Müzik terapidir.
Müzik hayatımızın bir parçası… Her canlının, her maddenin, kendine has bir müziği vardır aslında. Titreşimler ile bunu yayar çevresine. Morfik bir alan yaratır kendine. Morfik rezonans ağı ile bütün her şey bağlıdır, etkileşim içindedir birbirleriyle. İletişimdir müzik. Etkileşimdir. Örneğin ben şu an, bu yazıyı yazarken, hangi frekansta olduğunu bilmediğim ve fakat, titreşimimi etkilediğine emin olduğum bir müzik dinliyorum. Onun etkisindeyim. Ve kelimelerimle şu an, o etkiyi size iletiyorum. Farkında olsanız da, olmasanız da.
Var olan her şey, gördüğümüz her şey, algıladığımız her şey, hatta göremediğimiz ve fakat algıladığımız her şey, evrensel bir enerjiden oluşmuştur . Müzik, bu ‘her şey’in seçtiği iletişim şeklidir.
Peki, insanları bu şekilde, müzik ile etkileyebilmek, bir şekilde etkileyebilmek nasıl mümkün? {Mümkün mü diye sormuyorum bile.}
Müzik, bizi biyokimyasal olarak etkiler. “Müzik ruhun gıdasıdır” denmesinin sebebi de zaten budur. Bu, öylesine söylenmiş bir cümle değildir. Kadim çağlarda müzik, beden, zihin ve ruh için, hem tedavi hem de bir çeşit inisiye aracı olarak kullanılmıştır. Antik çağlardan gelen Solfeggio Frekansları, ilk önce kiliseler tarafından fark edilmiş ve ayinlerde, ritüellerde kullanılmıştır. Ancak bir zaman sonra {M.S. 1050 civarında olduğu iddia ediliyor} birden ortadan kayboldular. Solfeggio Frekansları’nın, DNA’mızı aktif hâle getirmek için, ötesinde; kapalı olan ‘hurda genler’in açılmasında kullanıldığı düşünülmektedir. Solfeggio Frekansları, 6 notalı bir ölçektir. Bu frekansları kullanan kiliseler, bu notaların, Yaratıcı tarafından Dünya’yı yaratırken kullandığını kabul ediliyorlardı. Ne demiştik; Var olan her şey, evrensel bir enerjiden oluşmuştur. Her şey titreşir. Önceleri bu frekansları dini törenlerde kullanan kiliseler daha sonra, ‘halkın henüz hazır olmadığı’ gerekçesiyle ortadan kaldırmış ve kaybolduklarını açıklamıştır. Fakat, konu ile ilgili araştırmacılar, kaybolma ‘hikâyesi’ne inanmamış ve bu frekans bilgilerinin saklandığını iddia etmişlerdir.
Dr. Joseph Puleo, araştırmalarını 1970-1980 yıllarda yapmış ve Solfeggio Frekansları bilgisini, tekrar ortaya çıkarmıştır. Kendisi “DNA’nın kollektif hafızayla bağlantılı olduğunu, her şeyin bir bütün olduğunu” belirtmiş ve kendisini, frekansların DNA aktivasyonu üzerindeki etkisini araştırmaya adamıştır. Frekansların, kilise tarafından kasıtlı olarak yok edildiğini düşünen Dr. Joseph Puleo, bir vizyon sonrasında çalışmalarını hızlandırmıştır. 528hz frekansının, DNA üzerinde iyileştirici etkilerini belirlemiştir.
AIDS ve aşıları hakkındaki çalışmalarıyla tanınmış olan Dr. Leonard G. Horowitz ile birlikte yazdıkları , 1999 yılında yayımlanan “Healing Codes for the Biological Apocalypse“ adlı kitabında, Solfeggio Frekansları’nın bir çeşit numaroloji metodu ile oluşturduğunu yazmıştır. Kitabı Mukaddes incelemesinde, bir dizi kutsal sayının 3, 6 ve 9’un, tekrar eden bir kodun modeli olduğunu savunmuştur. Pisagor yöntemini kullanarak bunları deşifre ettiğinde, eski Solfeggio skalasının eksik 6 tonuna karşılık gelen, 6 elektromanyetik ses frekansı ortaya çıkarmıştır. “3, 6 ve 9, Solfeggio frekanslarının temel kök titreşimleridir.” sonucuna varılmıştır. Bu varım da bize, zamanının gerektiği değeri vermediği, büyük mucit Nicola Tesla’nın sözlerini hatırlatıyor; “3, 6 ve 9 rakamlarının ihtişamını ve önemini bilseydiniz, Evren’in kapılarını açacak bir anahtarınız olurdu.” Elbette buna ek olarak şu sözü de kulağımıza küpe olmuştur; “Eğer evrenin sırrını bulmak istiyorsan, enerji, frekans ve titreşim açısından düşünmelisin.”
