Mustafa Kemal Paşa, İsmet Bey’in (İNÖNÜ), Ankara’da Heyet-i Temsiliye’ye katıldığını 21 Ocak 1921 tarihinde Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgrafla şöyle bildirmişti:
…”İsmet Bey en nazik ve mühim bir devreye girdiğimizi göz önüne alarak bizi kıymetli çalışmasından yararlandırmak ve bu devrenin gelişmesine kadar Heyet-i Temsiliye’de bulunmak üzere gelmiştir. Hep beraber gözlerinizden öperiz”
22 Ocak 1921 günü Çerkez Ethem, kendisine bağlı kuvvetlerini serbest bırakmış, yine kendisine bağlı Parti Pehlivan Refet Bey’in kuvvetlerine teslim olmayı reddederek, Yunanlıların hâkim olduğu bölgede gerilla biçimi eylemler yapmaya başlamıştır. Bu sırada kendisine bağlı kuvvetlerin bir bölümü dağılırken, bir bölümü yeniden milli kuvvetlere katılmış ve çok küçük bir bölümü de Çerkez Ethem ile birlikte Yunan kuvvetlerine sığınmıştı.
O günü, Münif Fehim ÖZERMAN (1899, İstanbul – 1983, İstanbul), “Çerkez Ethem’in teslim olduktan sonra Yunan Karargâhına götürülürken, ” resimlerken, Burhan Bozgeyik, Timaş yayınları tarafından 1995’te yayımlanan “Çerkez Ethem Hain mi, Kahraman mı?”sayfa:227’de:
…”Ethem Bey, Yunan tarafına geçmekle Milli Mücadelede fazla yara almadı. Zira Ethem Bey bütün adamlarını hizmet için geride bırakmıştı. Peki, Ethem Bey nefsine mağlup olsaydı ve geri çekilmeseydi, adamlarının nizami kuvvetlere katılmasını da isteseydi, o zaman ne olurdu? Allah esirgesin, o vakit kardeş kardeşi vurur ve kan gövdeyi götürürdü. Bir tek elemanın ve bir tek silahın bile hayati değeri haiz olduğu o vakitte bu ne demekti, düşünebiliyor muyuz?” demiştir.
22 Ocak 1921 günü Çerkez Ethem’in Yunan Kuvvetlerine sığınmasını fırsat bilen Mustafa Suphi ve arkadaşları Bolşevik hareketlerine hız kazandırmak için Kars’tan Erzurum’a gelmişlerse de burada Erzurum halkı tarafından ağır hakaret ve saldırılara maruz kalmışlardır.
Prof. Dr. Utkan Kocatürk, 22 Ocak 1921 günü, Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturumunda Bolşeviklik propagandası yapanlarla ilgili görüşmeler esnasında:
-…”Şüphe etmiyorum ve hiç kimsenin şüphe etmeyeceğini zannediyorum ki, Büyük Millet Meclisi ve onun hükümetinin bugüne kadar izlediği siyaset, tamamen milli emellere uygundur. Bu siyasetin ne olduğunu tekrara lüzum görmem.(https://www.ataturktoday.com/AtaturkGunlugu/OcakJanuary/22.htm)” dediğini kaydeder.
“Çerkez Ethem Olayı” Kurtuluş Savaşımızın önemli bir bölümüdür. İzmir’in işgalinden sonra teşkil ettiği müfrezeyle vurucu bir kuvvete sahip olan Çerkez Ethem, Milli Mücadeleye katılmış, iç isyanların en tehlikelisi olan “Yozgat İsyanını” bastırmış ve ondan sonra da Eskişehir’e gönderilmişti. Cesur, fakat cahil bir kişi olan Çerkez Ethem’in aklı bir türlü düzenli ordu teşkilatına yatmıyordu. Garp Cephesi kumandanı İsmet İNÖNÜ ‘nün emrine girmeyi kabul etmiyordu.
O ve onun gibi düşünenlere göre zaferi ordu değil ancak çeteler kazanabilirdi.
Oysa ATATÜRK, savaşı iyi donatılmış ve eğitim görmüş disiplinli bir ordunun kazanacağını biliyor ve çalışmalarını bu yolda yürütüyordu.
Garip bir tesadüf, bugünkü “Muhafız Alayı’nın” kuruluşu, Çerkez Ethem’in Ankara’ya gelip Mustafa Kemal’e şikâyetlerini bildirmek istemesiyle başlar diyen, Tümgeneral İsmail Hakkı TEKÇE, ömrünün 18 yılını ATATÜRK ‘ün yanında geçirmiştir. 23 Nisan 1920’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından beş gün önce refakat zabiti olarak ATATÜRK ‘ün emrine giren Üsteğmen İsmail Hakkı Bey, bugünkü Muhafız Alayı’nın çekirdeğini muhafız takımı olarak kurmuş ve ATATÜRK son nefesini verinceye kadar yanında kalmıştır.
İsmail Hakkı TEKÇE, 1892 yılının 18 Haziran Perşembe günü, Üsküdar, Bakkal Sokak 12 numaralı evde sabah namazından önce doğmuştur. Babası 58 yaşında ölmüştür. 103 yaşında olan annesi hâlâ hayattadır. Mahalle mektebini bitirdikten sonra Paşa Kapısı ve Top Taşı Rüştiyelerinde okumuş ve 1326 (1910) yılında Kuleli ’ye girmiştir. 1328 (1912) yılının 27 Temmuz’unda Harbiye’yi bitiren İsmail Hakkı TEKÇE piyade subayı olarak ordu saflarına katılmıştır. Erzincan’da 10’ncu Kolordu’da görevliyken Balkan Savaşı çıkmış ve gönüllü olarak savaş cephesine naklini yaptırmıştır. ATATÜRK ‘ü ilk defa Balkan Savaşı sonunda Gelibolu’da, Genelkurmay Birinci Şube Müdürü olarak tanımıştır. ATATÜRK ‘ün ölümünden sonra da Muhafız Alay Kumandanı olarak kalan İsmail Hakkı TEKÇE, 1942’de General olmuş ve 1951’de emekliye sevk edilmiştir.
(2000’de) Şimdi yılın altı ayını, 15 Mayıs’tan, 15 Kasım’ kadar Kandilli’de, 15 Kasım’dan 15 Mayıs’a kadar da Şişli’de “Atamın” adını taşıyan apartmanında geçiren İsmail Hakkı TEKÇE ‘nin saat gibi bir günlük hayatı vardır.
Her sabah erken kalkar, yürüyüşe çıkar, yolda rastladıklarını “Günaydın” diye selamlar, “Selamünaleyküm” diye karşılık vereni bir daha selamlamaz. “Allahaısmarladık” yerine “esenlikle kalın” der, her gün saat 10.30’da Osman sütlü kahvesini getirir, her ayın dokuzunda muhafız arkadaşları, her ayın 27’sinde de sınıf arkadaşları ile toplanır. Kendi deyimiyle “Bu toplantılarda bir kadeh rakıyı ve bir puro sigarasını hak eder.” Hafızası insanı şaşırtacak kadar kuvvetlidir. Mesela, “Paşam sigara içmez misiniz?” diye sorarsanız hiç tereddütsüz cevap verir: “20 Ocak 1912 Pazartesi günü bıraktım!” der.
Futbol maçlarını hiç kaçırmaz. Koyu Beşiktaşlıdır.
1923 yılında Muhafız Gücü’nü kurmuş ve Muhafız Gücü 1927’de Türkiye Şampiyonu olmuştur. İsmail Hakkı TEKÇE, futbol meraklısı olmasına rağmen, futbol oynamamıştır. Gençliğinde tenis oynamış, ata binmiş ve kayak yapmıştır.
İsmail Hakkı TEKÇE ‘nin anılarında sadece gördüğü, duyduğu ve doğruluğuna yüzde yüzün üzerinde inandığı olayları bulacaksınız. Kendisi bize ilk tanışmamızda “Benden masal beklemeyin!” demişti. “Çünkü ben ne masal dinlemesini severim, ne de masal anlatmasını…”
Muhafız Alayı’nın kurucusu İsmail Hakkı TEKÇE o günü şöyle anlatır:
—“17 Temmuz 1920 günü Çerkez Ethem muhafızlarıyla Eskişehir’den Ankara’ya geldi. Yirmi kişi kadar vardılar. Geliş maksadını az çok biliyorduk. Ethem, Kütahya ve Afyon çevresinde kendisine bağlı bir idare kurmak istiyordu. İstediği kadar asker alabilsin, istediği defterdardan istediği miktar da para çekebilsin ve buna benzer şeyler…
Hâlbuki artık Büyük Millet Meclisi hükümeti kurulmuş, Garp cephesi teşkilatlanıyor, her şey bir düzene girmek yolunda.
