Büyük ATATÜRK ‘ün zamanında yaşamış olanların mutluluğuna insanlık her zaman saygı duymuş ve duyacaktır da. O’nu görmüş, O’nun teneffüs ettiği havayı teneffüs etmiş olanlar, “Tarihin Çok Büyük Bir Devrini Yaşamış İnsanlar” diye anılacaklardır. Ve nesiller değiştikçe, yeni zamanlar, yeni medeniyetler, yeni fikirler doğdukça, ATATÜRK, daha çok büyüyecek, zaman onun “Ölümsüzlüğünü” insanlığa daha iyi anlatabileceklerdir.
İşte bu tanıma uygun olanlardan, hiç kuşkusuz Sayın Falih Rıfkı ATAY (d.1884, İstanbul – ö. 20 Mart 1971) ‘dır.
ATAY, Çankaya (İstanbul 1969) adlı eserinin birinci baskısının ön sözünde şöyle demektedir:
—“Hatıralarımdan gizleme çabasına düşmeyişim, yalnız ATATÜRK ‘ün o sabahki öğüdünü tutmak için değildir. ATATÜRK kadar iç ve dış, özel ve resmi yaşayışı birbirine karışan, iç içe giren, hatta birbirinden ayrılmayan belki pek az, tarih adamı vardır. İç yaşayışı üzerine hikâyeler yazılması doğru değildir diye görünebilir. Fakat onu anlamak O ve anlatmak için bunlar, devrimlerinden veya eserlerinden herhangi birinin cansız belgeleri kadar faydalı olsa gerek. ATATÜRK, toplam hesaplaşmasında, içinde göründüğü bütün olayların üstünden bakar olur. Dikeni, çalısı ayağınızı yalayarak indirdiğiniz bir dağ gibi, geri dönüp baktığımızda onun ancak yüceliği altında ezilebiliriz.
Herkes gibi ATATÜRK ‘ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan, gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri bu insanlığın derinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır. ATATÜRK ‘ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ele almalıdır.”
Aynı eserin otuz birinci sayfasında ki bu bölüme Sayın ATAY, “Pangaltı” adını verir ve şunları yazar;
—“ Genç Mustafa Kemal arkadaşları ile Beyoğlu eğlence yerlerine giderdi. İyi giyinmeyi ve yaşamayı severdi. İstanbul’a gelinceye kadar “BİRA” dan başka içki kullanmamıştı. Bir gün arkadaşı Ali Fuat (CEBESOY) ‘la beraber Büyük Ada’ya gitmişler…
Ne lokantada yiyip içecek, ne de otelde geceleyebilecek para yok. Ali Fuat, bir şişe rakı, bir şişe bira, ekmek ve yemiş alıp çamlığa yürümüşler.
Mustafa Kemal bir şişe Birayı bitirince:
-…”ŞİMDİ NE YAPACAĞIM?” demiş.
İlk defa rakıyı o akşam denemiş. Başı bir hoş dönmüş. Güneş batmak üzere; sigara paketinin altına resimler çizmiş, sonra:
-…”FUAT, NE İYİ İÇKİ İMİŞ BU… İNSANIN ŞAİR DE OLASI GELİYOR.”
Bu ağır ve sert içki bir daha yakasını bırakmamıştı…”
Sayın ATAY, ben okurlarımın huzurunda affınıza sığınarak sormak istiyorum;
— ATATÜRK, bir daha hiç mi “BİRA” içmedi? (Görsel: Ankara Orman Çiftliğinin Kuruluşunun 10. Yıldönümünde ATATÜRK, “MALT HÜLASASI” nı yudumlarken görülmekte. ATATÜRK, 5 Mayıs 1935 Pazar günü Ankara Halkına ve Parti Üyelerine Büyük Bir Ziyafet vermişlerdi. “Gürbüz çocuk” adını verdikleri kampanya da katılan misafirlere ziyafette duyulmuş ve Çiftlikte bulunan yarının gürbüz çocukları, Küçük Ülkü’nün yakaladığı şansa sahip olmuşlardı. Kim bilir belki de ilk ya da son kez kendilerini bu kadar yakından görme şerefine nail olmuşlardır. Kaynak: Uyanış, C.78/14, No: 225-338, s.12)
Sayın Falih Rıfkı ATAY yanıtı eserinde gecikmiyor;
—“Hikâyeyi birçok kimseler bilir…
ATATÜRK, İzmir’e bir gidişinde Kordon Boyundaki evinin salonuna büyük bir sofra kurulur. (Ruşen Eşref ÜNAYDIN ‘da anlatır ve mekân bilgisini İzmir, Naim Palas’ın alt kat taşlığında kalabalık bir sofrada olarak yazmaktadır.)
Davetliler tamam olup oturulacağı vakit, sokakta biriken halkın içerisini seyrettiğini gören Vali, perdelerin indirilmesini emreder.
ATATÜRK der ki;
-…”VALİ BEY, DIŞARIDAKİ HALK ACABA BİZİM NE YAPTIĞIMIZI SANIYOR? İÇKİ İÇTİĞİMİZDEN ŞÜPHESİ YOK. FAKAT ŞİMDİ MASA ÜSTÜNDE KADIN DA OYNATTIĞIMIZI VE KİM BİLİR DAHA NELER YAPTIĞIMIZI ZANNEDECEKLER. İÇKİ İÇMEKTEN BAŞKA BİRŞEY YAPMADIĞIMIZI GÖRMELERİ İÇİN PERDELERİ AÇTIRINIZ.” (Ruşen Eşref ÜNAYDIN; ATATÜRK ‘ün -…“Açın kapıları açın” dediğini ve “Gerçekten de söylediği gibi çıkmıştı; önce üşüşüp baktılar; sonra çekilip gittiler” yazar.)
Sözlü, oyunlu ve kadınlı toplantılardan biri idi. Sofranın iki türlü dağılışı vardı;
Ya ATATÜRK ‘e iyice uyku ve yorgunluk basar, arkadaşlarına izin verir ve yatak odasına çıkar yahut yabancı ve yarı bildiklerle vedalaşıp birkaç arkadaşını alıkoyardı. Yemek odasında veya eğer bahar ve yaz günleri ise, köşkün bahçesinde kalanlarla biraz daha vakit geçirdikten sonra hafifler ve ayrılırdı.
O gece bazı aşırıca sahneler geçti. Gülüşe oynaşa sabahladık. ATATÜRK benimle birkaç kişiyi sona bıraktı. Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık. Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki:
—“Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanındayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz? Yakup Kadri (KARAOSMANOĞLU) ile sizin için bir kitap hazırlasak…”
Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü:
-…”DÜN GECEYİ YAZACAK MISINIZ?”
—“Canım Efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?”
-…”AMA BUNLAR YAZILMASSA BEN ANLAŞILMAM Kİ… SİZ DE BAŞKALARININ YAZDIKLARINI TEKRARLAMIŞ OLURSUNUZ.”
Yaptığımı saklamak riyakârlığından, kendi gibi, halkı da kurtarmaya çalıştı diyor Sayın ATAY ve devam ediyor Çankaya adlı eserinde;
Bir yaz ikindisi Dolmabahçe Sarayı’ndan bir motörle Kalamış Körfezine kadar uzanmıştık. (Ruşen Eşref ÜNAYDIN; —“Ben orada yoktum; bir akşam Moda önündeki sandal gezintisinde ”der,)
Koy sandal dolu idi. Ortalarına sokulduk. Herkesin gözü ATATÜRK ‘te ve hepsi put.
Ses yok, kımıldanış yok…
ATATÜRK garsona:
-…”BİZE BİRA GETİRİNİZ,” dedi.
Getirdiler. Kadehini kaldırarak:
-…” ŞEREFİNİZE VATANDAŞLAR…” deyince kimi yanı başında, kimi oturduğu yerin altında sakladığı içki kadehlerini:
—“Şerefine Paşam…” diyerek kaldırıp içtiler. (Ruşen Eşref ÜNAYDIN; -…”YURTTAŞLARIM! BUNA RAKI DERLER. BİLİNİZ Kİ; BUNU BEN ÖTEDEN BERİ İÇERİM. ŞİMDİ DE KADEHİMİ KALDIRIP SİZLERİN ŞEREFİNİZE İÇİYORUM!.. Demiş ve halkın coşkun sevgi gösterileri içinde bâdemuş olmuş der.)
Bütün koy neşe içinde çalkalanıp durdu.”
Huzurlarından ve eserinden aldığımız yanıtlarla kısa bir süreliğine ara verip ayrılırken, Niyazi Ahmet BANOĞLU ‘nun “Nükte ve Fıkralarla ATATÜRK” adlı eserinin rafımızda bulunan II. Cildini aralıyor sayfa 68’de “MISTIK SAĞ OLSUN!..” manşeti ile yayınlanan bir nükteyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
1959 yılında İstanbul’da aramızdan ayrılan ve Büyük ATATÜRK ‘e ait hatıraları olan, ünlü gazeteci ve yazarlarımızdan (ATATÜRK ‘ün “Bursa Nutku” adıyla tanınan konuşmasını kamuoyuna yansıtan) Hasan Rıza YÜCER anlatır:
—“ATATÜRK, gençliğinde, Harbiye’deki bir koltuk meyhanesin uğrar, her zaman aynı masada otururmuş. Meyhane sahibi babacan, şakacı bir adam.
