Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, Balkan Savaşı’yla yerinden yurdundan edilen binlerce kişiden birisidir. Ruşen Eşref Bey tasvirinde, …”Kızı Makbule Hanım ile birlikte o da önce göçmen bir çadırına sığınıyor. Mustafa Kemal, annesinin ve kız kardeşinin izini sürüyor, onları buldurup, daha çok göçmenlerin oturduğu Akaretler ’deki bir eve yerleştiriyor. Kendisi cepheden cepheye koşarken, İstanbul’da soluklandığında, ziyaret için Annesi Zübeyde Hanıma gitse de, daha çok Pera Palas’ta kalıyor. Sonra Madam Kasapyan’dan, Şişli’de bugün müze olarak kullanılan evi kiralıyor, annesini ve kız kardeşini yanına alıyor. Evin orta katını kendisine ayırıyor. 15 Mayıs 1919 akşamı, bu evde bir veda yemeği yeniliyor. Tıpkı Selanik’teki evlerindeki gibi yer sofrası kuruluyor. Mustafa Kemal, bağdaş kurup sofraya oturuyor. Anlatılanlara bakılırsa o akşam Paşa, aba diye bilinen, baldırlarına kadar uzanan, bol kesimli, dik yakalı, Bulgaristan şayağından dikilmiş, kahverengi bir kıyafet giyiyor. Ayrılığın tedirginliği yemeğe de siniyor. Mustafa Kemal, kız kardeşiyle şakalaşıp dursa da, hem o hem de annesi bir daha görüşmeme ihtimalleri olduğunu biliyor. Ertesi sabah her zamanki alışkanlık tekrarlanıyor; Mustafa Kemal uyanıyor, tıraşını oluyor, özenle giyiniyor, annesinin elini öpüyor ve evden çıkıyor.
Mustafa Kemal gidiyor; çünkü işgalden sonra İstanbul’un havası ağırlaşıyor, eli kolu bağlı, her an tutuklanma ihtimaliyle yaşamak onu bunaltıyor. Osmanlı’nın tümüyle yenildiğini gösteren işgal, O’nu da bir yol ayrımına getiriyor. Ya otuz sekiz yıldır hayalini kurduğu ülkeye sırtını dönmesi ya da yeni bir savaşı, Kurtuluş Savaşı’nı başlatması gerekiyor. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma isimli, saatte yedi mil yol alabilen, pusulası bozuk; eski mi eski bir gemi ile ayrılıyor İstanbul’dan. Üç gün sonra Samsun limanına yaklaşan gemiden Mustafa Kemal ve arkadaşları iniyor. Sonraları Mustafa Kemal’in doğum günü olarak seçeceği 19 Mayıs günü, Türkiye’nin tarihinde yeni bir sayfa açıyor.
Üç gün süren yolculuk boyunca kendisini derin düşüncelere bırakan Mustafa Kemal, tam belirsizliğin ortasında olduğunu biliyor. O, artık kimilerine göre Osmanlı’nın asi subayı, kimilerine göre bir maceraperest. Kendisini Samsun’da savaş yorgunu, yoksul bir halkın beklediğini, ordusuz bir kahraman olarak vaatleriyle onların sadece yüreklerine hitap edebileceğini de seziyor. Her an tutuklanma tehdidiyle bir karara varıyor. 8 Temmuz gecesi, 22.50’de ordudan istifa ediyor.
