Atatürk demiştir ki:
-…”Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar? İnsanın serveti, kendi manevi şahsiyetinde olmalıdır!”
18 Kasım 2013’te kanser hastalığına yenik düşerek aramızdan ayrılan araştırmacı yazar Aytunç (Aytun) Altındal, Atatürk’ün 50 yıl sonra açıklanmasını istediği vasiyetinin, “1988’de Kenan Evren ile Turgut Özal tarafından gizlendiğini” iddia etmişti. Altındal, vasiyetle ilgili Türkiye Cumhuriyeti 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın da bilgisi olduğunu ve 1967’de Bayar’a ‘Atatürk’ün gizli vasiyeti var mıydı?’ diye sorduğunu, Bayar’ın da kendisine, ‘Muhtemeldir. Açıklanması şimdi doğru olmaz, Türkiye hazır değil’ dediğini söylemişti. Kenan Evren’in, Atatürk’ün fikirlerini gizlemesindeki amacı mutlaka açıklaması gerektiğini de belirten Altındal, Atatürk’ün notlarının Anıtkabir’de olduğu yolunda kendisine güvenilir bilgiler geldiğini, ‘Atatürk’ün sır vasiyeti’nin; Cumhurbaşkanlığı’nın ardından mecliste, Atatürk’ü Koruma Komisyonu’nun kararıyla, Genelkurmay Başkanlığı’nın onayı alındıktan sonra açılabileceğini de sözlerine eklemişti.
Peki, gizli bir vasiyetname var mı?
Atatürk’ün sağlığında yakın çevresinde bulunanlardan, ayrı bir vasiyetnamesi olduğuna inanların olduğunu işitmişizdir. Örneğin, uzun yıllar Atatürk’ün hizmetini yapan Cemal Granda,“Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri, Sf.208’de, bu konu hakkında şunları kaydettirmiştir:
…”Cumhurbaşkanlığı Umum, Kâtibi, milletvekili Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün sofrasından hiç eksik olmazdı. Bir gün ölüm konusu açılmış, Atatürk, Ruşen Eşref Ünaydın’a:
-…”Yahu, Allah muhafaza, bir gün bana bir şey olursa bu çocukların hali ne olur?” diye bizi işaret ederek sormuş.
Ruşen Eşref de şöyle demiş:
‘Paşam, biz varız ya?…Bugün Napoleon’un uşaklarının torunlarının bile Paris’te Seine nehri kıyısında villaları, köşkleri var. Varlık içinde yüzüyorlar. Bütün meziyetleri de, Napoleon’a hizmet eden uşakların torunlarının torunu oluşları…’
Atatürk, sanki bizim geleceğimizi okumuş gibi o soruyu sormuş. Bize değil villa; su bile vermediler. Yalova Kaplıcalarındaki mubayaa memurluğundan sekiz yüz lirayla emekliye ayrıldım. Gördüğüm servet bundan ibaret. O da yıllarca verdiğim emeğin, çalışmanın karşılığı…
Granda, anılarına şöyle devam eder:
…”Atatürk’ün ölümünden sonra vasiyetnamesi açıklandığı zaman bir ikinci vasiyetnamenin daha bulunduğu, bunda Atatürk’ün çok sevdiği hizmetkâr, berber, odacı gibi özel hayatında beraber olduğu kişilere ilişkin maddeler bulunduğunu, fakat sonradan bu vasiyetnamenin yok edildiği yolunda söylentiler çıkmıştı.Arkadaşlar araştırmışlar, fakat bu söylentileri doğrulayan bir ize rastlayamamışlardı. Oysa Atatürk, bizlere çeşitli zamanlarda yaptığı konuşmalarda geleceğimizin garanti altına alınacağı yolunda sözler etmişti. Hepimizin kafasında o kayıp (!) vasiyetname hâlâ bir soru olarak kalmıştır.”
Yine, araştırmacı ve yakın tarih yazarlarımızdan, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü mezunu İsmet Bozdağ, 1958 yılında Tercüman gazetesindeki bir yazısında ‘ikinci vasiyetname konusu’na değinerek, bu vasiyetnamenin Kılıç Ali’de olduğunu söylemişti.
