Cumhuriyet devrine kadar ‘’Mili Marş ‘’ yaptırılması düşünülmemişti. Bunun yerine padişahların şahıslara yaptırdıkları özel marşlar kullanılmıştı. O kardı ki yurt dışı toplantılarında diğer devletler milli marşlarını söyledikleri halde; bizim topluluklarımız bazen milli marşımız yok bazen de bildikleri türküleri orada söylemişlerdir.
1895 yılında ‘’KAİSER WİLHEM –KANAL ‘’ İmparator Wilhelm kanalı açıldığı zaman dünyadaki bütün denizci milletlerin harp gemileri de bu törene katılmışlardı. Kanaldan geçmek üzere bütün ülkelerin savaş gemileri sırayla kanaldan geçerken ünlü alman şef ‘’POOT’’ idaresindeki orkestra gemilerin bayrak direklerindeki bayrağa göre milli marşları çalıyordu. Türk (Osmanlı) hükümeti son anda buharlı bir yatla törene katılmıştı. Gemi yaklaştığında Alman şef POOT çok korkmuştu. Çünkü bayrağa ait nota ona verilmemişti. Fakat korkusu kısa sürdü.Bagetini birden bire havaya kaldırarak AYDEDE şarkısını çaldırdı.
Ay dede ay dede
Durağın nerede?
Durağın nerede?
Reşadiye harp gemimizin kızaktan indirilişi için İngiltere’ye davet edilen Türk heyeti son anda İngiliz askerlerinin kendi milli marşlarını söylemeleri üzerine çok zor durumda kalmış ve birbirlerine bakıp göz temasına geçtikten sonra ENTARİSİ ALA BENZİYOR- SULTAN REŞAT BANA BENZİYOR isimli Türküyü söylemeye başlamışlardır.
Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında merhum Abdülkadir Karamürsel, bir askeri temsilcimizin yaveri olarak BREST-LİTOVSK’ta bulunduğu sırada, gar kumandanlığından aranarak şu haberi alır:
‘’37 (otuzyedi) bir subay kafilesi Rusya’dan esaretten kurtularak memleketlerine dönmek üzere buradan geçecekler. Bir gece burada kalacaklar, iaşe ve ibate işlerini birlikte tanzim edelim.’’
O gece misafir Türk kafilesinin bütün ihtiyaçları temin edildikten sonra bir ziyafet tertip edilir.Yenilir içilir ,karşılıklı nutuklar atılır. Bu arada orada bulunan Alman askerler hep bir ağızdan Alman milli marşını iki sesli olarak okurlar. Bizimkiler soğuk terler dökmeye başlarlar. Abdülkadir Karamürsel askerlere Ordumuz Etti Yemin, Kalkın Ey Ehli Vatan gibi marşları hatırlatmaya çalıştıysa da askerler sözleri unutmuşlardır. Bunun üzerine
-’’ Arkadaşlar hepiniz tekbir getirmeyi biliyorsunuz öyleyse hep birlikte benim sesime uyarak söyleyiniz.’’ ALLAH-Ü EKBER ! ….ALLAH-Ü EKBER!…. ‘’
Yeni Türkiye Cumhuriyetinin de bir milli marşı olmalıydı. Bu görev DR:Rıza Nur’a verildi.İstiklal Marşımızın hazırlıklarına başlandı.
Gazi Mustafa Kemal başkanlığındaki T.B.M.M. 12-3-1921 günkü celsesinde 724 şiir arasından Mehmet Akif (Ersoy) ‘un şiirini milli marş olarak bestelenmek üzere seçti. Beste yarışması güfte yarışması kadar ilgi görmedi. Aralarında Ahmet Cemalettin Cinkılıç, Ahmet Yekta Madran, Ali Rıfat Çağatay, Asım Girifzen,Bedri Zabaç, Hasan Basri Çantay, H.Sadettin Arel, İsmail Hakkı bey,İsmail Zühtü,Kâzım Uz, Lemi Atlı, Mehmet Baha Pars,Mustafa Sunar,Rauf Yekta,Saadettin Kaynak,Zati Arca ,Zeki Üngör ‘ün de aralarında bulunduğu tam 24 (yirmidört) besteci katılmıştır. Bu sıralarda Anadolu’daki savaş iyice kızıştığından ; beste yarışması ikinci plânda kalmıştır.
