Atatürk’e göre, Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarıdır ama Havzalıların yeri farklıdır;
-…”Kahraman Havzalılar! Sizinle en elemli ve yaslı günlerde tanıştım. Aranızda günlerce kaldım. Eğer Havzalıların o samimi ve içten iyi kabulleri olmasa ve eğer Havza’nın yararlı ve şifalı kaplıcaları sağlık durumum üzerinde olumlu bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki inkılap için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki, Havza’ya ve Havzalılara çok borçluyum. Kalbi bağlılığımı ebediyen saklayacak, sizi hiç unutmayacağım. Muhterem Havzalılar, ilk cüreti, ilk cesareti gösteren, ilk teşkilatı yapan siz oldunuz! İnkılap ve Cumhuriyet Tarihi’nde, kahraman Havza’nın ve Havzalıların büyük bir yeri vardır.”
Aşağıdaki görsel de, Atatürk’ün, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıktıktan altı gün sonra, Dokuzuncu Ordu Müfettişliği Karargâhı’nı naklettiği 18 gün boyunca Havza’da ikamet ettikleri, 1985’te müze haline getirilen ‘Mesudiye Oteli’ binasını görmekteyiz.
25 Mayıs 1919’da, öğleden sonra, otomobil ile Havza’ya gelerek, Ali Baba’nın Mesudiye Oteli’ni Ulusal kurtuluş Savaşı için ana karargâh seçen Atatürk, burada kaldığı 18 gün boyunca Kurtuluş Savaşı’nın ilklerini planlayıp hayata geçirmiştir. Bina daha sonra Belediye Dairesi olarak kullanılan binanın ikinci katı 1983’te “Atatürk Odası” olarak düzenlenip ziyarete açılmıştır. Odada, Atatürk’ün çalışma masası ve koltuğu, ilk Cumhurbaşkanlığı Forsu ve odanın duvarına asılı panoda “Atatürk’ün Havza’lılara Hitabesi” yer almaktadır.https://www.sechaber.com.tr/ataturk-ve-cumhurbaskanligi-forsu-1-bolum/
Atatürk, “İlk Kıvılcım Karargâhı”nı Havza’da kurmuş, “İlk Amasya Tamimi”ni de Havza’da kaleme almıştır. Yine, Orta Karadeniz’de katliamlar başlatan Pontus ve Ermeni çetecilere karşı Serdengeçtiler Teşkilatı’nı kuran (1919) Hasan Bayram Çon, Mustafa Kemal’e “İlk Destek” veren yerel direnişçi olurken, Emperyalist işgale karşı “İlk Miting” Havza’da yapılmıştır. Mitingde “İlk Direnişe Çağrı” konuşmasını Havza’da yapmıştır. İstanbul’daki padişaha, Milli Mücadele’nin başladığı haberini bildiren “İlk Telgraf” Havza’dan çekilirken, Atatürk’e karşı Serbest Fırka’yı destekleyen Havzalılar, yine Atatürk’e “ilk karşı oy” kullanmışlardır.
Enver BehnanŞapolyo, Atatürk’ün Havza ve Amasya’daki faaliyetlerine yer verdiği eserinde;
(—)”Atatürk’ün Samsun’dan Havza’ya geleceği haberi şâyi oldu. Kaymakam Fahri Bey, Havza esnafına: “Bir iki gün sonra Mirliva Mustafa Kemal Paşa adında bir zat Havza’ya gelecektir. Böbreklerinden rahatsız olduğu için kaplıcalarda kalacaktır” demesi üzerine kendisine Mesudiye Oteli ile Aliağazâdelerin konağı hazırlandı. 25 Mayıs 1919 akşamüstü geldiler. Osmanağazâdelerin evinde akşamı geçirdikten sonra Mesudiye Oteli’ne yerleştirildiler.
