Paskalya Adası, Isla de Pascua, Easter Island, Rapa Nui, gibi isim çeşitliliğiyle anılan bir cennetten bahsetmek istiyorum sizlere. Bugün Şili’ye bağlı bir ada olarak bilinen ve fakat antik zamanlarda, Mu Kıtası’nın bir parçası olan Paskalya Adası.. Tarih öncesi zamanda, Cennet denilen, Ana Yurt denilen Mu Kıtası’nın, parçalanıp batmadan önceki 7 kutsal bölgesinden biriydi Paskalya. Bugün Pasifik’te bulunan yüzlerce minik minik adalar gibi, o da bir parçasıydı Ana Vatan’ın. Hindistan, Tibet ve Meksika’da bulunan ve bugün yazık ki ‘kayıp’ edilen, sadece çizimleri kalan binlerce yıllık el yazmaları ve tabletler, glifler sayesinde öğrendik ki Mu Kıtası, bilinen en eski yerleşimdi Dünya Gezegeni’nde. Somut kanıtların yanında, spiritüel bağlantılar ile de ulaşılan sonuç budur. İnsanız ve soruyoruz haliyle ; Peki Mu’dan önce nerdeydik!?
Belki de pek çok yerdeydik. Ve Dünya Gezegeni’nde buluştuk..
Gelelim Paskalya’ya.. Haritaya baktığımızda bu ada, toplu iğne başı kadar bile gözükmemektedir. Kerelerce yakınlaştırdığınızda görebilirsiniz. Pasifik’te yer alan adalar diye araştırdığınızda, sadece belli yüzölçümdeki adaları listeler. Adı bile olmayan adalar vardır okyanusta. Bunlar yer almaz listelerde. Yapbozun minik kayıp parçalarıdır her biri.
Pasifik’te batık bir kıtanın varlığından ilk olarak, 1930’larda telaffuz edilmeye başlanmıştır. 1977’de, Amerikalı jeofizikçiler bu kıtaya Pasifika adını verdiler. Pasifika + Avustralya + Antartika olacak şekilde, aslında tek kıta olduğunu fakat volkanik hareketler, depremler; farklı zamanlardaki tektonik hareketler sonucu kıtanın 3 parçaya ayrıldığını açıkladılar. 70’lerde yapılan bu açıklamalar, günümüzde daha net anlaşılmaktadır. Örneğin, 2017 yılında yayınlanan haberlerde şöyle diyordu; “Pasifik’te yeni bir kıta bulundu”
Bilim insanları, Avustralya’nın doğu ve güney doğusunda uzanan, Yeni Zelanda’yı da içine alan, okyanus altında büyük bir kara parçası olduğunu ve bunun yeni bir kıta olabileceğini açıkladı. Amerika Jeoloji Topluluğu dergisinde yayımlanan açıklamaya göre, Zelandiya ismi verilen bu batık kıtanın yüzölçümü, 5 milyon kilometrekare..
Zelandiya ismi, jeofizikçi Bruce Luyendyk tarafından 1995 yılında koyulmuş olsa da, bu kıtanın Mu Kıtası olduğunu iddia edenler de olmuştur. Oysa ki, Mu Kıtası çok daha büyüktür ve fakat Zelandiya şimdilik, Mu Kıtası’nın keşfedilmiş en büyük parçasıdır. Bunu kadim tabletler işaret etmektedir. 2019 yılına girmeden henüz evvel, yazılarını takip ettiğim uzman astrologlar, bu yılın büyük buluşlara, özellikle de arkeolojik keşiflere ev sahipliği yapacağını yazmıştı. Bu keşiflerin, Zelandiya Kıtası ile başladığını varsaydığımızda ve buna, Mu Kıtası’nın batısında, Endonezya ve Avustralya’nın kuzeyinde yer alan Filipinler’deki, Luzon Adası’nda bulunan kemikler üzerine yapılan araştırmalar sonucunda yayınlanan “Yeni İnsan Türü Keşfedildi” haberlerini eklediğimizde, 2019 yılında daha ne muhteşem keşifler yapılacağını tahmin edebilir miyiz? Karadelik haberini unuttum sanmayın. Unutmadım fakat onunla ilgili hâlen netleşmemiş soruları görüyorum. Beklemeyi ve görmeyi tercih ediyorum.
