ATATÜRK, Birinci Büyük Millet Meclisi ‘nin açılışın ikinci yıldönümünü nedeniyle 23 Nisan 1922’de “Yeni Gün” gazetesi muhabirine verdiği demeçte:
-…”23 Nisan bütün bir düşmanlık cihanına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurmak hususunda harikayı ifade eder” demiş, 1924’te 23 Nisan gününü bayram olarak kutlanmasına karar vererek, 23 Nisan 1929’da ATATÜRK bu bayramı tüm dünya çocuklarına armağan etmiştir.
Mondros Mütarekesiyle orduları dağıtılan, stratejik kaynaklarına işgalciler tarafından el konulan Türk Milleti, 23 Nisan 1920’de Birinci Büyük Millet Meclisi ‘nin açılışı ve bu meclise bağlı Ankara Hükümeti’nin kuruluşundan sonra yapılan yeni düzenlemelerle, (bütün bu iç ve dış güçlüklere karşın) 1920 yılı Haziran ayından itibaren başlayarak Kasım ayına doğru, kısa zamanda cephe taksimatına göre teşkil edilen birliklere göre düzenli ordu oluşturularak, düşman kuvvetlerine karşı, çeşitli cephelerde büyük başarılar kazanılmıştır.
Doğu cephesinde Ermeniler yenilgiye uğratılarak anlaşmaya zorlanırken, Güney‘de Fransızlara karşı savaşılarak güçlü savunma örnekleri verilmiştir. Batı cephesinde I. Ve II. İnönü Muharebeleriyle Yunan taarruzları durdurulurken, bu dönemde İtilaf Devletleri, bir taraftan da Sovyet Rusya ile mücadele etmekteydiler.İtilaf Devletleri ayrıca, 1919 yılında Rusya’da meydana gelen “Bolşevik” hareketinin kendi memleketlerine yayılmasını önlemek için, her cephede Rus ordularıyla savaşıyor, Sovyet Rusya, böyle bir ortam içinde Anadolu üzerinden gelecek saldırıları önlemek bakımından Türkiye’deki Milli Mücadele’yi destekler bir tutum gösteriyordu.
ATATÜRK, 26 Nisan 1920’de Lenin’e:
-…”Türkiye – Sovyet Rusya’yla birlikte emperyalist hükümetlere karşı savaşmak zorundadır… ve Türkiye’ye saldıran emperyalist düşmanlarla mücadelede Sovyet Rusya’nın yardımına umut bağlamaktadır,” sözlerinin yer aldığı bir mektup ile devam etmiş; mektupta yeni Türk hükümetinin izleyeceği başlıca ilkeler açıklanmıştı.
Bu ilkeler;
1-Türkiye’nin bağımsızlığının ilanı.
2-Kesin olarak Türklere ait olan toprakların Türkiye devletine verilmesi.
3-Arabistan ve Suriye’nin bağımsız devlet olarak ilan edilmesi.
4-Nüfusu karışık olan tüm topraklarda kendi kaderini belirleme hakkının tanınması.
5-Türkiye Büyük Millet Meclisi önderliğindeki yeni Türk devletine dâhil topraklardaki ulusal azınlıklara tanınmış tüm hakların tanınması.
6-Boğazlar sorunun Karadeniz devletleri konferansına devredilmesi.
7-Kapitülasyonların ve yabancı devletlerin ekonomik denetiminin kaldırılması.
8-Her türlü yabancı etki alanının ortadan kaldırılması.
Sovyet Rusya’nın kapitülasyon haklarından, mali denetimden ve Türkiye’nin içişlerine karışmaktan vazgeçtiğine ilişkin 8 Temmuz 1920 tarihli Resmi Sovyet hükümeti ihbarnamesi ve emperyalist işgalcilerle savaşta, Türk halkına gönderilen başarı dilekleri, T.B.M.M. ‘de ve Türk halkında büyük sevinç yaratmıştır.
