Merhaba,
Öncelikle tüm hepinize yazdıklarım sonrasında gerek mesajla gerek telefonla dönüş yaparak gönderdiğiniz güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim. Siz bilmeden sizin için edilen dualar öyle kıymetliymiş ki. Minnettarım.
Mesajlarınızda bana en çok sorduğunuz soru, o süreçleri nasıl geçirdiğimiz ile ilgili. Ben de bu yazımda size bu mücadeleden bahsetmek istiyorum.
Kızımızın rahatsızlığını öğrendiğimiz zamanlar doğum iznim bitmek üzereydi. Çocuğumu hep kendim büyütmek istemiştim aslında. Ama bu şekilde hayal etmemiştim tabi ki hiçbir şeyi. İşimden ayrıldım ilk önce. Sonrasında tüm düzenimizi kızımıza göre ayarladık.
Yemeği, uykusu çok önemliydi. Her gün aynı saatlerde yemesi ve uyumasına çok özen gösterdik. Sabahları 7.30-08:00 gibi kalkıyor, bir yaşına kadar 10:00-11:30 ve 14:30-16:00 arası öğle uykusu uyuyor, akşamları da 20:30-21:00 gibi yatırıyordum. Öğle uykuları da dahil olmak üzere hep yatağında yatırdım. İlk zamanlar hep enstrümantal müzik dinlettim. Sakinleşmesine yarıyordu. Kimi zaman kucağımda, kimi zaman yatağında sırtını okşayarak uyuttum. 2 yaşına geldiğinde yeni evimize taşındığımızda oda takımı da değişti ve ben yanına yatıp kitap okuyarak uyutmaya başladım. Ve bu hala öyle devam ediyor. Halbuki öncesinde yalnız uyuyabiliyordu. Ve ben o yatağa hiç yatmasaydım şimdi nasıl çıkacağımı düşünüyor olmayacaktım. 4 yaşına geldiğinde kreşe de başlamış olduğu için öğle uykuları bitti ancak sabah ve aksam kalkış ve yatış saatleri hiç değişmedi.
Epilepsi ataklarının başlayıp sürdüğü iki aylık dönemde genelde hep uyuyordu. İlaç kullanımına başlaması ile birlikte huzursuzluğu artmış, yeme düzeni de değişmişti. Epilepsi ilaçlarını sabah ve akşamları tatlı kaşığına koyup suda eritip veriyordum ama doktorumuzun günde 4 kez kullanmasını istediği B6 vitaminini verebilmek inanılmaz zordu. Şeffaf bir kapsüldeydi, kapsülü açıp içindekini sabahları kekine, öğlenleri çorbasına, ikindileri muz püresine, aksamları da yine çorbasına karıştırıyordum fakat tadı acı olduğu için kattığım şeylerin tadını da değiştiriyordu. Sude her defasında verdiklerimi çıkartıyor, yememek için adeta direniyordu ama çaremiz yoktu. Hiçbir şey yemese bile içinde ilaç ya da vitamini olanları yemek zorundaydı. Benim bu istemeyerek mecburen zorlamalarım yüzünden şimdi 6,5 yasında olmasına rağmen hala kahvaltı etmiyor ve muz yemiyor.
Doğduğu andan itibaren hep konuştuk onunla düzgün cümleler ile. Anlamaz, dinlemez, bilemez demedik. 3 aylık olduğunda tepkiler vermeye başlamıştı zaten bize. Babası işten gelip onunla sohbet ediyordu ve sesler çıkartarak karşılık veriyordu Sude de. Sonrasında hem atakların, hem ilaçların etkisi ile sustu. Ama biz hiç susmadık. Hep O’nunla konuşmaya devam ettik. O da 1,5 yaşına doğru ilk kelimelerini söylemeye başladı.
Dikkatini çekebilecek oyuncaklar aldık. Üzerinde kedi ve balık olan, elleri ya da ayakları ile vurduğunda ses çıkartıp şarkı söyleyen bir oyun halısı vardı mesela. 6-8 aylık dönemdeki gelişiminde çok işimize yaradı. Sonrasında önüne hedefler koyduk, emeklemesi için. Babasının gözlüğü ve tv kumandası en heyecan verici hedefti onun için. Kitaplar aldık oturmaya başladığında, kitabı eline alıyordu ben de hem okuyor hem resimlerini anlatıyordum. Bu sayede kitap okuma alışkanlığını çok erken yaşta kazandı. Puzzle yapmak da hala en eğlenceli aktivitelerden biri onun için. Henüz bir yaşında tak çıkar ahşap puzzle ile oynarken, ben de bir yandan hikayeler üretiyordum üzerindeki şekiller ile ilgili. Bu da hayal gücünün gelişmesine, puzzle yaparken dikkatini toplamasına ve kelime hazinesine katkıda bulundu.
2 yaşına gelene dek televizyon seyrettirmedik pek. Sonrasında ise gelişimine olumlu katkı yapabilecek çizgi filmleri belli saatlerde izlettirmeye başladık. Diğer çocukların ya da çocuk karakterlerin ses ve görüntüleri ilgi ve dikkatlerini çekiyor ve onlar için örnek teşkil ediyor. Bu nedenle gelişigüzel bir çizgi film açmadık, öncesinde araştırdık, izledik ve sonra izlemesine müsade ettik. Sevdiği çizgi film karakterlerinin oyuncaklarını aldık onlarla oyunlar kurduk. 3 yasından itibaren her hafta sonu çocuk tiyatrosuna götürmeye başladık.
Otursun, dursun, yesin, içsin diyerek telefon ve tablet vermedik asla eline. Onlar yerine boya kalemleri, kağıt ve resimli kitaplar vardı hep önünde. Kendi evimizde keşfederek öğrenebilmesi için dolapları karıştırmasına, evi dağıtmasına müsaade ettik. Ama kendi evimizin dışında da hiç kimsenin evini dağıtmadı. Başkasının eşyalarını izinsiz almamayı öğrettik. 5 yasına geldiğinde, teknolojiden uzak büyümesin diye kendine ait bir tablet aldık. İnternete bağlanmasına müsaade etmeden bizim yüklediğimiz yaşına ve gelişimine uygun oyunlar oynadı canı istediği zaman.
Doğduğu andan itibaren her gün hava sıcak soğuk demeden bir saatliğine de olsa dışarıya çıkarttık, doktor ve hastaneye gitmediğimiz zamanlarda da. Acık havada evimizin yakınındaki ormanda ve deniz kenarında yürüyüşler yaptık, parka götürdük. Alışveriş merkezlerinden uzak durmaya çalıştık uzunca bir süre, çünkü oraların hareketliliği ve gürültüsü algılarını da ciddi bir şekilde yoruyordu. Hava karardıktan sonra dışarıda olmamaya özen gösterdik. Araba farları ve gece şehrin yanıp sönen ışıkları da yorulmasına sebep oluyordu.
Zaman ilerledikçe gelişiminde de olumlu ilerlemeler kaydetmeye başladık. Sadece konuşmasında sıkıntı vardı. Her şeyi anlıyor fakat bana işaretler ile anlatıyordu. İleri de yaşıtları ile arasında bir gerilik olmasın diye doktorumuzun önerisiyle 2 yasında özel eğitime gitmeye başladı ve iki yıl boyunca haftada dört saat Bakırköy Aktif Çocuk ‘ta eğitim aldı. Özel Eğitim öğretmeni, ilk göz ağrımız Miray Tombaz ile sesler, kelimeler, renkler, şekiller üzerine çalıştılar, oyunlar oynadılar, denge koordinasyon hareketleri yaptılar. Yaşıtları ile beraber büyüsün, gelişsin, öğrensin diye 3 yasında Bakırköy Belediyesi’nin Hasan Ali Yücel&Can Yücel Çocuk Evi’ne gitmeye başladı. 3 yıl boyunca Müjge Tuğrul’un öğrencisiydi ve bize göre şahane bir öğretmenin ellerinde büyüdü. Eğitim evde başlar kesinlikle ama okul hayatı başladığında öğretmen çok önemlidir. Ayna olur çocuğunuza. Sevgi dolu, adil, paylaşımcı, çözüm odaklı, öğretimden ziyade eğitimi önemsemiş bir öğretmen her şeyden önce çocuğunuzun mutlu, kendi kendine yetebilen, güzel ilişkiler geliştiren, barışçıl, iyi bir insan olmasına dikkat eder. Sözleri ve davranışları sihir gibidir. Çocuk bağıran bir öğretmenden bağırmayı, sorunlarını onların göz hizasına inerek konuşarak çözen bir öğretmenden ise empati yaparak barışçıl ve iyi niyetli bir insan olmayı öğrenir. Sude ve arkadaşları bu konuda Müjge Hanım’dan çok güzel şeyler öğrendiler. Branş öğretmenlerimiz de işlerini büyük bir sevgi ve itina ile yaptıklarından gelişimi açısından kızımıza çok değer kattılar. Oğuzhan Kamasi’den almış olduğu dans eğitimi sayesinde bedenini yönetmeyi öğrendi, denge koordinasyonu sağlandı, beyin gelişimi hızlandı, öğrenme süresi düştü, özgüveni gelişti ve ekip olarak başarmanın hazzını yasadı. İngilizce öğretmenimiz Çağla Pelin Üstün sayesinde, İngilizce’yi kalıplarla değil; yaşantısının içinde tıpkı anadili gibi “edinerek” öğrendi. Bu sayede yaz tatilinde karşılaştığı yabancı turistler ile kolayca arkadaşlık ve oyunlar kurdu. Satranç öğretmeni Kayra Zühre, analitik düşünme becerisine ve farklı bakış açıları geliştirmesine katkıda bulundu. Drama öğretmeni Emek Gürsoy ile hayal gücü renklendi, kelime dağarcığı arttı ve tiyatral yetenek kazandı. Zaten çok sevdiği müzik, öğretmeni Fatih Abay sayesinde daha da keyifli hale geldi. Ritm tutmaya, şarkı söylemeye, gitar ve org çalmaya başladı.
Ve şu sıralar gelişiminde yepyeni bir aşamadayız. İlkokul zamanı… Henüz bir ay oldu başlayalı. Okul seçiminde ince eleyip sık dokuduk diyebilirim. Kolej kıvamında, tam gün eğitim veren bir devlet okuluna gidiyor Yeşilköy’de. Okulunu seçerken dikkat ettiğimiz en önemli nokta, aynı okul öncesi eğitiminde olduğu gibi dans, satranç, drama, tiyatro, müzik, basketbol, voleybol, futbol gibi sosyal ve sanatsal etkinliklerininde kulüp çalışmalarında veriliyor olması. Çünkü biz bu yaş grubu çocukların hala oyun ihtiyacı olduğu için hafta sonları da kurstan kursa gitmesini çok uygun bulmuyoruz. Bu nedenle sevdiği branşların derslerine okulunda girebilecek olması büyük bir avantaj. Ayrıca haftada 6 saat yabancı öğretmenler ile İngilizce dersleri de var. Bu süreçte yeni arkadaşlar edinmekte ve yeni öğretmenlerine alışmakta herhangi bir sıkıntı yaşamadı. Ancak kendinden büyükler ile çok daha kalabalık bir ortamda bağımsız olup kendini koruyabilmesini öğrenmek biraz zamanını aldı. Zaten ilkokul birinci sınıfın en zor yanı okuma yazma öğrenmek değil, teneffüslerde ve uzun öğle aralarında denetimsiz olup, kendi kendini oyalamayı becerebilmesi. Oryantasyon haftasında ben de okulda olduğum için, O’na okulun kütüphanesini, satranç oynama alanını gösterdim. Arkadaşları ile beraber bahçede çimenlerde oynayabileceği oyunlar kurdum. Büyük bir parkları olmasına rağmen, çok kalabalıkken tehlikeli olup kazalara açık olduğu için sadece öğretmenlerinin gözetiminde gidebileceğini anlattım. Servis ile gidip gelecekti aslında ama servisin çok erken alıp geç bırakması bize günde 1,5 saat gibi bir zaman kaybettirdiği bu da O’nun daha fazla yorulmasına sebep olduğu için ortak kararımız ile bu sene ben götürüp getiriyorum. Böylece okul sonrası hem ders tekrarı yapmaya, hem de oyun oynamaya zamanı olabiliyor.
Yapılan araştırmalarda 6-12 yas arası çocuklarda oyun ihtiyacının sürdüğünü gösteriyor. Okullar başladığı andan itibaren çocukları oyuncaklarından uzaklaştırıp, derslerine yoğunlaştırmak Onlarda isteksizliğe ve bıkkınlığa sebep oluyor. Doğru olan, çocuk ile birlikte serbest zamanını nasıl geçirmek istediğine dair plan yapmak. Örneğin “bugün okul sonrası yatana kadar 4 saat zamanımız var, şunları yapmamız gerekiyor, önce hangisini yapmak istersin?” diye sorup, çocuğun programını kendi oluşturmasına müsaade etmeliyiz. Sude genelde “önce eksik kalan derslerimi tamamlayalım, sonra rahat rahat oyun oynayayım” diyor. Bazen de “bugün çok yoruldum, ders yapmak istemiyorum, oyuncaklarımı özledim” diyebiliyor. Verilmiş bir ödevi varsa ve yapmayı canı istemiyorsa onu zorlamıyorum. Sadece “Lütfen öğretmenine bunu açıkça anlat, telafi etmen için sana zaman tanıyabilir belki” diyorum.
Daha önce öğrenci olarak geçtiğim yolları, şimdi anne gözüyle yürümek bambaşka bir şey. Artık okulunda el bebek, gül bebek değil. Okul öncesi eğitiminde olduğu gibi özel bir ilgi görüp, korunmuyor. Çok farklı hayatların, bambaşka bakış açılarının yetiştirdiği bir sürü kişi ile birlikte. Okulunda yasadığı durumlara müdahale edebilmem mümkün değil. Onu her an gözetip kollayamıyorum. Çocuklar birbirlerine karşı çok acımasız. Bazen istemeyerek, bazen de gördüklerini uygulama maksadı ile birbirlerine sözlü ya da fiziksel zarar verebiliyorlar. Karşılaştığı yaklaşımların bir kısmını tasvip etmesem de kabullenmek zorunda kalıyorum.Her yiğidin yoğurt yemesinin farklı olduğu gibi, her bireyin aldığı terbiye ve çocuk yetiştirmesi de farklı olabiliyor. Hayatı ve insanları tanırken, farklılıklara hoş görü ile yaklaşmasını, hata yapmaktan korkmamasını, her koşulda doğruyu söylemesini, kendi haklarını korurken başkalarını ezmeden ezilmeden iyi ilişkiler kurmasını ve kendine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmamasını öğütlüyorum kızıma.
İster öğretmen olun, ister ebeveyn. Öğretmek kolay da, eğitmek işte o en zoru. Tecrübeme istinaden çocuk yetiştirmeyi poğaça yapmaya benzetiyorum ben. Tarif defterine baksanız da, ununuz ve fırınınızın ayarı poğaçanızın tarifteki gibi olmasına imkan veremeyebiliyor. Zaman içerisinde kimi sert kimi yumuşak yaparak kıvamını buluyorsunuz. Her şeyde olduğu gibi özenerek, sabır ve sevgi ile yapınca da kendinize göre ölçüyü tutturuyorsunuz ve tadından geçilmiyor.
Ağzınızın tadı güzel, sağlığınız iyi, neşeniz bol olsun.
Sevgiyle,
Seda.