Okumaya davetlisiniz Efendim. Davetiyem iki kişiliktir ama bir dostunuz varsa onu da getirebilirsiniz. Âdet yerini bulsun diye söylemiyorum ama İmparatorluğun son döneminde yetişmiş insanların çocukları ve/veya öğrencileri olan akıllı ve iyi tahsilli kişiler, bize Mustafa Kemal Atatürk’ü ve mucizesini yaratan ortamı tanıtıp açıklamakla yükümlü olduğunu düşündüğümden, bu ve bundan önce/sonra sayfalardaki paylaşımları bizlere aktaranlara içtenlikle borçlu olduğumu biliyorum.
Osmanlı İmparatorluğunun son dönemleri incelendiğinde Rumeli ve İstanbul’da ciddi bir entelektüel hareketlilik olduğu görülür. Türkiye Cumhuriyeti bu hareketliliğin ürettiği fikirlerin bir dahi tarafından radikal bir uygulamasıdır ve bu dahi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘tür.
Mustafa Kemal Atatürk’ü ve mucizesini yaratan ortamı hazırlayanlardan, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Baha Tevfik, Ahmet Hilmi, onlardan az sonra Fuat Köprülü, Mustafa Şekip Tunç, Hasan Ali Yücel, Kurtuluş Savaşını başaran komuta takımının önemli isimlerden sadece bir kısmı…Hatta zamanında “hain” diye damgalanmış kişiler arasında Rıza Tevfik Bölükbaşı gibi filozofları bile görmek de mümkün.
Atatürk, Rıza Tevfik Bey’i kast etmiş midir bilinmez ama 20 Mart 1937’de Ulus Gazetesi’ne verdiği demecin hemen başlarında şöyle demiştir:
…”Vaktiyle kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi kara görüyordu. “Mademki hiçiz sıfıra varacağız, dünyadaki geçici ömür esnasında neşe ve saadet bulunamaz diyorlardı!” Başka kitaplar okudum sonra, bunları daha akıllı adamlar yazmışlardı. Diyorlardı ki; “Mademki nasıl olsa sonu sıfırdır, bari yaşadığımız müddetçe şen ve neşeli olalım.” Ben kendi karakterim itibarıyla ikinci olanını tercih ediyorum….”
Sadi Borak, 2014 yılında Kırmızı Beyaz yayınevi tarafından yayımlanan “Atatürk’ün Özel Mektupları” adlı eserinde:
“Atatürk, gençliğinde Filozof Rıza Tevfik Bey’in şiirlerini beğenmiş ve O’na karşı samimi bir hayranlık duymuştur. Atatürk, kendisine 20 Mart 1903 tarihinde bir kartvizit göndermiş, Rıza Tevfik, o tarihte içinde bulunduğu siyasi dalgalanmalar dolayısıyla bu kartvizitin farkına varamamış, Atatürk’e cevap da verememiştir,”demektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın teğmen rütbesinde iken, Rıza Tevfik Bey’e “bir kartvizit gönderdiği”hakkında, Hilmi Yücebaş’ın 1960 yılında Kültür Kitapevi tarafından yayımlanan “Edebiyatımızda Atatürk” eserinde şu bilgi verilmektedir:
…“Şam’dan Mustafa Kemal’in fevren (birden ve hiddetle) İstanbul’a avdet ettiğini haber almıştım. Bu mühim zatı ben, henüz kendisi Selanik’te erkânıharpken ismen tanırdım. Sonra eski arkadaşlarımdan Fethi Bey Sofya’ya sefir olarak gittiği zaman Mustafa Kemal Bey’i ateşemiliter olarak yanına almıştı ve öğrendiğime göre pekiyi dost imişler.
Ben o esnada Avrupa seyahatinden, Edirne Mebusu olarak, avdet ediyordum. Bulgaristan hududunda, benim doğduğum yer olan Cisrimustafapaşa’datavakkuf ettik. Orada vagon değiştirecektik. Edirne Mebusu olduğum için bana hususi vagon tahsis ettiler.
Sefir Fethi Bey’le genç arkadaşı Mustafa Kemal Bey’i bu hususi vagonuma almıştım.