Mustafa Kemal bazen:
-…”BARBA, BU AKŞAM PARAM YOK!” dermiş.
Meyhaneci, gene subayın omuzunu okşar ve daima şu teklifsiz cevabı verirmiş:
—“Mıstık sağ olsun be!..”
Yıllar sonra ATATÜRK bir akşam gençliğinde devam ettiği bu meyhaneyi hatırlamış ve:
-…”BU AKŞAM ORAYA GİDECEĞİZ!” demiş.
Cumhur reisinin otomobillerle meyhanesine geldiğini gören ve bir kat daha ihtiyarlamış olan Barba, hemen ATATÜRK ‘ün eski yerini hazırlamış, masayı donatmış…
Eski bir gençlik hatırasının tazelenmesi ile neşelenen ATATÜRK, ilk kadehten sonra:
-…”BARBA PARAM YOK, BUGÜN YANIMA PARA ALMADIM!”
Barba, yerlere kadar eğilerek, nail olduğu büyük şerefin minnettarlığını anlatmış.
ATATÜRK, biraz sonra yine seslenmiş:
-…”SAHİ SÖYLÜYORUM, YANIMDA HİÇ PARA YOK!..”
Barba yine eğilmiş:
—“Aman efendim, paranın lafı mı olur?..” demiş.
ATATÜRK, biraz sonra yine seslenmiş:
-…”BARBA, SEN İNANMIYORSUN AMA, VALLAHİ PARASIZIM!..” deyince, ihtiyar meyhaneci dayanamamış; tıpkı eskiden yaptığı gibi, büyük bir teklifsizlikle, elini ATATÜRK ‘ün omuzuna koyarak:
—“Aldırma be, Mıstık sağ olsun!..” dedikten sonra ilave etmiş:
—“Zo, bana bunu söyletmek mi istersin?!…”
Büyük ATATÜRK ‘e ait hatıraların hepsi birbirinden kıymetlidir. Onunla karşılaşmak iltifatını kazanmak mutluluğuna ermiş olanlarla şüphesiz biz okurların kalpleri, sonsuza kadar bu anıların zevkiyle dolu kalacağına inanarak;
ATATÜRK ‘ün yakın çalışma arkadaşlarından ve Türkiye Cumhuriyetinde hukuki temellerin atılmasında katkılarda bulunmuş; “23 Kasım 1924 – 27 Eylül 1930 “ tarihleri arasında T.C. Adalet Bakanımız olarak görev yapan;
Sayın Mustafa Esat BOZKURT (d. 1892, Kuşadası – ö. 21 Aralık 1943, İstanbul), için “TÜRK VATANININ BEKÇİSİ ATATÜRK’TÜR” dediğini birçoğumuz işitmişizdir.
“Nükte ve Fıkralarla ATATÜRK” adlı eserin sahibi Niyazi Ahmet BANOĞLU sayfa 426’da;
“GÜNDÜZ İÇKİ KULLANMAM” başlığı altında şunları yazar:
—“ ATATÜRK, gece uyanıklığına çok alışıktı…
Misafir kabul etmediği gecelerde dahi uyumaz, kütüphanesine çekilerek okuyarak sabahlardı. Bu yüzden Mahmut Esat BOZKURT, O’nun için, “TÜRK VATANININ BEKÇİSİ ATATÜRK’TÜR” derdi.
O’ misafirlerine sabaha karşı izin verdikten sonra banyosunu alır ve yatağının yanındaki komidinin üstünde mevsimine göre meyve suyu içerdi. Gündüzleri de bir bardak dolusu ayranı diğer içkilere tercih ederlerdi.
Gündüz kıyamet kopsa alkollü içki almazdı. Yalnız sıcak günlerde; “bir iki bardak BİRAYLA” yetinirdi.
İngiliz Kralı Edward’ın İstanbul’u ziyaretinde Kral kendi eliyle ATATÜRK ‘e bir kadeh viski sunmuştu. ATATÜRK, bu ikramı nazikâne reddetti ve:
-…”TEŞEKKÜR EDERİM. GÜNDÜZLERİ İÇKİ KULLANMAM,” dedi.
İngiliz Kralı, kendi kadehini de elinden bıraktı ve cevap verdi:
—“Ben de sevmem.”
Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa 57 yılı sığdıramayacağımız, kütüphaneler dolusu o çok kıymetli hatıralarından birkaç gününü sizlerle paylaşmaya çalıştım. Her zaman söylediğim gibi eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir.
Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.
İsmet ERARPAT
*Yazının her türlü hakkı saklıdır.