İnsan türünü değerli yapan şey nedir sence diye sorsaydı bana birisi, bilinçli bir şekilde içinde yaşadığı evreni gözlemliyor olmasıdır derdim sanırım. Peki evreni değerli yapan nedir diye sorsalardı, insanı var etmiş olmasıdır derdim. İnsan tarafından gözlemlenen evren ve kendisini var eden evrenin içinde yaşayan insan…
Evrenin, milyonlarca yıla yayılan, bilinçli insanı geliştirme çabası ve karşılığında insanın binlerce yıla yayılmış evreni anlama çabası… Bilinçli gözlemci ve madde ilişkisi düşünüldüğünde [*1] sanki karşılıklı yapılmış bir anlaşmaya dayanıyor gibi, öyle değil mi?
Geçtiğimiz günlerde Avrupa Güney Gözlemevi ve Amerikan Ulusal Bilim Vakfı yetkilileri, birkaç gün içinde çok önemli bir bilimsel duyuru yapacaklarını açıklamışlardı. Günlerdir duyurulan, merakla beklenen çok önemli bilimsel açıklama, geçtiğimiz çarşamba (10 Nisan 2019’da) tüm Dünya’da canlı yayınlanan bir basın toplantısı ile yapıldı. Bazı haber kanalları normal yayın akışlarına, bu önemli bilimsel açıklamayı dahil etmişlerdi; değerli fizikçimiz Prof. Metin Arık hocamız da o gün iki farklı haber kanalına konuk olmuş, canlı yayında açıklama öncesi bazı değerlendirmeler yapıyor, gerçek bir merakla kendisine yöneltilen soruları yanıtlıyordu. Çok uzun zamandır ülke gündemimizi işgal eden günlük siyasetten, sanki olduğundan daha yüce bir şeymiş izlenimi verilmiş basit çıkar kavgalarından şöyle bir saat kadar birazcık uzaklaşır gibi olduğumuzu, ülkece bir nefes aldığımızı hissettim. Helalinden bir nefes.
Yabancı basında ise bizde olduğundan çok daha geniş şekilde yer aldı bu açıklama, uluslararası haber kanallarında açıklamayı enine boyuna konuşup değerlendiren birkaç önemli bilim insanı vardı; konuya ana akım medya, yayın akışlarında daha çok zaman ayırmıştı; daha çok ön hazırlık yapıldığı her halinden belli oluyordu. Açıklama sonrası değerlendirmelerde de yine konunun batı dünya görüşlü ülkelerde, bizde olduğundan daha geniş şekilde yer bulduğunu, ilgi odağı birbirinden oldukça farklı pek çok sitede haberin az ya da çok bir şekilde yer bulduğunu şimdiye kadar takip edebildiğim kadarıyla söyleyebilirim. Fakat sonuç olarak açıklama tüm Dünya’da aynı etkiyi yaptı, şu veya bu şekilde benzer sonuçlara sebep oldu: Bilimsel meraka dokundu.
Açıklamanın içeriğinden de kısaca bahsedelim: ABD Ulusal Bilim Vakfı (NSF) ve Avrupa Güney Gözlemevi (ESO) ortaklığıyla yürütülen, Avrupa Birliği’nin de fon sağladığı ve Dünya’nın çeşitli yerlerindeki sekiz radyo teleskop cihazının müştereken kullanıldığı, Olay Ufku Teleskobu (EHT) adı verilen bir yazılım ve donanım ağı sistemi, 2012 yılından bu yana karadeliklerin olay ufukları üzerinde çalışıyordu. Açıklama, 53,4 milyon ışık yılı uzaklıktaki M87 galaksisinin merkezinde, 6,5 milyar Güneş kütleli bir karadelik adayı gökcisminin, çevresindeki kütleçekimsel etkilerin, radyo astronomik yöntemlerle tespit edilmesiyle oluşturulan bir kompozit görüntünün sunumu eşliğinde yapıldı. Görüntünün gerçek radyo astronomi verilerinden elde edilen kompozit bir görüntü olduğunun altını çizmekte yayar var çünkü daha şimdiden görüntüyü “fotoğraf” diye tanımlayarak kaleme alınan makaleler internet sitelerinde boy gösteriyor. Görüntü tüm Dünya’da haber sitelerine “İlk kez bir karadelik görüntülendi” diye servis edildi. Pek çok bilim sitesi haberi “Einstein’ın haklılığı kanıtlandı, Genel Rölativite’de bir hata yoktur” anlamında sözlerle okuyucuya sundular. Oysa konu radyo astronomi, astrofizik veya uzay fotoğrafçılığı olduğunda, fotoğraf nedir, kompozit görüntü nedir, veri analizinin görselleştirilmesi nasıl yapılıyor, simülasyon nedir gibi soruların tane tane ele alınması gerekiyordu. Her zaman olduğu gibi, insanların kompozit bir görüntüye, cep telefonlarıyla çektikleri bir fotoğrafa bakar gibi bakıp öyle algılamalarının kasıtlı olarak önüne geçilmedi. Bilimsel bir algı operasyonu yapıldı ve gayet başarılı oldu.