Kılıç Ali’nin ‘Ben Ölmeden Açmayın!’ dediği vasiyetname eğer gerçekten varsa ne oldu? Kılıç Ali’nin ölümünden sonra, eşine bunu sorduğumuzda şu karşılığı vermişti:
‘Oğlu Altemur Kılıç, evdeki bütün evrakları toplayıp gitti. Vasiyetname varsa açıklasın.’”
Aşağıdaki görselde: 10 Kasım 1938 Perşembe günü, terki hayat eden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı K. Atatürk’ün 28/11/938 tarihinde T.C. Ankara 3 üncü Sulh Hukuk Mahkemesinde açılan vasiyetnamesinin suretini görmekteyiz:
Cemal Granda, anılarında vasiyetnamenin yazıldığı günü şöyle değerlendirir:
…”Vasiyetnamesinin hazırlanması içi Umumi Kâtip Hasan Rıza Soyak’ın yardımını istediğini duymuştuk. Umumi Kâtip Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün emrettiği gün Altıncı Noter İsmail Kunter’i Ata’nın yatmakta olduğu üst kattaki denize bakan odaya götürüyor. Atatürk onları pijaması ve robdöşambrı sırtında, tıraş olmuş vaziyette karşılıyor. Sigara ve kahveler içildikten sonra bir süre şundan bundan konuşuluyor; fakat hastalığından hiç söz edilmiyor.”
İnanmıyorum bu vasiyetnameye!
Atatürk’ün kanuni tek mirasçısı kendisinden 4 yaş küçük olan kız kardeşi Makbule Hanım:
…”Bu vasiyetnamenin taşıdığı tarihte (Dolmabahçe, 5 Eylül 1938, Pazartesi), ağabeyimin ekmeğini koparacak, takati bile olmadığını biliyorum. Bir türlü akıl erdiremediğim noktalardan biri de: Ömrü boyunca bana daima ‘Hemşire’ diye hitap eden, başkalarına takdim ederken de, herkesin bildiği gibi ‘Hanımefendi’ demeyi itiyat edinmiş olan ağabeyimin, bu sonradan ortaya çıkan vasiyetnamede, benden sadece ‘Makbule’ diye bahsedişidir. Hele yine bütün yakınlarının çok iyi bildikleri gibi, son senelerinde lafını bile etmek istemediği İsmet Paşa’nın, çocuklarına miras bırakışına hâlâ şaşarım. İnanmıyorum bu vasiyetnameye.
Ölümünden bir sene kadar evvel bir gün bana:
-…”Müsaade eder misin, malımı millete bağışlayayım…” demişti.
Ben de Bila tereddüt:
Derhal ver. Rahat etmek istersen, hemen ver… Derhal, hiç durma demiştim.
Bunun üzerine, önce sofrada bulunmadığımı söyledi. Gittim. Sofrada İsmet Paşa olmak üzere hükümet ve ordu erkânı birçok davetliler vardı. Bir aralık İsmet Paşa’ya dönerek:
-…”Hemşireye sordum. Bana derhal vermemi tavsiye etti,” dedi.
İsmet Paşa’nın:
-“Fakat kâfi değildir, Paşam…” deyişi üzerine, ne yapmak lazım geldiğini sorunca da İsmet Paşa:
-“Kanun çıkarmak icap eder,” cevabını verdi.
Kanun zaten hazırmış… İmzalattılar.
Önce kocamla (Mustafa Mecdi Boysan ile) beraber Saray’da kalmıştık. Ertesi sabah, her zamanki gibi hatırını sormaya gittiğim zaman:
-…”Millete bağışladığım maldan sana artık bir hayır yok. Amma, sana da ihtiyacının on mislisini bıraktım. Yemeği bil, giymeyi bil, gezmeyi bil, yaşamayı bil!” dedi.
Bu on misli deyişinin manası şu idi: Hasan Rıza’dan benim aylık masrafımın ne olduğunu sormuş ve ondan 700 lira cevabını almıştı. On misli dediği işte bunun on misli idi.
Kalktım. Elini öpmek istedim. Bırakmadı. Sarılıştık, öpüştük.
‘Sen ölme… Sen ölürsen, bana bir kulübe bile çoktur,’ dedim. O da ağladı, ben de ağladım. İşte benim bildiğim vasiyet budur.”
Makbule Hanım, Mustafa Mecdi Boysan’la evlenmiş fakat sonradan ayrılmıştı. Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe günü ebedi istirahatlerine çekildiği zaman, Makbule Hanım, Mustafa Mecdi ile evli olduğundan “Boysan” soyadını taşıyordu. Eşinden ayrıldıktan sonra “Atadan” soyadını almıştı. “Atadan” Atatürk’ten yadigâr kalan anlamına geliyordu. Makbule Atadan, daha sonra da emekli Albay Nuri Bey’le de evlenmiş, ayrılmıştı.
Atatürk, vasiyetnamesinde kız kardeşine ayda 1.000 lira verilmesini, ayrıca yaşadığı sürece, Çankaya’da oturduğu evin emrinde kalmasını istemişti. Sonradan Makbule Atadan’ın“mahfuz hisse” si çıkarılan bir kanunla ortadan kaldırılmış ve ağabeyinin mirasından bir şey alamaz hale gelmiş, eşinden ayrılıp yalnız kaldığı ve geçim darlığına düştüğü için bir kanunla kendisine aylık bağlanmıştı. Bununla ilgili olarak dönemin gazeteleri geniş şekilde yayın yapmışlardı. Hiç çocuğu olmayan Makbule Atadan, 1956 yılında kanser hastalığına tutularak Ankara Gülhane Hastanesi’nde hayata veda etmişti.(Feridun Kandemir, “Makbule Atadan Anlatıyor: Ağabeyim Mustafa Kemal” ayrıca Resimli 20. Asır Mecmuası, Yıl:1, Cilt:1, Sayı:13)
Atatürk demiştir ki:
-…”Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.”
Peki, gizli bir vasiyetname var mı?
Yazımın hemen başında, araştırmacı yazar Aytunç Altındal, Atatürk’ün 50 yıl sonra açıklanmasını istediği vasiyetinin, “1988’de Kenan Evren ile Turgut Özal tarafından gizlendiğini” iddia ettiğini vurgulamıştım. O dönemde AB’nin gizli şifrelerini açıklayan Altındal, anıların aksine ‘Atatürk’ün siyasi, toplumsal, tarihsel vasiyeti’nin gizlendiğini düşünüyordu.
Altındal’a göre, Atatürk, bazı notlarının ölümünden 50 yıl sonra açıklanmasını vasiyet etmişti. Atatürk’ün notlarında ‘İlelebet payidar kalacaktır’ dediği Cumhuriyet için ileride neler yapılması konusundaki görüşleri de bulunuyordu.
Atatürk’ün sır vasiyetinin 1988’de yani Atatürk’ün ebedi istirahatlerine çekilmelerinin üzerinden 50 yıl geçtikten sonra açıldığını belirten Altındal, ‘Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve o günkü Başbakan Turgut Özal, bunları okudular. Ancak bu görüşlere, bu fikirlere ‘toplumun henüz hazır olmadığını’ öne sürerek bunların açıklanmasını engellediler,’ demişti. 1988’de Atatürk’ün vasiyetinin üstüne 25 yıllık yeni bir yasak konulduğunu söyleyen Altındal, vasiyette neler olduğuna dair ipuçları olduğunu düşündüğünü de belirtmişti:
Hilafet düşüncesi:
Altındal’a göre, Atatürk’ün notlarında Hilafet’le ilgili ilginç fikirleri yer alıyordu. Atatürk, hilafetin kişi bazında değil, bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabileceğini söylüyordu. Altındal’a göre, bu vasiyeti 1958’de öğrenen Adnan Menderes, sonunu hazırlayan cümleyi ‘Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz’i bu nedenle söylemişti.
Altındal, Atatürk’ün:
-… “1920’lerde sadece 3 Müslüman devlet var. Türkiye, İran ve Afganistan. Bu sayı ileride 40’a 50’ye çıkarsa, bu devletler kendileri bir araya gelerek bir Hilafet Meclisi oluştururlar,” dediğini de öne sürmüştü.