Atatürk’ün Havza’da kaldıkları Mesudiye Oteli’nin sahibi Ali Baba hatıralarını şöyle anlatmıştır:
”Bir gün kazamızın Kaymakamı Fahri Bey beni yanına çağırttı. ‘Mustafa Kemal Paşa, senin otelini çok beğendiğini ve hamamlara da yakın olduğunu söyledi. Oteli bir ay için kapı kapamacasına kirayla tutmak istiyor ne dersin?’ dedi. Ben de 150 lira istedim. Beni yaveri çağırttı ve parayı verdi. Ben de anahtarları teslim ettim. Gidinceye kadar burada kaldı (13 Haziran 1919 Cuma)…” (Bakınız: Enver BehnanŞapolyo, “Mustafa Kemal ATATÜRK”, Yayına Hazırlayan; Yunus Emre Kaleli, 2018, Kopernik Kitap / Dolmabahçe AŞ., Sf:277)
Havza, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kalbinin attığı noktalarından biridir. Cumhuriyete uzanan savaşta, Samsun “İlk Adım” ise, Havza’da “İlk Kıvılcım”dır.
Cumhuriyete uzanan savaşta,“İlk Kıvılcım” Havza:
Karadeniz Bölgesi’nin orta kesiminde Samsun iline bağlı, Yeşilırmak’ın kollarından Tersakan Çayı’na karışan küçük bir derenin vadi yamaçlarında kurulmuş olup kaplıcalarıyla ünlü bir ilçemizdir. İlçemizin tarihi, kuruluş itibariyle Hitit uygarlığı dönemine dayanmaktadır. 1071 Malazgirt savaşından sonra Türk hâkimiyetine girmiş ise de haçlı seferleri sonucu sık sık el değiştirmiş, XIII Yüzyılda Selçukluların eline geçmiştir. Selçuklu Hanedanlığının çöküşünden sonra Canik Beyliği’ne daha sonra 1414’de (Bazı kaynaklarda 1418 verilir.) Osmanlı yönetimine geçmiştir. Osmanlı topraklarına katılan Havza, Rum (Sivas) vilayetinin Amasya sancağına bağlı bir kaza olarak yönetilmiş, 1882 yılında ilçe olmuş, 1925 yılında Amasya’dan ayrılarak Samsun’a bağlanmıştır.
Cumhuriyete uzanan savaşta, “İlk Adım” Samsun:
Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Milli Mücadele’yi başlatmak amacıyla Anadolu’da ayak bastığı Orta Karadeniz’in kıyı kesiminde yer almaktadır. Kent, 1428’de Osmanlı Devleti egemenliği altına girmiş, o dönemde suhte ve Celâli ayaklanmalarından, Anadolu’nun birçok yöresi gibi zarar görmüştür. 1869’da çıkan bir yangında kentin tamamı yandıysa da yeniden inşa edilmiştir.
I.Dünya Savaşı sırasında deniz ticaretinin durması, kent ekonomisinde ciddi sıkıntılar yaşanmıştır. 1915’te Rus donanması tarafından dört kez bombalanmış, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi günlerinde bağımsız “Canik Sancağı”nın merkez kazası ve Karadeniz’in en önemli ihracat limanı haline gelmiştir. O dönemde Rumların sayısının Müslümanlardan daha fazla olup, İtilaf Devletlerinin açık desteğini kazanan Rumlar, daha önce bölgede kurulan Pontus Rum Cemiyeti, Rum Teceddüd ve İhya Cemiyeti ve Rum Müdafaa-i Meşruta Cemiyeti yanı sıra Avrupa ülkeleriyle ilişkileri sürdürmek amacıyla Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti adı altında bir başka teşkilat kurmuşlardır. Bu yüzden Atatürk, Samsun’da uzun süre kalmayıp 25 Mayıs’ta karargâhını Havza’ya taşımıştır.
