Büyük Atatürk, Nutuk’ta, Samsun’a çıktıkları günü sonradan doğum günü olarak de kabul etmiş ve “19 Mayıs 1919 gününü; … “mebde-i kelâm (başlangıç ifadesi) / ”sözümüzün başlangıcı” olarak kabul etmiştir.
Bu nedenle araştırma yazımın birinci ve bugün okuyacağımız ikinci bölümüne “19 Mayıs 1919 Sözümüzün Başlangıcıdır” şeklinde başlık attım. Birinci bölümün sonunda; Diğer bir tartışmalı konunun da, Nutuk’ta belirtilen “Ateşkes Antlaşması’nın adının ne olduğu, antlaşmanın kimler tarafından, kim için yâda ne için imza edildiği hakkında zaman zaman tartışmaların olduğunu belirtmiş, bu konu hakkında ulaşabildiğim tarihi belge ile yayımlanan makaleleri bu bölümde okuyabileceğimiz sözünü vermiştim.
“19 Mayıs 1919 Sözümüzün Başlangıcıdır, 2 Bölüm” başlıyor:
Atatürk, 1 Kasım 1914 günü Sofya’dan Salih (Bozok) Bey’e savaş hakkında görüşlerini bildiren bir mektup yazdı. Yarbay Mustafa Kemal mektupta şöyle diyordu:
…”Genel durum hakkındaki görüşümü soruyorsun. Bu husustaki görüşümü yalnız sen de kalmak suretiyle yazıyorum. Ben Almanların bu harpte muzaffer olacaklarına kesinlikle emin değilim. Bir vazifeye atanmam için Harbiye Nazır’ına yazdım. Ataşemiliterlikte kalmak istemediğimi, millet ve memleketin büyük bir savaşa hazırlandığı bir sırada benimde herhangi bir kıtanın başında bulunmak istediğimi bildirdim. Henüz cevap alamadım.”
Askerliği, devlet adamlığı ve inkılapçılığı yanında düşünce bakımından da seçkin bir fikir adamı olan Atatürk, Osmanlı devleti için 11 Kasım 1914 günü resmen başlayacak olan Birinci Dünya Savaşı’nın sonucunu en başından görmüş ya da bilmiştir. Savaş’ta İtilaf Devletlerine karşı (İngiltere-Rusya-Fransa)Almanya’nın yanında yer alan Osmanlı Devleti, Almanların 4 Ekim 1918 günü, Avusturya-Macaristan’ın da 5 Ekim günü Ateşkes Antlaşması isteği üzerine: Osmanlı Devleti ’de Amerika’ya başvurmuş, neticesinde 30 Ekim 1918’de“Mondros Ateşkes Antlaşması” imzalanmıştır.
Atatürk tarafından Nutuk’ta belirtilen “Harb-i Umumî(Birinci Dünya Savaşı), şerâiti ağır bir mütarekenâme” ise tarihimize Osmanlı Devletinin teslimiyeti ve Türk ulusunun da esaretinin belgesi olarak kabul edilen “Mondros Mütarekesi – Mondros Ateşkes Antlaşmasıdır.
Büyük Atatürk, büyük eseri Nutuk’ta, Mondros Ateşkes Antlaşması hakkındaki görüşlerine yer vermiş, 24 Nisan 1920 günü de milli ve vatani vazifesini yerine getirerek topladığı ve kurduğu yüce Meclis’te anlatmıştır:
“MÜTAREKEDEN (30 Ekim 1918, MONDROS ATEŞKES)MECLİS’İN AÇILMASINA KADAR GEÇEN ZAMAN ZARFINDA CEREYAN EDEN SİYASİ OLAYLAR HAKKINDA (24 Nisan 1920):
-…”Muhterem Milletvekilleri!
Bugün içinde bulunduğumuz vaziyeti, yüce meclisimizin nazarında tamamıyla tecelli ettirebilmek için bazı beyanatta bulunmak istiyorum. Vuku bulacak maruzatım birkaç devreye ayrılabilir. Birincisi; Mütareke ’den Erzurum Kongresi’ne kadar geçen zaman zarfındaki ahvale dairdir.
