…-“O öldüğü gün, Allah’ıma ellerimi açarak bir dua etmiştim “Allah’ım benim canımı da ya bir 10 Kasım’da veya 29 Ekim’de al” diye. İnşallah Allah’ım bu duamı kabul eder ve beni bu iki günden birinde rahmete kavuşturur.”
Bu sözler, 16 Mayıs 1919 günü Paşasını Bandırma Vapuruyla Samsun’a yolcu eden Kaptan Hacı Tevfik oğlu Nurettin ULUSU ‘ya aittir;
…-“Annemi rıhtımda bırakarak, Kız Kulesi açıklarında demirleyen Bandırma Vapuruna babamla beraber bir sandalla çıktık. Mustafa Kemal’e ayrılan kamaraya geldik, beraber içeri girdik. Karşımda masmavi gözleriyle çakmak çakmak bakan büyük Komutan, büyük asker Mustafa Kemal oturuyordu. Bize doğru seslenerek:
-…”Hacı Bey, maşallah delikanlı cin gibi, bakışları akıl dolu, gel bakalım yanıma,” dedi. Yanına nasıl gittik, elini nasıl öptüm, yanağımı nasıl okşadı ki rüya gibiydi Allah’ım…”
Sekiz yıl sonra…
1 Haziran 1927, Ankara.
…-”Tam sekiz yıl sonra yine ATATÜRK ‘ün huzurundaydım. Allah’ım kalbim duracak gibiydi.
-…”Yaklaş asker,” dedi ve sordu:
-…”Adın ne?”
Kendimi toparladım ve güvenle cevap verdim:
—“Hacı Tevfik Kaptan oğlu Nurettin.”
Bir an durdu, düşündü, hatırlar gibi oldu, sonra:
-…”Ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum delikanlı,” dedi.
Tüm cesaretimi toparlayarak:
—“Paşam, ben sizi Bandırma Vapuruyla 16 Mayıs 1919’da Samsun’a yolcu etmiştim. Babam Hacı Tevfik Kaptan, beni yanınıza getirmiş ben de elinizi öpmüştüm” deyince birden ayağa kalkarak:
-…”Gel bakayım, sen bayağı koca adam, asker olmuşsun. Ne tesadüf böyle… Baban hayatta mı? İyi mi? Bir şeye ihtiyaçları var mı? Onlar benim çok önemli kader arkadaşlarım olmuştu,” diyerek memnuniyetini bildirince iyice rahatlayarak:
—“Babam, anam Allah’a çok şükür iyiler. Babam yine gemide, hiçbir sıkıntısı yok. Ben de Paşa’nın emrinde bir asker olduğum için çok mutluyum, her zaman ölene kadar hizmetinizdeyim,” dedim.
Güldü, yanağımı okşadı ve:
-…”Rusuhi Bey, bu delikanlıya iyi bir görev ver. Askerliğini de bitirince haberim olsun,” diyerek bizi gönderdi.
Rusuhi Bey de şaşırmıştı. Odadan çıkınca:
—“Nuri yavrum, hakikatten ne kadar, ne güzel kader. Gel seni şimdi komutanına teslim edeyim,” diyerek köşkün muhafız alayına götürdü ve komutana: “Bu asker eğitiminden sonra köşkte görev yapacak,” dedi.
Birkaç günlük eğitimden sonra tekrar Rusuhi Bey’in talimatıyla köşke geldik. Benim kitap okuma zevkimi daha evvelce kendisine söylediğim için beni köşkün kütüphanesinde görevlendirdi ve:
—“Yerin burası, Ata çok okur, çok titizdir, aman çok dikkatli ol,” diye tembihlemeyi yaptı. Artık günlerim kütüphanede geçiyordu. Benden evvel kütüphane görevlisi Saip Bey bana her gün yeni bir şeyler öğretiyor ve beni yetiştiriyordu, ama rahatsızlanıp bir müddet sonra da vefat edince onun asli görevine ben getirilmiştim.
Çankaya Köşkü’nün Kütüphanecisi Nurettin ULUSU, anılarında ATATÜRK ‘yanı başında birlikte kutladıklarıCumhuriyet Bayramlarını anılarında bizlere şöyle aktarır:
…-“ATATÜRK, dini ve resmi tüm bayramlara karşı duyarlıydı, amma Cumhuriyet Bayramı’nın O’nun için çok ayrı bir özelliği vardı. Ogün başka türlü duygular taşır ve heyecanını da hepimize belli ederdi. Bayramdan bir gün evvel hazırlanmaya başlardı. 29 Ekim’den bir gece evvel yani 28 Ekim gecesi sofrada çok hafif bir kadeh içki alır ve sohbetini kısa keser, erkenden odasına çekilir ve yatardı.
Yine bir gün evvelden çalışma odasında veya kütüphanede, ertesi gün törende ne konuşacağını, neler söylemesi gerektiğini, küçük notlar halinde toplar, sonra da hepsinin ortak noktasını tespitle, konuşmasının ana hatlarını çıkarırdı. Hatta birkaç kere de kütüphanede bana dinletmişti. Tane tane, vurguları tam yerinde yaparak konuşmalarını hayranlıkla hep izlerdik. Müthiş güzel bir hitabet sanatı ve etkileyici bir ses sanatı vardı.
29 Ekim sabahı erkenden kalkar, tıraşını hemen olur ve böylece merasimimiz başlardı. Berber Mehmet ve Berber Rıdvan ilk önce tıraş dolayısıyla yanına girdiklerinden, ATATÜRK ‘ün elini ilk öpenler onlar olurdu. Bilahare yatak odasından çıkışlarından sonra salona gelince, önce sofra şefimiz İbrahim Bey, sonra ben ve diğer arkadaşlarımız sırayla ATATÜRK ‘ün mübarek elini öper ve bayramını kutlardık. Bu el öpme merasimi sırasında, öyle bir duruşu vardı ki, sanki askeri kıtada, askeri bir törendeydi.
Bu büyük bayramı dolayısıyla da ATATÜRK bütün köşk müstahdemini vazife ve görev kademelerine göre, mütenasip nakti tahrifatta da bulunurdu. Özetle bu bayramı ATATÜRK ve bizler adeta bir dini bayram gibi kutlardık.
Netice itibariyle Cumhuriyet Bayramı O’nun için her şeydi. 10’ncu yıl nutkunu nasıl güzel, nasıl anlamlı ve nasıl etkileyici okuduğunu yıllar sonra bile unutmamız, Türk halkının unutması mümkün mü? Hele o Ne mutlu Türküm diyene diye Türk halkına seslenmesi ve haykırması hiç unutulur mu?
Elbette unutmadık, unutmayacak ve unutturmayacağız…
-…” Türk Milleti,
Kurtuluş savaşına başladığımızın 15’inci yılındayız. Bugün, Cumhuriyetimizin, 10’uncu yılını doldurduğu, en büyük bayramdır.
Kutlu olsun.
Bu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım,
Az zamanda, çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan, Türkiye Cumhuriyetidir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetindeyiz.
Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah vasıta ve Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız, daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da, muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü Türk milletinin, karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin, tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunu içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fikri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu, bütün beşeriyette, hakiki huzurun temini yolunda, kendine düşen medeni vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti,
15 yıldan beri, giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin, hakkımdaki itimadını sarsacak, bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün, aynı inan ve kat’iyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin, büyük millet olduğunu, bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkundan, yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti,
Ebediyete akıp giden her 10 senede, bu büyük millet bayramını, daha büyük seferlerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı, gönülden dilerim.
Ne Mutlu Türküm Diyene.”
Ölümünden sonra O’nun anıldığı 23 Nisan – 19 Mayıs – 30 Ağustos – 29 Ekim hele 10 Kasım günleri radyolarda, bilahare de televizyonlardaki konuşmalarını hiç dinleyemezdim. Çünkü sesini duyduğum anda gözlerimden yaşlar boşanır, kalp atışlarım hızlanırdı. Doktorum da buna kesinlikle mani olmuştu.
29 Ekim 1933’te Cumhuriyetimizin 10’ncu yılı kutlamaları hafızalardan hiç silinmeyecek, görkemli bir şekilde kutlanmıştı. O gün ATATÜRK ‘ün okuduğu 10’ncu yıl nutku hafızalardan hiç silinir mi?
Neyse, o gün mutat kutlamalar yapıldı, akşam köşkte bazı protokol misafirleri davet edildi. Akşam ne yapılacak, sofra kurulacak mı? Kimler davetli vs. mevzuular düşünülüp konuşulurken Şef İbrahim geldi ve:
—“Hazırlanın, Ziraat Bankası’nın Cumhuriyet Balosu’na gidiyoruz” deyince, hemen birkaç dakikada toparlandık, zaten hazırda bekliyorduk. Biz, ATATÜRK ‘ün ne zaman, ne yapacağı hiç belli olmadığından, hep hazır ve nazırdık. (Not: 30 Ekim 1933 günü yayımlanan Milliyet Gazetesi; ATATÜRK ‘ün, gece Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Ankara Palas’ta tertiplenen “Cumhuriyet Balosu”nu şereflendirdiğini yazar.)
Arabalar binildi. Afet Hanım başta olmak üzere diğer birkaç dostuyla beraber Ziraat Bankası Genel Merkezi’ne gelindi. İçeri girerken müthiş bir kalabalık kapıda ATATÜRK ‘ü bekliyor, O her zamanki gülüşüyle halkını selamlaya, selamlaya, bazılarına iltifatlar ede ede salona girdi ve yerine oturdu. Bizde yan masada yerimizi aldık.
Şöyle etrafa bir göz gezdirdi. Zaten her zaman ilk yaptığı şey buydu. Sonra memnuniyetini ihzar edercesine içkisini eline aldı ve yudumladı. Biz memnuniyetinin sebebini hemen anlamıştık. Davetlileri beğenmişti. Çünkü diğer davetlerin aksine, misafirler protokol veya devlet zevatından ziyade, karışık bir halk topluluğuydu. Protokolden, Mebuslardan, tüccar ve esnaftan, velhasıl tüm sınıflardan erkek ve kadınlardan oluşan çok doğal bir topluluk olmuştu. İşte O bunu sevmişti. Zira O hep halkıyla beraber olmak, onları hep dinlemek, onlarla konuşmak isterdi.
Nitekim vatandaşla, O’nun bu huyunu bildiklerinden sık sık yanına geliyorlar, soru veya istekte bulunuyorlardı. Önceleri iyi giden bu sohbetler, bilahare içkiyi biraz kaçıran birkaç kişi yüzünden ATATÜRK ‘ü hafifçe kızdırmaya başladığını hissettik. Nitekim biraz sonra İbrahim ile beni çağırdı ve:
-…”Şu Müdür Bey’e söyleyin böyle tek tek konuşmayla burada sabahı ederiz, aralarından üç beş kişi seçip sıkıntılarını veya soracaklarını sorsunlar bizde cevap verelim,” deyince, hemen diğer yan masadaki banka yetkililerinin yanına yöneldik ve hafifçe, hiç belli etmeden kulaklarına, ATATÜRK ‘ün mesajını fısıldadık. Onlar da hemen mesajımızı aldılar. Zaten bizim vasıtamızla Müdür Bey’e iletmesinin sebebi de buydu. Zira yanına çağırıp talimat verse, olay belli olacak ve halkını incitmiş olacaktı. Bu sebeple o görevi banka yetkilisine veriyordu.
Nitekim birkaç dakika sonra Müdür Bey ayağa kalktı ve herkese hitaben:
—“Davetliler, ATATÜRK bizi kırmadı geldi, ama böyle tek tek konuşursanız O’nu yorarsınız. Siz şimdi her mevzuu için içinizden temsilcinizi seçin, onlar sizin namınıza Ata’ya dilek ve sorularınızı iletsin tamam mı?” deyince alkışlarla kabul edildi.
Sözün hitamında ATATÜRK, ayağa kalkarak:
-…”Müdür Bey doğru söylüyor. Böyle her kafadan ses çıkarsa hiçbir neticeye varamayız. Bu gece burada hem konuşacağız, hem de eğleneceğiz. Haydi, bakalım içinizden konuşacakları seçin,” deyince sanki o yüzlerce kişi o anda anlaşmış gibi:
—“Sizi seçtik, sizi seçtik” diye bağırmaya başlamaz mı?
Hepimizi öyle bir heyecan sarmıştı ki, ATATÜRK ‘ünde gözleri dolarak:
-…”Haydi, bakalım şöyle bir önümü açın da, temsilcileriniz tek tek gelsin,” deyince, anında o kalabalık derhal geri çekildi, önde bir boşluk bırakarak ortamı hazır hale getirdiler. O ara yetkililer hemencecik portatif bir kürsü gibi bir şeyi getirip önümüze koydular ve ilk önce bir banka mensubu kürsüye çıkıverdi ve galiba biraz da çakır keyiflilikle atmaya, tutmaya, Ziraat Bankası’nı göklere çıkarmaya başladı.
Bunun üzerine ATATÜRK:
-…”Yahu dur bakalım, tamam şehirlerde iyi işler yapılıyor yapılıyor da, daha Anadolu’ya, köylere girebilmiş değiliz, ne zaman köylüyü refaha kavuşturursunuz, işte o zaman gelip benim karşımda nutuk atın,” deyip onu indirtti.
Arkasından bir genç çıktı, o da biraz saçma sapan konuşup indi. ATATÜRK, yine bira sinirlenir gibi oldu, ama belli etmeden bekliyordu ki bir genç söz istedi ve kürsüye çıkıp ATATÜRK ‘ü ve yaptıklarını övdü, övdü ama sonunda da:
—“Paşam, birde şu bürokrasi denen belayı başımızdan kovsan,” deyince ATATÜRK eliyle sus işareti yaptı ve ayağa kalkarak:
-…“Delikanlı, sen herhalde devleti hiç ama hiç bilmiyorsun. Bürokrasi ne demek, biliyor musun?”
Genç bön bön bakarak cevap veremeyince ATATÜRK devam etti:
-…“Bürokrasi Devletin idaresidir, onu bana şikâyet edemezsin, çünkü bu mevzuu da hiçbir bilginin olmadığı belli. Ben senin ne demek istediğini pekâlâ anlıyorum. Sen bürokrasiden değil, neden şikâyetçisin biliyorum. Ona, Kırtasiyecilik, papörasi denir ki biz onu çoktan bitirdik, daha da bitireceğiz inşallah,” deyince delikanlı başı önünde eğik kürsüden indi, ATATÜRK ‘ün elini öpüp uzaklaştı.
Bizde tamam kimse çıkamaz artık filan derken, birden bire bir bahriye zabiti kürsüye atlamaz mı!
Hepimiz gibi, ATATÜRK ‘te şaşırıyor ve bekliyoruz. Asker sazı eline alıyor ve şanlı ordu, kahraman Türk askeri falan filan edebiyattan sonra, esas sıkıntısına geliyor ve çok iyi görev yapmasına rağmen gençliğin çok ihtimal edildiğini ve hala orduda terfi sinin yapılmadığından bahsediyor.
ATATÜRK bu sefer sert bir şekilde ayağa kalkarak:
-…”Sus be adam, gençliğin sıkıntılarını ben de çok iyi biliyorum. Tek başına, gençlerle tek tek konuşarak bu sıkıntıları çözemem. İşte bunun için de, gençlerin sorunlarının başında kimler varsa onlarla bu sıkıntıları çözmek için gece gündüz çalışıyorum. Şimdi sana gelelim. İlkokulu, ortaokulu, liseyi okumuşsun; on beş senelik bir zaman ihtiyacın bulunduğuna ve sonraki yıllarda da, kıtalarda görev yapman gerektiğine göre, sen kaç yaşındasın ki şu anki görevini, yani yüzbaşılığını yetersiz buluyorsun? Dua et ki askersin,” diyerek onu da yolladı, ama halkından beklediği soruları, dertleri gerektiği şekilde alamadığı için keyfi biraz kaçmıştı.
Nitekim biraz sonra işaretle kalkalım komutunu verince, kalkıldı, arabalara binildi ve sokaklardaki, caddelerdeki havai fişeklerin, şarkıların, marşların ve alkışların arasında Çankaya’ya evimize geldik.
Ertesi sabahı hiç unutmam. Ben erkenden kütüphanemize gelmişim, çalışıyorum. Saat 11’e doğru ATATÜRK geldi, masasına oturdu, biraz sonra her zamanki gibi kahvesi geldi, sigarasını yaktı. Bir müddet sonra seslendi ve beni yanına çağırdı:
-…”Nuri, dün gece yanımdaydınız, ben onlara ne sordum, onlar bana neler söylediler, üzüldüm. Acaba içkinin tesirinden mi? Böyle ulu orta saçma sapan konuştular. Demek ki bundan böyle sazlı sözlü, içkili toplantılarda halka soru sormamak lazım. Gençler içmesini öğrenene kadar bu böyle olmalı. Ben yine memleket meselelerini kendi soframda konuşayım, doğrusu bu değil mi?” deyince;
—“Haklısınız Paşam, ama onlara da hak vermek lazım, hayal bile edemedikleri bir Cumhuriyetin zafer sevinci biraz da içkinin tesiriyle beraber bir de sizi görünce coştular, herhalde bu sebeple de şaşırarak verdiler,” dedim.
-…”Doğru, doğru fazla da saçmalamayalım, onlar benim halkım, benim evlatlarım, bazı lafları da doğruydu ya neyse, iyi oldu gittik. 10’ncu yılı da bayağı iyi kutladık. Allah’ıma çok şükür, çok şükür,” diye sözlerini tamamlamıştı.
Yararlanılan Kaynak Eser:
“ATATÜRK ‘ün Yanı Başında” Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri ULUSU ‘nun Hatıraları, Derleyen Mustafa Kemal ULUSU.
Huzurlarınızdan ayrılırken Sayın Mustafa Kemal ULUSU ‘nun derlediği eserinin 202’nci sayfasında yer alan şu notu da paylaşmak isterim:
“Allah ne büyükmüş ki, bu duayı kabul etmiş ve sevgili babam, 1979 senesinin 29 Ekim’ine girdikten sonra gece son nefesini verdi ve 29 Ekim günü öğleden sonra Cumhuriyet Bayramı için kurulan, çiçekli yakların altından geçerek mezarına gömüldü. Bunu önsözde daha detaylı anlatmıştım.”
Nurlar içerisinde, ışıklarda uyuyunuz.
Görselde: ATATÜRK, Çorlu, Çerkezköy yakınlarında Trakya Manevralarında harita üzerinde çalışıyor. Nurettin ULUSU, ayakta sağda (17 / 20 Ağustos 1937).
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.
–