Atatürk, Havza’ya hareketinden birkaç gün önce 21 Mayıs 1919’te, Samsun’dan Genelkurmay Başkanlığı’na, 22 Mayıs’ta Sadaret makamına çektiği aynı telgrafında Samsun ve çevresindeki asayişsizliğin sebeplerini şöyle açıklamıştır:
(—) “Mütareke ’den sonra bütün Rumlar, Yunanlılık millî emelleriyle her tarafta şımardığı gibi bu havalide de Pontus Hükûmetinin kurulması gibi bir safsata etrafında toplanmış ve bütün Rum çeteleri düzenli bir program altında hemen tamamen siyasî bir şekle dönüşmüştür”
Erzurum ve Sivas Kongreleri sonrasında Anadolu’nun her tarafında olduğu gibi Samsun’da da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bir şubesi açılmış, bu arada, kentte Fransız işgali altındaki Maraş’taki zulmü kınamak amacıyla 1 Şubat 1920’de Samsun’da ‘Uyanış Mitingi’ düzenlenmiştir. Samsun, 1923’te ‘Canik’ olan adı değiştirilip il yapılmış ve Cumhuriyet döneminde mübadeleyle Yunanistan’dan gelen Türk göçmenler yerleştirilmiştir.
Bandırma Vapuruyla 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, neden Samsun merkezi ya da diğer ilçeleri seçmeden Havza’yı tercih etti? Samsun’dan 80 kilometre içeride bulunan Havza, stratejik ve sosyolojik bakımdan daha mı güvenli idi?
…”Atatürk’ü İstanbul’dan getiren Bandırma Vapuru 19 Mayıs 1919’da Samsun’a yanaşmıştı…
Atatürk saat 08.00’de merkez iskelelerinden karaya çıktı. Halk iki taraflı olmuştu. Silahları daha evvel işgal kuvvetleri tarafından alınmış bir müfreze selam resmini ifa ettiler. Hasta olan mutasarrıf evinden çıkamadığı için Dokuzuncu Ordu Müfettişini karşılamaya gelememişti. Belediye Reisi ’de yoktu. Vekâlet eden zât da arazisinin bulunduğu köy gitmişti. Belediye meclisinden bir zat olan Hacı Molla Atatürk’e şehir namına “Hoş Geldiniz” dedi.”
Atatürk askeri ve halkı selamladıktan sonra yaya olarak ikametleri için hazırlanmış olan, o sıralarda metruk bulunan ‘Mantika Palas’a gitti. Burada bir müddet istirahatten sonra belediyeye gelerek yarım saat kadar belediye azalarıyla görüştüler. Bilhassa şehrin asayişi hakkında malûmat aldılar.
O zaman Mantika Palas’ta yapılan hazırlıklara bakan Osman Bey hâtıratlarını şöyle anlatmıştır:
(…)”Ben o zaman liva hususi muhasebe müdürüydüm. Bir gün mutasarrıf beni evine çağırttı. Kendisi hasta olduğundan, ‘Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’netâyin olunan Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan hareket ettiğini ve ayın on sekizinde buraya geleceğini bildirdi. Birkaç gün kalacağı için kendisine ve maiyetine bir yer hazırlamamız İstanbul Nezareti tarafından bize bildirildi’ dedi. Ben de hemen aklıma gelen ve evimin yanında bulunan boş Mantika Palas’ı söyledim. Münasip gördü. ‘Ben çıkamayacağım. Aman sen bu işlerle meşgul oluver’ dedi. Yanından ayrıldım. O gün oteli açtırdım. Askeri hastaneden karyola, evden ve komşulardan yatak ve yorgan getirttim. Yatak odalarının yanında ve köşedeki odaya da daireden bir masa, koltuk ve yazı takımı tedarik ederek çalışma odasını da hazırladım.
19 Mayıs sabahı saat sekiz sularında Mustafa Kemal’i karşılayanlar maiyeti ile birlikte yaya olarak geldiler. Kendilerini kapıda istikbal ederek odalarını gösterdim. Biraz istirahatten sonra belediye ve askeri makamları ziyaret ettiler.
Geceleri geç vakte kadar çalışıyorlar, sabahları da çok erken kalkıyorlardı. Yemeklerini otel de maiyetleriyle beraber yiyorlardı. Ara sıra da dışarıya çıkıyorlardı.”