Bu sırada Edirne’de müzik öğretmeni olan Ahmet Yekta Madran bu bölgede kendi bestelediği marşı söylettirmeye ve yaymaya başlamıştır. İzmir’de müzik öğretmeni olan İsmail Zühtü kendi bestelediği marşı kendi havalesi ve Eskişehir’e yaymaktaydı. Ankara’da Zeki Üngör’ün marşı söylenmekteydi. İstanbul’da iki marş söylenip yayılmaktaydı. İstanbul tarafında Zâti Arca; Anadolu yakasındaysa Ali Rifat Çağatay’ın bestesi söylenmekteydi. Bu durum birkaç yıl böyle devam etti. Ankara Maarif Vekaletinde (M.E.Bakanlığı) toplanan bir kurul Ali Rifat Çağatay’ın bestesini resmi marş olarak kabul ederek; ilgili resmi kuruluşlar ve okullara bildirmiştir. Bu marş 1924-1930 yılları arası çalınıp söylendikten sonra 1930 yılında o zamanın Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefi olan Zeki Üngör’ün bestesi milli marş olarak kabul edilmiştir.
Bakın Zeki Üngör Marşının besteleniş hikayesini nasıl anlatmıştır:
İstiklâl Savaşının devam ettiği sıralarda ben, Muzika-i Humayun muallimiydim.
Yani doğrudan doğruya Saraya ve Vahdettin’e bağlıydık. Bando, Fasıl Takımı ve Orkestra benim emrimdeydi. Şişli’de Uğur Apartmanının dört numaralı dairesinde oturuyordum. Kurtuluş ordusu süvarilerinin İzmir’e girdiklerinden iki veya üç gün sonra, evimde Talim-Terbiye Hey’eti âzası terbiye mütehassızı dostum Haydar merhumla oturuyorduk. Kapı çalındı, İhsan merhum geldi.Büyük bir heyecan içinde ,süvarilerin İzmir’e girişini anlattı. Hepimiz coşmuştuk.Hemen kalkıp piyanonun başına geçtim.İçimden geçen parçayı çalmaya koyuldum.
Böylece marşın ilk yerine kadar olan akoru çıktı. Bu şekilde iki-üç mezur yaptım. Arkadaşlarım ‘’Aman! dediler. Bu çok güzel bir şey olacak.’’ Bunun üzerine İhsan’a İzmir’in kurtuluşu ve büyük zaferi bütün teferruatı ile anlatmasını rica ettim. O anlattı ben çaldım. Böylece kısa zamanda eserin taslağı ortaya çıktı. Ertesi gün de çalıştım, iki gün sonra eser bitti. Götürüp arkadaşlara gösterdim çok beğendiler. Bunun üzerine bu müziği MİLLİ MARŞ olarak takdime karar verdim. Kıymeti hakkında daha kat’î bir fikir elde edinmek maksadıyla besteyi Viyana Konservatuarı direktörüne gönderdim. On gün sonra direktörden gelen bir mektupta, eserin çok orijinal bulunduğu ve melodisinin TÜRK MİLLETİNİN İHTİŞAMINA yakışacak şekilde olduğunu belirtilerek tebrik ediliyordum.
Bu mektup geldikten on beş gün sonra beni Ankara’ya çağırdılar, gittim. Bana Müzika’î Hümayun’u bütün kadrosuyla Ankara’ya nakletmek vazifesi verildi. Bunun üzerine tekrar İstanbul’a döndüm. Ankara’ya ilk olarak başlarında piyanist Sadri’nin bulunduğu 5 (Beş) kişilik bir heyet yolladım.Vahdettin henüz padişah olduğu için bu işleri gizli yapıyorduk.Bir ay sonra kimseye bir şey söylemeden Ankara’ya gittim. Hemen İstanbul’daki arkadaşları bir telgrafla çağırdım.
