Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır deriz. Ya gün gelir bir fincan kahve bile bulunamayarak yürütülen koskoca bir Milli Mücadele’nin hatırı?
Şevki ÖZTAN anlatır:
—“Bir gün Mustafa Kemal Paşa’yı çok gergin bulduk. Daima soğukkanlılığıyla ve irade gücüyle tanıdığımız Paşa meğer kahve bulamamakta imiş. Kahve tiryakisi idi. Şehirde kahve vardı, ama par yokmuş. Heyet-i Temsiliye’nin parasız kaldığının da duyulmasını istemiyormuş.”
Kahve bulunmuş.
Bunu niçin hatırladım, niçin yazıyorum?
O eski demagojinin, son yıllarda da kullandığı iddialardan biri; “Vahdettin, Anadolu’ya giderken Mustafa Kemal Paşa’ya çok büyük miktarlarda para verdi. O miktar; bazen kırk bin (40.000.), bazen de elli bin (50.000) altın. Hatta hızını alamayan yalanın bazen dört yüz bin (400.000.) altına çıkardığı da oldu.”
Samsun’dan itibaren ATATÜRK ‘ün günleri acaba nasıl geçmişti, neler yapmıştı?
Bunu anahtarlarıyla birçoğumuz elbet biliyoruz. Ama çok önemli olmalarına rağmen ayrıntı gibi görünen çok sayıda telgraf, mektup var. ATATÜRK, o zamanını imkânları içinde nasıl yapmış, ne zaman yazmış, nerede hazırlamış? Birçoğumuz bilmiyoruz.
Bilinmezliğin yanıtı da gecikmiyor:
—“Herhalde uyumadan ve sık sık bir fincan kahve içerek.”
Anadolu yolculuğunun ilk haftalarından itibaren para sıkıntısı da başlamış. Ankara’da 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya 10 Haziran 1919’da Havza’dan yazıyor:
-…”BİZ ANKARA’DAN OSMANCIK’A GELELİM, SİZ DE ORAYA GELİNİZ DİYORSUNUZ; AMA PARA SIKINTISI VAR, BENZİN FIKDANI VAR, BEN MEVCUT BENZİNLE AMASYA’YA GEÇECEĞİM, SİZ DE ORAYA GELİNİZ.”
23 Haziran 1919’da Erzurum’dan:
-…”İSTANBUL’DAN NAMUS VE TEŞEBBÜSLERİYLE MARUF MALİYE MÜFETTİŞİ ARİF BEY GELDİ. KENDİSİNE PARAYLA MÜTEALİK BAZI VAZİFELER VERİLDİ”
Durum bu.
Sormak gerekmez mi, nerede Vahdettin’in altınları?
Kaldı ki, Heyet-i Temsiliye Karar Defteri’nde de para sıkıntısı var:
2 Aralık 1919 günlü karar şu:
—“MÜZAYAKA-İ MALİYEDEN DOLAYI BERÂ-YI MUAVENET VE AHALİYİ MUTAZARRIR VE RENCİDE ETMEMEK ŞARTIYLA BİRKAÇ BİN LİRA GÖNDERİLİRSE MÜTEŞEKKİR KALINACAĞININ KARAHİSAR HAVALİSİ KUVA-YI MİLLİYE KUMANDANI ARİF BEY’E BİİLDİRİLMESİNE…”
Bir fincan kahve vesilesiyle düşünürken az daha sizlere Şevki ÖZTAN ‘ı tanıtmayı unutuyordum. Mustafa Kemal PALOĞLU, “Müdafaa-i Hukuk Saati” adlı eserinin 104. sayfasında şöyle tanımlar:
—“Şevki ÖZTAN, Sivas Lisesi’nde sevgili sınıf arkadaşlarım Yılmaz ve Yüksel ÖZTAN kardeşlerin babası. Şimdi ikisi de birer profesör. Biz Sivas Lisesi’nde okurken Şevki ÖZTAN, P.T.T. Müdürü idi. Ama —sonradan öğreneceğim — daha çok telgrafçılığıyla övünürdü; çünkü Sivas Kongre’sinin ve Sivas’tan ayrılıncaya kadar Heyet-i Temsiliye’nin telgrafçılığını yapmıştı. Şevki ÖZTAN, Müdafaa-i Hukuk ideolojisini Mors alfabesine döken güzel elleriyle, unutmayacağım güzel yüzlerden biri.”
Sivas Kongresi ne idi?
Sivas’ta bir Milli Kongrenin toplanması Amasya’da kararlaştırılmış ve Amasya Genelgesi ile bildirilmiştir (Amasya Kararları, Madde: 5 – 6, 22 Haziran 1919). Sivas Kongresi genel ve ulusal bir kongredir ve Erzurum’a göre bir sıçramadır; kapsamlı bir sıçrama. Şöyle ki Erzurum Kongresi, Rumluk ve Ermenilik teşkili amacına yönelik işgallere karşı konulacağını söylüyor. Sivas Kongresi ise, amacı ne olursa olsun işgallere karşı dorudan doğruya karşı olduğunu belirtmiştir.
ATATÜRK bu farkı Nutuk’ta şöyle anlatır:
—“BU İKİ CÜMLEDEKİ FARK, MANA İTİBARİYLE BİTTABİ PEK BÜYÜKTÜR. BİRİNCİSİNDE DÜVEL-İ İTİLAFİYEYE KARŞI HASMANE VAZİYET VE MUKAVEMET TELAFFUZ OLUNMUŞTUR. İKİNCİSİNDE BU CİHET SARAHAT ETMİŞTİR.”
Sivas Kongresi, Sivas Sultanisi binasında toplanmış, bu bina Cumhuriyetimizin ilanı ile Sivas Lisesi olmuştur. Mustafa Kemal PALOĞLU, “Müdafaa-i Hukuk Saati” adlı eserinin 142 – 143 sayfasında:
—“Ben orada okudum (Sivas Lisesi); Hem liseyi, hem de Kongreyi. Biz o yıllarda adeta çift diploma ile mezun olurduk. Lise ve Kongre diplomaları. Çünkü o kentte ve o binada Kongre başlı başına bir öğretim, bir eğitim gibi idi.
Nostalji bu olsa gerek; bizzat yaşanmış güzel geçmişler… Hepsi gözümün önünde. Sarı Sivas güzleri, bol yıldızlı geceler. Saçlarını dökmeye başlamış kavaklar, çinili minareler, Selçuklu taç kapıları. Halil Rifat Paşa’dan, Vali Muammer Bey’den renkler.
İkinci sınıfımı, 5-B ‘yi hatırlıyorum. ATATÜRK odasının bitişiğinde idi. Her hafta açtırıp ziyaret ettiğimiz oda; yerde Sivas halıları, demir bir karyola, camlı bir dolap, bir koltuk, belki küçük bir konsol ve üstünde Müdafaa-i Hukuk Saati. O odanın yanında Kongre salonu. Pirinç kornişlerden inen perdelerin kıvrımlarında ve pervazlarda takılıp kalmış eski sesler;
Rasim Bey’in telaşlı gölgesi, riyasette Mustafa Kemal Paşa, şu Rauf Bey, şu Emir Paşa (MARŞAN) olmalı, şu Niğdeli Halit Bey. Havada Halide Hanım’ın mektubundan bedbin satırlar: Manda istiyor, öneriyor. O mektubu yazan eller, Sultanahmet mitingindeki feryadın sahibine ait olabilir mi?”
Bir fincan kahve vesilesiyle düşünürken sizlere 4 – 11 Eylül 1919 ‘da Sivas Kongresi günlerine ilişkin anılarını bizlerle paylaşan Necip Ali KÜÇÜKA ‘nın hatıratı bu sorunun yanıtı olabilir diye düşünüyor ve sizlerle paylaşıyorum:
Necip Ali KÜÇÜKA, İstiklal Mahkemeleri’nde görev alan Üç Ali’den biridir.
1892 (1893) yılında Denizli’de dünyaya gelen KÜÇÜKA, Denizli’de Yunanlıların İzmir’i işgali sırasında “Kuvayı Milliye Teşkilatı” nı kurmuştur. Sivas Kongresi’ne katılmış, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra ATATÜRK ‘ün yakın çevresinde yer almış, devrimlerin gerçekleştirildiği yıllarda en etkin politikacılardan biri olmuştur.
Necip Ali KÜÇÜKA, İstiklal Mahkemelerindeki savcılık görevi sırasında rejime bağlılığı ve gözü pekliğiyle tanınmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ikinci dönemden altıncı döneme kadar Milletvekili olarak bulunmuştur.
