artışı sayesinde olmuştur. Tohum ıslahı, zayıf ya da dirençsiz tohumların ayıklanıp güçlü ve dayanıklı tohumların yaygınlaştırılması amacıyla yapılmıştır. Bu verim tarımsal verimde ciddi artışların yaşanmasına sebep olmuş ve dünyada öngörülen gıda krizinin uzun bir dönem yaşanmasını engellemiştir.
Günümüzde tarımsal üretim sistemleri GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) kısaca bitki ve hayvanların genetik mühendisliği teknikleriyle bilim adamlarınca oluşturulan yeni formları dediğimiz ürünler sayesinde gerçekleşmektedir. GDO’lu ürünler, bir ürünün daha uzun süreli dayanmasını sağladığı gibi birim alanda en yüksek verim artışlarının yaşanmasına da neden olmaktadır. Bu ürünler ayrıca iklimdeki düzensizliklerden kaynaklanan olumsuzlukları da engellemektedir. Örneğin GDO’lu buğdaylar hem kuraklığa daha dayanıklı hale gelmiştir. Yağışların yaz başlarına sarkmasıyla buğday başak tutamaz hale gelir. Halk arasında kınacık denilen bu hastalık ne nesil buğday tohumları sayesinde engellenmektedir.
Daha kaliteli tohum elde etme isteği, güçlü ve verimli tohum çeşitlerinin güçsüz ve dayanıksız tohumların yerine geçmesine neden olmaktadır. Böylece birçok yerel tohum türü kaybolmaktadır. Bununla ilgili dünyada oldukça ilginç örnekler bulunmaktadır. Geçtiğimiz yüzyıldan bu yana, tarımsal ürünlerin genetik çeşitliliği %75 oranında azaldı. Çin’de 1940’lı yıllarda 10 bin çeşit buğday türü varken günümüzde tür sayısı 1000’nin altına düşmüştür. 1930’lu yıllarda yetiştirilen mısır bitkisinden bugün yalnızca %20’si bilinmektedir. 1980’liyıllarda Filipinler’de binlerce çeşit pirinç ekilirken günümüzde sadece iki çeşit pirinç ekilmektedir.
Bitiklerdeki tür çeşidinin azalmasına benzer bir örnek de hayvan çeşidinin azalmasında görmekteyiz. Son yüzyıl içerisinde besin üretiminde kullanılan 1000 hayvan cinsi yok oldu. Bu dünyadaki kümes ve sığır hayvanı cinsinin %15’ine denk gelmektedir. Ayrıca bu kayıpların 300 türden fazlası son 20 yılda meydana gelmiştir.
Gıda üretiminin temeli durumumdaki tarımsal üretim ve hayvan yetiştiriciliği, yüksek kaliteli tep tip üretim sistemine geçmektedir. Böylece topraklara daha fazla kimyasal ilaç ve gübre katılmaktadır. Toprağın ve suyun zehirlenmesine ilaveten bazı tarımsal hastalıkların ya da salgınların yaygınlaşması da söz konusudur. Tarımsal ürün ne kadar çeşitli olursa, bir hastalık ya da salgın sırasında telef olanların yerine yenisi gelebilir. Ancak verimi artırmak adına ürün çeşidinin azalması ve tarımsal tohumların ciddi bir pazar payına dönüşmesinden dolayı kısır tohum sistemine geçilmesi gelecekte olası açlık felaketlerini tetikleyebilir. Örneğin, 1970’de ABD mısır yapraklarından kaynaklanan bir hastalık nedeniyle mısır üreticileri 1 milyar dolara yakın zarar ettiler.
Dünyada tarımsal ve hayvansal türlerin azalmasıyla yetiştirilen ürünlerin daha hızlı sınır değiştirmesi de aynı döneme denk gelmektedir. Küresel ticaretin ulaşım sistemlerindeki gelişmelere bağlı olarak hızla artmasıyla mal ve ünlerin dolaşımı da aynı hızla artmaktadır. Örneğin 1970’lerde, dünyada 1,5 trilyon dolar mal ve hizmet akışı olurken günümüzde bu değer 10 trilyon dolar seviyesine çıkmıştır. Aynı dönemde turistlik amaçlı yer değiştirmeler de %50 artarak 800 milyon kişiye yükselmiştir.
Türlerin yer değiştirmesi istilacı türlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. İstilacı bir tür bir alana yayılarak oradaki ekosistemi bozduğu gibi tarımsal üretime de büyük zarar vermektedir. Örneğin son 200 yılda ABD’ye yaklaşık 50 bin yeni tür gelmiştir. Gelen bu türlerin yaklaşık 8 bin türünün istilacı türler olduğu düşünülmektedir. Meksika’da 500 yerli balık türünün 167’si nesli tehlikededir. Bunda ise %76’lık istilacı türlerin etkisi vardır. İstilacı türler ekonomiye de ciddi darbe indirmektedir. Örneğin, Çin’de istilacı türlerden yılda 15 milyar dolar civarında ekonomik kayıp yaşanmaktadır. ABD ise istilacı türler her yıl 138 milyar dolar civarında bir ekonomik kayba neden olmaktadır.
İstilacı türlerle mücadele de önemli bir maliyet getirmektedir. Bu konuda ciddi çalışma yapan Avrupa Birliği’nde biyolojik istilacılar için 102 proje geliştirildi ve bu projeler için 27 milyon Euro ödenek ayrılmıştır.
Biyolojik istilacılar bir yerdeki gen birikimine büyük zararlar vermektedir. Küreselleşme kaçınılmaz olarak biyolojik istilacıları tetiklemektedir. Ancak bir bölgenin gen zenginliğini temeli bitki çeşitliliğiyle ve canlı çeşitliliğiyle korunabilir. Üretimde kaliteyi artırmak adına özel geliştirilmiş tohumlar, ürün çeşitliliğini azaltmaktadır. Ürün çeşitliğinin azalması biyolojik istilalara karşı daha korunaksız hale gelmemize sebep olmaktadır. Hem bizim hem de çocuklarımız için türlerin çeşitliliğinin azaltılmasının önüne geçilmelidir.