Patrick Kinross, bilinen adıyla Lord Kinross, 1952’de İngiltere hükümeti tarafından Atatürk hakkında bir biyografi yazmakla görevlendirilmişti. Beş yıl boyunca yaptığı söyleşiler, ulaştığı dokümanlar ve Cumhurbaşkanlığı arşivlerinde yaptığı taramalar sonucunda “The Rebirth of A Nation…,Atatürk, Bir Ulusun Yeniden Doğuşu” adlı kitabını meydana getirmişti. 1960’ta yayımlanan bu kitap, Atatürk hakkında bugüne dek yazılan en başarılı biyografilerden bir tanesi olarak kabul edilmişse de büyük düşünür tarihçi ve yazar Şevket Süreyya Aydemir aynı görüşte değildir.
Aydemir, 1978’de yayımlanan “Tek Adam” adlı kitabın Üçüncü Cildin 490’ncı sayfasında Lord Kingross ‘a katılmadığı görüşünü şöyle ifade etmiştir:
…”Bu arada Lord Kinross’un yaptığı esaslı iki hatayı da belirtmeliyiz;
Kinross eserini yazmadan önce, Afet İnan’la, en az bir hafta kadar beraber çalışarak bilgiler almıştır. Fakat eserinde Afet İnan’ı gene de, Atatürk’ün çevresinde gelişigüzel katılmış gibi gösterir. Hatanın en önemlisi de, Afet İnan’ın Akademik kariyerlerini, Atatürk’ün etkisi ve koruması ile yani Atatürk’ün hayatında hatır için alınmış gibi göstermesidir. Hâlbuki Afet İnan’ın akademik kariyerleri, Atatürk’ün ölümünden sonra, yani onun yardımı olamayacağı bir devrede, hatta Atatürk de hayattan çekildiği için etraftan biraz da engellerle karşılanarak kazanılmış aşamalarıdır.
Örneğin Tarih – Coğrafya Fakültesinde 1942’de Doçentlik imtihanlarını kazandı, 1950’de ise Profesör oldu.
Görülüyor ki bu yıllarda ve Atatürk de hayatta olmadığı için, bilim yolunda kendi aşamalarını, kendi gayreti ile yaptı. Bu gerçeği de önemle kaydetmek, bir hatayı belirtmek, bir insanlık borcu olsa gerektir…”
Şevket Süreyya Aydemir, eserinde düştüğü dip notların birinde; Prof. Afet İnan’ın kendi hayat hikâyesini yazmakta olduğunu sandığını, bu hatıra eserin sona erdiğinde Atatürk’ün beşeri hayatının hem yetkili bir kalemden, hem onun en yakınındaki insan tarafından, daha etraflı olarak gün ışığına çıkarılmış olacağına dikkati çeker.
Aydemir, eserinde Gazi Köşkü’nün Latife Hanımdan önceki ve sonraki kızlarına gelince; bunların üzerinde durmasak da olur. Çünkü bunlar Mustafa Kemal’in hayatında bir unsur olarak yer alamadılar. Bazısı sevimli, bazısı oyalayıcı, bazısı huysuz, ama hepsi de her zaman ve her çevrede rastlanabilen kızlar…Fakat Atatürk’ün hayatında gene de bir kadın vardır, tek kadın Afet İnan…
Şevket Süreyya Aydemir, Afet İnan’ın üstünde durmalıyız demiştir eserinde ve nedenini de şöyle açıklamıştır;
…”Afet İnan’ın üstünde durmalıyız. Çünkü onun Atatürk’ün yanında, Atatürk için bir sükûn, denge unsuru ve ayrılmaz bir varlık haline gelişinden sonra Atatürk’e sağladığı huzur, bilhassa yorgun yıllarında, bu büyük adamın bir mutluluğu olmuştur.