Üç gün sonra geldiler.Böylece milli marşı bu hey’ete ilk defa Ankara’da verilen bir baloda Atatürk’ün huzurunda çaldık.İşte milli marş böyle bestelendi.
Bestecinin bu anlatışından eseri önce sözsüz olarak bestelediği ve daha sonra Mehmet Âkif’in şiirini besteye yerleştirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bunun içindir ki prozodi hataları yani konuşma diline ters düşüşü hep gündemde kalmıştır. Besteci bu marşı her ne kadar milli marş olarak bestelese de beste eğitimsiz bir sesin yani halkın zor söyleyeceği bir ses aralığındadır. Bu da enstrümansız (müzik aletsiz) söylemenin zorluklarını ortaya koymaktadır. O zaman bestecinin de marşı bestelerken bu marşı milli marş olarak düşünmediği ortaya çıkmaktadır. Yoksa devletin birçok müzik kurumlarının emanet edildiği ZEKİ ÜNGÖR ‘ün insan sesi aralıklarını bilmemesi düşünülemez. Birde eserin ritminden ağır çalınıp söylenmesidir. Zeki Üngör bunu şöyle izah etmiştir.
-Ben İstiklâl Marşını bestelerken kulaklarımda İzmir’de koşan atlıların dörtnal sesleri vardı.Bir de marşın bugün aldığı şekli düşünün Eserin başında metronomu (marşın hızı) (bir vuruş = 80 ) olarak düşündüm. Bu ritm hiçbir zaman bir cenaze marşının ritmi olamaz.Plâklardaki ağır tempolu çalınışsa; ‘’SAHİBİNİN SESİ’’stüdyosunda Orkestra ile plağa çaldığımız zaman teknisyenler ,bunun çok süratli bir marş olduğunu ve dolayısıyla plağın ancak yarısını doldurduğunu söylediler.Bu sebeple plâğın aynı yüzüne bir marş daha doldurmayı teklif ettiler.Ben böyle bir teklifi kabul edemezdim.O an aklıma bir şey geldi.’’Marşı biraz ağır çalalım ,böylece plak dolar.’’ Sonra çalarken gramafon biraz hızlıya ayarlanır olur biter .’’ dedim.Bu fikir pek münasip görüldü ve dediğim yapıldı.Fakat daha sonra böyle bir fikir vermekte hata yaptığımı anladım.Çünkü marş çalınırken gramafonun hızlıya ayarlanması icap ettiğini kim bilebilirdi?
Görüldüğü gibi tam bir alaturka düşünceyle İstiklâl Marşımızın en can alıcı noktası ; ritmi ölü doğmuştur. Plâk yayınlandıktan sonra bu ağır ritm hafızalara yerleşti ve besteci ölünceye kadar bu ritmi hızlı yapmak için uğraştı durdu.
Daha sonra marşın Türk temellerini ifade etmediği ; hatta müziğinin Carmen Silva isimli bir operetten alındığı bile ortaya atılmıştır.
Daha sonra zamanımızdaki gibi bir takım yetkili ve yetkisiz kişiler tarafından Milli Marşımızın değiştirilmesi için çeşitli fikirler ortaya atıldıysa da bu fikirler tutmamıştır.
Sevgili okurlarım evet İstiklal Marşımızı söylemenin bir takım zorlukları varsa da bu marşımız Cumhuriyetimizin bir sembolüdür. Hepimizin kulaklarına yerleşen bu söz ve melodi ; hele de uluslar arası arenada söylenip dinlendiği zaman hepimizin tüylerini diken diken etmektedir. Bu marşta ülkemizin egemenliğini sağlayan şehitlerimizin kanı vardır. Teknolojinin ilerlediği çağımızda doğruyu bulmak çok kolaylaşmıştır.En iyi yorumcuları dinleyerek , marşı söylerken nefes yerlerine dikkat ederek, hecelerin bölünmesini yok edebiliriz. Tranzpoze ( daha kalın sesler)ederek, marşımızı çok daha rahat söyleyebiliriz.
BEN MİLLİ MARŞIMIZIN NE SÖZLERİNDEN NE DE MÜZİĞİNDEN VAZGEÇMEM.
YA SİZ….?