Ben ve benim gibi aykırı sesler içinse açıklamanın sürpriz bir tarafı yoktu, tam da beklediğimiz gibiydi, batı merkezli indirgemeci dünya görüşünün dev oyuncakları biraz daha para istiyordu; tek ve yanılmaz otoritenin kendileri olduğunu tekrar tekrar ilan ediyor, kendi kendisine “Yanıldık mı” diye soruyor “Hayır, yanılmadık” diye yine kendisi cevaplıyordu.
Açıklama öncesi, kuantum fiziğindeki aykırı sesimiz olan, değerli fizikçi ve felsefecimiz Prof. Gediz Akdeniz hocama, ne tür bir açıklama beklediğini sormuştum; yapılacak olan açıklamanın teknolojinin ve bilim dünyasındaki hegemonyacı düşüncenin hizmetinde olan, ana akım, büyük çalışma gruplarının; onları sorgulayan ve “rahatsız eden” küçük ekiplere karşı bir gövde gösterisi olacağını söylemiş ve kibarca “ödenek isteyeceklerdir” diye eklemişti, haklı çıktı. Bu türden çok çok önemli(!) bilimsel vaazların sonu nedense hep aynı oluyor, “Camiye bi yardım ediverin muhterem cemaat” minvalinde sonlanıyor. Bu açıklamadan sonra bilim dünyasının ne konuşacağını, yine elbette bilim insanları tartışacaklar fakat açıklamanın bilim felsefesi yönü beni daha çok ilgilendiriyor.
Batı merkezli indirgemeci dünya görüşünün “biz biliriz” tavrı hakimdi baştan sona yapılan açıklamaya.
Peki nedir batı merkezli indirgemeci dünya görüşü?
Örneğin Galile’nin basit sarkacın hareketini açıklayacak bir fizik formüle ulaşabilmek için, katedralin tavanından sarkan avizenin tüm detaylarını görmezden gelip, sanat şaheseri bir avizeyi, aynı salınım hareketini ağırlıksız bir ipin ucunda yapan, noktasal bir ağırlık olarak zihninde canlandırmasıdır indirgemeci düşünce sistemi. [*2] Peki sanat eseri bir avizenin detaylarını görmezden gelmek, avizenin içindeki sırrı keşfetmek midir yoksa tasarımcısının sanatını yok saymak mı? Bu yöntem işe yarıyor, sonuç veriyor olsa bile, bu sonucu elde etmek için varoluş gerçekliğinden bir miktar uzaklaşmış olmayı kabul etmiş olmuyor muyuz? Kaotik gerçekliği izlemeyi bırakıp, simülatif bir sanal gerçekliği çalıştırmayı tercih etmiş olmuyor muyuz? Galile bu kabulü yapmasaydı muhtemelen basit sarkaç formülünü asla elde edemeyecekti fakat bu zihinsel tasarım ve neyin önemli neyin önemsiz olduğuna dair yapılan ön kabul, felsefi bir tartışmayı da beraberinde getirmişti:
Neyin önemli olduğunu kim biliyor?
Astrofizik bir konuyla ilgili yapılan bir basın duyurusunda bile sıkça “top – bottom, clockwise” ifadelerini duyduğunuzda şunu anlıyorsunuz ki birisi, bir gökcisminin alt tarafının, üst tarafının neresi olduğuna sizin adınıza karar vermiş; neresinden bakmanız gerektiğini sizin adınıza seçmiş, dolayısıyla cismin yaptığı rotasyon hareketini sizin için saat yönünde diye tanımlamıştır.