Çünkü eğer bu son yıllarda Atatürk’ün hayatında Afet İnan gibi bir huzur iklimi olmasaydı, Atatürk yalnızlığını belki çok daha acı hissederdi. Hırçın, tedirgin olabilirdi. Çünkü bu gibi şahsiyetlerde, bilinçaltına itilmiş ilkel içgüdüler, onların hasta, yalnız anlarında ön plana çıkarlar. Büyük aksiyon adamlarının depresyon devrelerinde en büyük düşmanları, bu evvelce şuuraltında uyuyan, fakat sahibinin kontrolü zayıflayınca ön plana çıkan iç güdülerdir. Son çağlarında vehimli, kinci, kıskanç veya zalim olan hükümdarların ve kahramanların hikâyelerini biliriz. Çünkü çöküntü devrinin depresyonları öyle bir ruh halidir ki, o devrede şuur, (bilinç) şuur altını (bilinçaltını) kontrol edemez. Büyük adamlarda bu devreler, çoğunlukla dengeli bir hal değildir. Bu devir, bir iç hesaplaşma ile beraber artan bir nevi küskünlük halidir. Bir tarihi şahsiyet, kendini hayata bağlayan bin bir çeşit bağıntının gevşediğini, birer birer koptuğunu gördüğü bu devrede, eğer ruhuna eş olacak bir yakın insana, kendisinin son yıllarını serinletecek bir huzur iklimine kavuşmamışsa, hırçınlık onu ister istemez, hatta zalim yapabilir…
Atatürk’e gelince…
Hayatı boyunca ileri vasıfları olan bu insan, mantık ve akıl gücü ile hayatla olan son hesaplarını, elbette çok daha dengeli kapatabilirdi. Fakat Afet İnan, bir taraftan iyi yoğrulmuş bir aile hamuru ve soy vasıfları ile bu hesaplaşmayı öyle sanıyorum ki, çok daha kolaylaştırdı. Afet İnan şöyle konuşur:
—“Atatürk’ün çevresine güç alıştım. Çok tecrübesizdim. O büyük bir şahsiyetti ve şunu kavradım ki, O’nu anlamam için şahsiyetleşmem lazımdır.”
Sanıyorum ki Afet İnan’ın ondan sonraki hayat hikâyesi, hep bu şahsiyetleşme, şahsi değerler edinme gayretinin, uzun ve oldukça çetin hikâyesidir.
Afet İnan’da Atatürk, kendi ruhuna yakın ve kendi yalnızlığına eş olan iddiasız bir sükûn havası buldu. Ona, hiçbir yakınma göstermediği sevgi ve yetiştirici ilgiyi gösterdi…
Evet, Afet İnan’ı evvela, iyi yoğrulmuş bir aile hamurunun ve soy vasıflarının hasılası olarak almak yerinde olur. Eğer bu temel değerler olmasaydı, Atatürk’ün hayatında işgal ettiği yeri elbette ki alamazdı. Atatürk, yalnız Afet İnan için bir insanın duyabileceği en yakın benimseme duygusunu duymuş ve onu resmen manevi evlat edinmek istemiştir. Fakat Afet İnan, hiç şüphe yok ki öz aile bağlarından ve terbiyesinden gelen bir davranışla, Atatürk’ün bu kararına rağmen ve nazik bir davranışla, kendi babasının kızı kalmak yolunu tercih edebilmiştir. Zaten Afet İnan da ailesine, vatanına iç bağlılıklar, daima güçlü kaldı. Mesela Cenevre’de okurken pansiyonda Pazar günleri, bir Çinli kızla yalnız kalırlardı. Çünkü bütün arkadaşları o gün Kilise’ de bulunurlardı. Gene böyle bir Pazar günü, ona dokunan yalnızlığın hüznünü hoş bir içine dönüşle unutmak istedi;
Odasına kapandı, kapısını kilitledi ve sandığından bir Türk Bayrağı çıkardı ve yere serdi. Başına tıpkı annesi ve babaannesi gibi bir başörtüsü bağladı. Secdeye vardığı zaman alnı bayrağın üstüne gelecek şekilde namaza durdu. Namaz sona erip de, yerde serili Türk Bayrağının biraz gerisinde ellerini açtığı zaman, geçmişlerine, ölmüşlerine, şehitlere, yaşayanlara, milletine ve Atatürk’e dualar etti. Bu içten gelen ruh tepkileri, ne kadar soy ve güzel şeylerdir.”