Günlerden beri yorgun ve bitkindik. Konya’dan itibaren başlayan takibat vilayet hudutları içinde çok sıkı idi.
Artin Cemal bizi tutuklatıp İstanbul Hükümeti’ne teslim için büyük bir itina göstermişti. (Görselde; Lakabı Artin Cemal olan Cemal KEŞMİR ‘i görmekteyiz.)
Biz devletin müsellah kuvvetleri tarafından bir cani gibi takip ediliyorduk. Hükümet merkezi de dâhil olduğu halde en mühim noktaları işgal edilmiş, elinden silahı alınmış, idam sehpasına gönderilmekte olan büyük milleti kurtarmak için Sivas’tan gelen ilahi ve reha kâr sese koşanları yakalamak ve imha etmek üzere, Halifeler Hükümeti, İşte böyle takip ediyordu.
O sırada Sivas’la Kayseri arasında işleyen Amerikan otobüsleriyle köprübaşına yaklaştık. Mustafa Kemal’in yaverleri bizi orada selamladılar. Ve otomobillerine aldılar. Sivas hudutlarına girdiğimiz dakikada, istikbaldeki hür ve mesut vatanın serbest havasını ciğerlerimizin en içlerine kadar çekerek, ilk defa teneffüs ettik. Kongre bir gün evvel açılmıştı. Mustafa Kemal bizi perişan kıyafetimizle küçük bürosuna kabul etti. Altın saçlarının altında bir enerji ve ina kaynağı halinde parlayan mavi gözlerinde şarkın yeni güneşi seziliyordu.
KUDRET VE AZİR HEYKELİ:
Umumi harbin büyük şahsiyetlerinin, müthiş kumandanlarının birçoklarının ya elini sıkmış veyahut da pek yakından görmüştüm. Fakat şimdi karşımıza bir kudret ve azim heykeli gibi oturmakta olan adam kadar imposant bir şahsiyet karşısında hayatımda ilk defa bulunuyordum. Son derece ciddi ve vakur idi. Bununla beraber en kibar bir salon adamından daha nazik ve centilmen idi.
Bize sual tevcih ederken hep, “BEYEFENDİ” diye hitap ederdi.
Denizli cephesi hakkında verdiğimiz kırık dökük malumatı, O ‘nun harikulade dimağı derhal muntazam bir mantık silsilesi haline sokuyor ve vaziyeti bir projektör aydınlığıyla tenvir ettikten sonra en isabetli kararı veriyordu. Biz kendi basit görüşümüzle bile kendimizin derhal müstesna bir adam karşısında olduğumuzu anladık.
Davaya ve istikbale O ‘nun karşısında bir daha inandık. Kongre geceleri çok eğlenceli geçiyordu. Bilhassa Anadolu, İstanbul ile münasebetini kestikten sonra İsmail Fazlı Paşa, kabine listesi tanzim ediyor, Ahmet Rüstem Bey Fransızca yazdığı tarihten parçalar okuyor ve Kara Vasıf, Amerika’dan gelecek milyonlarca dolar ile memlekette yapılacak geniş dahili ıslahat politikasının derin ve samimi hayali içinde gaşyoluyordu.
Kongre’yi günlerden beri Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin program ve nizamnamesi yordu. Burada en mühim mesele manda meselesiydi. Kongre’nin muhitinde manda fikri pek ziyade yer almış ve hatta bu hususta hayli propaganda da yapılmıştı. “Manda” yı isteyenler, Türkiye’nin bu korkunç vaziyetten kurtarılmasına, ancak böyle bir yol ile kurtarılabileceğini hüsnüniyetle zannetmişlerdi.
Fakat “Manda” nedir, bunun hukuki portresi nasıldır? Amerika Yakın Şark’ta sırtına böyle bir vazife ve mesuliyet alabilir mi?
AMERİKAN MANDASI:
Kimse düşünemiyor ve yalnız Amerikan Mandasını Türk Vatanperverliğine uygun olacağı tahmin ediliyordu. Türkiye bu badirede istiklalini kurtarmış olsa bile ecnebi bir devletin geniş bir mikyasta yardımı olmaksızın yaşayamaz kararına varılıyordu.
Doğrusunu söylemek icap ederse, o günlerin haşin ve korkunç şeniyeti karşısında bu mantık normal bir düşünüşün ifadesiydi.