Carl Sagan genetik bilgimizin çoğunun, kullanılmamış DNA’da olduğunu söylemiştir. Bu da , yaklaşık % 97 ile ifade edilen ve benim yazının başında bahsettiğim “hurda gen”e işaret eder. Sagan bu durum için, “genetik anlamsızlık” der. Kim olduğumuzun bilgisi, asıl potansiyelimiz, bu uykudaki genlerimizde yazılı olabilir mi? Antik zamanların inisiyatörleri, inisiye eğitimlerinde bu genler üzerine mi çalışmıştır?
Albert Einstein, “Maddeyle ilgili olarak hepimiz yanlışız. Madde diye bir şey yoktur. Madde olarak adlandırdığımız şey, titreşimleri duyularımızla algılayabileceğimiz şekilde indirgenen enerjidir.” der. Her şey birbiriyle ilişkilidir. “Her şey bilinçtir” diyen fizikçi Dr. Fred Wolf, “Bir nesneyi gözlemlediğinizde, bir noktada nesnenin de sizi gözlemlediğini” söyler.
Alman bilim adamı Ernst Chladni, ses dalgalarının görünür olmasını sağlamak için farklı yollar araştırmıştır. Kumla kaplı düz bir plaka üzerinde, farklı frekanslar vererek çalışan Chladni, bu çalışma sonucunda, plaka üzerinde farklı desenlerin oluştuğunu keşfetti. Her sesin farklı bir şekli olduğu ortaya çıktı. Bugün, bu desenler ve şekillere Chaldni Figürleri denmektedir. Ses dalgalarını “maddeleştirmeyi” Dr. Hans Jenny de denemiş ve daha derin tınılarda, daha karmaşık desenler elde etmiştir.
Nörobilimci Dr. Candace Pert, “Molecules Of Emotion” isimli kitabında; “Her hücre, ortamın akustik salınımları ile titreşir, yansıtır ve etkileşir. Dünya ve Güneş bile 160 dakikada 1, ana ritme uyarak birlik halinde titreşir.” der ve şu minvalde devam eder; “Her müzik notası, işitilemez notalarla birleşir. Daha yüksek oktavlarda, senfoninin duyamadığımız seslerinde, hücrelerimiz salınır ve muhtemelen rezonansa girer. DNA’nın kendi melodisi vardır. Atomlardan, galaksilere kadar, nükleer maddenin müziksel doğası, artık resmi bilim tarafından da kabul edilmektedir.”
Tam da burada, Japon Bilim Adamı Masaru Emoto’yu ve onun “Su Deneyi”ni hatırlamamız gerekir. Suyun bile bir hafızası olduğunu ve kelimelerden etkilendiğini ve bu kelimelere tepki gösterdiğini ispatladığı deneyini şu bağlantı adresinden izleyebilirsiniz; https://www.youtube.com/watch?v=Ump17osTL-g Bu deney bize, kendi bedenimizde bulunan su miktarını ve bedenimizin farkında olmadan, aslında her kelimeden etkilenip, şifa bulabileceği gibi, hasta da olabileceğini düşündürtmektedir. Dolayısı ile; kelimeler sihirli.. Her kelimenin bir frekansı vardır. Önce kulağımıza, oradan zihnimize ve sonunda ruhumuza dokunurlar. Günlük hayatta kullandığımız her bir kelime, bir yaratımdır. Seçtiğimiz ve yaşadığımız kelimelerle, kendi dünyamızı kendimiz yaratıyoruz. Pozitif ya da negatif…
Solfeggio Frekansları, antik zaman frekanslarının tıpa tıp aynısı değildir bugün. Kayboldukları ve günümüzde tekrar, aslına uygun güncellendikleri unutulmamalıdır. Negatif frekanslar da üretilmiştir maalesef. Fakat benim bu yazıda verdiğim temel frekanslar pozitif aktivasyon frekanslarıdır ; https://www.youtube.com/watch?v=goyZbut_KFY