Şevket Süreyya Aydemir, “Afet İnan, anne tarafından Makedonyalıdır” der ve şöyle devam eder:
…”Afet İnan, anne tarafından Makedonyalıdır. Babası, Bulgaristan’ın Şumnu kasabasından ve tahsilini İstanbul Ziraat Mektebinde tamamlayan İsmail Hakkı Beydir. İsmail Hakkı Bey, mektepten çıktıktan sonra evvela Rumeli’de, sonra Anadolu’da orman memurluklarında, müdürlüklerinde bulunmuştur ve bir aralık milletvekili olmuştur. Gerek baba tarafı, gerekse Doyranlı Müderris Emrullah Efendinin kızı olan Afet İnan’ın üstünde kuvvetli etkileri bulunan anneannesi ve çevresi tarafından Afet İnan, gelenekçi bir ailenin köküne bağlıdır.
Afet İnan, İstiklal Savaşı’ndan sonra Bursa Kız Öğretmen Okulunu bitirir. İlk görevi İzmir’de “İlk Mektep” öğretmenliğidir.
Afet Hanımın ailesinin Makedonya kolunu tanıyan Atatürk kendisi ile orada bir mektep müsameresinde karşılaşır ve o zaman Afet Hanım 17 yaşındadır. Babası İsmail Hakkı Beyle de mutabık kalınarak, Atatürk’ün Afet İnan’ın tahsiline devamı ile ilgisi orada başlar. Afet Hanım’ın o vakit bütün arzusu Avrupa’da tahsiline devam edebilmektir. Hatta bu arzusunu, Öğretmen Okulundan çıkacağı sırada bir mektep vazifesinde de canlandırır. Atatürk müsamere gecesi öğrendiği bu arzu ile ilgilenir. Evvela Lozan’da, sonra İstanbul’da Fransız Mektebinde Tarih ve Yurt Bilgisi öğretmenliğidir. Kız lisesinde Tarih Öğretmeni iken Cenevre’ye üniversite tahsilini tamamlamaya gider. Tarih – Coğrafya Fakültesinde vazife alır. Fakat akademik kariyerini yapışı, Atatürk’ün ölümünden sonradır. Doktorasını 1940’da yaptı. 1941 – 1942’de Doçentlik imtihanları tamamlandı. 1950’de Profesör oldu. Şimdi bu Fakültede Profesördür.”
Lord Kinross, Atatürk’ün hayatını inceleyen dostlarının, tanıyanlarının kendisinden beklediklerine bakarak yüzeyde kalan eserinde, Atatürk için Afet İnan’ı bir kültür sembolü olarak vasıflandırır. Fakat Afet İnan’ın Atatürk’e yakınlığını, aile durumunu, eğitim ve akademik kariyer gelişimlerini yanlış verir.
Atatürk’ün, Afet İnan’ı bir kültür kadını olarak yetiştirmek, onu kültür kuruluşlarında, üniversitelerde, içeride ve dışarıda ilim kürsüsünde, konferanslarda, üstün vasıflarıyla saygı toplayan bir kadın olarak görmek yolundaki ihtiraslı çabaları heyecan vericidir.
Mesela Afet İnan ilk defa, Ankara Türk Ocağı’nda konuşacaktır.
Aydınlar, profesörler, yabancı diplomatlar davetlidir. Afet İnan’ın tebliği için günler ve gecelerce hazırlanmıştır. Fakat Afet Hanımın kürsüde kıyafeti ile dahi, bir başka kadın olarak görünmesi lazımdır. İşte o zaman bu kıyafet Atatürk’ü uzun uzun düşündürür. Resimler şekiller çizilir. Nihayet terziler çağırılır ve henüz 22 yaşındaki bu genç kıza, yarı öğretmen, yarı rahibe, yarı kürsü profesörüne yakışan bir kıyafet, Atatürk’ün bin bir titizliği içinde ortaya çıkar.
