Bilim insanları modern tarihin en ünlü deniz faciasına neyin neden olmuş olabileceğine dair yeni bir teori geliştirdiler.
Güneş, dolunay ve Dünya’nın çok nadir görülen bir dizilimde olması, 14 Nisan 1912’deki trajedide rol oynamış olabilir.
R.M.S. Titanic aysız bir gecede battı ancak bilim insanları bu lüks yolcu gemisinin batmasına neden olan buzdağının çarpışmanın gerçekleştiği noktaya gelmesinde, üç buçuk ay öncesinde gerçekleşen bir dolunayın kısmen de olsa etkili olmuş olabileceğini söylüyorlar.
Suçlu Ay mı?
O dönem dahi, 1912 baharının buzdağları açısından beklenmedik derecede kötü bir mevsim olduğu söyleniyordu. Ancak bunun ardından yatan neden büyük bir bilinmezdi.
Olson, buzdağlarındaki artışın nadir bir gökyüzü konfigürasyonundan kaynaklandığına inanıyor.
Bu nadir olaylara bir Süper Ay (Ay’ın yörünge hareketi sırasında Dünya’ya en yakın olduğu an gerçekleşen dolunay bu şekilde adlandırılıyor) da dahil.
Yeniay ve dolunay sırasında, Güneş, Dünya ve Ay aynı hat üzerinde bulunuyor. Bu sırada Güneş ve Ay, çekim kuvvetlerinin toplamını Dünya üzerinde hissettiriyor. Bunun sonucunda ise gelgit zamanı sular normalden daha fazla alçalıyor ve yükseliyor –bu duruma bahar gelgiti adı veriliyor.
Üstelik 4 Ocak 1912’de dolunay –ve dolayısıyla bahar gelgiti dizilimi– Ay’ın Dünya’ya alışılmadık biçimde yaklaşmasından yalnızca altı dakika önce sona ermişti.
Aslına bakılırsa bu İS 796 yılından bu yana Ay’ın Dünya’ya en çok yaklaştığı andı ve Dünya 2257 yılına dek böyle bir şeyi bir daha göremeyecek. Ve o gün Dünya’ya bu derecede yaklaşan Ay ve gezegenlerin dizilimi; Dünya üzerindeki son derece güçlü bir kütle-çekimle, dolayısıyla da suların aşırı yükselmesiyle birleşmişti.
Gelgit Dalgaları ve Titanic
Kabaran suların Titanic’e nasıl bir etkisi olmuş olabilir?
Öncelikle, Grönland fiyortlarındaki buzulların denize uzanan çıkıntılarını esneterek güneye giden buzdağlarından hatırı sayılır derecede büyük bir parça kopmasına neden olmuş olabilirler.
Ne var ki buzdağları o kadar hızlı hareket etmez. Olson’un ekibi 14 Nisan itibarıyla bu şekilde oluşmuş yeni buzdağlarının Titanic’in yoluna çıkacak kadar ilerlemiş olamayacağı sonucuna vardı.
Ancak kabaran sular Kanada’da Labrador ve Newfoundland açıklarındaki sığ sularda karaya oturmuş daha eski buzdağlarını etkilemiş olabilir.
Bu buzdağları genelde tekrar sürüklenmelerine olanak tanıyacak derecede erimezse olduğu yerde kalıyor. “Ama kabaran sular,” diyor Olson, “karaya oturmuş buzdağlarının tekrar hareket etmesine denen olabilir.”
Ve 4 Ocak’ta gerçekleşen alışılmadık derecede kuvvetli bahar gelgitin bu durumdaki birçok buzdağını aynı anda harekete geçirip, bir sürü buzdağını güneye, Titanic’in rotasına doğru sürüklemiş olabileceğini söylüyor.
Akıntıya Karşı
İlginç olmasına ilginç bir teori ama herkesi ikna edebilmiş değil.
Örneğin gökbilimci Geza Gyuk’un, 4 Ocak 1912’de gerçekleşen bahar gelgitinin diğerlerinden daha güçlü olduğuna dair şüpheleri var.
“Dolunay ve yeniaylar her birkaç yılda bir Ay’ın yörünge hareketi sırasında Dünya’ya çok yaklaştığı döneme denk gelir ve bu durumun buzdağlarının oluşumu üzerinde çok çok az bir etkisi vardır,” diyor Şikago Adler Gökevi ve Gökbilimi Müzesi müdürü Gyuk.
Dahası, bahar gelgiti diziliminin Ay’ın Dünya’ya en yakın olduğu andan -yani enberiden- altı dakika veya birkaç gün önce veya sonra gerçekleşmesi kabarmayı tetikleyen kütle-çekim açısından büyük bir fark yaratmıyor.
“Enberiden bir gün önce veya sonra gerçekleşen bir dolunay da benzer bir gelgit kuvvetine sahip olacaktır,” diyor Gyuk yazdığı elektronik postada.
“Ayrıca,” diyor, “4 Ocak 1912’de Ay, ortalama uzaklığından yalnızca 6 bin 200 kilometre kadar daha yakına geldi.”
“1912’deki enberi ve ortalama enberi uzaklıklar arasındaki gelgit kuvveti farkı yalnızca yüzde 5 kadar,” diyor.
Raporun yazarlarından Olson bu tartışmaların hiçbirine yer vermiyor. “Bir buzdağını harekete geçirmek için suların aşırı derecede kabarmasına gerek yok,” diye açıklıyor.
“Sular yükseldiğinde bir sandalı kumsala çektiğinizi ve karaya oturduğu anda orada bıraktığınızı hayal edin,” diyor. “Sandalın tekrar yüzmeye başlaması için suların aşırı derecede yükselmesi gerekmez.”
“Bunun yanı sıra,” diyor Olson “1912 yılının Ocak ayında rekor yükseklikteki sulara dair dünyanın dört bir yanında pek çok hikâye bulduk.”