Atatürk, Samsun’da bulundukları sırada kendisiyle konuştukları Cevat Bey’de hatıratlarını şöyle anlatmıştır:
(…)”Ben o zaman kasaplar şirketini idare ediyordum. Şirketimizin askeri fırkanın et mutemetliğini de yaptığından fırka levazım reisinin delâletiyle Mantika Palas’a biz et veriyorduk. Türk Ocağı’nda da vazifem vardı. Bir gün levazım reisinin delâletiyle Atatürk tarafından kabul edildim. Benden mütarekeden o güne kadar geçen zaman zarfında Samsun’da cereyan eden vakalar hakkında izahat istediler. Ben de bildiklerimi anlattım.
25 Mayıs günü öğle yemeğinden sonra ordunun metrukâtı arasında otomobil parkında mevcut hurda bir otomobille ve maiyetinde de diğer iki otomobille Samsun’dan hareket ettiler. Hava yine kapalıydı. Denizi ve Samsun’u geride bırakırken hafif bir yağmur serpintisi de başlamıştı. İki buçuk saat sonra Kavak’a geldiler. Burada nahiye binasında dinlenmişlerdi. Paşa’nın kasabalarına geldiğini duyan halk, hemen müdürlük binası önünde toplandılar. Bina önündeki ufak kalabalığı gören Atatürk ileri gelenleri çağırmıştı. Beş on kişiden ibaret olan bu zevatla konuşuyorlardı.”
Bu toplantıda hizmet eden Aziz Bey içeride konuşulanlardan şunları anlatmıştır:
(…)”Biraderim Yusuf, Atatürk’e çay mı, kahve mi emir buyurursunuz?”
“Hava soğuk, çay içelim.”
Büyük Şef sordu:
“Mütareke ve bugünkü vaziyeti nasıl buluyorsunuz?”
“Kabul etmiyoruz. Halimiz çok perişandır!”
Bunun üzerine sordular:
“Peki, ne yapmak istiyorsunuz?”
“Buna bir nihayet verilmesi için büyüklerimizin ve kumandanlarımızın düşündüklerini yapmalıyız. Eğer icap ederse sakladığımız ve dedelerimizden kalan silahlarımızla bu eşkıyalara karşı koyarız.”
Bu konuşulanlardan sonra, otomobillerine binerek Havza’ya hareket ettiler.
Giderlerken:
“Siz bir müdafaa cemiyeti kurunuz. Bana da Havza’ya malûmat veriniz!”
25 Mayıs 1919 akşamüstü Samsun’dan Havza’ya gelen Atatürk, kasabanın ileri gelenleri ve bir kıta askerle karşılandı. Haki bir ceket, pantolon ve çizmeliydiler. Maiyetindekiler ise şunlardı:
“Miralay İbrahim Tali Bey, Kaymakam Arif Bey, Binbaşı Hüsrev Bey, Yüzbaşı Cevat Abbas Bey, Doktor Refik Saydam Bey, İstihbarat Müdürü Süreyya Bey ve birçok zevat daha vardı.
Ertesi gün, bir heyet Paşa’yı ziyarete geldi. Bu heyet içinde Zübeyiroğlu Fuat, Tatarağasızade Eyüp, Ulemadan Hacı Mustafa, Mahmutağazade Bayram, Kadızade Hakkı, Saatzade İbrahim ve Belediye Reisi İbrahim Efendilerdi.
Memleketin ahvali hakkında görüşmeler olduktan sonra şu sözleri söylediler:
“Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız. Çalışacağız ve memleketi kurtaracağız!.. Bizi öldürerek değil, canlı canlı mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir” diye konuştuktan sonra heyet yanlarından ayrıldı. Belediye Reisi İbrahim Efendi’nin evinde toplanarak bir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti teşkil ettiler. Ertesi günü de bu cemiyetin kuruluşunu Paşa’ya haber verdiler (28-29 Mayıs).
30 Mayıs 1919 günü belediye önünde bir miting yapıldı. Bu mitingi Havza’dan geçmekte olan Merzifon İngiliz Mümessili Mr. Keçil, Samsun Mümessili Mr. So(a)lter’e jurnal etmişti(***).