Ondan sonra Afet İnan’ın yolu seçilmiştir: Hoca ve sosyal hayatta etkili bir kadın müderris (Profesör) olacaktır. Artık iki taraflı bir çaba başlar. Nitekim bugün Afet İnan bir kürsü profesörüdür. Ama arada, sosyal problemler üstünde Atatürk için bir kültür sembolü de olmuştur. Mesela kadınlara Türkiye’de belediye seçimleri hakkı meselesi, onun Musiki Öğretmen Okulunda çocuklara verdiği bir mektep vazifesi ile ön plana çıkar. Elbette ki er geç meydana atılacak olan bu dava, bir an önce kanunlaşma sahasına doğru yürür. Sonra tarih konularında Atatürk’ün ilk öğrencisi olur. Atatürk ilk sezilerini ve çalışmalarını adeta onunla işler. Mesela Afet’in elindeki Fransızca coğrafya kitabında, Türkler “İkinci derecede ırk” olarak gösterilmemiş miydi? Bu Atatürk’ü isyan ettirmemiş miydi?
—“Niçin öyle olsun?”
Ve sonra gece gündüz münakaşalar, araştırmalar başlar. Nitekim Afet İnan’ın 28 Nisan 1930’da Türk Ocağındaki konferansının konusu da Türk kültürü ve Türklerin uygarlığa hizmetleridir. Türkler medenidir, otoktondur, vs…
Hulasa Afet İnan, Atatürk’ün son yıllarında ve O’nun hemen bütün gün ve gecelerini verdiği tarih hareketlerinde ve nihayet O’nun ağır ve mihnetli son hastalık aylarında daima Atatürk’ün yanındadır.”
Şevket Süreyya Aydemir, Lord Kinross’un yaptığı esaslı iki hatayı eserinde böyle tespit ederek tarihe ve insanlığa olan borcunu ödemek istemiştir.
Kendisinin 2010’da yazdığı eseri “Beni İki Kadın Çok Sevdi” ile okuduğumda tanıştığım ve beğenerek kütüphanemde yer verdiğim, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü mezunlarından olup halen Atatürk ve Yakın Tarihi üzerinde çalışma ve araştırmalarına devam eden Sayın Oğuz Akay’ın “Gel Gitme Kadın (aşk hiç bitmedi), Alfa Yayıncılık, Ağustos 2011” adlı eserinde Afet İnan’ın üstünde durduğunu şu anektodlarla görürüz:
Çankaya Köşkü’nün Yönetiminde Afet Hanım:
Mustafa Kemal (Atatürk) ’in, kadınları özgürlüğe kavuşturmak alanında giriştiği sembolü Latife Hanım olmuştu. Kültür alanındaki reformları içinde yeni bir sembole ihtiyaç vardı. Ülkeye en gerekli olan insanlar, öğretmenlerdi.
Mustafa Kemal (Atatürk), yurt içinde yaptığı, öğretmen yetiştirme ve eğitme konusuna karşı özel bir ilgi göstermiştir. Bu gezilerinden birinde, İzmir’de Afet adında genç bir öğretmen tanımıştı… Afet Hanım, o sırada öğrenimini tamamlamak için, ya İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’na ya da Avrupa’ya gitmeyi çok istiyordu… Atatürk, eğitimini tamamlatmak ve arakadan da öğretmenlik mesleğinde ilerlemesini sağlamak konusunda yardım önerisinde bulunmuş, Afet Hanım bu öneriyi teşekkürle kabul etmişti. (Bakınız: LordKinross,“TheRebirth of A Nation…, Atatürk, Bir Ulusun Yeniden Doğuşu”, Sf:709.)
Öğretmenliği İzmir’den Ankara’ya nakledilen Afet Hanım, Maarif Vekâleti’nden izin aldıktan sonra Lozan’a gitmiş, burada Latife Hanım’ın kız kardeşleri Vecihe ve Rukiye’nin de okuduğu “Rouchemont” adında, yabancı ülkelerden gelen öğrencilerin bulunduğu yatılı bir okulda derslere başlamıştı. Tarih, 27 Kasım 1925’ti. Bu okulda Fransızca konuşmayı ve yazmayı öğrenmişti.
Afet Hanım, Lozan’dan 11 Temmuz 1927’de ayrıldı. O Türkiye’ye döndüğünde Atatürk İstanbul’da idi ve “Büyük Nutuk” unu yazıyordu. Afet Hanım öğrenimini sürdürmek isteğinde bulunduğu için, kendisinin, bu defa İstanbul Fransız Kız Lisesi “Notre Dame de Sion” a yatılı olarak kaydı yapıldı. (Bakınız: A. Afet İnan, “Atatürk’ten Mektuplar”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1981, Sf:8-9)
Mustafa Kemal (Atatürk), daha önce de, birkaç çocuğu manevi evlat olarak almıştı. Ancak Afet Hanım’ın durumu başkaydı.
Afet Hanım, Mustafa Kemal (Atatürk) kendisini himayesine aldığı zaman, olgunluğun eşiğinde bir genç kızdı. Bu tarihten sonra, yavaş yavaş evin yönetimiyle de uğraşmaya başladı. Eve bakıyor, masasında baş köşeye oturuyor, halk arasında Atatürk’ün yanında yer alıyordu. Atatürk’ün düşüncelerini dikkatle not ediyor, Türk Tarih Kurumu’nun ya da sosyal reformlarla ilgili diğer kurumların toplantılarında bunları savunmak için çaba harcıyordu. Böylece, Atatürk’ün, Latife Hanım’dan ayrılışından beri Çankaya’da hüküm süren boşluk doldurulmuştu. (Bakınız: LordKinross,“TheRebirth of A Nation…, Atatürk, Bir Ulusun Yeniden Doğuşu”, Sf:710-711.)
Atatürk’ün Selanik’ten arkadaşı Asaf (İlbay) Bey, Afet Hanım’ın köşkün yönetimi ele almasını anılarında şöyle anlatır:
…”Orman Çiftliği’ndeyiz. Saat 18.00’e yaklaşmıştı. Gazi neşesiz ve rahatsız görünüyordu;
-…”Gidelim,” dedi.
Otomobillerine eşimi ve beni aldı:
-…”Sizi evinize kadar getireyim. Benim de biraz istirahate ihtiyacım var. Nezleyim galiba, biraz hararet de var. Dün gece geç vakit banyo alırken vücuduma rehavet çöktü. Su fazla sıcaktı. Bu gevşeklikle küvet içinde uyumuşum. Suyun soğumasından, fazlaca su içinde kalmış olduğumu anladım. İşte nezlenin sebebi budur.”
Gazi gülüyor ve hafifçe öksürüyordu. Refikam ve ben bu sözleri teessürle dinledik. Refikam af dileyerek:
“Paşam, siz Türk milletinin göz bebeğisiniz. Sizin sağlığınız, onun baş ülküsü ve arzusudur. Müsaade eder misiniz, onun adına, lütuf ve teveccühünüze güvenerek kendi hesabıma bir ricada bulunayım?”
-…”Buyurun, sizi dinliyorum.”
‘Çankaya Köşkü’nün idaresi şefkatli bir kadın kalbine ve eline muhtaçtır. Mehmet Efendiler, İbrahim Efendiler sizin istirahatinizi temin edemezler. Eğer köşkte size candan bağlı bir kadın olsa idi, banyo içinde uyutulmazdınız!”
-…”Anlıyorum, belki haklısınız. İnkılap bidayetinde (başlangıcında) bana bir schwester(schwester = kız kardeş; Atatürk’ten sadece bir ya da iki yaş büyük olduğu tahmin edilen Fikriye Hanım, Kurtuluş Savaşı sırasında kendisini yalnız bırakmamış, O’na bakmış, Çankaya’da birlikte yaşamışlardı. Zira Kuvayı Milliye’yi örgütlemek ve vatanı kurtarmak için çalışan Atatürk’ün günlük işlerine yardım etmesi için güvenebileceği kadın bir yardımcıya ihtiyacı vardı, Her ne kadar yardımcısı Ali Çavuş veya Bekir Çavuş Atatürk’e hizmet etse de, tüm bu işlere bir kadın elinin değmesi şart olmuştu ve akla gelen en uygun isim Fikriye Hanımdı. ) tavsiye ettiler. Geldi, köşkün idaresini eline aldı. Alışık olmadığımız bazı tertipler yaptı. Umumi idare fena değildi, ancak schwesterin fazlaca rol almak istemesi kendisine yol verilmesine sebep oldu.” (Ankara’ya bu amaçla çağrılan Fikriye Hanım, kısa sürede tüm Çankaya tarafından benimsenmişti. Milli Mücadele döneminde sabaha kadar odasında çalışan Atatürk’ü kahvesiz bırakmamak için O’na yardımcı olmuştu. Fikriye Hanım, çok geçmeden bu karizmatik lidere âşık oldu. Bakınız:http://www.sechaber.com.tr/fikriye-hanimin-intihari/)
Eşim tekrar konuştu:
‘Paşam, size şefkatli ve candan bir Türk kadını lazımdır. Bu kadın da Afet Hanım olabilir. Bu kızın bildiğimize göre size uzaktan intisabı (bağı) vardır. Ağırbaşlı ve namusludur.’
-…”İyi ama Afet, Dame de Sion’da tahsildedir. Onun tahsiline mani olmak istemiyorum.”
‘Paşam, sizin huzurunuz feyiz veren bir mekteptir. O yüksek huzurda Afet Hanım da diğer arkadaşlarınız gibi feyiz alır, nurlanır.’
Atatürk cevap vermiyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) Bulvarı’ndaki apartmanımıza gelmiştik. Hürmetlerimizi sunarak huzurlarından ayrıldık.
Bir müddet sonra Çankaya Köşkü’ne davetli idik. Afet Hanım misafirleri karşılıyordu. Gazi iltifatkâr bir nazarla (bakışla):
-…”İşte arzunuzu yaptım. Afet artık köşkün idaresini eline aldı,” dedi.(Bakınız:Asaf İlbay, “Atatürk’ün Hususi Hayatı”, Tan gazetesi, Yıl: 1, Sayı:213, 19 Temmuz 1949, Sf:2.)
Afet Hanım’ın Çankaya Köşkü’ndeki yeri:
Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza (Soyak) Bey’in anlattığına göre, “…Bir kısım resmi topluluklara katılabilmesi için Bayan Afet’e protokolde yer ayrılması konusunu Gazi ortaya atmış; ancak bu dileğin yerine getirilmesini sağlayacak bir formül bulunamamıştı.” (Bakınız: Haldun Derin, “Çankaya Özel Kalemini Anımsarken”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1995, Sf:47.)
Hüsrev Gerede ise, Afet Hanım’ın Çankaya Köşkü’ndeki yerini şöyle anlatmıştır:
“…Manevi kızlarından en gözdesi Afet Hanım’ı bir tarih profesörü yapmak için çok uğraşmıştır. Kendi tarih incelemelerini ona ezberletir, sofradaki konukları karşısında sorular sorar, aldığı karşılıklardan memnun kalırdı. Hatta askerlik görevi üzerine Afet’le hiç ilgisi olmayan bir de kitap yazdırıp dağıttırmıştı. Lozan’a konferans vermeye göndermiş, bu kıza Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde adeta resmi bir mevki kazandırmıştı.’(Bakınız: Hazırlayan Sami Önal, “Hüsrev Gerede, Hüsrev Gerede’nin Anıları – Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler”, Literatür Yayınları, İstanbul 2002, Sf:272-273.)
Ancak bundan misyon şeflerinin pek memnun olmadığı anlaşılıyor.
Hüsrev Gerede anlatıyor:
“… Cumhuriyet Bayramı’nda misyon şeflerine resmi yemek, diplomatlara da suvare verilirdi. Ankara Palas’ta verilen, benim de bir kez bulunduğum bu yemeklerden birinde, karşımda hiçbir resmi sıfatı olmayan manevi kızı Afet Hanım’ı oturtmuştu. Yabancı elçilerin bu durumdan çok rahatsız oldukları kesindi. Hatta Amerikan Büyükelçisi Mr. Grew’in eşi, ünlü Doktor Perry’nin torunu Madam Grew, havası yaramıyor diye, Ankara’ya gelmemiş. Bunun başlıca nedeninin Afet Hanım’ın Gazi’nin karşısına oturtulması olduğunu Madam Grew, Tokyo Elçiliğim sırasında birlikte olduğumuz zaman eşime söylemişti.” (Bakınız: Hazırlayan Sami Önal, “Hüsrev Gerede, Hüsrev Gerede’nin Anıları – Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler”, Literatür Yayınları, İstanbul 2002, Sf:282.)
Asaf (İlbay) Bey, Atatürk’ün, Afet Hanım’a köşkün idaresini eline aldıktan sonra, İsviçre’de eğitim gördüğü bir sırada, bir akşam sofrasında, Türk kadını için önemli önemli olabilecek bir ders verdiğini anlatıyor:
“… Aylar, seneler geçti… Afet Hanım İsviçre’de hususi tahsil görmüş. Malumatı, görgüsü artmış ve bir kıymet olmuştu. Atatürk’ün adlarını almak şerefini kazanmıştı. Bir gece yine huzurlarında idik. Atatürk, yüksek lütuflarına ve liyakat kesp ettiğini (kazandığını) Afet Hanım’a söylüyorlardı. Hazır bulunan hanımefendileri işaret ederek, bunlara saygı göstermesini ve asla gururlanmamasını tavsiye ettiler.”
Asaf Bey, Atatürk’ün bu tavsiyesine Afet Hanım’ın uyduğunu ve çevreye kendisini sevdirdiğini söylüyor ve, ‘Eşime ve bana karşı da daima nazik hareket etti,’ diyor. (Bakınız:Asaf İlbay, “Atatürk’ün Hususi Hayatı”, Tan gazetesi, Yıl: 1, Sayı:213, 19 Temmuz 1949, Sf:2.)
Afet Hanım, Atatürk tarafından Türk kadınlığı için bir örnek olabilecek biçimde yetiştirilmek istenmişti. Türkiye’de bulunduğu zaman, hep Atatürk’ün yakınında yer aldı. Onunla resmi toplantılara, yurt içi gezilere katıldı. Böylece Latife Hanımsız geçen yıllarda, Atatürk’ün resmi ve günlük hayatında görüle ve alışılan bir kadın olarak yerini aldı ve öyle tanındı.
Afet Hanım, 1933 – 1935 yılları arasında Ankara Kız Lisesi’nde Tarih ve Yurt Bilgisi öğretmenliği yaptı. Bir yandan Türk Tarih Kurumu’nda da aralıksız çalıştı. 1935 yılı sonbaharında ise yükseköğrenim görmek üzere Cenevre Üniversitesi’ne gönderildi. Bu üniversitede Sosyal ve Ekonomik Bilimler Fakültesi’nin Yakın Çağ ve Modern Tarih bölümüne yazıldı. Lisans diplomasını Temmuz 1938’de aldı ve aynı kurumda doktora eğitimine başladı.(Bakınız: A. Afet İnan, “Atatürk’ten Mektuplar”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1981, Sf:21-29)
9 Haziran 1985 Pazar günü yayımlanan Cumhuriyet Gazetesi (62. Yıl, Sayı: 21836), haberine göre;
Ankara (Cumhuriyet Bürosu) — “Atatürk’ün yakınlarından Prof. Afet İnan, ani bir kalp krizi sonucu dün Ankara’da öldü (8 Haziran 1985 Cumartesi). Afet İnan’ın cenazesi, yarın Maltepe Camii’nden kaldırılarak, Cebeci Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 77 yaşında ölen Afet İnan 30 Ekim 1908’de Selanik’in Doyran ilçesinde doğdu. Annesi Doyranlı Şehzane Hanım, babası ise Şumnulu İsmail Hakkı Bey’dir. Babası İsmail Hakkı Bey Cumhuriyet döneminde Bolu milletvekilliği yapmıştır. Afet İnan, 4 Temmuz 1940’ta Dr. Rıfat İnan’la evlendi.
Bursa Kız Öğretmen Okulu’nu 1925 yılında bitiren Afet İnan, İzmir’de Redd-i İlhak İlkokulu’na öğretmen olarak atanmış, Atatürk ile karşılaşması da bu okulda üç haftalık öğretmen iken olmuştur.