Enver Behnan Şapolyo: …”Saraya açılan bir telgraf başı muhaberesinden sonra birdenbire perde kapandı. Bunun üzerine İstanbul, Mustafa Kemal’in resmi vazifesine son verdi. Mustafa Kemal de Padişah’a askerlikten istifa ettiğini bildirdi (8 Temmuz 1919). Bu tarihten itibaren Mustafa Kemal, resmi sıfat ve salâhiyetinden ayrılmış, yalnız milletin şefkat ve civanmertliğine güvenerek ve onun bitmez feyiz ve kudret membaından ilham ve kudret alarak bir millet ferdi olarak milli vazifesine devama başladı. Sultan Vahdettin tamamen düşmanlarla işbirliği etmiş, bir de memleket için çalışan Mustafa Kemal’i de işten el çektirmek istiyordu. Bunun üzerine fedakâr zabit Yıldız Sarayı’na elektrikçi olarak girdi. Vahdettin, kendini dışarı canını atarak bu suikasttan kurtuldu!…”(Bakınız: “Mustafa Kemal Atatürk”, Kasım 2018, Sf:284)
3 Temmuz 1918 – 1 Kasım 1922 tarihleri arasında hüküm süren “VI. Mehmed”, “Sultan Vahideddin” ya da “Sultan Vahdettin”, Osmanlı İmparatorluğu’nun 36. ve son Sultanıdır ve o gün Mustafa Kemal Paşa’nın görevine son veren bir irade yayınlıyor! Gece yarısına doğru padişaha Erzurum’dan “kulları Mustafa Kemal” imzalı bir telgraf geliyor:
“…Şimdiye kadar gerçek çok kutsal zât-ı hümayunlarınıza ve gerek Harbiye Nezareti’ne yaptığım sunuşlarda vatan ve milletin, yüce hilafet makamının uğradığı ve halen içinde bulunduğu acı durumları ve buna karşı duyulan milli elem ve acıları bütün aşamalarıyla ve gerçekleriyle arz ettim. Bunu yapmakla mukaddesatımın âciz nefsime yüklediği en yüksek ve en vicdani vazifelerden birini yapmış oldum…
Yüce saltanat ve hilafet makamlarının ve necip milletlerinin hayatımın son noktasına kadar daima hırslı ve sadık bir ferdi gibi kalacağımı tam bir ubudiyetle arz ve temin ederim. Yüce askerlik görevinden istifa ettiğimi Harbiye Nezareti’ne arz ettim. Yüce şahsınızın sıhhat ve afiyeti için dua ve her türlü afetlerden korunmasını Cenab-ı Kibriya’dan niyaz…” (Bakınız: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I, Sf:28-29.)
Mustafa Kemal azledilmeye ön almak için istifa ediyor. O günün resmiyet diliyle yazılı bu telgrafta “kulları” gibi terimlerden başka, “kalp ve âmal-i müşfika-i hümayunlarını” yormaktan ve bıktırmaktan sakındığı için istifa ettiği şeklinde ifadeler de vardır. Sina Akşin’in belirtiği gibi “sık sık kullanılan vatan ve millet kavramları olmasa tam bir bende üslubuyla kaleme alındığı söylenebilecek olan bu telin amacının taktik olduğu söylenebilir. Amaç; Padişahı mümkün olduğu ölçüde ürkütmemek, gerekirse ileride onunla işbirliği kapılarını kapatmamak ve padişah adına ulusal akımın karşısına dikileceklere karşı, peşin olarak bir savunma silahına sahip olmaktı, denilebilir. (Bakınız: Şina Akşin, “İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücedele”, Sf: 468 / Taha Akyol, “Ama Hangi Atatürk”, Doğan Kitap, 2008, Sf: 50.)
Mustafa Kemal, “Erzurum Vilayeti”ne istifa dilekçesini veriyor. Dilekçede, “mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni emellerine kurban etmemek için açılan mücahede-i milliye uğrunda serbest surette çalışmaya resmi ve askeri sıfatının artık mani olmaya başladığı” için istifa ettiğini belirtiyor. Bundan sonra, …”mukaddes milli gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere sine-i millette bir ferdi mücahit” olarak çalışacağını “arz ve ilan” ediyor. (Bakınız: Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, 1964, Sf:54.)