Ne diyorduk.. Evet, Paskalya. Paskalya Adası, minicik cüssesiyle 3 volkana ev sahipliği yapan üçgen bir ada. Nüfusu az bir yerleşim. Coğrafi olarak, okyanusun ortasında yalnız ve bu yüzden Dünya’dan izole olmuş bir yer. Kalabalıklardan kaçmak isteyenler için ideal..
Yerel dilde {Polinezya dili} kendilerine Rapa Nuiler diyen halk, medeniyetten uzak bir hayat sürmekte ise de, yine de oldukça fazla turist çeken bir ada Paskalya. Moai denilen devasa heykeller, bu heykelleri taşıyan ve Ahu denilen kaideler, heykellerin üzerinde bulunmuş ve hâlen ne yazdığı çözümlenememiş ahşap tabletler, minicik bir ada demişsek de adada yer alan bir tünel, bir mağara ve dâhi petroglifler..
Neler oluyor dedirtmiyor mu size de?
Her şey, hepsi birbirinden ilginç gerçekten. Bir adadan bahsediyoruz, dört bir yanı okyanus ve fakat tünel var. Nereye çıkıyor tünel; doğal olarak okyanusa. Fakat ilginç şekilde bu tünel karada değil.. Fotoğrafta gördüğünüz gibi, yüksek bir yamaçta bitiyor tünel. Ordan ya atlarsın deliysen, değilsen de uçarsın! Nasıl uçarsın peki!? Bir gök sandalı ile mesela..
Neden böyle diyorum açıklayayım.. Paskalya Adası küçük bir adadır fakat büyük sırlar barındırır. Adada dikili bulunan Moailerin, {yerel dilde ‘heykel’ anlamına gelmektedir} 8 ve 12 metre arasında değişen boyları vardır. Ağırlıkları ise 80 ton ile 90 ton arasında değişir. Bazı heykellerin başında kırmızı ‘şapka’ vardır. Sadece bu şapkaların ağırlığı bile 10 tonu geçebilmektedir. Üstelik bu şapkaların, heykel bitip yerine konduktan sonra başına yerleştirildiği tespit edilmiştir! Adada 1500’den fazla Moai bulunmaktadır. Yaşları bilinmeyen bu heykellerin her biri, blok hâlinde kesilmiş tek bir volkanik taşın şekillendirilmesiyle yapılmıştır. Bu taşları hangi araçlarla şekillendirdiklerinin yanında, adanın dört bir yanına nasıl taşıdıkları da cevapsızdır. Bazı ilginç yorumlarda, adadaki ağaçları kesip bunlar üzerinden kaydırarak kıyıya taşıdıkları yazar. Öyle mi gerçekten!? Öyleyse, tüm adayı saran bu heykeller için kaç ağaç gerekli olmuştur diye düşünmeden edemiyor insan. Zaten vardıkları sonuç, ‘Paskalya Adası’nda ağaç bu yüzden yoktur, kalmamıştır’ şeklindedir.{!?}
1500’den fazla Moai olduğu cümlesini gelin biraz açalım ;
Tüm kıyı şeridini çevreleyecek şekilde, 1 km arayla Ahu adı verilen platformlar üzerine dikilmiştir bu heykeller. Her Ahu arası, yaklaşık 1 km’dir ve toplamda 250 ahu ve ahular üzerinde 288 moai vardır. Bunların dışında 1600 civarında da, zarar görmüş heykel çevreye dağılmıştır. Bunların bir kısmı toprak altında, bir kısmı toprak üstündedir. Ahuları oluşturan taş işçiliği oldukça önemlidir, kezâ okültistler bu işçiliğe dayanarak, Tiwanaku ve Paskalya kültürünün aynı halka ait olduğunu iddia etmektedirler. Tiwanaku, Bolivya’da bulunan arkeolojij bir bölgedir. Okültistlerin dikkat çektiği taş işçiliği Peru’da, Cusco ve Machu Picchu’da da bulunmaktadır.