Kendileriyle uzun uzadıya konuştuk. Fethi Bey’le eski dost olduğumuz için laubali konuşuyorduk. Genç Mustafa Kemal Bey, uzun boylu, narin yapılı, bilhassa pek keskin ve dikkatli bakışlı bir adamdı. Uzun ve yumuşak, açık ve kumral bıyıklı idi. Nazarı dikkatimi çekti. Kendisi görüşmelerimize karışmadı, tek lâkırdı söylemedi. Yalnız sözlerimize ve tavırlarımıza inceden inceye dikkat ediyordu. Benim yanımda tesadüfen bir Türk hanımı vardı. Sabık Çanakkale Kumandanı olan bir paşanın torunu idi. Eskiden anasını, babasını komşu olarak tanıdığım için kendisini vagona davet etmiştim. Bu genç hanım, macera peşinde dolaşır bir mirasyedi idi. Kendisinin bana mensup olduğunu zannetmesinler diye o hanımı hem Fethi Bey’e, hem de Mustafa Kemal Bey’e takdim ettim. İşte Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşmamız bu tuhaf tesadüf ve vesile ile oldu.
Hâlbuki kendisi üsteğmen ve erkânıharp namzedi iken 1319 (1903) senesinde bana Selanik’ten pek nazikâne bir kartvizit göndermişti. Teessüf ederim ki o zaman aldığım kartları okumaya vakit bulamadığımdan cevabını verememiştim ve böyle bir kartın mevcudiyetini ancak 1925 senesinde Amman’da bulunduğum sırada, buradan beraber götürdüğüm evrak arasında buldum ve sakladım.
Bilâhare işittiğime Mustafa Kemal Paşa sağlığında bu kart meselesini birkaç defa zikretmiş:
-…”Ben kimseye yazmadığım bir kartı kendisine gönderdim, cevap vermedi” demiş. Oysa ben en küçük talebemin bile kartını cevapsız bırakmaz bir adamım. Bunun da emsali pek çoktur.
Bununla beraber;
Kendilerini Anafartalar kahramanı olarak avdet ettiği zaman, “Aşiyan ’da Tevfik Fikret’e yapılan ilk ihtilal merasimi için davet edilen zevat arasında davetiyesini kendim yazmış, eve geldiği zaman kendisini kapıda karşılamış ve ihtifale başlamadan evvel hazır bulunanlara ve Tevfik Fikret’in refikasına (eşine): ”ANAFARTALAR KAHRAMANI MEŞHUR MİRALAY MUSTAFA KEMAL BEYEFENDİYE” diye takdim etmiştim.”
ATATÜRK, bu ziyaretin gerekçesini şöyle açıklamıştır:
-…”Ben inkılâp ruhunu ondan aldım. Ziyaret edeceğim yerlerin başında elbette Aşiyan gelir” demişlerdir.
İbrahim AlâeddinGövsa, 18 Ağustos 1917’de Tevfik FİKRET ‘in 2. Ölüm Yıldönümü dolayısıyla Aşiyan’da bulunuyordu. Tevfik FİKRET ‘i seven otuz – kırk kişi onun evinde, Aşiyan’da bulunmuştu.
Tevfik FİKRET ‘ten konuşulup, anılar anlatılırken, İbrahim Alâeddin ‘in dikkatini, bahçenin köşesindeki küçük bir grup çekti. Grupta bulunan Süleyman NAZİF ‘i, Filozof Rıza TEVFİK ‘i, Robert Kolej’in (Şimdi Boğaziçi Üniversitesi) ünlü müdürü tanıyordu… (http://www.sechaber.com.tr/ataturk-ve-tevfik-fikret/) “
Rıza Tevfik Beyefendiye
20 Mart 1319 (1903)
Nazar,ıârifenenizearzolunan bu naçiz kart ihtimal mucib-i istiğrabınız olacaktır. (Yüksek huzurunuza sunulan bu değersiz kart sizi belki de şaşırtacaktır.)