Antik zamanlarda, DNA’nın akort edilmesinde doğa sesleri kullanılırdı. Tınılar, bilinçaltı dehlizlerine nüfuz eder, şifalanma ve dönüşüm sağlanırdı. Her frekans, belirli bir renge ve belirli bir çakraya karşılık gelir, buna göre tedavi uygulanırdı. Örneğin kalp çakramız yeşildir. Sevgi çakrasıdır kalp. Yeşil, Gaia’nın rengidir. Yani Doğa Ana’mızın. Kalbimiz yeşil frekansta titreşir. Bu bilgilere sanırım en çok riayet edenler, kadim Türk şamanlar olmuştur. Şamanizm ve dinler tarihi konusunda pek çok kitabı, yazısı olan halkbilimci akademisyen yazar Mihály Hoppál’a göre ekolu, yansımalı sesler, müziğin başlangıcı sayılmalı. Buna göre, Şamanların{Kamların} ritüellerinde kullandıkları müzik{sesler, şarkılar} ilk müzik eserleridir. Tedavi ayinlerinde bu frekansları kullanmışlardır. Hoppál, “her şaman melodisi, hayvansı bir biçime sahip, yardımcı bir ruhun ezgisidir.” der. Değerli dostum, gökbilimci, araştırmacı yazar Özgür Barış Etli’nin konu hakkındaki şu yazısını okumanızı önemle tavsiye ediyorum. http://www.academia.edu/25359873/G%C3%96BEKL%C4%B0TEPE_TAPINAKLARINDA_ARKEOAKUST%C4%B0K_VE_%C5%9EAMAN%C4%B0ZM%C4%B0N_OLASI_SES_R%C4%B0T%C3%9CELLER%C4%B0
Bazı özel müzik aletlerinin yaydığı frekansların, bilinç üzerinde büyük etkisi olduğu, konuyu takip eden bilim insanlarınca açıklanmıştır. Örnek vermek gerekirse, Spiritüel Gök – Yer – Öte Âlem boyutları arasındaki yolculuklarında şamanlar, kendi özel davullarının {tüngür} her vuruşta ilettiği frekans sayesinde bilinç değişimine girerler. Bu trans hâli şaman ritüellerinin olmazsa olmazıdır. Türk şamanlar için, ses ve müzik en önemli basamaktır. Türk gırtlak müziği olan kömey/hömey, ses titreşim araştırmamızda bizlere şahane bir örnektir. Bu müziğin öncülerinden olan Kongar ool Ondar’ın, “Tuva Groove” isimli çalışmasını çok severim ve sizlere de dinlemenizi öneririm. https://www.youtube.com/watch?v=1j_Ov7EGDGY
Bu minvalde, ses deyince, zihnimde ninnilerimiz beliriyor. Ninniler de bize şaman geçmişimizden kalmış, çok değerli bir mirastır. Bir annenin, bebeğine sevgiyle söylediği ninninin frekansı, bebeğe geçer ve onu rahatlatır. Bulundukları alanın enerjsi değişir ve bebek rüya âlemine geçer.
Görüldüğü gibi, yaratılmış her şey birbiriyle ilintilidir. Birbirini etkiler. Evren, bireylerle konuşur. Frekanslar vasıtasıyla konuşur. Evrenin en sevdiği iletişim biçimi rezonanstır. Bizler, DNA’mızla Evren’e bağlıyız. Ne diyordu Carl Sagan ; “Hepimiz yıldız tozuyuz” > https://www.youtube.com/watch?v=hAZ-OqHPGG0
İşte, bizler bu Evren dilini tekrar algılayabilmek için, mümkün olduğunca DNA’mızı şifalandırmalı, uyumu yakalamalıyız. Biliyorum, yaşadığımız şu günlerde her şey üst üste gelip, bizleri kendi kabuğumuza hapsederken, nefes almak bile zor gelirken, bu dediğimi uygulamak çok zor olacaktır. Fakat akıl ve ruh sağlığımız, esenliğimiz için, devam edebilmek için bunu yapmak zorundayız.
Şimdiden şifa olsun diliyorum. Sevgiler..