Ay’ın alt tarafı neresidir sevgili okur?
İstanbul’dan Ay’a bakan Ali Rıza’nın “alt” dediği tarafa, aynı anda Melbourne’den Ay’a bakan Katy “üst” demiyor mu? Entelektüel bir birey, bir başkasının, kendisi adına tercih yaptığını hissetmekten rahatsız olur; bu durumun tek istisnası bu tercihi Tanrı’nın yaptığını hissetmesidir. Bu sebeple entelektüel birey, örneğin iklim mühendisliğine karşı çıkar; nereye ne kadar yağış düşeceğine Tanrı karar vermelidir veya hiç kimse karar vermemelidir. Birilerinin bu kararı verebilme yetisini kendilerinde bulmaları, entelektüel bireyin, kendisi üzerinde bir üstünlük kurma çabası hissetmesine ve tam bağımsızlığının zarar gördüğünü düşünmesine sebep olur.
Batı merkezli indirgemeci düşünce sisteminin yaptığı şey görünürde, orta çağdan bu yana din otoritesini elinde tutanların kullandıkları yetkiye meydan okumak, din sınıfının hakimiyetlerini tartışmaya açmak olsa da özünde ve aslında indirgemeci düşünce sistemi, dini otoritenin yaptığı şeyin aynısını yapıyor, kitlelerin kontrolü için yeni bir tapınak inşa ediyordu. Aykırı seslere tahammülü yoktu. Kim ne derse desin, bazen paralelmiş gibi görünebilen, bazen de kafa kafaya çakışabilen Din – Bilim ikilemi, daha geniş bir açıdan bakıldığında, aynı amaca yönelik iki farklı metottan başka bir şey değildir. Amaç kitlelerin kontrol edilmesidir; din ile bilim arasındaki görünürdeki çekişme ise iki kardeş arasındaki taht kavgası, iktidar mücadelesidir. Daima bir yöneten sınıfının, geniş bir yönetilenler kitlesi üzerinde hakimiyet kurması ise değişmeyen sonuçtur. Din, neyin iyi neyin kötü olduğunu; neyin önemli neyin ihmal edilebilir olduğunu yalnızca Tanrı’nın bildiğini söyler (ki bu satırların yazarı da bu görüştedir) ve fakat hemen arkasından Tanrı adına Dünya’da söz söyleme yetkisinin sadece kendilerinde olduğu bir “Ulema” sınıfı, “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” gibi kavramlar inşa ederek kitleler üzerinde bir hakimiyet kurma mekanizması haline gelir. Bilim ise neyin iyi neyin kötü olduğunu; neyin önemli neyin ihmal edilebilir olduğunu insan aklının da bulabileceğini iddia eder (ki bu satırların yazarı bu görüşe de gayet saygılıdır) fakat yine hemen arkasından, bu akıl yürütme sürecine yetkili bir ehil kişiler sınıfı ve popülaritesi parlatılmış dahi bilim insanları inşa ederek dinin yaptığı şeyin aynısını yapmış olur. Din ile bilim arasındaki fark, sadece metot farkıdır. Bu sebeple bilimsel otoriteye bilimsel yöntemlerle meydan okuyan aykırı sesler, Mekkeli müşriklere meydan okuyan aykırı sesler kadar değerli devrimcilerdir.
Bir galaksi merkezinde bulunduğu tahmin edilen karadelik adayı bir gök cisminin, tahmini olay ufku etrafındaki ışınımın ilk kez görüntülendiği ve dolayısıyla karadeliklerin varlığına dair ilk somut kanıtın açıklandığı tarih olarak kaydedildi 10 Nisan 2019 tarihi. Bilim tarihi açısından önemli bir gün oldu elbette. Elde edilen sonuçların izafiyet teorisiyle çelişir hiçbir yanı olmadığı da söylendi yetkili ağızlardan. 10 Nisan 2019 tarihi, Galile sonrası fizik, rölativite ve batılı dünya görüşü taraftarlarının hanesine bir zafer günü olarak yazılmıştır. Tarih, kazananlar tarafından yazılır fakat evreni değiştirme gücü kazananların elinde değildir.
*1 – https://www.sechaber.com.tr/cift-yarik-deneyi-ve-felsefi-sonuclari/
*2 – https://www.youtube.com/watch?v=mxyD0k4hBcw
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.