Atatürk, 13 Haziran 1919 Cuma günü maiyetiyle birlikte camiye geldi. Cemaatle namaz kıldı. Mevlit okundu. Halka kuru üzüm dağıtıldı. 7 Haziran’da Diyarbakır havalisindeki fotalardan (fıçı) İngilizlerin aldıkları Türk silahları mekkârilerle Samsun’a giderken Atatürk’ün emriyle bunlar zapt edildi. Askeri depodaki silahlar da MehmedGerizâde’nin evinde saklanmıştı.
Bu sıralarda Erzurum’da bir kongre toplanacağına dair tamimler geldi. Atatürk, bu haberi alınca Erzurum’a gitmeye hazırlandı. Atatürk Havza’da fazla kalamazdı. Çünkü Merzifon’da bir İngiliz kuvveti bu harekâtı takip ediyordu.
Atatürk, ziyarete gelenlere:
-…”Ben artık Amasya’ya gidiyorum. Bugün artık bir üniforma sahibi değilim. Size evvelce de bildirdiğim gibi sadece bir millet adamıyım.”
Bununla halka İstanbul hükümetinin memuru değil sizinle beraberim demek istiyordu Atatürk. Ve 13 Haziran Cuma günü sabah Havza’dan Amasya’ya doğru yola çıktılar. Yolda Merzifon yolunun birleştiği Geyikli değirmeninde bir müddet istirahat ederek, öğle yemeklerini burada yediler. Ali Fuat Paşa’da bir nefer kıyafetinde, Atatürk ile görüşmek üzere buraya gelmişti. Buradan hareket ederek akşama doğru saat beşte Amasya’ya girdiler.
(***):Gazeteci yazar Rahmi Turan, 7 Kasım 2011 tarihli, “Atatürk ve İngiliz Binbaşı Salter” makalesinde Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışını Emekli Hava Albayı Kemal İntepe’nin hatıralarından anlatır:
“… 1941 yılında İngiltere’ye uçuş eğitimi için gitmiştik. Londra’ya vardığımızda, yaşlı bir İngiliz hava binbaşısı, irtibat subayı olarak görevlendirilmişti. Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçe’yi bizlerden daha iyi konuşuyordu. Mr. Salter’i birkaç defa eşi ile birlikte ikindi çayına davet ettim. O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu. Emekli Binbaşı Salter bir akşam bana şunları anlattı:
…”1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun’daki İngiliz İşgal Tabur Komutanı idim. 18 Mayıs 1919 günü İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’ndan şifreli bir telsiz telgrafı aldım. Bu telgraf, ‘16 Mayıs 1919 günü, Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrıldığını, eğer Samsun’a inecek olursa tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesini’ istemekte idi.
Gerekli emirleri verdikten sonra Samsun’a indim.
Şehir her zamankinden daha kalabalıktı. Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı görünüyordu. Siyah çizmeli, külot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı kimselerin çokluğu dikkatimi çekti. Sonradan bunların Türk subayları olduğunu öğrendim. Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir’i işgal etmişler, Türkler buna çok sert tepki göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyordu. Bütün gece hiç uyumadım…
19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim.
Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti. Kurtarıcılarını bekliyorlardı. Askerlerimle çevreyi kordon altına aldım. Denizde, batı tarafında bir duman göründü. Sahildeki kalabalık heyecanlıydı. Bir de baktım ki, her askerimin arkasında siyah çizmeli, kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin silahlı olduğu muhakkak.
Vapur iyice göründü.
Görevimi iskele üzerinde yapamayacağımı düşünerek motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim. Mustafa Kemal Paşa’yı orada tutuklayacaktım. Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim iki erimi motorda bırakarak, tercümanımla birlikte vapurun iskelesine tırmandım. Güvertede beni selamlayan iki tayfaya: ‘Vapurdaki generali görmek istiyorum” dedim.
Bir tanesi önümüze düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye bildirdi ve geriye dönüp bizi salona aldı… Herkes ayakta idi…
Ortada mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler döküldü: ‘Taburum emrinizdedir!’
Bunu nasıl söylemiştim?