Ankara’dan 1920 yılı ortalarında Moskova’ya doğru yola çıkan bir Türk Heyeti 19 Temmuz 1920’de Moskova’ya ulaşmış, Türk heyeti 24 Temmuz’da Dışişleri Halk Komiseri G. V. ÇİÇERİN ile 14 Ağustos’ta ise Halk Komiserleri Başkanı V. İ. LENİN tarafından kabul edilmişlerdir.
Sovyet Rusya, 28 Temmuz 1920 tarihli toplantıda aldığı kararla ilk Büyükelçi olarak S. Z. ELIAVA ‘yı Ankara’ya atamış; ELIAVA, hastalığı nedeniyle Türkiye’ye gelememiş, onun yerine iki yüz kişi ile Ankara’ya gönderilen Rus elçilik heyetine Elçilik Birinci Sekreteri Y. Y. Upmal ANGARSKY başkanlık etmiştir.
ATATÜRK, 20 Ağustos 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmasının bir bölümünde:
-…”Biz memleket ve milletimizin mevcudiyetini ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize tâbi bulunuyorduk ve kendi kuvvetimize dayanıyorduk. Hiç kimseden ders almadık, hiç kimsenin kandırıcı vaatlerine aldanarak işe girişmedik. Bizim görüşlerimiz, bizim ilkelerimiz cümlece malûmdur ki, Bolşevik ilkeleri değildir ve Bolşevik ilkelerini milletimize kabul ettirmek için şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık. Bizim inanışımıza göre, milletimizin hayatının temini ve yükselmesi kendi hazım kabiliyetiyle mütenasip olan görüşlerdir. Fakat esas itibariyle tetkik olunursa bizim görüşlerimiz “ki halkçılıktır” kuvvetin, kudretin, egemenliğin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir. Halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yok ki bu, dünyanın en kuvvetli bir esası, bir ilkesidir,” demiştir.
24 Ağustos 1920’de Rus ve Türk heyeti yedi maddelik bir anlaşma taslağı hazırlanmış; taslak iki heyetin yöneticileriyle onaylanmış ve bu taslağın tüm maddeleri daha sonra 16 Mart 1921’de imzalanacak olan Sovyetler Birliği – Türkiye Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’nın (Moskova Antlaşması) metnine eklenmiştir.
4 Ekim 1920’de elçilik heyeti ile Ankara’ya gelen ANGARSKY, ATATÜRK ile bilinen ilk resmi görüşmesini 8 Kasım 1920’de yapmıştır.
Görüşmenin hemen sonrasında, ATATÜRK, Moskova’da bulunan Bekir Sami Bey’e, Sovyet yetkililerinin teklifleriyle ilgili görüşlerini bildiren bir telgraf çekerek ve 9 Kasım 1920 günü Ankara’da Saman pazarı civarında ilk Sovyet Büyükelçiliği binası açılacaktır.
Dört ay görev yaptığı Ankara’dan, 1921 yılı Ocak ayında ayrılan ANGARSKY ‘den sonra; 15 Aralık 1920’de Türkiye Sovyet Büyükelçisi olarak P. G. Budu MİDVANİ atanmış, MİDVANİ Ankara’ya 19 Şubat 1921’de ulaşmış ve 5 Mart 1921 tarihinde güven mektubunu ATATÜRK ‘e sunarak resmen görevine başlamıştır. (Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, 6 Mart 1921, Ayrıca Bkz. Yusuf Hikmet BAYUR, “Türkiye Devletinin Dış Piyasası”, s.69)
ATATÜRK, 12 Nisan 1921 günü, Sovyet Hükümeti’nin Yunanlıların yaptığı katliamlardan kurtulabilenlere verilmek üzere Hilâlıahmer’e (Kızılay) “30.000 Altın Ruble” bağışta bulunması nedeniyle Sovyet Elçisine teşekkür yazısı yazacak ve şöyle diyecektir:
-…”Ana toprağını savunan milletimizin idare ettiği bu harbe gösterdiğiniz ilgiden dolayı bilhassa bahtiyarım. Yunanlıların kaçarak geri çekilmeleri esnasında yaptıkları hasar ve zulümler, insanlığın vicdanını isyan ettirecek niteliktedir. (ATATÜRK ‘ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, 1964, s.379
Mayıs 1921’de hastalanarak görevine devam edemeyeceği anlaşılan Türkiye Sovyet Büyükelçisi P. G. Budu MİDVANİ, Ankara’dan ayrılmış, 29 Mart 1921 ‘de Ankara’ya elçi olarak atanan S. P. NATSARENUS, 1921 ‘in 19 Haziran’ında Ankara’ya ulaşmış ve 27 Haziran günü ATATÜRK ‘e güven mektubunu sunmuştur. (Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, 28 Haziran 1921)
2 Ocak 1922’de Ankara’da Türkiye – Ukrayna Dostluk Antlaşması imzalanmış, 26 Ocak 1922’de, askeri deneyimi olan ve Türk – Sovyet Büyükelçisi S. İ. ARALOV ‘da Ankara’ya gelmiştir.
