Çocukluğumdan beri ne zaman rastlasam aynı keyifle izlerim rahmetli Adile Naşit ve Münir Özkul’un “Neşeli Günler” ve “Bizim Aile” filmlerini. Kalabalık aileyi, kardeşliği, her türlü şartta omuz omuza ve mutlu olabilmeyi öyle güzel anlatırlar ki…
Bir çoğumuzun hayallerini süsler sanırım, bir kıyı kasabasında müstakil bir evin bahçesine kurulmuş büyükçe bir sofra, etrafında çocuklarımız ve torunlarımızla paylaştığımız keyifli anlar…
Geçmişte büyük bir aileye sahip olmak avantajdı. Kadınlar çalışma hayatında bu kadar aktif olmak zorunda değillerdi. Ama 21.yy da işler daha farklı. Günümüzde ne yazık ki çiftlerin her ikisininde çalışması gerekiyor. Bu nedenle çocukların; her zaman iyi bir eğitim ve terbiye garanti etmeyen aile dışından biri tarafından büyütülmesi çok yaygın bir durum. Eğer aile büyüklerinden biri çocuğun bakımını üstlenebiliyorsa anne ve babalar kendilerini biraz daha şanslı hissediyor. Her geçen gün biraz daha zorlaşan hayat şartları günümüz aile yapısını da farklılaştırıyor. Çocuklarına her şeyin en iyisini vermeye çalışan anne babalar artık daha çok tek çocuk sahibi olma eğilimindeler.
Sahi kardeşimizin olması bizim isteğimiz mi, anne babalarımızın tercihi mi yoksa yetiştiğimiz kültürel kalıpların neticesinde bir toplum baskısı mı?
Herkesin bir kardeşi olması gerekli midir gerçekten? Hayatımızda edineceğimiz sağlam dostluklarımız yetmez mi bize?Ne arkadaşlar var kardeşten öte, ne kardeşler var birbirlerinin gözünü oyan.
Gerçekten insanların söyledikleri gibi “çocuğumuza haksızlık mı yapıyoruz, onları tek başına bırakarak?” Zaten aslen yalnız değil miyizdir hayatta?
Kardeş yapılmadan önce aslında ilk çocuğa sorulması gerekmez mi “ister misin, istemez misin?” diye, kaldı ki zaman zaman Sude ile bu konuyu konuştuğumuzda istemediğini “biz böyle üçümüz çok iyiyiz, eğer şimdi bir kardeşim olsaydı, tam biz oyun oynarken karnı acıksa, ağlasa ne yapacaktık? Oyunumuz yarım kalırdı” diyerek dile getiriyor.
İçinde yaşadığımız ekonomik koşullarda, bir çocuk için bile en iyi şartları oluşturabilmek bu kadar zorken ikinci çocuk baskısı neden?
Nedir bu bitmek bilmeyen istekler?
Okul biter iş derler, iş başlar aşk derler, aşk olur evlen derler, evlenirsin çocuk derler, çocuk olur kendin büyütürsün “bunca yıl boşuna mı okudun, hadi artık çalış, çalışmıyorsan da ikinciyi yap” derler. Karşı hamle yapıp “sen mi büyüteceksin?” diye sorduğunuzda da “yok” derler.
“İnsanın en büyük hatası, kendi penceresinden bakıp; başkasının hayatını değerlendirmek ve yargılamaktır.”demiş Mirza Tazegül.
Hayatımızda karşımıza çıkan insanlarla empati yapabilmemiz bu kadar zor olabilir mi gerçekten?
Evliliklerinde belli bir yılı geçirmiş ancak çocuğu olmamış çiftlere, “bebek ne zaman geliyor?” derken, belki de çocuk sahibi olabilmek için uğraş veren ama bunu dile getiremeyen bir çiftin yüreğini acıtıyorsunuzdur farkında mısınız?
Annesi babası ayrı olan ya da onlardan birini kaybetmiş olan bir çocuğa “senin neden kardeşin yok, söyle annene babana sana kardeş yapsınlar” dediğinizde, o küçücük çocuğun neler hissettiğini düşündünüz mü hiç?
Tek çocuk olmak toplumda sanıldığı kadar kötü mü gerçekten?
Ben de bir tek çocuk olarak 37 yıllık tecrübem ile size bu durumun avantajlarından ve dezavantajlarından bahsetmek istiyorum. Konu ile ilgili yapılan araştırmalar da benim tecrübelerimi destekler nitelikte.
Avantajları;
Tek çocuklar;
– Ebeveyenlerin zaman ve ilgilerini başka çocuklar arasında bölüştürmeleri gerekmediği için anne babaları ile daha fazla vakit geçirirler.
– Aileler çocuklarının eğitimi için daha iyi öğrenme ortamları yaratabilir, daha çok kitap alır ve çocuklarının öğrenme sürecinde onlarla daha uzun ve yoğun birarada olurlar.Bu, çocuğun kendine daha çok inanmasına ve öz güven duygusunun artmasına yarar.
– Özellikle ilk yıllarda yetişkinlerle daha çok iletişime geçtiği için diğer çocuklara göre daha hızlı dil ve zihin gelişimi gösterirler. Bu da akademik olarak daha başarılı olmalarına sebep olur.