Yazının başında bahsettiğim 3 volkandan biri olan Rano Raraku’nun kraterinde, yarım bırakılmış ve tüm heykellerden çok daha büyük olan bir moai bulunmuştur. Adeta moailerin lideri gibi görünmektedir. Tüm heykeller, yüzleri okyanusa bakacak şekilde dizilmiştir. Gözcü gibidirler. Okyanustan gelecek olan bir ‘şeyi’ gözetlerler. Bu umutlu bir bekleyiş midir yoksa, dikkat kesilmiş bir koruma mıdır? Okyanusa bakan bu heykeller dışında sadece bir tek grup moai, adanın içine bakar! Baktıkları yer, Rano Raraku kraterinde yarım bırakılmış ve tüm heykellerden çok daha büyük olan bir moaidir.
Tek kalıptan çıkmış gibi tamamen birbirleriyle simetrik olan bu heykellerin bazılarının boynunda, ahşap tabletler bulunmuştur. Bu tabletler, özel bir maddeyle cilalanmış ve böylece zamanın yok ediciliğinden korunabilmiştir. Bugün müzede sergilenen tabletlerdeki yazı, Rongorongo diye adlandırılan bir yazı türüdür ve henüz çözülebilmiş değildir. Aynı yazı türüne, Honolulu, Santiago ve Avrupa’nın bazı yerlerinde rastlanmış ve toplamda, bu dilde yazılmış 25 adet tablet bulunmuştur. Bugün bu yazının çözülebilmesi çalışmalarında, bilgilerine başvurulan yerel halk Rapa Nuiler, bu yazıyı okuyamadıklarını ve bu yazının, adayı terkeden ‘ilk yapıcılar’ tarafından yazıldığını söylemektedirler. Çeşitli şekiller, desenlerden oluşan bu yazı türünü çözmek belki de, bahsettiğimiz gibi 2019 yılına tarihlenecektir. Her şey mümkün.
Antik anlatımlarda, ‘Kuş Adamın Ülkesi’ olarak geçen Paskalya Adası’nda bir tünel ve bir de mağara vardır. Tünelde ve mağarada da çizimler ve semboller bulunmaktadır. Mu Kıtası hakkında bilgiler içerdiğini rahatlıkla düşünebiliriz, hem mağara/tünel çizimlerinin, hem de moailer üzerine çizilmiş sembollerin ve tabii elbette bulunan ahşap tabletlerin. Kuş Adamın Ülkesi’nde, bolca kuş sembolü kullanılmış pek tabii ki. Peki kimdir bu kuş adam. Ya da adamlar.. Mu Kıtası araştırmalarım sırasında, Pasifik Adası halklarının anlattığı pek çok ‘hikâye’ okudum. Hepsinde de, tanrı olarak gördükleri gökten gelen varlıklardan bahis vardı. Gelip, onlara hayatı öğreten, yapılar inşa eden, tarımı öğreten, kurallar koyan ve tüm işleyişi sağladıktan sonra giden ‘tanrılar’.. Gittikleri yer ise, okyanusun altı! Beyaz adamlar diye bahsederler onlardan. Öyle ki, atalarının geldiği yerin okyanusun ortasında olduğunu ve yaşanan büyük tufan sonrasında ölenlerin, ‘suyun dibine ; beyaz adamların uyudukları yere indiğini’ söylerler. Tüm bu anlatımlar sonucunda gelinen nokta, işgalci ülkeler gelmeden önce birbirlerinin varlığından bile haberdar olmayan bu ada halklarının, ortak atalardan geldiği yönündedir. James Churchward ve Erich von Däniken, kendi zamanlarında bölgeye yaptıkları ziyaretlerden sonra, bu anlatımlara kitaplarında yer vermişlerdir. Erich von Däniken, birbirlerinden çok uzak adalarda yaşayan bu insanların, ortak masallara, ortak fiziki görünüme, aynı törelere, aynı dini inançlara ve uygulamalara ve aynı yokoluş anlatımlarına sahip olduklarını söyler. Gökten ışıltılı gemilerle gelenler ve onlarla bir süre birlikte sürdürülen hayat.. Şu çok net ki; bu insanlar aynı, tek bir ortak atadan geliyordu. Bu atalar, Mu Kıtası’nda yaşıyor olmalıydı. Neden olmasın..