Mustafa Kemal, 8 Temmuz’u 9 Temmuz’a bağlayan gece telgraf başında padişahla görüşerek verdiği istifasını hemen “ordulara ve millete” genelge ile duyuruyor. Nutuk’taki değerlendirmesi şöyledir: …”Bu tarihten sonra resmi sıfat ve salahiyetten soyutlanmış olarak, milletin şefkat ve civan mertliğine güvenerek ve onun bitmez feyiz ve kudret kaynağından ilham ve kuvvet alarak, vicdani vazifemize devam ettik.” (Bakınız: Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, (Söylev): Sf:32)
Şevket Süreyya Aydemir, Milli Mücadele tarihimizin bu dönemini son derece insani ve duygulu bir üslupla anlatır: …”9 Temmuz 1919 karışık bir gündür. Etrafında herkes biraz durgundur. Sivil hayatta ilk gündür. Artık hiçbir resmi sıfatı, bir yetkisi, bir rütbesi, hatta yeri yurdu, geliri ve parası yoktur.Yaveri Cevat Abbas, erkenden Erzurum “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” öncülerini bulur. Bu öncüler veya “faal heyet” sarıklı bir hocanın başkanlığında birkaç gençtir. Fakat heyet azaları, haberi çoktan almışlar ve sevinmişlerdir:
—“Mustafa Kemal, arkada kalan köprüleri yıktı…”Heyet azaları şimdi daha memnun ve daha ümitlidirler. Çünkü geleceğin Şefi artık bellidir.
10 Temmuz günü iki önemli olay geçer. Bunlardan biri Mustafa Kemal’in beklemediği bir darbedir. Rauf Bey’in anılarına göre bu, Mustafa Kemal’e hayatında en çok yeis veren hadisedir. Fakat bir bakışta olay gibi görünür. Kurmay Başkanı Kazım (Dirik) Bey, Mustafa Kemal’in karşısına dikilmiştir:
—“Paşam, siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra emrinizde bu vazifeme devam imkânım kalmadı. Evrakı kime teslim edeyim?”
Mustafa Kemal’in cevabı hazin bir inilti olur ve bulunduğu koltuğa derin bir yeis içinde gömülür ve:
-…”Ya öyle mi efendim? Peki efendim…”
O sırada yanında bulunan Rauf Bey, hatıralarında şöyle nakleder: …”Mustafa Kemal’i 1909’dan beri tanırım. Nice mihnetli anılarına şahit olmuşumdur. Ama o gün arada, kurmay başkanının, evrakını toplayıp karşısında dikildiği ve o sözleri söylediği andaki ruh düşkünlüğünü hiçbir zaman görmedim…”
…”Kurmay başkanı Kazım (Dirik) odadan, “kendine mahsus çalımlı tavırlarıyla” çıkar. Mustafa Kemal, koltuğuna yığılmıştır. Meyustur. Konuşamayacakmış gibi bir hali vardır. Ama gene de konuşur. Rauf Bey’e döner:
-…”Rauf, gördün mü? Devlet makam ve mesnedinin kıymetini gördün mü?”
Rauf Bey, O’na teselli sözleri söyler ve “O adamın (Kazım Dirik),tabiatını bir an önce açığa vurması hatta daha iyidir,” diye konuşur. Diğerlerinin vefasından, sadakatinden bahseder. Hele Kolordu Kumandanı Karabekir Paşa’nın O’na olan hürmet ve muhabbetine dair cümleler nakleder.”
Evet, asıl mesele Kolordu Kumandanı ‘ndadır. Karabekir, kendilerine karşı çok dürüst davranmıştır. Ama nihayet o da bir emir kuludur. Ondan, kendisi gibi onun da bütün rütbe ve mesnetlerini feda etmesi istenemez. Kaldı ki, o da bunu yapmak zorunda kalırsa, nihayet hepsi ortada birkaç sivil adam olarak kalırlar. Fakat sarayın da ne yapacağı belli değildir. Belki bugün bir emir gelir: …”15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, vazifesinden ve askerlikten affedilmiştir. Kumanda derhal filana devredilsin…”
Ya o zaman? Mustafa Kemal kendini tutamaz söylenir:
-…”Seninle benim yapacağımız bir şey kaldı Rauf. O da emin bir yere çekilip, ayaklar altında ezilmemeye çalışmaktır.”