Atatürk, 11 Ekim 1925 tarihinde İzmir’e gelmiş, istasyonda karşılanmıştı. Atatürk’ün onuruna verilen çay ve müsamere sırasında, Atatürk, “Afet İnan’la ilgilenmiş, onunla anne tarafından akrabalarını konuşmuştu (!)”
Atatürk’ünde ilgisi ve yardımıyla Afet İnan, 1925 – 27 arasında, Lozan’a, Fransızca öğrenimi için gönderildi. Yurda döndükten sonra, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde yatılı olarak öğrenimini sürdürmüştür (1927 – 1929). Daha sonra, orta öğretime geçerek “Ankara Musiki Muallim Mektebi” ne tarih ve yurt bilgisi öğretmeni olarak atanmıştır. 1930 yılında Türk Tarih Kurumu’nun kuruluş çalışmalarına katılarak, Atatürk’e kurumun kurulmasını öneren de odur.
1932 – 35 arasında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne atanan İnan, atamayı kabul etmeyerek doktora yapmak üzere Cenevre’ye gitti. 1942’de Doçent, 1950’de Profesör olmuştur. 4 Temmuz 1940’da Dr. Rıfat İnan’la yaptığı evlilikten, Arı İnan adında bir kızı ile Doç. Dr. Demir İnan adında bir oğlu vardır. Yayımlanmış pek çok yapıtı olan Afet İnan, anılarını yazmaktaydı. Afet İnan için yarın ayrıca Türk Tarih Kurumu ile Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde de törenler yapılacak.”
Huzurlarınızdan ayrılırken, Atatürk’ün Avrupa’ya eğitime gönderdiği “kıvılcım olarak gidip de alev olarak dönen” ve bu ateşle Cumhuriyeti Aydınlatan Kadınlarımızdan sadece bir tanesi olan Sayın Afet İnan Hanımefendiyi, en derin şükran ve minnet duyguları içerisinde rahmetle anıyor ve sizleri Manevi Babası Atatürk’ün kendisine doktora yapmak üzere Cenevre’de bulunduğu sırada yazmış olduğu mektubu ile baş başa bırakıyorum efendim;
VI. 1938
Savarona Yatı
…”Afet,
R. Soyak ile benden mektup beklediğini bildirmiştin. Arzun her gün hatırımdadır. Şifahen Celal’e (Başyaver Celal Üner) telefonla bildirmek üzere söylemekteyim. Ancak henüz kendim bir şey tespit edemedim.
Vaziyetim şudur:
Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek, hususu ile burunda yapılan atuşman üzerine gelen kusma neticesi; yapılan istirahatler hiçe inmiştir. İstanbul’a gelince, Hükümet reyimi almaya gerek görmeksizin, Fissengeri getirtti. Yeniden tetkik, muayene yapıldı. Karaciğeri eski halinden farksız ve karnı birkaç kiloluk müterakim su ve gaz dolayısı ile şişkin ve defigüre bir halde buldular. Şimdilik Temmuz on beşe kadar yeni tiretman ve yeni rejim tahtında repo absolüyü (reposabsolut: kesin istirahat) zaruri buldular. Bunun esası da yatak ve şezlong istirahatidir. Bu müddet sonunda Fisennger tekrar gelecektir.
Ahvali umumiyem iyidir. Tamamen iadeyi afiyet ümit ve vaadi kuvvetlidir. Senin için asla mucibi merak ve endişe olmamalıdır.
Serinkanlılıkla imtihanını vererek muvaffakiyetle avdetini bekler ve muhabbetle gözlerinden öperim.
İkamet için Savarona’yı tercih ettiler. Yat şimdilik saray karşısında demirlidir. Malumun olan devlet işleri için Başbakan ve diğer bakanlar sık sık gelip yatta misafir olmaktadırlar.
Nutkunu Şükrü Kaya Türkçe ’ye çevirmektedir, Matbuat ’a verecektir. ATATÜRK”
Foto Galeri için resmi tıklayınız: