19 Mayıs 1919, Türk İstiklal Mücadele’sinin sayılı günlerinden biridir. ATATÜRK, o gün, tarihe parmak ısırtan bir mücadelenin, bir Kurtuluş ve İnkılap savaşının ilk Eri ve Önderi olmak için Samsun’a ayak basmış ve O, Büyük Nutuk’una şu sözlerle başlamıştı:
“1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş:
“Osmanlı devletinin içinde bulunduğu topluluk, genel savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir “ateşkes antlaşması” imzalanmış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul durumda. Ulusu ve yurdu genel savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boğun eğmiş.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…”
Ve 338 gün sonra, 22 Nisan 1920 günü ATATÜRK bütün memlekete şu bildirisini gönderecektir:
“Tanrının yardımı ile Nisan’ın 23’üncü Cuma günü Büyük Millet Meclisi açılarak çalışmaya başlayacağından o günden sonra bütün sivil ve askeri makamların ve bütün ulusun buyruk alacağı en yüce yer, adı geçen Meclis olacaktır. Bilgilerinize sunulur. Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal”
İşte bu bildiri, işte bu telgraf: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesidir, yeni türkiye’nin temelinin atıldığı gündür.”
Yıl 2002, aylardan Ekim idi. Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan Turgut ÖZAKMAN ‘ın imzalı , “19 MAYIS 1999 ATATÜRK YENİDEN SAMSUN’DA” eseri reyonlarındaki yerini alırken, ben de her yıl büyütmek zorunda kaldığım Ulu Önderim Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ e ait olan kitaplığımın raflarında kendilerine özel bir yer vermiştim. Özel diyorum çünkü eser bir roman.
19 Mayıs ATATÜRK ‘ü Anma Gençlik ve Spor Bayramına özel Sayın Turgut ÖZAKAMAN ‘a ait eserin ilk 19 sayfasını siz değerli okurlarla paylaşmak istedim;
—“Samsun Vali Vekili, 19 Mayıs Çarşamba sabahı, içinde bir sıkıntı ile uyandı. Rüyasında, tam da vali olacağı sırada, görevden alındığını görmüştü. Bağlı olduğu tarikatın şeyhi, rüyaların gelecekten işaretler taşıdığını söylerdi. İçini çekti, “Hayra tebdil et ya Rabbi” diye dua etti.
Sabah limanda düzenlenen törene katılacak, bir konuşma yapacak, sonra da stadyumdaki gösterileri izleyecekti. Hasta olan Vali’ye vekâlet ettiği için 23 Nisan’da, görevi gereği, yüreğine taş basıp ATATÜRK ‘ü yüceltmek zorunda kalmıştı. Oysa saltanatı yıktığı, hilafeti kaldırdığı, tarikatları kapattığı, laikliği getirdiği, fesi attığı, Arap yazısına son verdiği, saçı uzun aklı kısa kadınlara birtakım haklar tanıdığı için ATATÜRK ‘e şiddetle karşıydı. Yazık ki bugün de ATATÜRK ‘ü yüceltmesi gerekiyordu.
Lanet olsun! Oflaya puflaya kalktı. Hava güzel, deniz sakindi. ATATÜRK ‘ün Samsun’a çıkışının bir yıldönümünü daha kutlamak üzere Belediye Başkanı, Rektör, Garnizon Komutanı, öteki ileri gelenler, dernek temsilcileri, öğrenciler ve halk, sabahın erken saatinde limanda toplanmışlardı(s:5).
Vali Vekili saygıyla karşılandı. Tören, küçük bandırma gemisini temsil eden bir motorun her yıl olduğu gibi rıhtıma yanaşması ve ATATÜRK ‘ü temsil eden bayrağın rıhtıma yanaşmasıyla başlayacaktı. Sultan Vahdettin’in yerine ATATÜRK ‘ün anılıp yüceltilmesi Vali Vekil’inin canını sıkmaktaydı. Bir takım dinci yazarlar, İstiklal Savaşı’nı gizlice Sultan Vahdettin’in planladığını, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya zorla onun gönderdiğini, üstelik cebine de yüz binlerce altın koyduğunu yazıyorlardı ama olsun, bu imanlı yazarlara inanmamak ayıp kaçardı.