Garp cephesi kumandanlığı kendisinden bir kadro ister, o vermez. İşte Çerkez Ethem isteklerini ve şikâyetlerini anlatmak için Ankara’ya gelmişti. ATATÜRK, İstasyon Binasındaydı ve biraz rahatsız olduğu için odasında istirahat ediyordu. Ethem, ATATÜRK ‘ün yanına çıktı ve maiyeti merdivene sıralandı. Hepsinin ellerinde tüfekleri, çift çapraz fişeklikleri, bellerinde tabanca ve bombaları, boyunlarında dürbünleri…
Hepsi müsellah.
Biz ise; ben, Salih BOZOK, Muzaffer KILIÇ, Recep ZÜHTÜ, dört beş kişiyiz.
Hepimizin birer tabancası var. Ankara Vali ve Kumandanı Nuri CONKER ‘de orada. Binada bizden başka silahlı kimse yok!..
Bizim silahlarımız da dediğim gibi birer tabanca.
Yarım saat sonra odanın kapısı açıldı ve Çerkez Ethem dışarı çıktı. Maiyeti efendilerinin dışarı çıktığını görünce dış kapıya hücum ettiler ve tertip alıp kendisini beklediler. Onlar çıktıktan sonra ATATÜRK bizi çağırdı. Huyu böyleydi. Her önemli görüşmeden sonra yakınlarına, güven duyduklarına bilgi verirdi.
Ben, Çerkez Ethem ile adamlarının bu davranışlarından alınmıştım. ATATÜRK, diğer arkadaşlara görüşmeyi anlatırken ben Nuri CONKER ‘i bir tarafa çektim ve:
—“Efendim aramızda bir itimatsızlık var!” dedim.
CONKER sordu:
—“Nedir bu itimatsızlık?”
—“Siz içeride Çerkez Ethem’le konuşurken maiyeti merdivenlerde tertibat almıştı. Bizim ise nöbet bekletecek bir erimiz bile yok. Ben bunu doğru bulmuyorum. Müsaade ederseniz bir takım yapacağım, bir muhafız takımı kuracağım” dedim.
Ben bunları söylerken meğer ATATÜRK bizi dinlemiş,
-…”Nedir o İsmail Hakkı?” demişti.
Ben de kendisine biraz önce Nuri CONKER ‘e söylediklerimi tekrarladım ve bir muhafız takımı kurmak için müsaadesini istedim. ATATÜRK, bir an durdu ve sonra,
-…”Ben senin işine karışmam” dedi. Temmuz
Bu söz benim için Büyük Millet Meclisi’nden çıkmış kanun demekti. Ertesi gün 18 Temmuz 1920’de takımı kurdum. Dokuz mangalık bir kadro yaptım. Hemen Milli Müdafaa ’ya gittim. Milli Müdafaa Vekili Fevzi Paşa’ya evrakı havale ettirdim. Bir taraftan Harbiye Dairesi’nden silah alıyorum, bir taraftan da sevkiyattan asker seçiyorum. O akşam muhafız takımı tamamdı. Bugünkü Muafız Alayı’nın çekirdeği kurulmuştu.
“9 Manga, 81 Er, 3 de Çavuş.”
Takım, önce “Bölük” , bir süre sonra da “Tabur” oldu. ATATÜRK, her gün mevcudu soruyor, Asker Sayısı arttıkça seviniyordu. Niyeti, son günlerde Küstahça tavır takınan ileri geri konuşan Çerkez Ethem’e karşı kuvvetli olmaktı…
Takım, Nasıl Bölük Oldu?
—“Birkaç gün sonra Eskişehir’e gidilecekti. ATATÜRK ‘ün kaldığı vagonda tertibat aldım. Vagonun ön ve arka kapılarına çifte nöbetçiler koydum. İzinsiz kimseyi içeri sokmuyorlardı. ATATÜRK, nöbetçilerin disiplininden çok memnun kalmıştı. Dönüşte bana:
-…”Çocuk!” dedi, “Sen bunu Bölük yap!”
Bu emir de benim için kanun niteliğindeydi. Birkaç gün sonra takımı bölük haline soktum. Her takımın başına birer subay getirdim. Bir tane de Bölük Kumandanı vekili. Bölük Kumandanı benim. Yardımcım da Allah Rahmet eylesin II. İnönü Savaşı’nda şehit düşen Balıkesirli Mustafa. Her gün talime çıkıp bölüğü savaşa ve muhafaza görevine hazırlıyoruz. Bir gün Kazım KARABEKİR Paşa’dan şifre geldi:
“Kars’ı geri almıştık.”
Bütün Ankara bayram ediyordu. Eski koşu yerinde bir eğlence düzenlendi. Bu eğlence, şenlik bittikten sonra, ATATÜRK, beni yanına çağırdı:
-…”İsmail Hakkı! Sen bölüğünü topla buraya gel. Dâhiliye Vekâleti emrindeki Jandarma Tabur’u da gelsin, size vazife vereceğim,” dedi.
Hemen Jandarma Tabur Kumandanı Yüzbaşı Kemal’e haber verdim ve birliklerimizi alıp geldik.
ATATÜRK, bize Ankara’ya taarruz vazifesini verdi. İstasyondan Ankara’ya giden bir şose vardı. Şimdiki Gençlik Parkı Gölü’nün bulunduğu yeri Jandarma Tabur’una verdiler. Biz de yolun solundan Ankara’ya taarruz edeceğiz. O yolun doğusunda, ben yolun batısında Ankara’ya taarruz ediyoruz. Bir ara baktım, benim askerlerim çamurun içinde yürüyemiyor. Koştum askerin yanına, indim attan. At bile çamura saplanıyor…
“Bana bakın!” diye bağırdım; “Daha düşman yok karşımızda, top ateşi yok, makineli tüfek ateşi yok. Eğer bu bataklık bizi yolumuzdan alıkoyacaksa yazıklar olsun bize. Hangi kuvvetle Yunan Ordusu’nu dışarı atacağız. Marş marş! İleri!”
Türk Askeri bu! Çapul çupul, çapul çupul, Akköprü’nün altından Meclis bahçesinin önüne geldik. Orada vazifemiz tamamlanmış oluyordu.
ATATÜRK, otomobiliyle geldi, bizi tebrik ettikten sonra:
-…”İsmail Hakkı, senin askerlerini çok beğendim” dedi ve “Sen bunu Tabur yap!” diye ekledi.
Bölük, Nasıl Tabur Oldu?
Bir zaman sonra bizim “İlk Takım”, şimdi de “Tabur” olmuştu. Erlerimi hiçbir kıtanın malı olmayan erler arasından seçerdim. Onlarla konuşur öyle alırdım. Bir gün birisi:
—“İlle beni de al Kumandanım!” diye tutturdu.
Hoca imiş. Seni alırım ama dedim bir sual soracağım. Eğer onu bilirsen seni alırım. Ve sordum:
—“Şurada bir su akıyor. Bir tarafı kara toprak, diğer bir tarafı kırmızı toprak. Hangisinde teyemmüm edersin?
—“Kara toprakta!” der demez,
—“Yandın!” dedim. Hiç su olan yerde teyemmüm yapılır mı?
Öğle yemeklerini hep ATATÜRK ’le birlikte yerdik. Her gün bana sorardı:
-…”Mevcudun ne kadar?”
—“150, Paşam.”
-…”Mevcudun ne kadar?”
—“500, Paşam.”
Mevcut arttıkça ATATÜRK sevinir, azaldıkça da sebebini sorardı. Ben de kendisine mevcudun niçin azaldığını anlatırdım. O sıralarda Çerkez Ethem isyankâr bir vaziyet takınmıştı. Kulaktan kulağa tehditler yayıyor ve “Ankara’ya geleceğim. Meclis’in önünde Mebusları ayaklarından asacağım” diye haberler gönderiyordu.
Yine bir öğle yemeğinde ATATÜRK sordu:
-…”Mevcudun ne kadar?”
—“750 oldu Paşam,” der demez ATATÜRK, şöyle bir yerinden doğruldu ve:
-…”Şimdi gelsin bakalım edepsiz!” dedi ve “Şimdi gelsin de Ankara’yı görsün terbiyesiz!” diye ekledi.
ATATÜRK ‘ün kastettiği Çerkez Ethem’di. O gün Muhafız Tabur’unun kadrosu dört piyade, bir makineli tüfek bölüğüydü. Merhum, 4. Tümen Kumandanı Nazım Bey’in de bir Alayı Ankara’ya geldiğinden, artık kuvvetliydik.” (Kaynak: I. Basım, Mayıs 2000, Kaynak Yayınları: 306, ISBN: 975–343–295–X)
Eksiklikler benim, fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.