– Hemen hemen her zaman daha düzenli ve sorumlu olurlar. Başka çocuklar ile yaşamadıkları için anne-babalarının düzen ve çalışma tarzını benimserler.
– Yalnızlığa nasıl uyum sağlayacağını bilir ve zihinsel çaba gerektiren hobiler edinirler. Okumayı daha çok sever, resim yapar, müzik ile uğraşırlar.Hayal güçleri daha gelişmiştir.
– Genellikle evin ilgi odağı oldukları için baskın karakterlilerdir. Liderlik özellikleri daha fazladır.
– Daha sosyaldirler.
– Ergenlik çağında aile ile yaşadığı çatışmalarda yalnız mücadele vermek zorunda kalırlar. Örneğin gece dışarı çıkmak istediklerinde izinlerini kendi çabaları ile aldıkları için; hayatta da hep tutuklarını koparırlar.
Avantaj mı yoksa dezavantaj mı olduğunu bilemediğim durumlarda var.
– Aile içinde dengeyi sağlayıp anne-baba arasında köprüyü kuran, her ikisini de anlayıp tarafsız olmak durumunda kalan kişidirler. Bu nedenle, daha küçükken ailesini anlamak için daha çok düşünmeye, sorgulamaya gerek duyarlar.
– Ebeveyenlerinin mutluluğu ve sağlığından kendilerinin sorumlu olduğunu hissettikleri için kimi zaman çok daha çabuk olgunlaşırlar.
– Mahremiyetlerine daha düşkündürler. Hep kendilerine ait ayrı bir odaları olduğu için, her zaman kendilerine ait olabilecek bir yer arayışına girerler.
– Sevgiyi hep almaya alışık oldukları için, içine girdikleri toplumlarda da sevilme ihtiyacı hissederler.
– İnsancıl ve arkadaş canlısıdırlar. Arkadaşlarına çok bağlanırlarlar, arkadaşları tarafından kolay sömürülmeleri ve hayal kırıklığı yaşama ihtimalleri daha yüksektir.
Dezavantajları;
– Kardeşler arası ilişkilerin değişmez parçası olan yarışma ve çatışma durumlarını yaşamadıkları için, kriz ile başa çıkabilmesinde ihtiyacı olan davranış mekanizmasını geliştiremediğinden, başkaları ile olan çatışmaları çözmede yetenekli olmayabilirler.
– Ellerindekini paylaşmak zor gelebilir.
– Anne-babalarının geleceğe dair tüm beklentilerinin, umutlarının odağıdırlar.Bu yüzden kendilerinden önce hep onları düşünürler. Zaman zaman kendi doğrularından ve en önemlisi hayatlarından ödün vermek zorunda hissederler.
– Kaybetme korkuları daha fazladır
– Ebeveyenlerinin onlara kızmasından, küsmesinden, darılmasından endişe duyarlar. Bu nedenle herhangi bir hata yaptıklarında karşı tarafın gönlünü alabilmek için daha kolay özür dilerler.
– Daha hassas ve kırılgandırlar.
Aslında çocuk gelişiminde en önemli olan çocuğun tek olmasından çok nasıl yetiştirildiğidir.
Tek çocuk olmak anne-baba tutumları ile saltanata ya da sendroma dönüşür.
Saltanata dönüştürebilmek için; çocuğun yaşıtları ile birlikte olması için fırsat yaratmak, mümkünse oyun gruplarına götürmek, 3 yaşında kreşe göndererek, kardeşli bir ortamda öğreneceği paylaşma, itişme-kakışma ve sonunda barışma, tartışma ve sorun çözebilme gibi becerileri kazanmasına yardımcı olmak, her istediğini istediği anda yerine getirmeyerek beklemeyi, sabretmeyi öğretmek, söz hakkı vermek ancak tüm kararları O’na bırakmamak, ailenin belirlediği seçenekler içinden seçmesini sağlamak, yaşına uygun kurallar koymak, iyi ve sıkı bir iletişim ortamı yaratarak duygularını paylaşmasını, ifade edebilmesini sağlamak, benmerkezci tutumlarına engel olmak ve paylaşımcılığını desteklemek, çocuğa değer vermek, onu bizim beklentilerimizi karşıladığı için değil de, “O” olduğu için sevdiğimizi göstermek, aşırı korumacı tutum ve tavırlardan kaçınmak, tek başına yapabileceğiniO’na göstermek, O’nun da ayrı bir birey olduğunu kabul edip özgür bırakmak, kararlarına saygı duymak ve fikirlerine değer vermek çok önemlidir.
Her ailenin yapısı, yaşam şekli, hayata bakış açısı, hayalleri farklı. Kimi bir yapar, kimi üç, kimi beş, kimi hiç… Bu her ailenin kendi insiyatifinde olmalı. Bizden de aile büyüklerimize ve sevgili doktorlarımıza ufak bir not : “Biz böyle üçümüz çok iyiyiz”
Yeni bir yıla girerken, gönlünüzden geçen her ne var ise gerçekleşmesini diliyorum.
Aileniz ve tüm sevdikleriniz ile birlikte sağlıklı, huzurlu ve mutlu nice yıllara…
Sevgiyle…