Daha önce hiç böyle bir şeyi aklımdan getirmemiştim. Rum tercümanım şaşırdı, bir an durakladı. Ben kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti. Mustafa Kemal Paşa’nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktı. Sanıyorum, bakışlarından etkilenip bir anda teslim olma kararı vermiştim. Gözlerinin, inanılmaz bir etkileyici gücü vardı. Öteki sandallar da vapura ulaşmışlar, çevreyi doldurmuşlardı.
Mustafa Kemal Paşa, gemiye çıkan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra, vapurdan benim motorumla ayrıldık. İskeleye vardığımızda muavinime, taburu safta toplayıp silah çattırmasını ve hepsinin Türk makamlarına teslim olmasını emrettim. Muavinim, biraz durakladı, sora asker selamı verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi.
Taburu, o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişiler teslim almıştı…
Bu yüzden, İngiltere’ye dönünce askeri mahkemede yargılandım. ‘Bir İngiliz subayı, nasıl olur da bir Türk generalinin emrine girer? Bu vatan hainliğidir!’ diyorlardı. Mr. Salter, olayın devamını şöyle anlatıyor:
…”Mustafa Kemal Paşa benim yanıma, o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişilerden birini vererek kendi makam otomobilimle ve kendi şoförümle birlikte, misafir edileceğimi söyleyerek Ankara’ya gönderdi. Taburumun tutuklu erlerinin de, Çorum, Çankırı ve Kastamonu’da kurulan esir kamplarına yerleştirildiğini öğrendim.
Türklerin Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Ankara’da, Hacıbayram Camii’nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap evde kaldım. Hizmetimi göreceğini söyledikleri, fakat aslında gardiyanım olan ve sıksa suyumu çıkaracak kadar kuvvetteki bir kadınla dört seneye yakın bu evde oturdum. Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta’daki Türk esirlerle değiştirildik.
İngiltere’ye döner dönmez tutuklandım ve vatana ihanet suçundan divanı harbe verildim. Hakkımda ağır hapis isteniyordu!
Ben askeri hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi. Onlardan yararlanarak, kısa fakat öz bir savunma hazırladım. Bana isnat edilen suç, taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi. Savcı, teslimiyetimin vatana ihanetle eşdeğerde bir suç olduğunu iddia ediyor ve en ağır şekilde cezalandırılmamı istiyordu.
Yüksek Askeri Mahkeme’nin önüne çıktığımda savunmamı büyük bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim:
Sayın hâkimler… Başkanımız Lloyd George, Avam Kamarası’nda şöyle bir soruya muhatap olmuştur:
—“Yunanlıları silahlandırarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarttık… Ve o tarihten bu yana milyarlarca sterlini bulan masraflar yaptık. Sonuç ne oldu? Yunanlılar İzmir’de deniz döküldüler. Ayrıca Anadolu’daki bütün Rumlar atıldılar veya göçe zorlandılar. Bu olayda bizim kazancımız nedir?
Hiç…
Bu akılsızca bir gaf, korkunç bir hata değil midir?
Bu sert ve suçlayıcı soruya karşılık Başbakanımız Lloyd George şu cevabı vermiştir:
(—)”Yüzyıllar bir veya iki dahi yetiştirir. 20’nci yüzyılın dâhisinin Mustafa Kemal adıyla Türkiye’den çıkacağını ben nereden bilebilirdim?”
Görüyorsunuz sayın hâkimler…
Karşınızdaki bu subay, Başbakanımızın bahsettiği 20’nci yüzyılın dâhisi ile hiç beklemediği bir anda karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi?
Eğer ben o gün başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gelecektiniz. Fakat şimdi, eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş, ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizdir.”
Beraat ettim ve terhise tabi tutuldum. Ailemle birlikte Türkiye’ye gidip Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ettim. Paşa beni muhteşem nezaketiyle karşıladı. Tekrar görevli olarak İngiltere’ye çağırılmasaydım, Türkiye’de kalacaktım…
İngiltere’ye döndüğümde beni, Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne aldılar ve İstihbarat Başkanlığı’nda önemli bir görev verdiler. Türkiye ile İngiltere arasında irtibatı sağlayan grupta görev yapıyorum. (http://www.hurriyet.com.tr/ataturk-ve-ingiliz-binbasi-salter-19183805)”