İnsanlık tarihi düz mantık sistemine göre yazıldığı için konular basit sebep sonuç ilişkisi üzerine sıralanmaktadır. Basit bulgulardan elde edilen sonuçlar, fazla kafa karışıklığına izin vermeden yazılmaktadır. Tarihi olaylar insanların deneme yanılma esasına göre bilgi birikimi elde ettiği mantığıyla hareket etmektedir. Düz mantığa göre doğru görünen bu ilke derin mantığa göre birçok çelişkiyi barındırmaktadır.
Yüzbinlerce yıl ilkel şartlarda yaşayan insanların yakın bir dönemde modernleşmeye geçmesi mantık ilkelerini zorlamaktadır. Ayrıca üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen antik dönem tarihindeki gizemin hala açıklanamıyor olması tarih anlatımındaki tutarsızlıkları göstermektedir. Ya bir şey bilmiyoruz; ya da bir şeyi bilmememiz gerekiyor.
Antik dönemleri sadece dinler tarihi bakış açısına göre değerlendirip, putperest veya çok tanrılı dinler dönemi olarak nitelemek olayı sulandırmaktan başka bir şey değildir. İnsanlığın kökeni antik dönemin şifrelerinde saklıdır. Bu manada konuya antik dönem temelinde yaklaşmak, daha gerçekçi bir bakış sergilememize de neden olacaktır.
Son yıllarda yaptığı eşsiz çalışmalarla insanlığın kökeni ile ilgili konuları okuyucunun beğenisine sunan Göktürk Ramu, tarihçilere tarih dersi vermektedir. Anlamak için algılamak, algılamak için görmek, görmek için bulunmak ilkesiyle hareket eden Göktürk, yaptığı çalışmalarla ezber bozmaya devam etmektedir.
Geleceği geçmişin mistik havasına gizlenen gerçeklerin ışığında arayan Göktürk, metodolojik olarak tarihi yorumlara yeni bir bakış açısı getirmiştir. Göktürk Ramu’nun çizgisinden hareket edersek, bizim referans noktamız Sümerlilerdir.
Sümerliler evreni gök-atmosfer-yer üçlüsünün birliğinde aradılar. Onlar “Dünyanın ve insanların yaratılışı” ile diğer mitlerinde dünyanın oluşumunu bile tasavvur etmişlerdi. Dünyanın oluşumuna kadar insanların, hayvanların, bitkilerin olmaması, ucu bucağı görünmeyen Okyanusu – Nammu’yu dünyanın başlangıcı olarak tarif etmişlerdir. Nammu Sümer mitolojisinde Su Tanrısı olarak bilinir. Nammu sırayla Gök ve Yeri hayata getirmiştir. Sümerler sırasıyla onları An ve Ki olarak adlandırmışlar. An ve Ki’nin nikahından Enlil (atmosfer, rüzgar, hava) meydana gelmiş ve onlar birbirinden ebediyen ayrılmıştır. Bunun yanı sıra, An ve Ki’nin beraber hayatından Anunnakiler (An + Ki = Evren) meydana gelmiş, Gök ve Yerin bağlantısı kurulmuştur. An ve Ki’nin birbirinden ayrıldığı anı Evrenin şekillenmesinin başlangıcı olarak kabul etmişlerdir.
Sümerlerin “dünyanın yaratılışı” ile ilgili mitinde Güneş sisteminin oluşumu şöyle açıklanmıştır: İlk kez Güneş (Utu) ve onun uydusu Merkür (Kişar) arasında öncelikle eski Nibiru (Nammu) gezegeni ile, sonra ise 3 çift gezegenle birleşmiştir: Güneş ve Nibiru arasında Venüs (Enanna) ve Mars (Nergal), Nibiru arkasında Jüpiter (Enlil) ve Satürn (Ninlil), Güneş’ten daha uzakta Uran (An) ve Neptün (Enki) teşekkül bulmuştur. Son iki gezegen sırasıyla 1781 yılında ve 1846 yılında yeni dönem astronomlar tarafından keşfedilmiştir. Ancak Sümerliler birkaç bin yıl önce onların ilk tasvirini tanrılar sisteminde vermişlerdir. Bu sistemde tanrılar hem birbirini çekiyor, hem de itiyorlardı. Sonraları zıtlıkların birliği ve mücadelesi gibi bilime dâhil edilmiş felsefi yasanın içeriğini ilk kez onlar yazmışlardı. Örneğin, Enlil ve Ninlil oranı Jüpiter ve Satürn, Enlil ve Enki – Jüpiter ve Neptün, ayrıca dağıtmak ve kurmak yaklaşımı olarak tarif edilmiştir. Bu demektir ki, zıtlıklar birbirini reddettikleri kadar da birbirini gerektirir. Eğer bu olmasaydı, Sümerlilerin Güneş sistemi hakkında konuşmak mümkün olmazdı. Çünkü her sistem, aynı zamanda, Güneş sistemi de onu oluşturan unsurların karşılıklı ilişki ve etkisinden ibarettir. Kararlı olmayan sistemin merkezinde duran Nammu’dan 11 uydu oluşmuştur.
Sümerliler Plüton’u Satürn’ün yanında tasvir ederek, onun uydusu olduğunu belirttiler. Sümerlilere göre, Mars ve Jüpiter arasında hiç bilmediğimiz büyük bir gezegen bulunmaktadır. Onlar bu gezegeni Nibiru olarak adlandırmışlardır.
Nibiru kesişen anlamına geliyor. Nibirunun çok büyük yörüngesi var ve 3600 yılda bir Mars ve Jüpiter’in arasından geçiyor. Sümer metinlerine göre, Anunnakiler gelmiş, Gök ve Yerin bağlantısı kurulmuştur. Anunnakiler 445 bin yıl önce işte bu gezegenden dünyamıza gelmişlerdir.
Dünya dışında yaşam olduğuna dair birçok metin bulunan Sümer tabletlerinde Nibiru diye bir gezegenden bahsedilmektedir. Bu metinlerden yola çıkan Göktürk AMON RA kitabında Nibiru gezegeninden dünyaya gelenlerden ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Buna göre Nibiru’da çevresel bir sorun başlamıştı. Gittikçe incelen atmosfer tabakasını korumak için Anunnakiler altından yapılmış kalkanlar hazırladı (modern uzay gemilerde astronotları radyasyondan korumak için kullanılır). Anunnakilere altın gerekiyordu. Aradıkları altın yedinci gezegen – yani Dünya’da bulundu ve ilk kez dünyamıza geldiler. İlk olarak Anunnakiler pahalı metali Fars Körfezi’nde suyun altından çıkarmaya çalıştı. İlk başarısızlıktan sonra Güney-Doğu Afrika’da bir maden inşa ettiler. 300 bin yıl önce Anunnakiler genetik işlemler yardımıyla özel işçiler, yani Homo sapiensleri (akıllı insan) yaratmışlardır. Uzaylılar Homo sapienslere bilgi ve becerilerini öğrettiler. Zaman geçtikçe iki uygarlığın, yani uzaylı ve yerlilerin kavuşma süreci başladı. Sonuçta, Homo sapiens ve Anunnakilerin ortak çocukları dünyaya geldi. İmha olmuş Nibiru gezegeninin varlığı Amerikalı astronomlar tarafından da kabul edilmektedir. Onlar Güneş sistemi etrafında, Mars ve Jüpiter gezegenleri arasından geçen eliptik yörüngede gezegen kalıntıları keşfettiler.
Annunakilerle ilgili bilgileri daha eğlenceli ve kalıcı öğrenmenin yolu Göktürk Ramu’nun yayımlamış olduğu iki muhteşem romanı AMON RA ve SON ÇAĞRI romanlarını okumaktır. Bugüne kadar Anunnakiler hakkında yüzlerce çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalar salt bilgilere dayalı anlatımlarla oldukça teknik konular şeklindeydi. Göktürk Ramu bu bilgileri kurgu haline getiren iyi bir sentezcidir.
Göktürk, yaptığı çalışmaların herkese ulaşması konusunda da birçok faaliyet gerçekleştirmektedir. Gerek sosyal medya üzerinden gerekse de verdiği seminerle yediden yetmiş yediye bilgi birikimini aktarmaktadır. Göktürk Ramu’yu takip etmek geçmişle gelecek arasındaki köprüde ilerlemektir.
Hakan TUNÇ
NOT: Göktürk Ramu seminerleri İstanbul’da devam etmektedir. Detaylı bilgi ve katılım için tıklayın: