—“Hayranlık duyar fakat fazla yaklaşmak haddimiz değil gibi gelirdi…”
Değerli okurlar, bu günkü sayfamda Cumhuriyetimizin ilanın ilk yıllarında itibaren ATATÜRK ‘ün fotoğraflarını çeken, O ‘nun yurtiçi gezilerine katılan, büyük olayları makinesiyle tespit ederken, adeta elindeki makinesiyle kendilerini bir gölge gibi takip etmiş ve günümüze ATATÜRK ‘ ait en az “1500” adet fotoğraf kazandırmayı başaran, fotoğrafçılık mesleğinin herkese nasip olmayan bir ustamızdan bahsedeceğim;
“Cemal IŞIKSEL.”
İlk defa “Görç” marka bir makine ile Ankara İstasyonu’nda ATATÜRK ‘ün resmini çektiği zaman bir “Sultani” talebesidir ve tarih 27 Mart 1925’dir…
Aradan 13 yıl geçecek ve büyük usta 1938 yılının 26 Mayıs günü yine Ankara İstasyonu’nda çektiği fotoğrafın bir “veda fotoğrafı” olduğunu bilmeyecektir.
Demek ki, 1925 – 1938 döneminin; o kuruluş ve yükseliş yıllarının coşkun havasının en değerli belgeleri sayılacak fotoğraflar, büyük usta Cemal IŞIKSEL ‘in emekleriyle bugüne kazandırılmış oluyor.
Cemal IŞIKSEL kimdir?
Ben bu sorunun yanıtını birazdan oğlu Deniz Bey’e bırakacağım. Birazdan diyorum, çünkü Deniz Bey’in hatıratında bulunmayan, ancak 10 Kasım 1969’da Cumhuriyet Gazetesi’nde babası Cemal IŞIKSEL ile yaptığı röportajı ahtı vefa olarak yayımlayan, Sadun TANJU ’nun haberinden bir bölüm alarak öncelikle sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Büyük usta Cemal IŞIKSEL, Mualla Hanım ile evliliğinden iki çocuğu dünyaya gelir. Oğlu Deniz, Elektronik Yüksek Mühendisidir. Kızı Sema Hanım ise iç mimardır….;
S.TANSU: “Her yerde halktan kimseler yaklaşabilirler miydi kolayca yanına?”
Bu fotoğrafı Tokat’ta çektim. Adam mübadil. İskan muameleleri aksamış, açıkta kalmış, perişan olmuş. Dilekçesini ATATÜRK ‘ e sundu. O’da dikkatle okuduktan sonra vatandaşın haklı olduğunu anladı. “
S.TANSU: “Öyleyse vay Vali ile Defterdarın haline!”
C.IŞIKSEL: “Artık ne oldu bilemem ama mübadil vatandaşın işinin görülmesini emrettiğini hatırlıyorum. İşin hoş tarafı, sonradan o Defterdar benim kayınpederim oldu.”
Şimdi sözü Deniz Bey’e bırakalım:
ATATÜRK ‘ün En Güzel Fotoğraflarını Babam Çekti;
ATATÜRK ‘ün fotoğrafçısı olarak bilinen ve “Foto Cemal” olarak tanınan Cemal IŞIKSEL ‘in oğluyum. İstanbul’da doğdum, Ankara’da büyüdüm. Avusturya Lisesi’nden sonra elektrik – elektronik mühendisliği okumak için Almanya’ya gittim ve okuldan sonra iki yıl Almanya’da çalıştım. Türkiye’ye döndükten sonra muhtelif şirketlerde, PTT, TRT gibi kurumlarda çalıştım. Televizyonun Anadolu’ya yayıldığı dönemde, TV verici istasyonu planlaması, yer seçimi ve kurumlarında görev aldım. Kıbrıs Harekâtı sırasında ise Kıbrıs’a yönelik TV yayını için çalışmalara katıldım. 1972’de Çamlıca tepesindeki ilk TRT TV kulesi yapımında bulundum, antenlerin kurulmasında çalıştım.
Babam Cemal IŞIKSEL 1905 yılında İstanbul, Vefa’da doğmuş. Dedem Nevşehirli Hasan Fehmi Efendi Beyazıt Medresesinde fıkıh profesörü imiş. Fransızca, Farsça ve Arapça bilirmiş. 1918 yılına kadar İstanbul’da yaşamışlar; sonra Eskişehir’e yerleşmişler. Yunan İşgalinden önce 1919’da Ankara’ya taşınmışlar. Dedem ATATÜRK ‘ün en büyük destekçilerinden biriymiş. Sakallı, sarıklı ama aydın fikirli bir kişiymiş. Babama, lisede öğrenciyken kutu tipi bir fotoğraf makinesi almış; o dönemin en iyi fotoğraf makinesiymiş. Babam böylece fotoğrafla tanışmış ve giderek bu işi çok sevmiş. Kendisini bu konuda daha da geliştirmek için çocukluğumda seyyar fotoğrafçıların kullandığı körüklü, ayaklı, omuzda taşınan bir fotoğraf makinesi almış. Babam ufak tefek, hareketli bir insandı. Her olaya hızla yetiştiğinden soyadı kanunu çıktığında, “Sen Işıksel Soyadını al,” demişler, soyadımız “Işıksel” olmuş.
-…”ÇEKEBİLDİN Mİ ÇOCUK?”
27 Mart 1925 günü babam ATATÜRK ‘ün Fethi OKYAR ‘ı uğurlamak için Ankara İstasyonu’na geleceğini duymuş. Büyük bir heyecanla istasyona koşmuş ve girişte pozisyon almış. Henüz 20 yaşlarındaymış o zaman ATATÜRK ‘ün geldiğini görünce, bacakları titreyerek yanına yaklaşmış ve:
—“PAŞAM, BİR FOTOĞRAFINIZI ÇEKEBİLİR MİYİM?” diyerek izin istemiş.
ATATÜRK de gülümseyerek poz vermiş.
Babam aceleyle siyah örtünün altına girip netlik ayarlarını yapmış, camı yerleştirip fotoğrafı çekmiş. Örtünün altından çıkınca ATATÜRK:
-…” ÇEKEBİLDİN Mİ ÇOCUK?” diye sormuş.
Babam da yine bacakları birbirine dolanarak:
—“ÇEKTİM EFENDİM, TEŞEKKÜR EDERİM,” demiş.
Babamın ATATÜRK ‘le macerası o gün böyle başlamış.
-…”BAŞIBOZUKLUK PAÇANDAN AKIYOR.”
Muhafız alayında yedek subay görevini yaparken, Ankara’da büyük Tahtakale yangını olmuş. Babama haber vermişler ve fotoğraf çekmesi için acil olarak olay yerine gitmesini istemişler. Hemen alayından izin almış apar topar olay yerine gitmiş. Yangının fotoğraflarını çekerken, ATATÜRK de inceleme yapmak için olay yerine geliyor. Babam bu kez ATATÜRK ‘ün fotoğraflarını çekmeye başlıyor. ATATÜRK bir ara onu fark ediyor ve:
-…” BAŞIBOZUKLUK PAÇANDAN AKIYOR ÇOCUK.” diyerek onu uyarıyor.
Bilindiği gibi, “Başıbozuk” eskiden muvazzaf olmayan askerler için kullanılan bir tabirdi. Babam utançtan yerin dibine giriyor ve hemen oradan uzaklaşıyor. Sonra üstüne başına bakıyor. Tabii üzerinde askeri kıyafet var. Olay yerine koşarken, postalların üstündeki tozlukların bağı çözülmüş. ATATÜRK o kargaşada, karanlıkta bile bunu fark etmiş ve babamı ikaz etmiş. Babam bu anısını çok kez anlatır:
—“PAÇAMDAN AKIYOR,” diyerek ATATÜRK ‘ün onu özensiz halinden dolayı uyardığını söylerdi.
Askerlik hizmetinden sonra babam, 1925 yılında ANKARA ‘da açılan Hukuk Fakültesi’nde eğitimine devam etmiş. Bir yandan da Hakimiyet-i Milliye gazetesinde — adı daha sonra “Ulus” şeklinde değiştirildi — foto muhabiri olarak çalışıyormuş. Aynı yıllarda gazeteci Hakkı Tarık US yeni kurduğu gazete için, Yunus Nadi ABALIOĞLU ‘da Ankara’da çıkardığı “Yedigün” gazetesi için babamdan haber fotoğrafı istemişler. Yedigün İstanbul’a taşınıp “Cumhuriyet” olarak yayınlanmaya başladıktan sonra da babam trenle, acili yetine göre uçakla fotoğraf vermeye devam etmiş. 1956’da kendisini meslekten emekli edene kadar Cumhuriyet’in Ankara Foto Muhabirliğini sürdürdü. O dönemde Ankara’daki bütün önemli olayların fotoğrafını çekmiş, İstiklal Mahkemeleri’ni izlemiş, pek çok olaya şahit olmuş.
1932’lerde bir “Lecia” makineye sahip olmuş. Bu sıralarda yeni makinesiyle seri fotoğraflar çekerken, bir gün ATATÜRK kendisine:
-…”İSTASYON ÖNÜNDEKİ HALİNİ HATIRLIYOR MUSUN?” diye sormuş ve karşılaştıkları ilk günü unutmadığını hatırlatmış.
Babam ATATÜRK ‘ün sıradan genç bir çocuğun yıllar önceki halini hatırlayışını hayretle anlatırdı.
1930 yılında ATATÜRK ‘ün büyük yurt gezisine katılmış.
ATATÜRK:
-…”CEMAL DE GELSİN,” diyerek babamın da geziye katılmasını istemiş.
Babam o gezide ATATÜRK ‘ün en güzel pozlarını çekmiş. Bunlardan biri, Kayseri de bir vatandaşın kanunsuz bir şeyler istemesi üzerine, ATATÜRK ‘ün kızgın bir yüz ifadesiyle ona cevap verdiği anı yansıtır.
Bir başkası, ATATÜRK ‘ün, derdini anlatan bir köylüyü dinlerken takındığı yüz ifadesini belgeler. Bu fotoğraf günümüzde pek çok yerde “Vatandaş nasıl dinlenir?” mesajıyla yer aldı.
Amasya’dan geçerlerken de, babam; ATATÜRK ‘ün Amasya’ya her gidişinde ziyaret edip sohbet ettiği Müftü Kamil Efendi ile konuşmasını belgelemiş. Bugün herkesin bildiği ATATÜRK fotoğrafı babam tarafından çekilmiştir.
*SAVAŞIN DEHŞETİNE DALIP GİTTİĞİ AN:
Bir gün ATATÜRK, Beyoğlu’ndaki eski Elhamra Sineması’nda, “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” isimli filmi seyrediyormuş. Filmin başrolündeki asker; filmin sonunda serseri bir kurşunla ölür ama olay, günlük vukuat raporuna “Garp cephesinde yeni bir şey yok” olarak geçer.
Babam film arasında, ATATÜRK ‘ün gözlerinin derinlere dalıp gittiğini görmüş, deklanjöre basmış. ATATÜRK ‘ün yüzünde savaşın dehşetini, cepheyi yeniden yaşayan gözlerinin dalgın bakışını yakalamış.
Yurt gezilerinin birinde de Denizli’ye gidiyorlar. Bugünkü Pamukkale Otobüs Şirketi’nin sanırım kurucularının babası, ATATÜRK ‘ü kahve içmeye evine davet ediyor. O gün babamın çektiği fotoğrafı Pamukkale Şirketi’nin yazıhanelerinin duvarında görebilirsiniz.
Babamın ATATÜRK ‘le birlikte göründüğü tek fotoğrafı da, 1930’daki bu seyahat sırasında Trabzon’a giderken gemide çekilmiştir.
Babam farklı çekim açıları ve kadrajlar kullanırdı. Açıyı, kadrajlı öyle ayarlarmış ki, ATATÜRK ‘ün uzun boylu yabancılarla bir aradayken bile fotoğrafta aynı boyda görünür. ATATÜRK ‘ün fotoğrafları kapalı mekânlarda flaşsız çekilirmiş. ATATÜRK, babamın fotoğraf çekmeğe hazırlandığını fark ettiğinde, eğer o anda çekilmesini istiyorsa, doğal pozlar verirmiş. Babam da ATATÜRK ‘ün bakışlarından ne demek istediğini anlar, istenmeyen bir fotoğrafı asla çekmezmiş. ATATÜRK özellikle yanında birlikte görünmek istemediği kişiler varsa ya da sinirli bir anındaysa, fotoğrafının çekilmesini istemez, kaşını kaldırırmış. Babam ne demek istediğini anlar, makinesini indirir; başkalarının fotoğrafını çekermiş. ATATÜRK, bu nedenle ona çok güvenir ve severmiş. Aralarında iyi bir iletişim varmış.
-…”BİR TEK CEMAL’İN İSTİBDADINDAN KURTULAMADIM”
1932’DE Ankara’da Marmara Köşkü’nde yapılan Tarih Kurultayı sırasında babam yine fotoğraf çekmek için fırsat kolluyormuş. ATATÜRK ‘ün etrafı o kadar kalabalık ve hareketliymiş ki bir türlü uygun pozu yakalayamıyormuş. ATATÜRK, babamın kıvrandığını görünce; ne yapmak istediğini soran bir işaret yapmış, babam da makinesini göstererek fotoğraf çekmek istediğini anlatmış. Bunun üzerine ATATÜRK:
-…”MEMLEKETTE BÜTÜN İSTİBDATLARI YIKTIM, AMA BİZİM CEMAL’İN İSTİBDADINDAN KURTULAMADIM,” dedikten sonra;
-…”SÖYLE ÇOCUK, NEREDE NASIL DURALIM?” diye sorarak herkesi bir araya toplamış. Bütün davetlilerin bir arada olduğu toplu bir fotoğraf çekilmiş.
Aynı toplantıda Bizans Tarihi Profesörü Whitmore da bulunuyormuş.
ATATÜRK bu fırsattan yararlanarak Whitmore’a kitabında “BARBAR TÜRKLER” sıfatını kullanma sebebini sormuş, açıklamasını istemiş. Babam da tam o anı belgelemiş.
Dersim İsyanı sırasında ise ATATÜRK, endişeli ve sinirli bir şekilde, isyanı bastırmaya giden uçakların dönmesini beklerken, babam da o anı çekmek için pozisyon arıyormuş. Bunu fark eden ATATÜRK, babama dönmüş ve:
-…”NE DOLANIP DURUYORSUN? BAKSANA AY NE GÜZEL DOĞUYOR, ONU ÇEKSENE,” diyerek çıkışmış.
Babam söyleyecek bir şey bulamayıp oradan ayrılmış.
Daha sonraki yıllarda, fotoğrafı açtığı sergi için o fotoğrafı büyütürken bu anısını anlatmış ve şöyle demişti:
—“DİYEMEDİM Kİ, GÜNEŞİN YANINDA AYIN FOTOĞRAFI MI ÇEKİLİR…”
*DÜŞMAN GENARALİN SAYGI DURUŞU:
ATATÜRK ‘ün vefatında da babam tüm süreci fotoğraflamıştı. Uğurlama sırasında halkın üzüntüsünü ve kalabalığı en iyi şekilde belgelemiş, O ‘na yakışır şekilde, düzeyli fotoğraflar çekmişti.
Bunlardan biri de, 21 Kasım’da Ankara’da yapılan uğurlama töreni sırasında, Çanakkale’de ATATÜRK ‘e karşı savaşmış olan İngiliz Mareşali Birdwood’un saygı selamının fotoğrafıdır.
ATATÜRK ‘ün bütün hallerine tanık olan ve Anadolu’yu onunla birlikte dolaşan babam için, o günler çok zor geçmiş.
Çocukluğumdan beri hatırlarım; her 10 Kasım ‘da babam, her günkü gibi sinekkaydı tıraşını olur; siyah resmi elbisesini giyer, Etnografya Müzesi’ndeki resmi anma törenini gazetesi için fotoğraflamaya giderdi.
Göreve her zaman takım elbise ve kravatla giderdi.
Babam çok konuşan bir adam değildi. ATATÜRK ‘le ilgili pek fazla şey anlatmazdı. Bizim de sormak aklımıza gelmezdi, çocuktuk. Aktardığım anıları da, çektiği fotoğrafları tabederken hatırladıkça anlatmıştır. Şahit olduğu özet olayları, ATA ‘ya saygısından ve O ‘na verdiği önemden dolayı anlatmamayı tercih etmiş olabilir.
1956’dan sonra kendisini emekli etti.
En son olarak, 1964 yılında yedek subay olarak katıldığım 30 Ağustos geçit töreninde, bizim fotoğrafımızı çekmişti. O fotoğraf Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlandı. Sonra bir daha haber fotoğrafı çekmedi. (Görsel: 31 Ağustos 1964, Cumhuriyet Gazetesi)
*SERGİLER:
1965 yılında ilk defa bir ATATÜRK fotoğrafları sergisi açmak istediğini söyledi. Almanya’dan “30 x 40” boyutunda fotoğraf kâğıdı sipariş ettik. Kâğıtlar geldi, ama babam vazgeçti. Sergiyi açması için zor ikna ettim.
Ankara’daki Alman Kütüphanesi’ne gittim, sergi açmak istediğimizi söyledim, kabul ettiler. Ağustos – Ekim ayları boyunca üç ay sergiye hazırlandık. Babamla her gün sabahlara kadar karanlık odada çalıştık. Küçük film karesinin, büyütülmüş halde kâğıda yansımasını beklerken koltukta uyuyakalırdık. Bazı fotoğraflar bu nedenle yanardı. Geceler boyu kesilmiş suntalara fotoğrafları yapıştırdık; alt yazıları hazırladık.
Babamın ilk sergisiydi ve çok heyecanlıydı.
1965 yılının 10 Kasım’ında sergi açıldı.
Bir Cuma günüydü; üç günlük serginin özellikle son günü çok uzun kuyruk oluşmuştu. Daha önce böyle bir kuyruğu 1940’larda ekmek sırasında görmüştüm. Fotoğrafları görmek için böyle bir kuyruğun oluşması bizi çok mutlu etmişti. Herkes kütüphanenin dışına taşarak, tek sıra halinde sabırla bekledi. İçeri girerken şapkalarını çıkarıyor, sessizce bütün fotoğrafları sessizce inceliyorlardı.
Bir yıl sonra da İstanbul’da Yapı Kredi Bankası’nın Beyoğlu’ndaki Sergi Salonu’nda açtığımız sergiyi, hiç unutmam, bir saat içinde bin kişi gezmişti.
26 Aralık 1965 tarihinde, çektiği fotoğraflardan oluşan bir de kitap yayımladık. Özel olarak ciltlenen ilk kitabı, Anıtkabir’de ATA ‘ya takdim etti. Sonraki yıllarda Anıtkabir’e gittiğimde o kitabı bulamadım. (!)
Kitabın ön sözünde şöyle diyordu:
“ATATÜRK HAKKINDA BUGÜNE KADAR ÇOK ŞEY YAZILDI, ÇOK ŞEY ANLATILDI. BEN DE OBJEKTİFİMİN GÖRDÜKLERİNİ SİZE GETİRİYORUM. BUNLARIN TARİHE VE GELECEK KUŞAKLARA, ONU DAHA YAKINDAN TANITMAYA İMKÂN VERCEĞİNE İNANCIM VAR. ÇÜNKÜ BURADA O, KENDİNİ ANLATACAK.”
1967 yılında da, Samsun’dan bir sergi teklifi geldi. Samsun Belediyesi, bir ATATÜRK Parkı ve bir Müze yaptıklarını, orada sergi açmak istediklerini bize iletti, biz de kabul ettik. Annem, babam, ben ve kapıcı Yusuf Efendi 100 fotoğrafla birlikte Samsun’a gittik. Hazır dedikleri Müze’nin ne kapısı vardı, ne de camı…
Her yer şantiye pisliği içindeydi.
19 Mayıs’ta sergiyi bu şartlarda açtık!
—“KAÇ PARA İSTERSİNİZ?” diye sordular.
Babam:
—“BEN MİLLETE, ATA’SINI PARA İLE GÖSTERMEM,” dedi.
Ama kapıda bilet satmaya başladılar; birkaç kez ikaz ettik ama vazgeçmediler. Babam da sergiyi toplayarak İstanbul’a döndü. ATATÜRK ‘e sevgi ve saygısı yaşamı boyunca devam etti.
Birlikte toplam 27 sergi yaptık. 1989 yılında babamı kaybettik. Vefatından sonra da gelen sergi taleplerini değerlendirdik. Şimdi yaşasaydı, ATA ‘ya yapılan saygısızlıkları, ülkenin ve milletin düştüğü durumu görseydi, eminim bu defa kahrından ölürdü.” (Kaynak: “ATATÜRK ‘ü Yaşayanlar”, Derleyenler: Gönül BAKAY – Leyla PEKCAN, Sayfa: 85…91)
10 Eylül 1989’da 85 yaşında objektifinin gördüklerini bizlere emanet ederek aramızdan ayrılmıştır. Emanetinin bekçileriyiz.
Tarih: 4 Temmuz 1929, ATATÜRK, Cemal IŞKSEL tarafından çekilen fotoğraflarına bakarken gülümsüyor… Arşivimden.
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.