3 Mart 1922’de Elçilik binasında ATATÜRK şerefine bir öğle yemeği tertiplemiş, yemekte ARALOV ‘un söylevine karşı ATATÜRK:
-…”Devletlerin başlı başlına ayrı ayrı kuvvetli olması bağımsızlık fikriyle duygulanmış ve hazırlanmış olması lâzımdır.” (Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, 5 Mart 1922)
ARALOV, 24 Mart 1922’de Sovyet Askeri Ataşesi ve bir takım askeri uzmanlarla birlikte, ATATÜRK ‘ün davetlisi olarak cepheyi görmeye ve burada Türk komuta heyeti ile çeşitli müzakereler yapmaya gitmiştir.Sovyet askeri heyeti, Türk komuta heyetine çeşitli hediyeler sunmuş, askerler için de çok sayıda ufak hediye paketleri getirmiştir. Sovyet heyeti, Sivrihisar, Akşehir, Konya ve Afyon hattında incelemeler yapmış, Türk komuta karargâhlarında uzun bir zaman geçiren ARALOV, Ankara’ya dönmüştür.
ATATÜRK, 2 Nisan 1922 günü, İkinci İnönü Zaferi’nin yıldönümü nedeniyle kendisini telgraf çekerek tebrik eden ARALOV ‘a:
-…”Giriştiğimiz şu mücadelenin gayesi, tabii hukukumuzun kurtarılmasıdır.” (ATATÜRK ‘ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, IV, 1964, s.430)
ATATÜRK, Büyük Taarruz öncesi gizlilik prensibi içerisinde Türk ordusunun hazırlıklarını tamamlamış; cephe hattına yaptığı gezilerle ordunun genel durumu yanında harbe hazırlık durumunu yerinde incelemiştir. 27 Mart – 4 Nisan 1922 tarihlerini kapsayan Batı Cephesine yönelik teftiş gezisine Sovyet Elçisi ARALOV ile Azerbeycan Elçisi ABİLOV ‘da katılmıştır. Bu sırada T.B.M.M. Hükümetine dost olan bu iki ülke heyetinin Batı Cephesi’ne götürülmeleri son derece anlamlıdır.
ATATÜRK, Türkiye’nin dostu olan ülke temsilcilerine Türk ordularının harbe hazırlık durumunu yerinde göstererek siyasi anlamda Sovyetler ve Azerbeycan’ın desteğini sürdürmelerini amaçladığı gibi, onlar vasıtasıyla dış dünyaya bir mesaj vermek, kendi kendisine yeterlilik ilkesi ile ordusunun ikmal ve iaşesini tamamlayan Türk milletinin başarıya çok yakın olduğunu göstermek istemiştir.
ATATÜRK, Cephe hattında sürdürülen hazırlıkları gururla takip etmiş, Sovyet ve Azerbeycan heyetleri de takdirle karşılamışlardır.