Fakat büyük hadiseler karşısında başka türlü düşünebilmesi için insanın başka türlü yaratılması lazımdı. İşte Ebedi Şef’te bu harikulade vasıflar vardı. Kongre’de Manda müzakeresi başlamazdan evvel müzakerenin kuvvetli ve şiddetli olacağı söyleniyordu.
O gün riyaset kürsüsünde Mustafa Kemal oturuyordu. Manda ‘nın lehinde nutuklar söylendi. Bu sırada, kürsüden indi ve kürsüyü İsmail Fazlı Paşa işgal etti. Mustafa Kemal hitabet kürsüsüne çıkarak, Manda ’ya öyle hücum etti ve Manda ’nın mahiyetini o kadar darin bir vukuf ve ihata izah etti ki, O ‘nun mantık ve belagatı karşısında herkes sustu ve O ‘na inandı.
Mustafa Kemal, simağında tahayyül ettiği şeyleri tahakkuk ettirebilmek için, hadiselerin mantıki tekâmülünü büyük bir sabır ve itina ile beklemişti.
Ben o zamanlar,
Ziya GÖKALP ‘in içtimai akidelerinin en sadık bir mühimi idim. Benim genç ruhum, büyük sosyoloğun bütün yazılarını bir nas (doğma) gibi kabul ederdi. Ziya GÖKALP ‘in bir yazısında; “Osmanlı Devleti’ni yeniden canlandırmak için radikal hareket edilmesi icap ettiğini, Ümmet Hükümetinden, Millet Hükümeti’ne geçilmesini ve bunun için Babıali zihniyetinin yıkılması icap ettiğine” dair bir yazı okumuştum.
Bundan mülhem olarak Afyon Murahhası Kisvizade Sıtkı ile beraber düşündük ve fikrimizi kâğıtta tespit ederek, koridorda sigara içerken Mustafa Kemal’e sunduk. Biz artık Anadolu’da bir devlet kurulmasını düşünmüştük.
Mustafa Kemal, kâğıda baktı:
-…”BİZ ŞİMDİ MEMLEKETİ VE ESİR OLAN HALİFEYİ KURTARACAĞIZ. BU İŞLERİN HENÜZ SIRASI DEĞİL.” dedi.
Mustafa Kemal, ilk günlerde Osmanlı Devleti’nin umumi mevzuatına ehemmiyetle hürmet ediyordu. O, teşkilattan önce hiç bir şey düşünmemiş görünüyordu. Devletin dahili idaresine müdahaleden içtinap eder gibi vaziyetler aldı.
İHTİLAL HEYETİ Mİ?:
Ahmet Rüstem son derece hassas ve asabi bir adam olduğu için bir gün Mustafa Kemal’e:
—“Paşa, siz şimdi her şey yapabilirsiniz. Unutmayınız ki, biz burada cemiyetler kanununa göre teşekkül etmiş bir heyet değiliz. Bizim bir ihtilal heyetinden başka bir hüviyetimiz yoktur. Mahiyetimizin bize verdiği cüretle her şeyi yapabiliriz” dedi.
Mustafa Kemal:
-…”HAYIR BEYEFENDİ. BEN BUNU YAPAMAM.” diye cevap verdi.
Büyük dâhinin bu nazarı gayet isabetli idi. Eğer Ahmet Rüstem Bey’in istikametinden yürümüş olsaydı, Sivas Kongresi’nin bir avuç kan halinde bastırılması pek kolay olurdu. Türk inkılap tarihinin seyri takip edilecek olursa, Mustafa Kemal’in devletin dahili mevzuatına ancak Ankara’da Büyük Millet Meclisi teşekkül ettikten sonra temas ettiği görülür. Bütün esaslı ve büyük inkılapları hep Meclis kararıyla yapmış ve başarmıştır. Ve inkılabımızın milli bünyede büyük sarsıntı vücuda getirmeden muvaffakiyetle içtimai bünyeye intıbakıfikrimce ancak bu sayede hâsıl olmuştur.”
27 Eylül 1941 ‘de Ankara’da vefat eden Necip Ali KÜÇÜKA ‘nın yukarıda okuduğumuz Sivas Kongresi günlerine ilişkin anılarını Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün ebedi istirahatlerine çekilişlerinin birinci yıl dönümü nedeniyle 1939 yılında yayınlanmıştır.
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.