Son yıllarda hızla ve hatta kontrolsüzce gelişen teknoloji birçoğumuzun aklında soru işaretlerine sebep oluyor. Evet; teknoloji geliştikçe hayatımız kolaylaşıyor, hız kazanıyor, “imkansız” zannettiklerimize bile çareler üretiyor zaman zaman ama; bu gelişim ne kadar iyi? Sağladığı yarar hangi noktada zarara dönüşebilir? İleri teknoloji ile nereye koşuyoruz? Önümüzü görebiliyor ve ona yetişebiliyor muyuz?
Bu yazımda, teknolojide gelinen son noktayı ve insanoğlu üzerindeki muhtemel etkileri üzerinde duracağım.
Haydi başlayalım…
SRI International firmasını duyanlar olmuştur. Bu firma mikro-robotlar geliştiriyor. Her bir minik robotun kendi gereci var ve birkaç robot biraraya gelerek makro boyutta ürünler üretiyorlar. Bu minik robotlar aslında küçük mıknatıslar ve bir baskı devre üzerinde oluşturulan manyetik alanla kontrol ediliyorlar. Yani bu minik robotlar düşük maliyetli maddelerle üretilmiş ve toplu üretime uygunlar. SRI ayrıca bu minik robotların ihtiyaç duydukları aletleri kendilerinin yapmasının da bir yolunu bulmuş. Bütün bu mikro robotlar temelde aynı oldukları için gereçleri ile çok farklı işleri yapabiliyorlar. Bu robotlar kendi gereç atölyelerini kurarak diğer robotlar için gereç üretebiliyorlar.
SRI robot programının şef bilim adamı Ron Pelrine‘e göre bu mikro-robotlar diğer daha büyük robotlarla entegre edilerek bir nevi robot bağışıklık sistemi gibi hareket edebilir. Büyük robotu gözlemler, bakımını yapar ve gerektiğinde tamir eder.
Küçük olmanın getirdiği büyük avantajlara sahip olan bu marifetli robotlar, yumuşak bir kapsül şeklinde ve vücuda ağız yoluyla alınıyor. İlaç taşımada kullanılabilecek bu küçük robotlar endoskopi bile yapabiliyor. Bunların yanı sıra içlerine yerleştirilmiş özel bıçaklar sayesinde vücudun istenen yerinden kesit alabiliyor. Böylece biyopsi uygulamalarına da yeni bir soluk getiriyor. Cerrahi müdahale yapabilen bu robotlar, şimdiden, doğadan ilham alınarak başlanan bu serüvenin hayal gücümüzü zorlayacak sınırlara ulaşacağını gösteriyor.
Hatırlarsanız 2016 yılı Nobel kimya ödülünü, nanometre boyutunda makineler inşa eden Berbard Feringa, Jean-Pierre Sauvage ve Sir. J. Fraser Stoddart paylaşmıştı…
Şimdi gelelim Nanometre ölçeğine… Siz de nanometre ölçeğini gözünüzde canlandıramadıysanız yardımcı olalım, insan saçının genişliğinden bin kat daha küçük. 1 nm (nanometre), metrenin milyarda biri kadardır. Genel olarak nanoteknolojinin çalışma alanı 1 nm ile 100 nm arasında olmaktadır.
Örneğin bir DNA sarmalı yaklaşık 2 nm çapa sahiptir.
Avusturalya’da Çipli Sağlık
Günümüz teknolojisi ile bir toplu iğnenin başına yüz bin silikon devre yerleştirilebiliyor. Mikro ve nano teknoloji adı verilen bu bilim şimdilerde hemen hemen her alanda kullanılmaktadır. Mikro-elektro-mekanik sistemler (MEMS); elektronik cihazlar, bolometreler, jiroskop ve nem, sıcaklık, basınç, sarsıntı algılayıcılar gibi alanlarda kullanılmaktayken nanoteknoloji daha çok elektronik devre elemanları, bataryalar, akıllı tekstil ve boya malzemeleri, otomotiv, havacılık ve uzay sanayinde karşımıza çıkmaktadır. Mikro ve nano teknoloji aynı zamanda gelecek için insanoğlunun hayal gücünü zorlayacak buluşlarında kapısını aralamaktadır. Tüm bu bilgiler ışığında nanoteknoloji ve bu teknolojinin ürünü nanitlerin geleceği yeniden şekillendirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bilim her zaman insanoğlunu ileri taşıdığından “Bunda ne kötülük var ki?” diye düşünebiliriz. Evet, bilim ilerleme demektir ancak önümüzde canavarlaşmış savaş sanayi, virüs teknolojisi, atom bombaları gibi örneklerde var.