ATATÜRK, Heyetle birlikte Ankara’ya dönmüştür.
10 Nisan 1922 günü, 2 Ocak 1922’de imzalanan Ankara’da Türkiye – Ukrayna Dostluk Antlaşması nedeniyle Lenin’e bir mektup yazarak:
-…”Rus dostluğu geçmişte olduğu gibi her zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin temel politikası olacaktır,”(ATATÜRK ‘ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, IV, 1964, s.432)
Bu arada 12 Nisan 1922 tarihinde yapılması planlanan 5.Süvari Kolordusu manevrasını izlemek üzere Ilgın’agitmiştir. Havaların yağmurlu geçmesinden dolayı 15 Nisan 1922 günü icra edilen ve iki süvari tümeninin katılımı ile gerçekleştirilen manevra başarılı geçmiştir. ATATÜRK ‘ün de haklı olarak gurur duymasını Ağustos ayında başlayacak olan Büyük Taarruz harekâtında yıldırım hızıyla İzmir önlerine ulaşacaklardı.
ARALOV, 8Nisan 1922’de intibalarından oluşan geniş bir raporu Moskova’ya göndermiştir.
Üstteki görsel, Hanri BENAZUS Koleksiyonu, “Büyük ATATÜRK Albümü” Cilt 1, sayfa: 87’de yer almaktadır. BENAZUS, eserinde görsel notu hakkında; “Rus Elçisi Aralof(V), Azerbeycan Elçisi İbrahim Abilof ile – Afyon Çay, 30 Mart 1922” yazmaktdır.
ARALOV, ayrıca Ankara’da elçilik yaptığı dönemdeki anılarını anlattığı ve gözlemlerini aktardığı notlarında Mustafa Kemal Paşa ile geçirdiği günlere ve karşılıklı yazışmalarına şöyle yer vermiştir:
—“Gazi Mustafa Kemal ile karşılaşmamız 30 Ocak 1922 tarihinde oldu ve çok dostça geçti. Yeni Türkiye’nin lideri beni çok sade bir şekilde kabul etti.
Sovyet hükümetinin bir elçisi olarak, iki tarafın halkları arasında, Sovyet “işçi – köylü” hükümetiyle TBMM arasında antlaşmalar yoluyla, dostluk ilişkilerini güçlendirmek konusunda bana yüklediği ödevle ilgili sözlerimi; nihayet yeni Türkiye’nin gelişmesi ve emperyalistlere karşı zaferler kazanması dileğimi büyük bir dikkat ve ciddiyetlikle dinledi.
Daha sonra ben, Sovyet hükümetinin ve Halk Komiserleri Konseyi Başkanı Lenin’in, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve gerek Mustafa Kemal Paşa’ya olan başarı dileklerini ilettim.
Mustafa Kemal Paşa, bu iyi dileklerimden ötürü teşekkür ettikten sonra, iki ülke arasındaki, iki devletin ve iki milletin böylesine muhtaç olduğu büyük dostluğu güçlendirmek konusunda bana verilen ödevi yerine getirmem için, gerek Büyük Millet Meclisi hükümetinin, gerek kendisinin ellerinden gelen yardım ve kolaylığı esirgemeyeceğini söyledi.
“Aziz dostlar, yoldaşlar,
Mustafa Kemal sık sık benimle Abilov’u, yoldaş diye çağırırdı. Cephedeki durum çok gergin: Yunanlılar, Eskişehir doğrultusunda altı tümenlik bir kuvvet yığmış bulunuyorlar. Önümüzdeki hafta içinde onlardan bir saldırı bekliyoruz. Yakında toplanacak olan Cenevre Konferansı üzerinde bir etki yapmak istiyorlar. Taşıtımız, atımız, eşeğimiz yok. Biricik taşıtımız devedir. Develer bizde savaş kahramanıdır. Oysaki mermi götürmek zorundayız. Bize nakliye aracı ve at yardımında bulunmanızı rica ederim. “
Kısa bir süre Mustafa Kemal, bir elçi alarak bana cepheden şöyle bir mektup gönderdi:
-…”Ordu birliklerimizin, dostlarımızın memnunluğunu ve övgüsünü kazanacak bir durumda olduğunu bildirmekte acele ediyorum.”