Ama böyle geçici ruh düşkünlüğü anları, ilahların, kahramanların, Peygamberlerin hayatında da vardır. Bu düşkünlükler, ümitsizliklerdir ki, eğer onlarla karşılaşan insanlar, onlarla hesaplaşmayı bilirse, ancak yeni yolların, yeni kurtuluşların müjdecisi olurlar. Nitekim şu 10 Temmuz 1919 günü, hem mihnetler, hem ümit ve müjdeli haberler günüdür. “Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” toplanmış ve Mustafa Kemal’in askerlikten istifasına ilişkin olarak şu kararı almıştır:
…”Vatanı parçalanmaktan, milletin haklarıyla saltanatı ve hilafet makamını çiğnenmekten kurtarmak yolunda açılan Milli Mücadele’ye, askerlikten istifa suretiyle iştirak buyurulacağına dair beyanları saygıyla benimsenmiş ve heyet, kendilerini reisliğe, Rauf Bey’i de ikinci reisliğe seçmek üzere…”
…”Tarihimize kıymetli sayfalar ekleyen askerlik hayatından çekilmek yolundaki fedakârlığı minnet ve şükranla karşıladık. Erzurumluların, vatansever yüksek kişiliğinize karşı beslemekte olduğu güven ve saygıyı bu vesile ile de arzı borç saydık. Yürütme Kurulu başkanlığının kabul buyurulmasını dileriz”
Mustafa Kemal, öğleden sonra saat dörtte, Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi Yürütme Kurulu ile ilk toplantısını yapmış ve o günkü siyasî ve askerî durumu açıklamıştır. Demek ki, Mustafa Kemal’in önünde yeni bir yol açılmıştır. Yeni bir yolculuk başlamak üzeredir: “Milli Mücadele Yolu!” Bu yol belirsizdir, işlenmemiştir, dikenlidir ve nereye varacağı belli değildir. Ama bir yoldur. Mustafa Kemal’in nice zamandır düşündüğü, benimsediği ve istikametini aradığı yoldur. Birtakım ümitlerden geleceklerden nişan veren müjdelerin yoludur…
Fakat ya Kolordu Kumandanı (Kazım Karabekir), ondan henüz bir haber yok!…
Gerçi, Türkiye Yayın Evi tarafından 1969’da yayımlanan “İstiklâl Harbimiz, Kâzım Karabekir” adlı eserin 76’ncı sayfasında:Mustafa Kemal’in askerlikten istifası üzerine 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir’in 13 Temmuz 1919 tarihli kendisine telgrafı servis edilmiştir. İlgili telgrafta şöyle denilmektedir: …“Hizmetleri ve fedakârlığı bütün cihanca kabul edilmiş olan ve ordu ve milletin övünme sebebi buluna zat-ı Samilerinin istifaya mecburiyetinden dolayı şahsım ve kolordum son derece üzgündür. Yalnız mukaddes millî gayemiz için savaşmaktan hiçbir an geri durulmayacağı hakkındaki yüksek vaatleriyle teselli bulduğumuzu arz ile vatan ve milletimiz için her türlü çalışmada Cenab-ı Hakkın muvaffakiyetler ihsan buyurmasını diler veKolordumun özel yüksek saygılarını takdim eylerim efendim”
Şevket Süreyya Aydemir, Milli Mücadele tarihimizin bu dönemini son derece insani ve duygulu bir üslupla anlatmaya devam ediyor: …”Saatler ilerlemektedir, sinirler gergindir. Kolordu’dan gelecek bir haber ne olacak? Bu uğursuz hava uzayıp gidecek mi? Yoksa bir tutuklama emri?…
Tam o sırada yaver Cevat Abbas, Mustafa Kemal’in odasına yıldırım hızıyla dalar:
—“Kumandan (Karabekir) Paşa geliyorlar. Arkalarında bir bölük süvari askeri var!”
Mustafa Kemal, Rauf Bey’e bakar, kulağına eğilir, yavaşça mırıldanır:
-…”Gördün mü Rauf? Dediklerim doğru değil miymiş?”
Mustafa Kemal sararmıştır. Bunalım zirve noktasındadır. Yerinden kalkar, odanın ortasına ilerler. Ayaktadır. Gözleri kapıya dikilmiştir. İçinde hayatının en tehlikeli sorusu uyanır. Hayatında en önemli dönüm noktasındadır. Ve az sonra Kazım Karabekir Paşa kapıda görünür. Arkasını subaylar çevirmiştir. Sakin görünmeye çalışır. Yüz hatları hiçbir şey ifade etmez. Binanın önünde süvari bölüğü saf nizamı almıştır. Karabekir ilerler, yaklaşır ve durur. Askerce selam vaziyetini alır ve önemsiz bir şeymiş gibi, sükûnetle bildirir:
—“EMRİNİZDEYİM PAŞAM! BEN, SUBAYLARIM, ERLERİM, KOLORDUM, HEPİMİZ EMRİNİZDEYİZ!”
Yol dönülmüştür, doruk aşılmıştır, burhan geçmiştir ve ilk zafer kazanılmıştır. Mustafa Kemal vefalı arkadaşının boynuna sarılır, kucaklar ve Onu öper. (Bakınız: Şevket Süreyya Aydemir, “Tek Adam”, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1971, Sf: 104-108)”
Kazım Karabekir Paşa’nın bu “vefalı, cesur, dürüst” hareketi gerçekten “İlk Zafer”dir. Artık eldeki Kolorduların en güçlüsü, Karabekir’in kararı ile artık padişaha değil, Mustafa Kemal’e bağlıdır!Şevket Süreyya Aydemir’in yazdıkları, bizzat Karabekir’in ve Rauf Bey’in anlattıklarına dayanıyor. Fakat bu ikisi de zaferden sonra Mustafa Kemal’le yolları ayrılan, İstiklal Mahkemelerine düşen insanlardır! Bu siyasi sebepten Atatürk Nutuk’ta Karabekir’in bu “vefalı, cesur, dürüst” hareketinden bahsetmez. Yakın çevresindeki Mazhar Müfit Kansu’nun Cumhuriyet devrinde yazdığı anılarında da böyle bir kayıt yoktur. Fakat İsmet İnönü Hatıralar’ında“Karabekir ve Ali Fuat Paşaların Atatürk’ e yardımlarından bahseder: …”Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa’nın bu hareketinden bana çok teşekkür ve minnet hisleri ile bahsetti. Geçmiş zaman içinde kendisine cesaret ve kuvvet veren en mühim hadisenin bu olduğunu anlattı ve Kazım Karabekir Paşa’ya çok müteşekkir olduğunu söyledi.” (Bakınız: Taha Akyol, “Ama Hangi Atatürk”, Doğan Kitap, 2008, Sf: 53)
Esasen Mazhar Müfit Kansu, “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı eserinde Kazım Karabekir Paşa’nın gösterdiği dostluk ve nezaketten şöyle bahsetmiştir: …”Henüz öğle yemeğini yemiştik. Daha sonra yerini, şeklini, iç teşkilâtını anlatacağım bu evin methalinin sağ tarafında tesadüf eden odada oturuyor. Paşa ile konuşuyorduk. Paşa’nın ordudan ve askerlikten çekilmesine rağmen Kâzım Karabekir Paşa’nın gösterdiği dostluk ve nezaket eseri olarak emireri Ali evde alıkonulmuştu…”(Bakınız Sf:44)
Atatürk, 8 Temmuz 1919 günü, kendi anlatımıyla, Büyük bir aşk ile bağlı olduğum yüce askerlik mesleğinden de istifamı sunarak veda ettiğini İstanbul’da bulunan Annesi Zübeyde Hanımefendiye aşağıdaki “Ağustos 1919” tarihli yazdığı mektubla haber verebilmiştir:
…”Muhterem Valideciğim,
İstanbul’dan mufarakatımdan beri sizlere ancak birkaç telgraftan başka bir şey yazamadım. Bu sebeple büyük merak içinde kaldığınızı tahmin ediyorum.
(…) Malumunuzdur ki, daha İstanbul’da iken ecnebi kuvvetlerin devleti, milleti fevkalade sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa cümlesini hapis ve tevkif ve bir kısmını Malta’ya nefi ve tazip etmekte pek ileri gidiyorlardı.
Bana nasılsa ilişmemişlerdi. Fakat 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler. Hükümete benim sebeb-i izamımı sordular.
Nihayet İstanbul’a celbimi talep ve bunda ısrar ettiler. Hükümet beni iğfal ederek İstanbul’a celp ve İngilizlere teslim etmek istedi. Bunun derhal farkına vardım. Ve bittabi kendi ayağımla gidip esir olmak doğru değildi. Padişahımıza hakikat hali yazdım ve gelemeyeceğimi arz ettim. Nihayet o da İstanbul’a avdetimi irade etti.
Bu surette artık resmî makamımda kalmaya imkân görmediğim gibi askerliğimi muhafaza ettikçe İngilizlerin ve hükümetin hakkımdaki ısrarına mukabele edilemeyecekti.
Bir tarafında bütün Anadolu halkı, tekmil millet hakkımda büyük bir muhabbet ve itimadı gösterdi. Filhakika vatan ve milletimizi kurtarabilmek için yegâne çare askerliği bırakıp, serbest olarak milletin başına geçmek ve milleti yekvücut bir hale getirmekle hâsıl olacak.”
Atatürk, Türk tarihi içinde eşsiz bir kişidir; Türk Bağımsızlık Savaşı’nın önderi, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türk çağdaşlaşma hareketinin lideridir. Askerlik hayatı 1902’de başlamış 1919’a kadar 17 yıl süren subaylık ve generallik hayatı ile 22 Eylül 1918 günü başlayıp 8 Temmuz 1919’a kadar 9,5 ay devam eden padişahın fahri yaverliği unvanı hukuken sona ermiş bulmuştur.
Ancak Atatürk, fiilen 7 Kasım 1919’dan itibaren Erzurum, TBMM de 23 Nisan 1920 tarihinde yapılan I. Dönem Seçimlerinde Ankara Milletvekilliği ve 24 Nisan 1920 tarihinden itibaren de TBMM Başkanlığı ile 5 Ağustos 1921’den itibaren de TBMM Orduları Başkomutanlığı görev ve yetkilerini uhdesinde bulundurmuştur.
Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının ardından 19 Eylül 1921’de kendisine yüce Meclis tarafından “Mareşal” rütbesi ve “Gazi” unvanı verilmiştir. Böylece Mustafa Kemal Paşa fiilen olduğu gibi hukuken de tekrar ordu mensubu sayılmıştır.
29 Ekim 1923 günü saat 20.30’da Cumhuriyetin İlanı ile birlikte, Büyük Millet Meclisi’nde, gizli oylama ile cumhurbaşkanı seçimi yapılmış ve Ankara Milletvekili Mustafa Kemal (Atatürk) oylamaya katılan 158 milletvekilinin 158 oyuyla Türkiye Cumhuriyetinin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Mareşal rütbesiyle ordudan emekliye ayrıldığı 30 Haziran 1927 günü ordudan emekliye ayrılmıştır.
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.