İkincisi; Erzurum Kongresi’nden 16 Mart tarihine kadar, yani İstanbul’un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar; üçüncü safhası da 16 Mart’tan bu dakikaya kadar olan ahvale dair olacaktır. Maruzatım bir takım belgelere dayanmaktadır ki müsaade buyurulursa o belgeleri icap ettikçe burada okuyacağım.
(…)
Mustafa Kemal Paşa (Ankara):
-…”Efendiler;
Cümlenizce malumdur ki 10 Temmuz Rumi ve 23 Temmuz Efrenci (23 Temmuz 1919) tarihinde Erzurum’da Doğu Anadolu vilayetlerine ait olmak üzere bir milli Kongre toplanmıştı. Bu Milli Kongre’nin koyduğu esaslar her halde malumunuz idi. Fakat şimdiye kadar hareket hattımızı bu esaslar teşkil ettiği için, hatırlatmak için tekrar edeceğim.
Erzurum Kongresi’nin koyduğu esasların birincisi; Harbi Umumi’nin ardından genel vaziyet icabı düştüğümüz mağlubiyet itibariyle vatanımızın birçok mühim kısımları düşmanlarımızın eline geçmişti. Millet bütün maksatlarında maddi ve hakiki düşünmek ve ancak kuvvet ve kudretiyle temin edeceği hususlar üzerinde kendisine yeni bir sınır çizmek üzere idi. İşte Kongre bu milli sınırı çizmiştir.
Bu milli sınırı kolayca sürekli kılmak için demiştir ki; Mütarekename’nin imza olunduğu 30 Teşrinievvel 1334 (30 Ekim 1918, Mondros Ateşkes) tarihinde çizdiği sınır, sınırımız olacaktır.
Vatanımızın sınırı olacak bu sınırı, ihtimal teferruatıyla bilmeyen arkadaşlarımız vardır. Yeniden fazla teferruata girmek istemediğim için şu suretle izahat vereceğim: Doğu sınırına elviyeiselâseyi (Kars, Ardahan ve Artvin’i içine alan üç sancak.) dahil ederek tasavvur buyurunuz. Batı sınırı Edirne’den bildiğimiz gibi geçiyor. En büyük değişiklik güney sınırında olmuştur. Güney sınırı İskenderun güneyinden başlar. Halep’le Katma arasından Cerablus köprüsünde biten bir hat ve doğu parçasında da Musul vilayeti, Süleymaniye ve Kerkük havalisi ve bu iki mıntıkayı yekdiğerine kalbeden hat.
Efendiler, bu sınır sırf askeri düşüneler ile çizilmiş bir sınır değildir, milli sınırdır. Milli sınır olmak üzere kabul edilmiştir. Fakat bu sınır dâhilinde tasavvur edilmesin ki İslami unsurlardan yalnız bir cins millet vardır. Bu sınır dâhilinde Türk vardır, Çerkes vardır ve başka İslami unsurlar vardır. İşte bu sınır kaynaşmış bir halde yaşayan, bütün maksatlarını bütün manasıyla birleştirmiş olan kardeş milletlerin milli sınırıdır (hepsi İslam’dır, kardeştir sesleri…). Bu sınır meselesini tespit eden maddenin içerisinde büyük bir esas vardır. Fazla olarak o da bu vatan sınırı dâhilinde yaşayan İslami unsurların her birinin kendine mahsus olan muhitine, âdetlerine, ırkına mahsus olan imtiyazları bütün samimiyetle ve karşılıklı olarak kabul ve tasdik edilmiştir. Bittabi buna ait teferruat ve tafsilat yoktur. Çünkü bu tafsilat ve teferruata girmenin zamanı da değildir. İnşallah, mevcudiyetimizi kurtardıktan sonra (inşallah sesleri…) kardeşler arasında halledilip neticelendirileceğinden bırakılmış ve teferruatına girişilmemiştir. Fakat esas olarak bu maddede yer almıştır.
Yine Erzurum Kongresi’nin milliyet esasından birisi, Efendiler; işte bu milli sınır dâhilindeki idarenin milli hâkimiyet esaslarına dayalı olmasıdır.
Çünkü bizzat bulunmuş olmak itibariyle Kongre’nin o zamanki zihniyetine yakından vakıfım. Herhalde Osmanlı camiasının bütünlüğü, milli bağımsızlığın temini, bilhassa yüce saltanat makamının dokunulmazlığı mutlaka itimada değer bir kuvvete ve sağlam bir idareye bağlıdır ve bunlar ise ancak milli hâkimiyet esasına dayanan idare ve kuvvettir. Erzurum Kongresi’nde milli sınırımız dairesinde yaşayan Müslüman olmayan unsurlar dahi nazarı dikkate alınmıştır. Cümlenizce malumdur, Efendiler.
Müslüman olmayan unsurlar, azınlıklar namı altında bütün dünyanın söz konusu ettiği ve bilhassa bizim memleketimizle alakalı olunca pek büyük ehemmiyetle nazarı dikkate alınan bir meseledir. Bittabi bu meselede bir esas düşünmek lazımdır ve o zaman da lazım idi. Kongre’nin koyduğu esas veçhile Müslüman olmayan unsurlara, Müslüman unsurlara verilmiş olan hakları vermekten ibaret olacaktır ve bundan daha tabii bir esas bulamam. Bununla aynı sınır dâhilinde yaşayan insanlara aynı kanuni hakları bahsetmiş oluyordu.
Yine en mühim esaslardan birisi, devletin, dâhili ve harici bağımsızlığından ibaretti. Millet bağımsızlığından vazgeçmiyor ve geçmeyecek esası kabul edilmişti. Ancak bu esas şart daima mahfuz ve muhterem tanınmak üzere memleketimizin imar derecesi, milletimizin serveti, genel fikri seviyemizin nazarı dikkate alınca ve bütün dünyadaki gelişmeler ile bunu karşılaştırınca itiraf etmek mecburiyetindeyiz ki, biraz değil çok geriyiz. Dolayısıyla; bunu telafi edebilmek için çok büyük kaynaklara, çok büyük vasıtalara, velhasıl her şeye ihtiyacımız vardır. İşte bu ihtiyaçları, milletin ilerlemesi ve yükselmesi için, memleketin mamuriyeti için muhtaç olduğumuz her şeyi hariçten almak hususunda bittabi tam bir sıhhatle hareket edecek, yani harici yardım ve desteğe (metinde “müzaheret ve muavenete” yazmaktadır.) tamamen olur vereceğiz. Ancak arz eylediğim gibi bağımsız kalmak sıfat ve salahiyetini daima muhafaza etmek… Erzurum Kongresi’nin esasları bundan ibaretti.
Teşkilat vesairesinden bahsetmeyeceğim. İşte Erzurum Kongresi milletin öyle hayatıyla, menfaatleriyle alakalı huşularla meşgul olmak üzere toplanırken, İstanbul’da iktidar mevkiinde bulunan Sadrazam Ferit Paşa, hepsini suçlu, şaki sayıyor, derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmelerini bütün mülki ve askeri resmi makamlara tebliğ ediyor. Bunun da teferruatından bahsetmek istemiyorum. Buradan Sivas Kongresi’ne geçeceğim. Erzurum Kongresi’nden sonra 4 Eylül’de Sivas’ta genel bir Kongre oldu. Erzurum Kongresi yalnız Doğu Anadolu’yu temsil etmiş oluyordu. Sivas’ta Batı Anadolu’dan ve Rumeli’den de delegeler gelmiş olmak itibarıyla(e) artık vatanın hepsi, Anadolu ve Rumeli’de yaşayan bütün millettaşlarımızın görüşlerini teyit etmiş oluyordu ve Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’nde tespit edilen esasları aynen kabul etmiş, yalnız ismini genişletmekle kalmamıştır. Bütün Anadolu ve Rumeli’ye yayılması olmak üzere milli birlik ve dayanışma temin edilmişti… (Konuşma metninin devamı için lütfen bakınız: TBMM Zabıt Ceridesi, Hazırlayan: TBMM Zabıt Kalemi Müdürlüğü, c.1,Devre:1,3. baskı, Ankara,1959, s.8-30)
30 Ekim 1918’te imzalanan ve 31 Ekim günü öğleden sonra İtilaf Devletleri tarafından yürürlüğe konulan “Mondros Mütarekesi” hakkındaki en önemli kaynak, görüşmelere katılan Türk Heyetinde yer alan Âli Türgeldi’nin eseridir.
“Moudros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi” adlı eser, Türk Devrimi Tarihi Enstitüsü Yayınları tarafından 1948’te Ankara’da yayımlanmıştır. Eserde şöyle denilmektedir (Sf:69):
Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)
…”Birinci Dünya Harbi’nden mağlubiyetle çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun teslimiyet belgesi olan Mondros Mütarekesi, Limni Adası’nın Mondros limanında demirli bulunan İngiliz zırhlısı Agamemnon’da;
İngiliz Karadeniz Ordusu Başkumandanı Koramiral SirSomerset Arthur Gough-Calthorpe’un başkanlığında Müttefikleri temsil eden İngiliz askeri heyeti ile 27 Ekim’den itibaren dört gün boyunca devam eden beş celsenin ardından, 30 Ekim 1918 gecesi saat onu üç geçe imzalandı.
Amiral Calthorpe karara varılan bazı maddeler hakkında İstanbul’daki Ahmet İzzet Paşa Hükümeti’nin onayının gecikmesi üzerine “Mütareke metninin 31 Ekim akşamı saat dokuza kadar kabul edilmediği takdirde görüşmelerin kesileceği”ültimatomunu vermiş, sorumluluğu üzerine alan Rauf Bey (Orbay*) görüşmelere kendisi ile birlikte katılan iki arkadaşının da muvafakati ile metni kabul etmiş ve imzalar, görüşmelere ev sahipliği yapan Amiral Calthorpe’un ricası üzerine, amiralin kalemi ile imzalanmıştır.”
Aşağıda görmekte olduğumuz Mondros Mütarekesi’ne ait belgeler T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde (MHD.460-1 / MHD.460-2 / MHD.460-3 / MHD.460-4 / MHD.460-5) bulunmaktadır. Belgelerin yazım dili İngilizcedir ve toplamda 5 sayfa olan Anlaşma maddesi 25’tir. (Not: Ünlü Türk Tarihçi, yazar Murat Bardakçı, “Yıkılış ve Kurtuluş” adlı eserinde Mondros Mütarekesi’ne ait el yazısıyla hazırlanmış resmi olmayan Fransızca (BOA. HR.SYS.2305/21) ve İngilizce (BOA, HSD.AFT.6/74-4) metinlerini de yayımlamıştır.
Mondros Mütarekesi/Ateşkes Antlaşması’nın maddeleri:
1) Çanakkale ve İstanbul boğazlarının açılması, Karadeniz’e serbest geçişin sağlanması ve bunun yanında Karadeniz istihkâmlarının İtilaf Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.
2) Osmanlı sularındaki bütün mayın tarlalarının, torpido ve kovan mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için İtilaf Devletlerine yardım edilecektir.
3) Karadeniz’deki mayınlar/torpiller hakkında bilgi verilecektir.
4) Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan İtilaf Devletlerinin esirleri ile Ermeni esirler kayıtsız şartsız İstanbul’da İtilaf Devletlerine teslim edilecektir.
5) Sınırların korunması ve iç asayişin sağlanmasına yönelik asker/jandarma dışında Osmanlı ordusu derhâl terhis edilecektir.
6) Osmanlı Savaş gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında itilaf Devletleri tarafından gözaltında tutulacaktır.
7) İtilaf Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.
8) Osmanlı demiryollarındanİtilaf Devletleri yararlanacak ve Osmanlı ticaret gemileri de İtilaf Devletlerinin hizmetinde olacaktır.
9) İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki her türlü araçtan yararlanacaktır.
10) Toros Tünelleri,İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecektir.
11) İran’da ve Kafkasya’da bulunan Osmanlı kuvvetleri işgal ettikleri yerlerden geri çekilecektir.
12) Osmanlı Hükümeti’nin haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların denetimi ve kullanımı İtilaf Devletlerine geçecektir.
13) Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.
14) İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye’den temin edecekler, Osmanlı Devleti bu maddeleri dış satım/ihraç edemeyecektir.
15) Bütün demiryollarıİtilaf Devletlerinin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.
16) Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan Osmanlı kuvvetleri en yakın İtilaf Devletleri kumandanlarına teslim olacaktır.
17) Trablus ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.
18) Trablus ve Bingazi’de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim edilecektir.
19) Denizci, asker ve sivil tüm Almanların ve Avusturyalıların bir ay içinde Osmanlı topraklarından çıkartılması sağlanacaktır.
20) Gerek askeri malzemenin teslimine, gerek Osmanlı ordusunun terhisine ve gerekse ulaşım araçlarının İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhâl yerine getirilecektir.
21) İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe kontrolünde çalışacak, İtilaf Devletlerine teslimine dair verilecek herhangi bir emir, derhâl yerine getirilecektir.
22) Osmanlı savaş esirleri İtilaf Devletlerinin elinde tutulacaktır. Askerlik hizmeti yapabilecek kişilerin dışındakilerin salıverilmesi düşünülecektir.
23) Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.
24) Altı vilayet (vilayeti sitte) adı verilen yerlerde bir karışıklık olursa, bu vilayetlerden herhangi birini İtilaf Devletleri işgal edebileceklerdir.
25) İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim ayının 31 Perşembe günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir. (Bakınız: Ahmet Hür, “Her Açıdan Sevr Antlaşması” Puslu Yayıncılık, Haziran-2018 Sf:22-23-24)
Aşağıdaki görselde, Osmanlı İmparatorluğu sınırları dâhilinde Islahatçı ve yenilikçi olarak bildiğimiz Sultan II. Mahmut döneminde ilk defa 1831’de yayımlanmaya başlanan Takvim-i Vekayi gazetesinin, 3 Kasım 1918 tarihli nüshasını görmekteyiz. Gazetede 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin tercümesi okunmaktadır:
Gazetede 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin antlaşma maddelerinin tercümesi yapılarak yayımlanmışsa da yapılan tercümede bazı ibarelere yer verilmemiştir;
;İngilizce metinde, Mediterranean:yani Akdeniz,
;Immediatedemobilistaion of theTürkisharmy:yani Türk Ordusu’nun derhal terhis edilmesi, (Not: Türkçe tercümesinde “Türk Ordusu” ibaresine yer verilmemiş.)
;TürkishGovermentmessages:yani Türkiye Hükümeti’nin muhaberatı. (Not: Türkçe tercümesinde sadece “Hükümet” denmiştir.)
;sixArmeianvilayets; yani altı Ermeni Vilâyeti.
Mondros Mütarekesi’nin en fazla tartışılan tarafı müttefiklere “güvenliklerini tehdit eder mahiyette bir hadise yaşanması halinde İmparatorluğun stratejik noktalarını işgal hakkı” veren “yedinci madde”si idi ve Müttefikler sonraki günlerde İzmir’in yanı sıra Anadolu’nun birçok bölgesini bu maddeye dayanarak işgal edeceklerdi:
Ali Türkgeldi, “Moudros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi” adlı eserinde, Mondros Mütarekesi’nin 7 Maddesi’ni şöyle tanımlar:
İngilizlerin İlk Teklifleri: Madde 7 – Mühim sevkulceyş nokatı İtilaf kuvvetleri tarafından işgal edilecektir.
Metn-i Kat’i: Madde 7 – Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda herhangi se9))vkulceyşi noktasını işgal hakkını haiz olacaklardır.
Yani, bir tehdit karşısında stratejik noktaları işgal etme hakkı. (Bakınız: Takvim-i Vekayi, 3 Teşrinsanî 1334 (3 Kasım 1918), Nüsha No: 3384.)”
Mondros Mütarekesi’nin soru işaretlerinden birisi de ateşkes antlaşması yapılmasaydı ne olurdu? Ya da başka bir deyişle Osmanlı Devleti için daha kötü olabilir miydi? Esasen, İtilaf Devletleri, “Sykes-Picot Anlaşması (16 Mayıs 1916)” gereğince Osmanlı Devleti’nin topraklarını 30 Ekim 1918’de imza edilen Mondros Ateşkes Antlaşması sonrası derhal işgal etmeye başlamışlardır.Bence,Mondros Mütarekesi’nin yapılsaydı-yapılmasaydı şeklindeki soru işaretlerinin yanıtını Osmanlı Devleti’ni parçalamak için kendi aralarında anlaşan emperyalist devletlerin Birinci Dünya Savaşı sırasında yaptıkları diğer anlaşmaları da araştırdığımızda ortaya çıkacak ve netleşecektir.
“19 Mayıs 1919 Sözümüzün Başlangıcıdır, 3 Bölüm” de buluşmak ümidiyle esenle kalınız efendim.