Mustafa Kemal’in saltanata karşı olduğunu, ancak Hilafet’e bir müessese olarak karşı çıkmadığını da savunan Altındal, Atatürk’ün fikirlerinin aslında o günlerde hayata geçtiğini düşünüyordu. Bugünkü İKÖ’nün (İslam Konferansı Örgütü) ana hatlarını 1920’lerde çizdiğini söyleyen Altındal, ‘Mustafa Kemal’in Hilafet’in 5 güçlü İslam üyesinin daim’ konseyi oluşturmasını, bunların belirli süreler içinde rotasyonlu olarak Hilafet’i temsil etmesini istediğini düşünüyorum’ demişti.
ABD ve İngiltere’nin Hilafet’i kişi bazında yeniden kurmak çabasında olduğunu da söyleyen Altındal, ‘Bizim tezimiz, Mustafa Kemal Atatürk’ün tezidir, yani ‘Hayır; babadan oğula geçen Halifelik olamaz. Bu akıl dışıdır’ diyoruz. Biz atak davranmazsak, onların istediği Hilafet’e gider.’
İslam ülkelerinin tesis edeceği bir hilafet sistemine dünyada terörizmin önlemesi için ihtiyaç duyulduğunu da vurgulayan Altındal, ‘Bu sistemde en yüksek bir fetva makamı olacaktır. Böylelikle bir İslam Adaleti tesis edilir. Bir tarafın Vatikan’ı var öteki tarafın bir gücü yok. Bu İslam ülkelerinin gücünü arttıran bir şey olacak. Örneğin Hilafet, tank alacak Bangladeş’e bu ülke İslam’a daha yakın, oradan al diyecek. Bu İslam’a saygıyı da arttıracak,’ demişti.
Aytun Altındal, Nutuk’taki hilafetle ilgili bazı sözlerinin kendi fikrini desteklediğini ve Atatürk’ün, 1963 yılında Ankara Üniversitesi Basımevi’nde basılan Nutuk’unun 490’ıncı sayfasında şu sözlerin yer aldığını hatırlatır:
…”Ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektiği koşullar içinde birlikte iş görmeyi sağlamak için ilgili Müslüman devletlerin delegelerinden bir Meclis kurulacaktır. Bu meclisin başkanı, birleşmiş Müslüman devletleri temsil edecektir diye bir karar alınırsa, işte o zaman, istenirse o birleşik Müslüman Devleti’ne Halifelik adı verilir. Yoksa herhangi bir Müslüman devletin bir kişiye bütün Müslümanlık Dünyası işlerini yönetip yürütme yetkisi vermesi us ve mantığın hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir şeydir.”
Ayrıca,
Atatürk’ün 1 Kasım 1922’de Meclis’te düzenlenen gizli oturumda konuştuğunu ve saltanatı yerden yere vururken hilafet ile Cumhuriyet’in bir arada var olabileceğini söylediğini, Atatürk’ün konuşmasında ‘hilafeti TBMM ‘nin temsil edeceğini’ de vurguladığını belirtmişti. Hilafet 3 Mart 1924’te kaldırıldı.(Kaynak: Akşam Gazetesi 10.11.2004)
Halifeliğin kaldırılmasından iki ay sonra, Atatürk, İstanbul’da 3 Mayıs 1924 günü New York Herald gazetesinin bir muhbirine uzun bir demeç vermiştir. Muhabir Atatürk’e ‘Halifeliği kaldırdığınıza göre, Patrikaneyi de kaldırmayı düşünüyor musunuz?’ şeklinde bir soru sormuştu.
Atatürk verdiği cevapta:
-…” Hilafet gibi, Ortodoks Rum Patrikhane’sinin de kalkması lazımdır,’ demiş ve ‘bu teşkilatın nasıl yabancılara âlet olduğunu izah ettikten sonra, Herhangi bir Batı devletinin, bu duruma ne kadar tahammül edeceğini sorarız,” demiştir (Bkz:Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, Sf: 73, Ankara, 1954).
Sonuç olarak, Atatürk’ün gizli bir vasiyeti var mı, sorusunun bence en güzel yanıtı:
-…”Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir doğma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır,”sözü olmalıdır.