Fakat meftun-i mealiyat olan bir kalb için keşfettiği değer-i marifetten müstefit olmak ma’kes-i meziyet olduğundan şüphe etmediği bir zat-ı faziletpervere takdim-i uhuvvet etmek mazhar-ı müşafehe olmak lüzumuna vabeste değildir, zannederim. (Fakat yüksek düşüncelere tutkun olan bir gönül için, keşfettiği bir bilgi hazinesinden yararlanmayı üstünlük sayacağına inandığı siz erdemli kişiye sevgilerini sunmak, herhalde önceden tanışmaya bağlı değildir sanırım.)
Fazl-u irfanınızın perestikşârı olan en sevgili kardeşlerimden bir ikisinin zat-ı vâlâlarına karşı mütehassis oldukları âsar-ı hürmet ve uhuvvetten kalbimin tehi olması bendeniz için en acı bir hüsran-ı elimdir. (Bilgi ve erdeminizin hayranı olan sevgili kardeşlerimden bir ikisinin yüksek kişiliğinize karşı duyduğu saygı ve sevgiden kalbimin yoksun oluşu bendeniz için acı bir boşluktur.)
Ayn-ı hiss-i samimiyetin bendenize de bahşını istirham edecektim. Ümit ederim ki diriğ buyurulmaz.(Aynı içtenlikle duyguların bendenize de bahşedilmesini rica edecektim. Ümit ederim ki dileğim geri çevrilmez.)
Erkânıharb namzetlerinden mulâzımıevvel Mustafa Kemal”
Ayrıca, Sadi Borak ‘ın “Atatürk’ün Özel Mektupları” adlı eserinin 25’nci sayfasında şu dip not göze çarpmaktadır:
…”Ne bilsin ki Mustafa Kemal, Rıza Tevfik günün birinde Sevr Antlaşmasını imzalayarak erdemini de, onurunu da yitirecektir.”
Bildiğimiz üzere Sevr antlaşması, Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından görevlendirilen Mehmet Hadi Paşa başkanlığında, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Bern Büyükelçisi Reşat Halis Bey’den oluşan Osmanlı Heyeti tarafından 10 Ağustos 1920’de imza edilmişse de Ankara’nın sert tepkisi üzerine Sevr antlaşması onaylanmamış ve bu nedenle antlaşma bir anlamda tasarı olarak kalmıştır.
Atatürk, 17 Ocak 1921 günü “United Telegraph” gazetesi muhabirine Türk İstiklal Savaşı’nın amaçlarını açıklayan demecinde Sevr Antlaşması için şöyle demişti:
-…”Siyasi, adli, iktisadi ve mali bağımsızlığımızı imhaya ve neticede yaşama hakkımızı inkâra ve kaldırmaya yöneltilmiş olan Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir. Bağımsızlık ve egemenliğimizin gereklerini temin edecek bir barışın yapılması son emelimizdir.”
Atatürk, 1 Mart 1921 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Birinci Devre İkinci Toplantı yılı açış konuşmasında:
-…”Bugün anlaşılmıştır ki Sevr Antlaşması hükümleri Türkiye’ye zorla uygulanamaz. Efendiler, mağlup sıfatıyla 1918 ateşkes antlaşmalarını imzalamış olan milletler arasında bu neticeye ancak Türkiye izlediği siyasetin uzak görürlüğü ve silahlarının kuvveti sayesinde erişmiştir.”
Ve nihayet Lozan Konferansının son bulması ve Lozan Antlaşmasının imzalanması üzerine Atatürk der ki:
-…”Bu Antlaşma, Türk milleti aleyhine, asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamladığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir vesikadır. Osmanlı Devrine ait tarihte örneği bulunmayan bir siyasi zafer eseridir. (24 Temmuz 1923)”
Suriye’lerde, Lüban’larda filan/falan “krallarla” ahbaplık ederek günlerini geçiren, affedilip yurda döndüğünde “itibarlı” insanlar olarak yerini toplumda yerini alan Rıza Tevfik Bölükbaşı, vatan hasretini şöyle dile getirmiş;
—“Orda geçti benim güzel günlerim / o demleri anıp bugün inlerim / Destan’ı ömrümü okur dinlerim / İçimde oralı bir bülbül vardır.”
Eksiklikler benim fazlalıklar daha önce emek verenlerindir. Bir başka yazımda görüşmek üzere esen kalınız efendim.