Hatırlıyorum, bir gün Mustafa Kemal’in sekreteri telefon ederek, “Paşa bugün çok çalıştı,” dedi, “Sizi ziyaret etmek, biraz dinlenmek istiyor, yanında müzisyenler de olacak… Biraz neşelenmek, dans etmek için kadınlı erkekli elçilik memurlarını toplamanızı rica ediyor.” Gerçekten de akşama Mustafa Kemal geldi. Hem yalnız da değildi. Yaverlerini, yakın arkadaşlarını da getirmişti. Onunla birlikte, elçiliğin devamlı misafirlerinden, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa da vardı. Kemal Paşa vaktini masa başında dost konuşmaları arasında geçirmeyi severdi. Her zaman Narzan ya da Kafkasya’nın başka maden sularını isterdi. Pek tabii olarak masada şarap da bulunurdu. Bu ziyaretinde Mustafa Kemal, Türk klasiklerinden, İran şairlerinden, özellikle Firdevsi’den birçok şiirler okudu. Türk şairi Necati’nin lirik şiirlerini severdi. Bunları okurken sesinde yeni bir takım notalar duyulurdu.
Mustafa Kemal milli şiiri çok iyi bilirdi. Yurdunu, onun tarihini, onun şarkılarını, ruhunun bütün derinliğiyle severdi. Özellikle Selçuk şiirlerinin güzelliği ve tınısı onu esir ederdi. Üzgün Türk melodilerden sonra, Mustafa Kemal, eşimden ve elçilik sekreterinden, piyanonun eşliğinde Rus şarkıları söylemelerini rica etti. Mustafa Kemal, büyük bir memnunlukla onları dinledi, kendisi de şarkıya katıldı. Sonra Kamarinskaya adlı halk şarkısını çaldılar. Elçiliğin kadın memurları dansa kalktılar. Mustafa Kemal el çırpıyor, ayaklarıyla tempo tutuyordu. Vals ve başka danslar oynandı; (Aralov, 2010, s: 64 – 65)
ARALOV, ayrıca elçiliği sırasında Ankara halkının kendisine gösterdiği ilgiden de söz etmektedir:
—“Şehre her çıkışımda tüccar, esnaf, beni dükkânlarına, mağazalarına, imalathanelerine davet ederek kendileriyle birer bardak çay ya da birer fincan kahve içme teklifinde bulunurlardı. Çarşıda görünmemle birlikte tüccarlar ellerini göğüslerine bastırarak beni selamlar ve söyleşmek için içeri buyur ederlerdi. Eğer çevirmensiz sokağa çıkmış bulunuyorsam konuşmamız selamlaşmakla, gülümsemekle ve Türkçe bildiğim birkaç sözle kalırdı.”
ATATÜRK ‘ün Meclisteki Başkanlık odasında, 17 Temmuz 1922 günü, Fransız Albayı Mougın ve Sovyet Elçisi ARALOV ‘un ziyaretini kabul buyurduklarını yazan Hâkimiyeti Milliye Gazetesi, 11 Ekim 1922 ‘deki sayısında:
“ATATÜRK ‘ün 10 Ekim 1922 günü saat 19.00’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık odasında Semionİvanoviç ARALOV ‘u huzurlarına kabul ederek görüştüğünü, görüşme esnasında İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf (ORBAY) Bey ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (TENGİRŞENK) Bey’de bulunduğu” bilgisini vermektedir.
ARALOV, 29 Aralık 1922 ‘de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulmasının ardından 1923 Nisan’ında Moskova’ya çağırılarak Türkiye’den geri dönmüş, onun yerine Türk – Rus diplomasinin Ankara’daki temsilcisi olarak ROZENBERG vekâlet etmiş, ARALOV ‘dan sonra Sovyetler Birliği’nin Ankara’daki Büyükelçiliği görevine Yakov Zaharoviç Suriç atanmıştır.
