Kadim Asya Türk topluluklarının inanç sistemine “Doğa Kültü” denebilir. Kült sözü toplumun inanç sistemini ve bu inançtan kaynaklanan gelenekleri, adetleri ve simgeleri ifade eder. “Gök Tengri” inancı da doğa kültü ile ilgilidir zira gök, doğanın uzantısı sayılabilir. Kadim Türklerin inanç sistemine Canlıcılık (Animizm) de denebilir. Kült sözü ise bir toplumun tüm dinsel geleneklerini, inançlarını ve tapınma biçimlerini içerir. Doğa kültü Canlıcılıktan daha geniş kapsamlı olup, dağ, dere, göl gibi doğal oluşumların dahi ruh taşıdıkları inancını içerir.
Asya toplumlarının inanç sitemi şamanlıktan ve doğa kültünden kaynaklanmıştı. Doğaya olan saygılarından, kendileriyle özdeşleştirdikleri bazı hayvanlara da saygı duyuyorlardı. Ancak bu hayvanlara tapmıyorlardı, sadece onlara hayranlık besliyorlar ve değer veriyorlardı. Bu yazımda Türklerin değer verdiği hayvanlardan söz edeceğim.
Kaplumbağa
Kaplumbağa, evini sırtında taşıyan ve çok uzun ömürlü olması itibariyle, Asya toplumlarında hayranlık uyandırmış olan bir hayvandır. Asya’da birçok bölgede kaplumbağa heykeli ile karşılaşıyoruz. Kışın alçak ovalara inen ve yazın yüksek yaylalara taşınan yarı göçer Türkler ile Moğollar, sırtında evini taşıyan kaplumbağa ile kendi yaşam tarzları arasındaki benzerlik görmüşlerdir. Bu nedenle kaplumbağa heykellerini geçtikleri yol kenarlarına dikmişlerdir. Bu yollardan geçenler bir dilek dileyerek, kaplumbağa heykelinin üstüne küçük taşlar bırakırlar. Üstte bir kaplumbağa heykeli ve üzerine konmuş küçük taşları görüyoruz [1].
Kurt
Kurt topluca avlanan yırtıcı bir hayvandır. Avına tek başına değil, grup halinde saldırır ve kurtların ulumaları da çok uzak mesafelerden duyulur. Türkler de ordu oluşturarak toplu halde düşmana saldırdıklarından kendileri ile kurtlar arasında benzerlik bulmuşlardır. Bu yüzden kurdun ulurken duruşu kadim Türk toplumlarının önemli bir simgesi olmuştur. Altta solda uluyan bir kurdu, ortada 1922 yılında eski Türkçe yazılı bir posta pulunu ve sağda 1929 yılında çıkartılmış bir posta pulunu görüyoruz.
Ulumak sözü “ulu” kökünden türer ve kutsallıkla ilişkilidir. Bu kök sözcüğün Türk kökenli Etrüsk dilinden Latinceye geçtiği görüşündeyim. Zira İtalyanca kurt sözünün karşılığı lupo olup, Fransızca kurda loup (okunuşu lu) denir. Her iki sözcük ulu kökünden türemiş olabilir. Etrüsklerden diğer bir yazımda söz edeceğim.
Nitekim Roma şehrini kurmuş olan Romus ve Romulus kardeşleri emziren de bir dişi kurt olduğu söylenir. Altta solda Romus ve Romulus heykelini, sağda Göktürk bayrağındaki kurt resmini görüyoruz.
Türk Ergenekon destanında da dişi kurt Asena’nın dağlarla çevrili bir bölgeden Türk boylarının çıkabilmesi için yol göstermiş olduğu belirtilir. Asena adı As-Ana sözcüklerinden oluşmuş olup, Asyalı yönetici kadın şamanı tanımlar. Bu isim bize kadim Asya toplumlarının anaerkil olduklarını çağrıştırmaktadır. Çin kaynakları Türklerin Açina boyundan türediklerini kaydeder. Türk Şamanlığı adlı kitabında Fuzuli Bayat, Aşina soyunun bir Şaman ailesinden geldiğini yazmaktadır [2].
Dağ Keçisi
Kadim Türklerin önem verdiği bir diğer önemli hayvan dağ keçisidir. Ancak onlar bu hayvana dağ keçisi demiyorlardı, teke diyorlardı. Teke dağ keçisinden farklıdır. Dağ keçilerinin boyu 1 metre kadar olan uzun ve kıvrık boynuzları vardır ki, evcil koçta böyle boynuz bulunmaz. Dağlık bölgelerde yaşayan son derece çevik ve süratli bir yaratık olan dağ keçisi, en yüksek tepelere büyük bir rahatlıkla tırmanabildiğinden, Türklerin hayranlığını kazanmış, onlar için güç, kuvvet ve çeviklik simgesi olmuştur. Altta Kırgızistan’daki Saymalıtaş bölgesinden kayalara çizilmiş dağ keçisi figürleri görüyoruz.
Saymalıtaş bölgesinden dağ keçisi örnekleri
Kazakistan’ın Issık gölüne yakın bir kurganda bulunmuş olan Altın Elbiseli adamın başlığında iki tane kanatlı dağ keçisi süsü bulunmaktadır. Bu figürlerin başlığa takılmış olmaları dağ keçilerine verilen önemi belirtiyor. Ayrıca kanatlı oluşları göksel bir ilişkiye de işaret ediyor.
At
Asya Türkleri için at son derece önemli bir hayvandı. Hem binek hayvanı hem de yük taşımakta yardımcı idi. Zaten atın anavatanı Asya bozkırlarıdır. Atı ilk ehlileştirmiş olanlar da Asya halklarıdır. Bir insan toplumda ne kadar önemli ise, o kadar fazla atı vardı. Sadece yaşarken değil, öldüklerinde de atlarıyla gömülürlerdi. Asya kurganlarında yerin 8 metre dibinde tahtadan bir oda yapılır ve içine ölen kişinin tabutu yerleştirilir. Hatta yanına yaşarken önem verdiği bazı eşyalar da bırakılır. Tahta odanın üstüne de o kişinin atları kurban edilip serilirdi. Bazı kurganlarda 25 at iskeleti bulunmuştur. At kurban etme geleneği özel bir ayin oluşturur ve atın alnına vurulan bir tek darbe ile kurban gerçekleşirdi.
Altta Altın Elbiseli adamın taşıdığı kamanın kını üzerindeki altın at figürünü görüyoruz. Atın arka bacaklarının göğe doğru dönmüş olmaları, bu atın kurban edilmiş olduğuna işaret ediyor.
Kaynaklar
[1] Namsrain Ser-Odjav, Treasures of Mongolia, Unesco Courier, Mart 1986, sayfa 30.
[2] Fuzuli Bayat, Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı, sayfa 118, Ötüken yayınları, 2006.
Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.