1925 yılından 1950’ye kadar basında tek kare fotoğrafı çıkmadı. 1950’lerin başında ilk kez bir akraba düğününde objektiflere yakalandı. Yorgun çehresi, ağarmış saçlarla kaplanmıştı… Latife Hanım, 12 Temmuz 1975 günü vefat etmiş, o günkü gazeteler “ATATÜRK ‘ün ilk ve son eşi öldü” manşetiyle çıkmıştı. Çok sade bir törenle defnedilen Latife Hanım’ın evine gelen yetkililer not defterlerine, anılarına el koymuş, hatta bunlar teker teker sayılıp günü gelince açılmak üzere Türk Tarih Kurumu’na teslim edilmişti. Bazıları için o günün çoktan gelip geçtiği düşünülse de sırlar odasının notları yine de sır olarak kalmıştı.
Atatürk’ün Latife Hanım’la evliliği ve bu evliliğin bitişi, Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından önemini ve popülerliğini hala korumaktadır. Bu konuda özellikle Latife Hanım’ın söyledikleri, yazdıkları ise ayrı bir önem taşımaktadır. 1925 yılı içerisinde Latife Hanım’ın yakın dostu, sırdaşı Ali Fethi Okyar’ın eşi Galibe Hanım’la paylaştıkları, bu evlilikle alakalı olarak oldukça önemli bilgiler içermektedir.
Galibe Hanım’ın Büyükada’da tarihe tanıklık eden konağında, 27-30 Ekim 2013 tarihleri arasında yapmış olduğumuz çalışmalar sırasında rastladığımız, ATATÜRK’ün eşi Latife Hanım’ın Galibe Hanım’a gönderdiği, bugüne kadar görülmemiş ve okunmamış olan mektuplar, ATATÜRK ’le Latife Hanım arasındaki ilişkiye ışık tutacak niteliktedir.
Mektupların beşi 1925’te, biri 1926’da, biri de tarihsiz kaleme alınmıştır.
Latife Hanım’ın Osmanlı Türkçesiyle Galibe Hanım’a yazdığı 7 mektupta bazı kısımlar Fransızca yazılmış olup mektupların üçü, Latife Hanım’ın Mustafa Kemal ile evli olduğu süre içerisinde; dördü ise Mustafa Kemal’den ayrıldıktan sonra yazılmıştır. Mektupların ikisi, “Latife-Gazi Mustafa Kemal”; ikisi, “ Latife”; biri, “ Latife’den” ifadesiyle; ikisi de “Latife” imzasıyla bitirilmiştir. Latife Hanım’ın Mustafa Kemal ile evliyken yazdığı mektupların içeriği, üslubu ve yaklaşımı; ayrıldıktan sonra yazdıklarından oldukça farklılık arz etmektedir.
Mektupların iki kadın arasında yazılmış olması, özel ve mahrem olması, ayrı bir önem ve hassasiyet taşımaktadır.
Ancak, diğer taraftan Latife Hanım’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’in eşi olması; Galibe Hanım’ın ise, Mustafa Kemal’in ‘akıl arkadaşım’ dediği, bu devletin kuruluş öncesi ve sonrası mücadelelerde yer alan, elçilikten bakanlığa, bakanlıktan başbakanlığa kadar en üst düzeyde görev yapmış bir lider olan Ali Fethi OKYAR’ın eşi olması, mektuplara ayrı bir tarihi hassasiyet ve önemi yüklemiştir.
Mektuplardan da anlaşıldığı üzere Latife Hanım’ın Galibe Hanım’la çok ama çok samimi iki dost oldukları görülmektedir. Devrin önemli iki şahsiyetinin hanımları arasında bu kadar içten yazışmalar, gündeme getirilen konuların saf ve temiz niyetlerle yazılmış olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Mektuplar, iki hanım arasında paylaşılması; duyguların, hissiyatın, psikolojik halin rahat yansıtılması bakımından da değerlidir. Latife Hanım, inandığı, güvendiği ve çok sevdiği Galibe Hanım ile duygularını, düşüncelerini, hayallerini, heveslerini sıkıntılarını paylaşmıştır.
Bir rastlantı sonucu, Büyükada’da, eski çantalarda ve dolaplar içerisinde farklı evrakların arasında bulunan bu mektuplar, tarihin seyrini değiştirmeyecektir ama bilinenlere artı bilgiler katabilecek, yeni bakış açıları, farklı yorumlar yapma imkânı sunabilecektir.
Üstteki görsel notu şöyledir; “İki eski arkadaş” Gazi Mustafa Kemal Paşa, en eski arkadaşlarından olan Fethi Bey (OKYAR), eşleriyle birlikte Çankaya’da…
Değerli okurlar, bu günkü sayfamda sizlere Latife Hanım’ın, Mustafa Kemal’den Ayrıldıktan Sonra Galibe Hanım’a Yazdığı 29 Ağustos 1925 Tarihli Mektubunu paylaşacağım:
Latife Hanım’ın Galibe Hanım’a gönderdiği 29 Ağustos 1925 bu mektubun tarihi açıdan büyük bir önemi vardır.
Çünkü Latife Hanım Mustafa Kemal’den ayrıldıktan sonra ilk defa en açık şekliyle duygularını, düşüncelerini, hissiyatını ve ruh halini paylaştığı. Bu tespiti doğrulayacak en önemli ifadelerden biri, “…Kimseye ne yazdım ne de bir şey söyleyebiliyorum. Galibe yalnızım, benim biricik kardeşime açıyorum.“ cümlesidir.
Latife Hanım ilk defa yüreğini yakan bu ayrılık ateşinin nasıl bir şey olduğunu en saf ve en temiz şekliyle bu mektubunda ortaya koymuştur.
Hatta Galibe Hanım uzakta olduğu için, olan biteni olduğu gibi öğrenemeyeceğinden onu doğrudan kendisi aydınlatmaya çalışmıştır. Bu mektuptan şu gerçek de öğrenilmektedir ki; Latife Hanım ile Mustafa Kemal arasında, her karı koca arasında olabilecek tartışma ve gerginlikler yaşanmıştır. Hatta bu durumun yoğun bir hal almasından dolayı Latife Hanım İzmir’e gitmeyi kabul ederek ortamın yumuşayacağını düşünmüştür. Yine bu mektuptan, Latife Hanım’ın İzmir’e gittiğinden itibaren Mustafa Kemal’e mektuplar yazdığı, mektuplarının sevgi dolu olduğu, kocasına itidalli olma çağrısı yaptığı, ancak bütün yazılanların etkili olmadığı da ortaya çıkmaktadır.
Latife Hanım bu ayrılığın temel nedenini; Mustafa Kemal’in yakın çevresine, hatta en yakınlarındaki insanların dedikodularına bağlamıştır. Özellikle Latife ve Galibe hanımların ortak tanıdıkları bir kadının ve evine aldığı kuzeninin bu işe çanak tuttuğunu yazmıştır. Adından söz edilmeyen bu hanımefendinin kim olduğu tespit edilememiştir. Çankaya Köşkü’nün müdavimlerinden birinin eşi olma ihtimali çok yüksektir. Kuyusunu kazdığına inandığı kuzeni ise Halit Ziya Uşaklıgil’in oğlu Vedat’ın olması kuvvetle muhtemeldir. ( Kaynak: İpek Çalışlar, Latife Hanım, Doğan Kitapçılık Aş.İstanbul, Haziran 2006, s.332-335.)
Latife Hanım’ın yakın aile üyelerinden olan bu şahsa mektupta oldukça kızgın olduğu gözlenmektedir.
Latife Hanım evlendiği ilk günden beri Mustafa Kemal’den hiç ayrılmamış, bir eş olarak Mustafa Kemal de onu her gittiği yere yanında götürmüştür. Avrupa’da eğitim görmüş, zengin ve bir o kadar da görgü sahibi, fikir sahibi, düşüncelerini açıkça söyleyecek kadar cesur olan Latife Hanım, Mustafa Kemal için, yapacağı devrimler özellikle de kadın hakları ile ilgili devrimler için tam bir örnek ve destek oluşturmaktaydı. Latife Hanım haklı olarak bu durumu, kolundan tutulup elim deryasına fırlatıl atılarak ağır bir ıstırabın içerisinde olmak şeklinde ifade etmiştir. Latife Hanım çok üzgün, ne yapacağını şaşırmış, günlerdir ağlayan, hastalanmış, zayıflamış bir halde olduğunu ve bir dost desteğine ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Bu dost ve arkadaş ise Galibe Hanım ve eşidir. Yine bu mektupta Fethi Bey’den prensip sahibi, ilkeli bir insan olarak söz etmiş, çok uzakta olmasından dolayı da onu büyük bir kayıp olarak görmüştür. Latife Hanım; Galibe ve Fethi çiftleri eğer Paris’te olmasalardı bu ayrılığın yaşanmayacağı inancına sahiptir. Bu iki insanın kendisi için ne kadar vazgeçilmez olduğunu bir kez daha mektupta açıkça ortaya koymuştur. Bu mektup, aynı zamanda büyük bir aşkın delili olma özelliği de taşımaktadır. Latife Hanım her şeye rağmen, çektiği acı ve ıstıraba karşın kendisini hep yokladığında Mustafa Kemal’i sevdiğini hissetmiştir. Bu sevginin, aşkın baki olacağını söylemiştir ki gerçekten de öyle olmuştur. Mustafa Kemal’e olan sevgisini bir ömür boyu hiç ama hiç kaybetmemiş; onun için de bu acının kolay kolay geçmeyeceğine inanmıştır. Kendi ifadesiyle “hayatını her şeyini bir çift mavi göze bağlamıştır.”
LATİFE HANIM’DAN GALİBE HANIM’A YAZILAN OSMANLI TÜRKÇESİ MEKTUPLARDAN “29. 8. 1341 (29 Ağustos 1925)” GÜNÜMÜZ TÜKÇESİNE TRANSKRİPTİ:
Latife Gazi Mustafa Kemal
İstanbul- Ekselsiyor Apartmanı
Annem, babam ve kardeşlerim sana ve Fethi Beyefendi’ye arz-ı hürmet ediyorlar.
Benim ince hisli yüksek ruhlu Galibeciğim: Senin muhabbetin, samimiyetin daima bahddır.… Bundan emindim. On günden beri mektubunu nasıl beklediğimi tasavvur edemezsin. İnsanlar, hayatta nadiren hakiki arkadaşa tesadüf ederler. İşte biz birbirini aynı derecede anlayan ve takdir eden iki arkadaşız.
Galibe: Hayatın en acı bir darbesi teveccüh etdi. Tabi’i, uzakdan, hakikati anlamak oldukça müşküldür. Lakin beni çok yakından tanıdığın için, seni üç dört satırla biraz tenvir etmeği faideli buldum. Gazetelerde okuduğun tebliğ resmi arzu-ı ammayeiktiranenyazılmışdır. Buna mütekabilen karar vererek ayrılmadık. Her karı koca arasında vaki’ olabilecek ufak bir münaza’a neticesinde iki tarafın gergin sinirlerinin biraz sükunet bulması için, benim bir iki ay İzmir’de ailem nezdinde, ikametim faideme görülmüş, bende söz dinlemiş olmak için muvafakat etdim. Halbuki, ben, orada göz yaşları dökerken, kocama i’tidal tavsiye eden muhabbetkarmektublar gönderirken, o kurduğu planı tatbikle meşgul olmuş. Benim arkamdan herkes bizi ayırmağa çalışmış. En İ’timad ettiğimiz (senin ve benim) bir Hanımefendi hayret edilecek mahalle dedi koduları yapmış. Hatta iyilik maksadıyla eve aldığım kuzenim dahi aleyhime çalışmış. Nihayet on gün zarfında aslı olmayan dedikoduların, ve sükunet bulmayan bir öfkenin tesiriyle karar verilmiş. Ve beş Ağustosda en iptidai bir şekilde tasdikname gönderilmiş
Ben her şeyi aklıma getirirdim. Fakat Türk Cumhuriyeti’nin Türk Medeniyetinin banisi telakki ettiğim zat-ı muhteremin, severek, görerek aldığı karısına, iki buçuk sene el ele vererek, inkılab uğruna diyar diyardolaşdırdığı arkadaşına, büyük bir darbe indireceğini kat’iyyen düşünemiyordum. 8 Ağustos sabahı felaket haberini getiren zatı görünce, bende, senin kadar şaşırdım. O günden beri çılgın bir haldeyim. Mütemadiyen vaziyeti tahlile çalışıyorum. Elan inanamıyorum.
İzmir’de, doğduğum, sevdiğim, evlendiğim ve nihayet felakete uğradığım odada, sabahdan akşama kadar, sakin, sakin, ağlıyorum. Babam bu hale tahammül edemedi. Ve beni zorla İstanbul’a getirdi. Şimdi de, nice ali vasıflı tahaddümlere sahne olmuş, İstanbul’un güzel çehresine bakarak ağlıyorum. Eğer kocamı sevmeseydim……belki çabuk müteselli olurdum. Fakat kendimi çok yokladım. Bütün tahkiramiz ve acı muamelelere ragmen, ona karşı beslediğim derin AŞK bakidir. Çünkü en büyük kabahatin muhitinde olduğuna kanaatim vardır. Sana fazla söylemeğe hacet yokdur. Sen, bu vaziyetde ne kadar müteellim ve bedbaht olduğumu anlarsın. Değil mi Galibeciğim?
Çok müteessifim ki: Fethi beğefendi uzaklardadır. Hiç bir kuvvetin çeviremediği bir prensipe malik olduklarını çok yakından bildiğim için, söyleyecekleri bir iki sözün hakkımızda elbette hayırlı olacağından eminim.
Mütemadiyen düşünüyorum. Bir taraftan hastayım da. Esasen dehşetli sıtma nöbetleri eksik değildi. Bu elim birde karacık hastalığı getirdi. Beni görsen tanımazsın, çok zayıfladım.
Galibeciğim: hayattan o kadar bizarım ki: mefkurem,.. emellerim.. saadetim..herşeyim bir faktapaya, bir çift mai göze bağlanmıştı. Ben bu gün saadeti ondan bekliyordum. Halbuki o … beni fırlattı , atdı. Hem nereye?… Elim deryasına! Artık cafuicıyi geçmiş olacak! başka ne diyeyim! Bu hareketi başka neye atf edeyim? Kimseye ne yazdım nede bir şey söyleyebiliyorum. Galiba yalnızım, benim biricik kardeşime açıyorum. İnşaallah mümkün olurda seni bir defa daha görürüm. Ne yapacağım henüz sahih değildir. Kararımı ancak bir iki ay sonra verceğim. Fethi Beyefendi’ye hürmetlerimi söylersin. Samimi irşadatlarına daima aşk-ı ihtiyaç ederim. Galibe çok yalnızım. Bana yaz, hem akıl ver, seni ne kadar dinlediğimi bilirsin. Muhabetle güzel gözlerinden, yanaklarından öperim. Çok kıymetli kardeşim.”
Kaynak: Doç. Dr. İhsan Sabri BALKAYA, “ATATÜRK’ÜN EŞİ LATİFE HANIM’DAN ALİ FETHİ OKYAR’IN EŞİ GALİBE HANIM’A MEKTUPLAR” 2014, Ankara Üniversitesi, Türk Tarih Enstitüsü ATATÜRK Yolu Dergisi, Sayı: 55, s: 1 – 22)
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.