SURİÇ, 23 Haziran 1923’te ATATÜRK ‘e güven mektubunu sunarak görevine başlamıştır.
Yakov Zaharoviç Suriç, Berlin Üniversitesi’nde Uluslararası ilişkiler eğitimi almış, Türkiye Büyükelçiliği’ne atanmadan önce Sovyetler Birliği’nin Afganistan Büyükelçiliği Türkistan Sorumluluğu ve Norveç Büyükelçiliği görevlerinde bulunmuştur. Türk – Sovyet Rusya ilişkilerinin şekillenmesinde ve devamında oldukça etkili olan bu değişim sayesinde Sovyetlerin en etkili ve bilgili diplomatlarından birisi olarak kabul edilen SURİÇ, 1934 ‘e kadar Ankara’daki elçilik görevini sürdürmüş, 1929’da ATATÜRK kendilerine hitaben imzalı bir de resmini armağan etmişlerdir.
“Ankara 1929, Sovyetler ittihadi büyükelçisi Suriç hazretlerine Gazi M. Kemal”
Türkiye Cumhuriyeti’ nin kuruluşunun 10’uncu yıldönümünde ATATÜRK, 29 Ekim 1933 günü;
-…”Ne mutlu Türküm diyene!” özdeyişiyle biten ünlü konuşmasını yapmadan evvel, saat 9.15’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelerek kordiplomatiğin tebriklerini toplu olarak kabul etmiştir. Bu merasim esnasında elçilerin en kıdemlisi Sovyet Büyükelçisi Yakov Zaharoviç Suriç, kordiplomatik adına bir söylev vererek tebriklerini bildirmiş, buna cevap olarak Atatürk de elçilere hitaben bir konuşma yapmıştır.
Bu önemli konuşma,
“Atatürk ‘ün Söylev ve Demeçleri” adlı dizinin, -Türkiye Büyük Millet Meclisi dışındaki konuşmaları kapsayan- II. Cildinde (Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, 2. basım, 1959) yer almadığı gibi; bu diziye ek olarak yayımlanan “Atatürk ‘ün Söylev ve Demeçleri V” (Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü, 1972.) adlı eserde de bulunmamaktadır.
Söz konusu söylev, son yıllarda yayımlanan “Atatürk ‘ün Resmî Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri” (Hazırlayan: Sadi Borak, Halkevleri Atatürk Enstitüsü Araştırma Yayınları: 12, 1980) adlı yapıtta da gözden kaçmış bulunmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Hülya BAYKAL, 1989’da yayımladığı “Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümünde ATATÜRK ‘ün Kordiplomatiğe Bir Söylevi” adlı makalesiyle 30.10.1933 ‘de yayımlanan Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’ni kaynak gösterir;
—“Reisicumhur Hazretleri,
Nezd-i devletlerinizde ve Türkiye Cumhuriyeti nezdinde bulunan sefirler heyeti namına, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen ilânının mutantan ve yüksek mânalı onuncu yıldönümü günü münasebetiyle zat-ı devletlerine tebrikâtımızı ve milletlerimizin tebriklerini arz etmekle şerefyabım. Ve bu tatlı vazifeyi ifa etmekle bahtiyarım.
Biz burada bulunanlarla milletlerimizi, birçok müşküllere ve bütün dünyanın geçirmekte olduğu iktisadî buhrana rağmen memleketinizin siyasî, iktisadî ve harsî sahalarda elde etmiş olduğu parlak muvaffakiyetlere şahit olduk. Bu muvaffakiyetler yalnız memleketiniz için değil, teşvikkâr bir misal teşkil etmekte olduğu diğer memleketler için de kıymetlidir.