Şimdi biraz düşünelim; bir toplu iğne ucundan binlerce kat küçük olan teknoloji ürünü nanitler, insanın tüm yapısını değiştirebilir. Bu nanitler vücudumuza havadan, GDO’lu yiyeceklerden ya da yediğimiz besinlerden rahatlıkla sokulabilir. Bir süre sonra da bu nanitlere verilen komutlar ile bedenimiz arasında bir savaş yaşanabilir. Bunlar hiç te komplo teorisi değil, günümüzün ve hatta geleceğimizin gerçekleri…
Plüton’u incelemek üzere gönderilen New Horizons’a uzay aracını yönlendirmek ve kontrol etmek için üzerine program yüklenen ve her komutu yerine getiren çipler yerleştirildi. Bu sayede milyarlarca kilometre uzakta bulunan araç dünyadan verilen komutları uygulayabiliyor. Bir uzay aracını bu şekilde programlayıp işlevselleştirebiliyorsak böyle nano ölçeklerde devreleri insan vücuduna da yerleştirip kontrol etmek neden zor olsun ki?
Hatta insan ve hayvanlarda kullanılmaya başlandı bile. Çip yerleştirme işlemleri hayvanların kaybolmasını engellemek adına yıllardır kullanıyordu zaten. Artık Arjantin, Brezilya gibi ülkelerde zengin kişilerin kaçırılma olaylarına önlem olarak da kullanılıyor. Geçen yıl Amerika’daki teknoloji şirketi Applied Digital Solutions, insanlara enjekte edilecek çipler için Florida Eyaleti’nde hükûmete başvurarak izin istedi. Bu yıl ise İsveç’te Tictail adındaki bir şirkette çalışanların fotokopi makinelerini kullanabilmesi, şifreli kapılardan geçebilmesi, çiplerine tanımlı hesapla alışveriş yapabilmesi ise deri altına çip yerleştirme işlemini uygulamaya başladı. Pirinç tanesi büyüklüğündeki bu çiplerin dışında çok daha küçük (5 mikro milimetre ki bir saç telinin çapı 50 mikro milimetre), enseye ve gözdeki görme sinirlerinin içine yerleştirilebilen bazı çipler de var ki askerlerin uzaktan kontrolü için hali hazırda kullanılıyor.
Amerika’da 1946 yılında yeni doğan birçok bebeğe ailelerinin izni olmadan çip takıldı. 1950’lerden sonra hayvanlar ve insanlar üzerinde bu çipler denenerek davranışları, beyin ve vücut fonksiyonlarını kontrol etme üzerine birçok araştırma yapıldı. 1970’lere kadar röntgen ile fark edilen çipler silikon yerine galyum arsenit kullanılarak çok daha küçük boyutlara indirgendi. İsveç’ in öldürülen başbakanı Olof Palme 1973 senesinde bu çiplerin mahkumlara takılmasına karar verdi ve bu izin o dönemin devlet raporlarında da bulunuyor. Bu çipler yardımıyla insanları uzaktan izleme, kontrol etme işlemleri gerçekleştirilebiliyor hatta elektromanyetik dalga iletimleriyle insanlara değişik eylemler yaptırılabiliyor.
Bunlardan çok daha önemlisi DNA’larımızda bulunan kodları, bize yerleştirdikleri gözle bile görülemeyecek kadar küçük olan çiplere, uzaktan yükledikleri yeni programlarla yeni yazılımlar yükleyebilirler. Kendi istedikleri şekilde yeni bir ırk yeni bir kültür yaratabilirler. Bunu öyle bir şekilde yaparlar ki değişimin gerçekleştiğini dahi fark etmeyebiliriz.Bunları birçok yolla gerçekleştiriyorlar. Belki de şu an bahsetmiş olduğum çipler de bizlerde mevcut.
5 mikro milimetre boyutundaki bir çip hava ile solunarak dahi vücuda alınabilir, ilaçlarla vücuda enjekte edilebilir, sulara, besinlere, diş macununa, şampuanlara dahi yerleştirilerek vücuda aktarılabilir. Size bu yolla hiç hatırlamayacağınız şeyler yaptırılabilir. Günümüzde kültürler ve yaşam tarzları zaten çok hızlı değişmekte. Modern köleliğin dünyadaki adı AVM ve kapitalizm kültürü iken bizde buna ek olarak particilikte eklenmiş durumda.
Her görüşten insanların alışveriş algısına şöyle bir baktığımızda bunu net bir şekilde görebiliriz nasıl mı? “Benim bu ayakkabıya ihtiyacım var.” cümlesi “Ben daha iyi ayakkabılara layığım.” ya da “”Kendimi biraz şımartacağım.” cümlesine dönüşmüş durumda… Alışveriş çılgınlığı yüzünden kredi kartı mağdurlarının intihara sürüklendiği, borca battığı, her on kişiden sekizinin kredilerle borçlandığını görmezden gelemeyiz.
Peki, bunları sadece aptal olduğumuz için mi yapıyoruz yoksa bizi reklam dışında harekete geçiren ve içsel dürtülerimizi harekete geçiren nanitler gibi başka etkenler mi var bir düşünün derim ben…
*Yazının her türlü hakkı saklıdır.