Bayrağı taşıyan sahil koruma botu gelmeden önce, göz alıcı, bembeyaz bir motor ağır ağır rıhtıma yanaşıp bordaladı, motordan tıpkı ATATÜRK ‘ e benzeyen biri çıktı ve Samsun’a ayakbastı.
Arkasından, aralarında biri genç üç hanımın da bulunduğu değişik yaşlarda kalabalıkça bir gurup ta rıhtıma çıktı. Telaşlanan bando şefi, acele işaret verince bando:
“Dağ başını duman almış” marşını çalmaya başladı.
Alan hareketlendi.
Vali Vekilinin bu program değişikliğinden haberi yoktu. Sinirlendi. Ama halk ve öğrenciler gösteriden hoşlanmışlardı. Alkışlamaya, “YAŞA!” diye bağırmaya başladılar. Doğrusu bu ya hepsi rollerini çok iyi yapıyordu. Eski fotoğrafları anımsatan giyesileri içinde sahici gibiydiler. Vali (Vekili) ayağa kalktı. Karşılamamak olmayacaktı. Yaklaşan ATATÜRK ‘e doğru birkaç Vali adımı attı. Aktörü, gerçekten ATATÜRK ‘müş gibi karşılaması komik olurdu, karşılamaması ise türlü yorumlara sebep olabilirdi (s:6).
28 Şubat 1997’den beri, hele Merve Kavakçı’nın başörtüsüyle Meclise girmeye kalkışmasından sonra, bazı kesimlerde aşırı bir duyarlılık başlamıştı. Yarı saygılı, yarı şakacı bir eda ile ATATÜRK ‘e benzeyen adama “SAMSUN’A HOŞGELDİNİZ” diyerek elini uzattı.
Beklenmedik bir şey oldu, ATATÜRK ‘e benzeyen adam Vali Vekilini elinin tersiyle yavaşça kenara itip yürüdü. Beraberindekiler de Vali Vekilini görmezden gelerek ATATÜRK ‘ü izlediler. ATATÜRKÇÜLÜĞÜ; anma töreni yapmak, ATATÜRK rozeti taşımak ve ATATÜRK şiirleri okumak sanan güzel öğrenciler ile halkı selamlayarak, alkışlar içinde geçip uzaklaştılar.
Vali Vekilinin tansiyonu yükseldi. ATATÜRK rolünü oynayan aktöre oracıkta haddini bildirmeyi düşünmüştü ama kameralar harıl harıl çalışıyordu. İhtiyatlı davranarak, gerekeni yapmayı sonraya erteledi, törenden sorumlu görevliyi yanına çağırdı.
Kısık, tehdit edici bir sesle:
“Bu değişiklikten neden haberim yok…” diye çıkıştı,
Bu acayip gösteriyi kim koydu programa? Bu küstah adamı kim seçti? Yanındaki insanlar kim?”
Badem bıyıklı görevli heyecandan boğulacak gibiydi:
“Efendim…” diye kekeledi, Böyle bir gösteri asla söz konusu değildi. Yıllardan beri ne yapılıyorsa, bu yılda o yapılacaktı. Bu olay bizim içinde sürpriz, vallahi, billahi, tallahi hiçbirini tanımıyoruz.”
Vali Vekili:
“Seninle sonra görüşeceğiz, şimdi bir şey olmamış gibi devam edin!”
—“Baş üstüne! (s:7)”
Adamcağız lacivert giysili bir gence kürsüye çıkmasını işaret etti. Lacivert genç, boyun damarlarını şişire şişire, günün anlam ve önemine uygun, demirbaş bir yazıyı okumaya başladı. Bu arada Emniyet Müdürünün cep telefonu öttü. Müdür, aldığı bilgiyi Vali Vekiline fısıldadı:
“ATATÜRK ‘ü taklit eden kişi, yanındakilerle birlikte Büyük Samsun Oteline gitmiş. Biri otel fişini onun adına Mustafa Kemal ATATÜRK diye doldurmuş.”
“Neee?”
Yoo, çok oluyordu bu adam. Niyeti sansasyon yaratmaktı anlaşılan. Otelin derhal sarılmasını emretti. Kendi yerine konuşması için Milli Eğitim Müdürünü görevlendirdi, ileri gelenleri yarım yamalak selamlayıp olayı İçişleri Bakanına bildirmek için arabasına daldı, telefona sarıldı. Ama Bakan henüz makamına gelmemişti. İçindeki sıkıntı daha da arttı. Her şeyi abartmaya meraklı muhabirler birazdan, ATATÜRK ‘ü temsil eden aktörün Vali Vekilini hiçe saydığını, allayıp pullayıp gazete ve televizyonlarına geçeceklerdi. Namussuz teknoloji öyle gelişmişti ki ne yapsa, bu haber akımını engellemesine olanak yoktu. Acele bir basın toplantısı yapıp muhabirleri uyutarak belki durumu örtbas edebilirdi.
“Çabuk vilayete çek!”
Bir trafik arabası öne geçip siren çalarak yol açtı. Makamına gelir gelmez, özel kalemine üç kesin emir verdi:
“Sürekli İçişleri Bakanını ara! Basın mensuplarına haber ver, çok önemli bir basın toplantısı yapacağım, hemen oraya gelsinler! Bana da koyu bir kahve söyle!”
Saat 09.13’tü (s:8).
Kahvesini içip zihnini toplamaya çalışırken çok özel telefonu çaldı.
“Evet?”
Emniyet Müdürünün gergin sesi duyuldu:
“Sayın Valim, oteli gizlice sardık, kaçmalarına imkân yok. Emrinizi bekliyoruz.”
“Güzel. Ne yapıyorlar?”
“Üçüncü katın bir kanadındaki bütün odaları, geçici olarak tutmuşlar, çay ve kahve içiyorlarmış.”
“Kaç kişi bunlar?”
“On sekiz, ATATÜRK ‘e benzeyen kişiyle birlikte on dokuz kişi.”
“Allah Allah! Amma da pervasız insanlar yahu. Ben gelene kadar harekete geçmeyin. Yanındakiler kimmiş?”
“Otel’e verdikleri bilgiye göre adları şöyle: Salih BOZOK, Albay Nazım, Yarbay Mahmut, Esat BOZKURT, Mazhar Müfit KANSU, İbrahim Ethem AKINCI, Asker Saime, Eribe, Türkan BAŞTUĞ, Mustafa NECATİ, Vasıf ÇINAR, Dr. Reşit GALİP, Hasan Ali YÜCEL, Ruşen Eşref ÜNAYDIN, Yunus Nadi (ABALIOĞLU) ve Falih Rıfkı ATAY.”
Vali Vekilinin aklı iyice karıştı. Bu adların bazılarını biliyor, bazılarını da bir yerlerden hayal meyal anımsıyordu. Ama çoğunu ilk kez duymaktaydı. Hay Allah! Kimdi bunlar yahu? Ne anlamı vardı bu isimlerin? Yalnız İslam tarihine ilgi duymuştu. Ne Osmanlı tarihini iyi bilirdi, ne Cumhuriyet tarihini. Bugüne kadar sadece güncel olayları izlemiş, kudret sahiplerine şirin görünmeye çalışmış ve şeyhinin sözlerini dinlemekle yetinmişti. Tüh be (s:9).
“…Otelde kısa bir süre kalacaklarmış. İçlerinden biri Garnizona telefon etmiş. Otelin önünde meraklılar ve gençler birikmeye başladı…”
“Hay aptallar hay! Kardeşim bunlar artist be!”
Bu yetki çekişmesine yol açmamak için askerler işe karılmadan önce davranıp bu adamların çevirdiği numaraya son vermeliydi.
“Haklısınız Sayın Valim. Fakat bunlar birilerine ya da bir şeye güveniyor olmalılar. Geleni sahiden ATATÜRK sanan şaşkın resepsiyon görevlisi, “Valiye haber verelim mi? Diye kekeleyince, adamlardan biri, sizin için yakışıksız laflar etmiş. “
“Ne demiş?”
“Affedersiniz, şey demiş…”
“Söyle!”
Vali Vekili huylanmıştı, kükredi:
“Söyle!”
“Söylüyorum, ‘Haber verme, zaten adamcağızın çeyrek aklı var, onu da kaybetmesin’ demiş, ötekiler de kahkahayı basmışlar.”
Vali Vekilinin bıyığı dikilip titremeye başladı.
“ATATÜRK ‘ü matatürkü, hepsini gözaltına al…” diye bağırdı.
“Karşı dururlarsa zor kullanın. Sonra ne yapacağımızı düşünürüz. Haydi!”
Telefon kapandı.
“Çeyrek akıllı ha!”
“Ben size gösteririm!”
Özel kalemine, ATATÜRK ‘e benzeyen adamın yanındaki kişilerin adlarını yazdıracaktı ama sıkıntıdan biri bile aklında kalmamıştı. Oysa basın toplantısında bu adlardan söz etmesi gerekebilirdi (s:10).
“Acele Emniyet Müdürünü ara, bana söylediği adları öğren, sonra yıldırım gibi Rektörü bul, birileri hızla inceletip hemen bildirsin. Kim bunlar? Ne yapmışlar? Ben otele gidiyorum. Çabuk döneceğim. Gazeteciler beni beklesin!”
Aşağıya inerken cep telefonu hırıldadı.
“Evet?”
Telefondan anlaşılmaz gürültüler geliyordu.
“Sayın Valim, emrinizi yerine getiremedik.”
“Nedenmiş o?”
“Çünkü otelin önü birdenbire askeri araçlarla doldu. Komutan, beraberlerinde silahlı subaylar olduğu halde, içeri girdi. Yukarı çıkacak galiba. Çıkıyor. Subaylar ve askerler dört bir yana dağılıyorlar. Dağıldılar. Şimşek gibi kapıları, merdivenleri tuttular. Herhalde, ATATÜRK ‘ü taklide yeltenen adamı kendileri tutuklayacaklar. Ne yapmamı emredersiniz?”
“Oradan ayrılma geliyorum!”
“Sayın Valim bizi de dışarıya çıkarıyorlar!…”
“Ne demek? Beni bekle!”
“Dışarıdayım Sayın Valim!”
Telefonunu kapatıp gazap içinde arabasına atladı.
OTELİN önü gerçekten askeri araçlarla dolmuş, askerler çevreyi çember içine almışlardı. Karşı kaldırımda ise yüz kadar genç toplanmış, “ATATÜRK YENİDEN SAMSUN’DA!” diye çığlık atıyorlardı.
Vali Vekilinin de tepesi attı. Arabasını durdurup sinir içinde dışarı fırladı:
“Siz deli misiniz?” diye bağırdı (s:11),
“ATATÜRK yıllar önce öldü. Ankara’da, Anıt Kabir ’de yatıyor. Ölmüş biri yeniden Samsun’da nasıl olur?”
Öfkeden morarmış Vali Vekilini birdenbire karşılarında gören öndeki gençler şaşırıp sustular. Arakada duran sıska bir kız itiraz etti:
“ATATÜRK ÖLMEZ!”
Bu incecik ses birdenbire bütün gençleri ateşledi, “ATATÜRK ÖLMEZ!” diye haykırmaya başladılar. Sesleri gittikçe artıyordu. Vali Vekili yanında biten Emniyet Müdürüne:
“Çabuk dağıt bu şamatacıları!” diye emretti, hızla geri dönüp otele yürüdü. Ama asker çemberini aşamadı. Askerlere söz anlatmak olanaksızdı. Daha da sinirlendi. Birkaç subay yaklaşıyordu.
Bağırdı:
“Komutanınızla konuşmak istiyorum. Hemen, şimdi, derhal! Bu işin askeri ilgilendiren yanı yok, polisin görev ve yetkisi içinde olan basit bir olay. Bu oyuncuları sizin gözaltına almanız, hiç istenilmeyecek sorunlara yol açar. Hepimizin başı ağrır.”
“Bir dakika efendim.”
Bir yüzbaşı telsizini konuşma konumuna getirip, “Komutanım..” diye fısıldadı, “Vali Bey geldi, sizinle konuşmak istiyor. Peki Komutanım.”
Vali Vekiline döndü:
“Buyrun”
Öne düşüp yol gösterdi. Subayları ve komandoları aşıp otele girdiler. Ne otel görevlileri vardı ortalıkta, ne de müşteriler. Her yan askerlerle doluydu.
“üçüncü kata çıkacağız efendim.”
Üçüncü katta, genç bir subay asansörün kapısını açtı. Koridorun ağzı, tabancalı subaylar ve elleri tetikte (s:12) bekleyen komandolarla doluydu. Kalbi sıkıştı. Kendini kaderin akışına bırakıp genç subayın arkasından yürüdü. Önünde iki zıpkın gibi silahlı subayın nöbet beklediği bir kapının önünden sessizce geçtiler. Fesuphanallah! Gözaltına almak nerede, bunlar çok değerli birini koruyor gibiydiler. Genç subay en dipteki odanın kapısını vurup açtı.
“Buyrun efendim.”
Vali Vekili içeri girdi. Komutan ATATÜRK ‘e benzeyen aktörle birlikte gelenler, kendisini bekliyorlardı.
Saat 09.24’tü.
TRT muhabiri, basın toplantısında bulunmak için Hükümet Konağı’na giderken, otelin önünde zincir oluşturmuş, tezahürat yapmaya yeltenenlere, üniversite öğrencisi ve Cumartesi Annesi muamelesi yapıyordu. Otelin kapısının önünde, iki sıra halinde, askeri araçlar sıralanmıştı. Kapıyı görmek mümkün değildi. Bir Vali Bey irebildi. Kuş uçurtmuyorlar.”
“Neden?”
“Bilmiyorum. Belki programda yokken, adamın ATATÜRK gibi Samsun’a çıkmasına bozuldular. Belki de ATATÜRK ‘ü oynayan adamı beğenmemişlerdir. Televiz- (s:19) yonda gördüm, Haluk KURDOĞLU bile kocaman göbeği, kızarmış burnu, sarkmış gerdanı ile ATATÜRK ‘ü oynadıktan sonra, buna niye kızdılar, anlamadım. Bu tıpkı ATATÜRK gibi yakışıklıymış.”
“Ne kadar oldu askerler geleli?”
“On dakika.”
Polisin söylediği doğru olsa, şimdiye kadar hepsini dışarı çıkarıp götürmeleri gerekmez miydi? İşin içinde başka bir iş olmalıydı. Vali Vekili otelde olduğuna göre basın toplantısı sonraya kalmış demekti. Beklemeye karar verdi. Az sonra rıhtımda çektikleri görüntüleri televizyonlarına geçirdikleri için geç kalan muhabirler de göründü. Görevlerini yapmış olmanın keyfi içindeydiler. Oysa ATATÜRK ‘ü temsil eden aktörün Vali Vekiline muamelesi, haber merkezlerinde fazla ilgi uyandırmamış, kasetleri, yedek haberler arasına atılmıştı.
Bazıları otele ulaşmaya çalıştılar ama süklüm püklüm geri çekilmek zorunda kaldılar.
Askerler çok sertti.
Türlü senaryolar üretilirken, otelin önündeki bütün araçların motorları birdenbire gümbürdemeye başladı, ardarda hareket ettiler. Çevreye yayılmış komandolar toplanıp yürüyen araçlara cambaz gibi atladılar. Konvoy şaşırtıcı bir hızla uzaklaşıp toz oldu. Bunun üzerine Emniyet Müdürü, polisler ve muhabirler yarışırcasına caddeyi aşıp otele daldılar.
Askerler, ATATÜRK ‘e benzeyen adamı, onunla birlikte gelenleri, Vali Vekilini, olaylara tanık olan görevlilerle birkaç müşteriyi de götürmüşlerdi.
Görev aşkıyla yanıp tutuşan muhabirler, bilmeceyi (s:14) çözmek için karargâha koştular. Gelgelelim karargâh binası, yoğun bir koruma kuşağı içinde alınmıştı. Değil bilgi vermek, binaya yaklaştırmıyorlardı bile.
Zaman deli gibi akıp gidiyordu. Muhabirler ayaküstü bir dayanışma anlaşması yaptılar. Yarısı karargâhın önünde kalacak, yarısı stadyuma gidecek, elde edilen bilgiler paylaşılacaktı.
SAMSUN Stadındaki gösteriler her yılki gibi yine tam saatinde başladı. Ama Şeref yerinde Belediye Başkanı oturuyordu. Vali Vekili ve Komutan, çok önemli bir işleri çıktığı için gelemeyeceklerini bildirmişlerdi. Şeref tribünündeki davetlilerin şaşkınlığı yüzlerinden okunmaktaydı.
Bu törenden daha önemli ne olabilirdi bugün?
Yoksa ATATÜRK ‘ün geri geldiği hakkındaki acayip söylenti doğru muydu?
Yok canım!
Hiç öyle şey olur mu?
TRT büyük şehirlerdeki gösterilerle Samsun’daki gösterileri de, dönüşümlü olarak canlı yayınlanacaktı. Samsun Stadındaki spiker, merkezindeki yönetmene, “Vali ile Komutan törene katılmıyor,” dedi.
“Burada da bir acayiplik var.”
“Ne gibi?”
“Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı 19 Mayıs Stadı’na gelmemişler. Köşk’te toplanmışlar.”
“Neden?” (s:16)
“Bilmiyorum. Hazır ol. Birazdan bağlanacağız.”
Coşku ile izlenen gösteriler sürerken, Samsun Havaalanına, ardarda üç askeri uçak indi. Uçaklarda Sabiha GÖKÇEN, Erdal İNÖNÜ, Altemur KILIÇ, ATATÜRK ‘ün Özel Kaleminden Haldun DERİN, Mina URGAN, Berin NADİ, Canan YÜCEL, Tevfik ÜNAYDIN, Arman KANSU, birlikte gelenlerin bazı yakınları, bir Bakan, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Genelkurmay İkinci başkanı, bazı tarih ve tıp profesörleri, Harp Tarihi Dairesi’nden uzmanlar vardı. Otuz yedi heyecanlı ve huzursuz yolcu, aprona alınmış olan perdeleri örtük bir otobüse bindirildi. Otobüs eskortların eşliğinde yıldırım gibi hareket etti. Hızla şehre girip güvenlik çemberinden geçerek, karargâhın ana kapısında durdu.
Gelenler, subaylar tarafından büyük bir hızla içeri alındılar. Sonra her şey yine belirsizliğe gömüldü. Gazete ve televizyon muhabirleri, bir ipucu elde edebilmek umuduyla telefonlara sarılarak Ankara bürolarını aradılar. Ankara kaynıyordu. Bütün Bakanlar, Kuvvet Komutanları, MGK Genel Sekreteri, MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü de Köşk’e çağrılmış, ATATÜRK ‘ün geri geldiği hakkındaki söylentiyle ilgili radyo ve televizyon yayını yapılması, 3984 sayılı kanunun 25. maddesi gereğince yasaklanmıştı. Silahlı Kuvvetler yarı alarma geçirilmişti. Köşk’ün hiçbir telefonu cevap vermiyordu. Söylentinin yayılmaması için gazetelerin ikinci baskı yapmaları da zorlukla önlenmişti (s:16).
Hoppala!
Haber merkezindeki şef, adının açıklanmasını istemeyen bir yetkilinin gizli olarak durumu şöyle özetlediğini bildirdi:
“Samsun’daki Komutan, ısrar ve inatla ATATÜRK ‘ün bu sabah geri döndüğünü iddia ediyor. Ankara verdiği bilgiyi ciddiye almaz ve hemen harekete geçmezse, olayı kendisinin açıklayacağını bildirdi. Askerler Komutanın çok güvenilir biri olduğunu söylüyorlar. Bunun üzerine, Samsun’a, olayı incelemek alelacele karma bir kurul gönderdik. Sonucu bekliyoruz. Ya hayal gördüğü anlaşılan Komutan görevden alınıp hastaneye yatırılacak, ya da ATATÜRK ‘ün gerçekten geri döndüğü anlaşılacak. O zaman ne olur bilmem.”
Neler olmazdı ki?
Muhabirin dudakları uçukladı.
KOMUTAN kısaca bilgi verdikten sonra, kurul üyelerini ATATÜRK ‘ün yol arkadaşlarıyla karşılaştırdı. On sekiz kişi, kendilerini teşhise gelenlerle gülümseyerek bakıyordu.
Önce Canan YÜCEL çığlık atarak babası Hasan Ali YÜCEL ‘e koştu. Sevimli dinozor Mina URGAN sevgili üvey babası Falih Rıfkı ATAY ‘ı görünce, pek az yaptığı bir şeyi yaptı, ağlamaya başladı, hıçkırarak boynuna atıldı. Berin NADİ, kayınpederi Yunus NADİ ‘nin elini öptü. Sabiha GÖKÇEN, Erdal İNÖNÜ, Altemur KILIÇ, Haldun DERİN çoğunu yakından tanıyorlardı.
Bir arada kaynaştılar. Heyecan yatıştı, çekingenlik geçti. Ne kuşku kaldı kurul üyelerinde, ne de tereddüt (s:17).
Hepsi gerçekti.
Bir mucize yaşanıyordu.
Sıra ATATÜRK ‘ün huzuruna çıkmaya gelmişti.
Salih BOZOK içeri girip izin aldıktan sonra, Sabiha GÖKÇEN ‘in elinden tuttu ve ATATÜRK ‘ün yanına önce onu soktu.
Kapı yavaşça kapandı.
Ruşen EŞREF, yaprak gibi titremekte olan kurul üyelerine bilgi verdi.
“Hepimiz dünyadan ayrıldığımız yaştayız. ATATÜRK de öyle. Bazı gelişimler ve son zamanlarda kendisine duyduğumuz özlem üzerine kısa bir süre için bizlerle birlikte geri dönmeyi arzu etti.”
Salih BOZOK, gözlerini silerek kapıyı açtı.
“Buyurun efendim.”
ATATÜRK ile manevi kızı Sabiha GÖKÇEN ‘in karşılaşmasından çok duygulanacağı anlaşılıyordu. Üyeler, birbirlerinden ayrılmamaya çalışarak, yürekleri ağızlarında salona girdiler.
ATATÜRK ayakta kendilerini bekliyordu.
Kırk dakika sonra, üyelerin topluca imzaladıkları tutanak Çankaya’ya faksladı.
Evet, ATATÜRK geri dönmüştü.
Saat 13.20’yi gösteriyordu.
Devlet Köşk’te toplantı halindeydi. Başyaver faksı DEMİREL ‘e takdim etti. DEMİREL faksa göz attı. Alnı boncuk boncuk terlemişti. Faksı yüksek sesle okudu (s:18).
Taş gibi bir sessizlik oldu. Yıllardan beri şakası yapılan olay sonunda gerçekleşmişti ha!
ATATÜRK 19 Mayıs 1919’da olduğu gibi 18 arkadaşı ile birlikte yine Samsun’a çıkmıştı. Bu sefer ki arkadaşları, yeni Türkiye için can ya da emek vermiş insanlardı.
Aman ya Rabbi!
Artık ne bu mucizeyi saklamak mümkündü, ne de açıklamayı geciktirmek. Ama gerekli önlemleri almak, olayı içe sindirmek ve düşünmek için davetlilerin zamana ihtiyacı vardı. Bu yüzden açıklamanın, ATATÜRK Ankara’ya gelmeden önce Komutanın önerdiği biçimde ve saat 15.00’te, Samsun’da yapılması kararlaştırıldı.
Alınan karar Samsun’a bildirildi.
Samsun’da bir yayın ekibi ve yeterli aygıt vardı.
Bu sırada Samsun’daki kurul üyeleri, bir mucizeye tanık olmanın eksikliği içinde, Ankara’ya ve İstanbul’a dönmek üzere karargâhtan ayrılıyorlardı. Geride ATATÜRK ‘ün isteği üzerine yalnız Sabiha GÖKÇEN kalmıştı. Ankara’ya ATATÜRK ve ötekilerle birlikte gelecekti. (s:19)”…
Ve 365 gün sonra..,
Samsun Valiliği İl Özel Müdürlüğü’nün katkılarıyla Baki SARISAKAL imzalı “Bir Kentin Tarihi SAMSUN” İkinci Kitap (Samsun Araştırmaları – 2) basılarak ücretsiz olarak dağıtılmıştı. (ISBN-975-585-361-8)
20,5 x 28,5 ebadındaki eserin önsözünden sonra Samsun Valisi Mustafa DEMİR Bey’in şu demeci bulunmaktadır:
—“Tarih bir ulusun belleğidir. Ulus, belleğini ne kadar taze tutar, yeniler ve hatırlarsa tarihten ders çıkarması ve geleceğini kurarken bu güçten yararlanması da o kadar mümkün olur. Bu bağlamda tarih, ulusların gelecek hedeflerinin belirlenmesinde ve doğru politikaların oluşturulmasında en önemli moral disiplin kaynağı olarak kabul edilir.
Elbette çocuklarımızın gurur duyup güç alacakları geçmişlerinin, onlara öğretilmesi için bir devlet politikası ve eğitim sistemi vardır. Bunun yanında yerel tarih çalışmalarının da bir sivil inisiyatif olarak, çok zengin yerel kültürümüzün araştırılıp ortaya çıkarılması ve paylaşılmasında önemli katkıları yadsınamaz. Yerel tarih çalışmaları, yurt ve ulus sevgisini beslediği gibi, insanımıza daha somut, daha yakın tarihsel örnekler sunarak, onlara bir kentlilik bilinci, kentine ve onun sorunlarına sahip çıkma ve paylaşma duygusu ve dolayısıyla çağdaş yurttaş olma sorumluluğu kazandırmaktadır.
Görev yapmakta onur duyduğum ATATÜRK şehri Samsun’a geldiğimde kültürel etkinlikler arasında yerel tarih çalışmalarının da büyük bir gayret ve sorumluluk duygusuyla sürdürüldüğünü memnuniyetle gördüm. Bu çalışmalar arasında büyük bir emek ve zaman harcanmasının ürünü olan Baki SARISAKAL ‘ın “Bir Kentin Tarihi SAMSUN” adlı yapıtının I. Cildi özel bir çabanın sonucuydu. Aynı titizlikle araştırılıp hazırlanan eserin II. Cildini de Cumhuriyetimizin 80. yılına armağan olarak Samsun ili adına bastırmakla, ülkemin hizmetinde bulunduğum makamları arasında her zaman özel bir yere sahip olacak olan Samsun halkına güzel bir armağan bırakılmasında katkı yaptığıma inanıyorum.
Milli Eğitimimize yıllarca hizmet etmesinin yanında, her türlü güçlükleri aşarak böyle bir eseri hazırlayan çalışkan öğretmenim Sayın Baki SARISAKAL ‘ı u hizmetinden dolayı kutlar başarılarının devamını diler bu eserin ortaya çıkmasında emeği geçen çalışma arkadaşlarıma da teşekkür ederim. Mustafa DEMİR Samsun Valisi”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.