Ben ve bütün arkadaşlarım, son seneler zarfında sizin basiretkârane ve durbinane idarenizle muavinlerinizin idaresi altında memleketinizin terakki yolunda şaşırmaksızın yürüyerek ve sizin eser-i ilhamınız olan ilk siyasî akitlerde çizilmiş olan gayeleri tahakkuk ettirerek hars ve iktisat nokta-i nazarından ne suretle inkişafa mazhar olduğunun canlı şahitleri olduk.
Manevî ehemmiyetlerinden kat’ı nazar bu muvaffakiyetlerin diğer milletler için maddî bir kıymeti de vardır; çünkü cihanın terakkisi eserine, diğer milletlerin harsi ve iktisadî inkişafına ve cihanın sulh davasına kıymetli bir hizmettir.
Reisicumhur Hazretleri,
Bu büyük günü size bir kere daha tebrik ederken şahsım ve arkadaşlarım namına zat-ı devletleri tarafından başlanılmış olan eserin, gerek Türk milletinin ve gerek bütün beşeriyetin nef’ine yeni yeni terakkiler ve muvaffakiyetler elde etmek suretiyle inkişafa devam edeceğine katiyetle kani olduğumuzu arz ederim. Eminiz ki, bu terakki neticesi olarak Türk milleti, zengin tarihî mazisinin ve son senelerdeki muvaffakiyetlerinin hak olarak bahşetmekte olduğu yüksek hars ve yüksek refah seviyesine çıkacaktır.
Reisicumhur Hazretleri,
Bundan sonraki muvaffakiyet-i devletleri, sıhhatleri ve ifa etmekte olduğunuz feyizli mesai için kuvvet ve afiyet temennilerimizi arz ederim.”
Atatürk ‘ün, 29 Ekim 1933’de Kordiplomatik Adına Verilen Söyleve Cevap Konuşması:
…”Büyükelçi Efendi,
Muhterem kordiplomatiğe, sizin vasıtanızla bana yapmak lütfunda bulunduğu tebrik ve temennilerden dolayı hararetle teşekkür ederim. Bu vazifeyi ifa için kullandığınız sevimli sözler için size de bilhassa teşekkür ederim. Bugün, Cumhuriyetin 10. yıldönümünü kutluyoruz.
Büyükelçi Hazretleri, bu rejimin doğuşunda ve tekâmülünde bizzat hazır bulundunuz. Binaenaleyh sizi kordiplomatiğin en kıdemlisi ve memleketimizin mücerrep dostu olarak selâmlamakla bahtiyarım.Bu münasebetle, yürekten selâmladığım kordiplomatik azasını etrafımda görmek benim için bilhassa zevklidir.
Efendiler, haricî siyasetimiz, bidayette kendisine çizdiği hatt-ı hareketten asla inhiraf etmemiştir. Haricî siyasetimiz daima milletler refahının müvellidi olan sulh içinde, memleketin inkişafını istihdaf etmiştir. Bu inkişafı, tam ve mutlak olarak, bütün milletlere temenni ederiz.
Efendiler, burada bana yapılan temennilerden dolayı, bununla sizi tavzif eden hükümetlerinize, Türk milletinin teşekkürleriyle birlikte bütün minnettarlığımın ifadesini bildirmenizi rica ederim.
Duayen Efendi, size de şahsî vifak ve dostluk gayretlerinizden dolayı bütün memnuniyetimi beyan etmek isterim.
Efendiler, Türk inkılâbı kurucudur. Türk ihtilâli, yüksek bir insanî ülkü ile birleşmiş vatanperverlik eseridir. Çocuklarına bütün güzellikleri ve bütün büyüklükleri görmek ve aynı zamanda bütün sefaletlere acımak sanatını öğretmektedir.Bu inkılâbın hararetli ve imanlı bir yapıcısı sıfatiyle dünyaya açık yürekle, hulûsla ve dostlukla bakıyorum.Bu heyecan ve büyük sevinç gününde size bu samimî teminatı vermekledir ki, memleketlerinize karşı olan hissiyatımı en iyi bir tarzda ifade etmiş oluyorum.”
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.