Atatürk, “Büyük” lakabı ile anılan (III. Alexandros) İskender’in doğum yerinin de Selânik civarı olduğu kendisine hatırlatıldığı zaman şöyle demiştir: -…”Mukayese burada sona erer. İskender dünyayı fethetmişti. Ben böyle bir şey yapmadım! O dünyayı istilâ edeyim derken kendi vatanını unutmuştu. Ben vatanımı hiçbir zaman unutmayacağım!”
Babil şehri M.Ö. 23 yüzyılda Mezopotamya’da kurulmuş Babil Devleti’nin başkentidir. Babil Devleti, resmi adı el-Cumhûriyyetü’l-Irâkıyye olan Irak’ın başşehri Bağdat’ın 100 km. kadar güneyinde bulunan devlettir.
Birçok efsanede ve kaynakta adı geçen “Babil Kulesi” dünyanın yedi harikasından biri olan “Babil Asma Bahçeleri”nin arasında bulunur. Milattan önce 479 yılında Bâbil işgal edilmiş ve krallar tarından Bâbil Kulesi yıkılmıştır. Daha sonra da hiç onarılmamıştır. Ancak Bâbil Kulesi’ne gelen “Büyük” lakabı ile anılan “İskender” harabe olan kuleye hayran olmuş ve tekrar eski haline getirmeye karar vermiş, 10.000 kişiyi bir araya getirerek kulenin molozlarını ancak iki ayda temizletebilmiştir (85 milyon tuğla ile inşa edilen kule 90 metre yüksekliğindeydi).
Büyük İskender’in sıtma hastalığından ölümünden sonra ise kulenin eski haline getirilmesinden vazgeçilmiştir.
Yahudi düşünür Saadia Gaon : …”Dünyanın yaratılmasından sonraki ilk 1996 yıl içinde bütün insanların İbrânîce konuştuğunu ileri sürmüştür. Ona göre insanların farklı dil konuşmaları ancak Bâbil Kulesi’nin yıkılmasından sonra başlamıştır.” Bu inancın Yahudi çevrelerinde Ortaçağ boyunca sürdüğü görülür. İbrânîce’nin harfleri ve gramer kuralları pek çok sırrı ve kutsallığı barındırır. Dua herhangi bir dilde olabilirse de hamamlar ibadetin yalnız bu dilde yapılması gerektiğini vurgulamışlardır; Kitab-ı Mukaddes’in de başka bir dille yazılmasının da kutsallığı zedeleyeceğine inanılır.
Uluğ İğdemir, Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü sıfatıyla, Ankara’da Türk Tarih Kurumu Basımevi tarafından 1980’de yayımlanan “Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, 1881 – 1918” adlı eserinde:
“Mustafa Kemal Trablusgarp Yolunda, Latin Harfleri Konusu; –
…”8 Eylül 1911 (15 Ekim 1911)’de İstanbul’dan yola çıkan Mustafa Kemal, 19 Ekim (21 Ekim 1911)’de İskenderiye’ye vardı. Bu yolculuk esnasında Mustafa Kemal’in Kudüs’e uğradığı ve orada İbrânîce dilini yeniden konuşma dili haline getirme çabası içinde bulunan ve İbrânîce’nin büyük sözlüğünü meydana getiren Eliezer Ben-Yahuda ile görüştüğü anlaşılıyor.” Demiştir.
İğdemir; …”Haziran 1977 yılında İsrail Hükümetinin davetlisi olarak Türk Tarih Kurumu Başkanı Ord. Prof. Ziya Karal’la birlikte İsrail’e yaptığımız gezi sırasında kendisini ziyaret ettiğimiz İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Prof. ShlomoAvineri;
…”Atatürk’ün 1911’de Trablusgarp’a giderken Kudüs’e uğradığını ve Elizer Ben- Yehuda ile görüştüğünü, kendisine İbrani yazısının güç bir yazı olduğunu, bunun yerine Latin harflerini kabul etmelerinin yerinde olacağını, eğer kendisi Türkiye’de söz sahibi olursa, Arap harfleri yerine Latin harflerini kabul ettirmeye çalışacağını söylediğini” bize anlatmıştı.
Kudüs Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Jakop M. Landau 10 Aralık 1973’te İstanbul’da toplanan ‘Atatürk Devrimleri I. Milletlerarası Sempozyumu’na sunduğu bildirisinde bu olayı değişik biçimde şöyle anlatmaktadır:
…” İbrânîce yayınlarda Atatürk’ten ilk bahis 1911’de Trablusgarp’ta yapılan Türk – İtalyan Savaşı yıllarından hemen önceye rastlar. Mustafa Kemal bu devirde Kudüs’te üstlenmiş genç bir Türk subayıdır. Burada Itamar Ben-Avi’nin hatıratından bahsetmekteyim. Bu hatıralarda bir bölüm Mustafa Kemal’le karşılaşmalarına ve tartışmalarına ayrılmıştır.
Itamar Ben-Avi, Elizer Ben-Yehuda’nın büyük oğludur. Elizer Ben-Yehuda, Kudüslü bir Musevi idi ve o zamanlar ölü dil sayılan İbrânîce‘nin yeniden canlanması mucizesini başarmış ve onu yaşayan, konuşulan dil haline getirmiştir.
Elizer Ben- Yehuda 1857’de Litvanya’da doğmuş bir Musevi’dir. Fransa’da Tıp doktoru olmuş ve genç yaşta İbranice ile ilgilenmiştir. 1881 yılında Kudüs’e yerleşmiş ve yine orada kırk bir yıl sonraki ölümüne kadar tüm zamanını İbranicenin araştırılması ve canlandırılması işine vermiştir.Hemen hemen tek başına, ilmi metotlara dayanarak İbranice dilinin ilk tarihi lügatını meydana getirmiştir. Bu çalışmanın ilk ciltleri hayatı esnasında basılmış, diğerleri ölümünden sonra tamamlanmıştır ve tamamı on yedi cilttir. Kendisi ve ailesi yüzyıllardır konuşulmayan İbranice dilini günlük yaşamlarında da devamlı olarak kullanmak gibi önemli bir iş daha başarmışlardır. Bu örneğin yardımıyla İbranicenin kullanılmasının propagandasının yapmış ve Filistin’deki Musevi toplumunun konuşulan dili haline getirmiştir.
Oğlu Itamar Ben-Avi, İbranicenin canlanması konusunda babası kadar ateşli idi. Kendisi 1943’te öldü ve hatıratı namı müstear ile yayınlanmıştır.Itamar Ben-Avi’nin Mustafa Kemal ile karşılaşmasını anlatan bölüm Mustafa Kemal’in o zamanki ilgilendiği konuları ve planlarının çoğunu ve çağdaşları üzerinde bıraktığı etkiyi açıkça ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal’e bir Kudüs otelinde rastlamıştır. Mustafa Kemal’in delici bakışlarından etkilenen Itamar Ben-Avi kendisi ile tanıştırılmak istenmiştir. Mustafa Kemal, bu genç İbrani gazeteciyi beğenmiş olmalı ki ona Enver ve Cemal Paşalara olan güvensizliğinden söz etmiş ve Türkiye için daha güzel bir istikbal umutlarını açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir tebaası olarak Itamar Ben-Avi de bu umutlara yürekten katılmıştır.
Bu tebliğin konusu ile daha yakından ilgili olan, aralarında geçen dil reformuna ilişkin tartışmadır. Mustafa Kemal, aynı zamanda Itamar Ben-Avi’nin babası Elizer Ben-Yhuda ile de uzun uzun konuşmuştur.
Kendisi orada olmayan Itamar Ben-Avi buna kısaca temas etmiştir. Aralarında geçenler hakkında yalnızca tahmin yürütülebilir; fakat,Itamar Ben Avi, Mustafa Kemal’le kendisinin bu konuda yapmış olduğu tartışmaları daha ayrıntılı bir biçimde anlatmaktadır. Itamar Ben-Avi’nin anlattığına göre kendisi, Mustafa Kemal’e Osmanlı İmparatorluğunda, Türkler, Araplar, Yunanlılar, Museviler, Arnavutlar ve diğerleri arasında tabii bir kültürel köprü teşkil etmek üzere hiç olmazsa müşterek bir yazı diline sahip olmalarını sağlamak için Latin alfabesinin kabul edilmemesini söylemiştir. Itamar Ben-Avi’nin kendi anlatışı içinde bu şöyle cereyan etmiştir:
…”Osmanlı İmparatorluğu halklarının birbirlerini anlamaları için bir tek yol vardır. Sizin Arap harfleriniz, bizim dikdörtgenlerimiz, Ermeni, Rum ve Arnavut yazıları ve diğerleri, aramızdaki yakınlaşmayı önlüyor… İşte beyim, eğer Türkçe, karmaşık bir dil olan Ermenice ve Yunanca için Latin alfabesini kabul ederseniz, insanlar arasında fevkalade bir köprü yaratmış oluruz, bir nevi “Esperanto” olur bu.”
Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, Itamar Ben-Avi, iki dünya savaşı arasındaki yıllarda, İbraniceyi sevdirmek ve popülarize etmek amacı ile uzun yıllar, Latin alfabesi ile İbranice gazete çıkarmıştır; fakat bu tutmamıştır. Ve İbranice eski alfabesi ile yazılmaya devam etmektedir (yine de az sayıda ilim adamı İbranicenin Latin harfleri ile yazılmasını yaymaya çalışmaktadırlar).
İlginç olan, bu tartışmanın sonradan meyve vermesi ve daha sonra Mustafa Kemal’in Türkçe için Latin harflerini kabul etmesidir. Tabii buradaki sebepler Itamar Ben-Avi’nin öne sürdüklerinden çok başkadır.” (Ayrıca Bakınız: Prof. Dr. Jacop M. Landau: Atatürk’ün Türkiye’deki Reformları, bunların Orta Doğu’daki diğer ülkeler üzerindeki etkileri ile ilgili notlar. İstanbul Üniversitesi Atatürk Devrimleri Araştırma Enstitüsü yayınları 5. Sf:567-569)
Uluğ İğdemir, eserinin dip notlarında: -…”Prof. Landau burada kronolojik bir yanılgıya düşmektedir. Atatürk Trablusgarp’a giderken uğradığı Kudüs’te üstlenmiş bir birlikte olamazdı. Kendisi o tarihte İstanbul’da görevli bulunuyordu. Atatürk’ün Enver ve Cemal Paşalardan bu biçimde söz etmesi de olanaksızdır. O tarihte Enver Paşa da, Cemal Paşa da küçük rütbede birer subaydır ve Osmanlı idaresinde söz sahibi olacak mevkilere henüz gelmemiştir. Bu konuşma olsa olsa Birinci Dünya Savaşı sırasında Atatürk’ün ordu Komutanı olarak Filistin cephesinde bulunduğu tarihlerde geçmiş olabilir.” demiştir.(Not: Enver Paşa, 1911’de Trablusgarp Savaşı’nda Kurmay Binbaşı rütbesiyle Bingazi Cephesi Komutanı olarak İtalyanlara karşı gösterdiği başarı sonrası rütbesi Yarbay ’lığa yükseltilmiştir.)
Ayrıca sizlere daha önce paylaştığım, “Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a giderken yazdığı Mektup” başlıklı makalemi de okuyabilirsiniz. https://www.sechaber.com.tr/mustafa-kemalin-trablusgarpa-giderken-yazdigi-mektup/