İnsanlık değerlerine içten ve büyük saygısı olan Atatürk, radyonun emekleme devrinde olduğu, sinemada ise yeni çalışmalar yapıldığı bir dönemde şöyle demiştir:
-…”Sinema, gelecekti dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya’daki kadın, Amerika’daki zenci, Eskimo’nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır.”
Türkiye’de ilk sinema gösteriminin yapıldığı tarih hakkında, Sultan II. Abdülhamit’in kızlarından Ayşe Osmanoğlu, anılarında Saray’da olan bir gösteriden kısaca bahsedilir ki; her yıl padişahın izniyle Fransa’ya gidip Saray’a yenilikler getiren Bertrand isimli bir taklitçi ve hokkabaz, 1896 sonları ya da 1897’nin başlarına doğru Saray’a sinemayı getirmiştir.
Sonradan “Uzkınay” soyadını alacak olan Fuat Bey’in Ayestefanos Rus Anıtı (Abidesi)’nın 14 Kasım 1914’te yıkılmasına ilişkin filmi, “çekilen ilk Türk filmi”, Fuat Uzkınay’ı da “İlk Türk Sinemacısı” olarak nitelendirmiştir:
…”Osmanlı-Rus Harbinden sonra 3 Mart 1878’de imzalanan “Ayastefanos Antlaşması”, Halit Ziya Uşaklıgil’in önerisi ile 1930 yılında ilçe statüsüyle birlikte “Yeşilköy” adını alacak olan İstanbul Ayastefanos’ta imzalandığı için bu adı almıştır. Bu antlaşmayı, Osmanlı devleti adına uzunca bir süre ağladıktan sonra imza attığı söylenen dönemin Hariciye Nazırı Saffet Paşa ve Rusya adına da İgnatiev ile Nelidov, dönemin tanınmış bir Ermeni ailesine ait olan Neriman Şah Köşkü’nde (Günümüzde Sağlık Ocağı) imzalanmıştır.
Rusya devleti işte bu antlaşma ile “Ayestefanos Anıtı” olarak bilinen ve bir bölümü kilise olarak kullanılan son derece görkemli yapıyı galibiyetlerine istinaden 1894’te Yeşilköy’de yaptırmışlardı. Rus Abidesi olarak da bilinen görkemli bu yapının iç kısımda savaşta ölen askerlerin de isimlerinin yer aldığı nişler bulunduğu ve süslenmesi için Çar I. Nikola saray ressamlarını altı aylığına İstanbul’a gönderdiği bilinmektedir.
Ayestefanos Anıtı, Osmanlı devleti’nin I. Cihan Harbi’ne girmesi üzerine “Cihad-ı Ekber” ilan edildiği gün, yani 14 Kasım 1914 sabahı, saat 8.30’da, anıtın utanç kaynağı olduğunu düşünen Mahmut Şevket Paşa’nın önderliğinde Davutpaşa İstihkâm Taburu tarafından bütün halkın gözleri önünde dinamitlenerek yıkılmıştır.
Ayestefanos Rus Anıtı’nın havaya uçurulmasıyla tarihimizde bir ilke imza atılmış, anıtın yıkılacağı bilindiğinden, bu olayın filme alınmasına karar verilmiş, hatta bu iş için Viyana’da bulunan bir film şirketi ile anlaşma yapılmıştır. Ancak, milli hassasiyetler dolayısıyla bu işlemin yabancı bir şirket tarafından yapılması uygun görülmemiş, yapılan araştırma sonucu orduda görevli, daha önce sinema işlerinde çalışmış Fuat adında genç bir yedek subay bulunarak bu tarihi olay filme alınmıştır.”
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla beraber Türk toplum yapısında ciddi bir değişim yaşanmıştır. Cumhuriyet rejimin başlaması, daha önce eşi benzeri görülmemiş inkılapların bir bir hayata geçmesi, toplumun hemen her alanda olduğu gibi Türk Sineması’nda da değişikliklere yol açmıştır.
1930’larda Halk Evleri’nde diğer filmlere oranla oldukça sık gösterilen iki belgesel film vardır. Belgesel filmlerden biri, Ester Schup’un yönetmenliğinde Türk İnkılabında Terakki Hamleleri, diğeri Sovyet film yapımcıları tarafından Cumhuriyetin 10. Yıl kutlamalarında ve sonrasında üretilen 13 Ekim 1934’te Ankara’nın başkent oluşunun ve Cumhuriyet ideolojisinin sinemanın dili kullanılarak seyirciye aktarıldığı en erken örnek 1934 yapımı “Türkiye’nin Kalbi Ankara” belgesidir.(Bakınız: http://webtv.ankara.edu.tr/video/turkiyenin-kalbi-ankara)
Türk film yapımcıları tarafından 1920 – 1930’larda üretilen Cumhuriyet ile diğer belgeseller parti siyasetini desteklemek yerine, gişe hasılatına odaklanmaları nedeniyle parlamento tarafından ciddi eleştirilere maruz kalmışlardır. Hal böyle iken sanatın diğer dallarında birey yetiştirmeye dair çabalar sarf edilirken, sinema göz ardı edilmiştir. 1930 – 1940’lı yıllarda Batı’nın popüler sineması ve Türk sineması arasında sinematik uyarlamalar, taklitler, melodramatik yöntemlerle bağdaştırmalar yapılmaya çalışılmış, bir nevi sinemayı “Türkleştirme” çabası içine girilmiştir.
1933 yılında Cumhuriyet’in 10. Yıl kutlamalarının yer aldığı belgesel SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Kuruluş tarihi: 30 Aralık 1922 – Lağvedilme tarihi: 26 Aralık 1991) tarafından üretilmiş ve bu belgesel Cumhuriyet ideolojisinin yayılmaya çalışıldığı ilk yıllara dair en önemli görsel malzemelerindendir.
Denilen odur ki; 1933 yılında, Cumhuriyet’imizin 10. Yıl’ı Kutlamaları için, Türkiye’ye gelen Sovyetler Birliği heyetinde, SergeiYutkeviç adında bir sinemacı vardır. SergeiYutkeviç, yeni kurulan Cumhuriyet ve Ankara üzerine , “Türkiye’nin Kalbi Ankara” adında bir film yapmıştır. Sovyet Hükümeti daha sonra bu filmi, Türkiye Cumhuriyeti’ne hediye olarak göndermiştir.
TRT, televizyon yayıncılığına yeni başlandığı sıralarda filmi yayınlamış fakat izleyicilerden gelen yoğun tepki karşısında filmin yayınlanması durdurulmuştur. Bir başka ifadeyle, yeni kurulan Cumhuriyeti övmek için yapılmış bir film “TRT televizyonunda yayım sırasında sansürlenen (!) ilk film” olmuştur.
…”Film, bozkır görüntüleriyle açılır. Ardından, Sovyet heyetinin askeri bir vapurla İstanbul’a gelişini gösterir. Heyet trenle Ankara’ya doğru yola çıkar ve asıl Türkiye’nin Kalbi Ankara’ya, tren garından girilir.”
Türkiye’nin Kalbi Ankara’nın odak garıdır ve bu kalbi besleyen damarlar ise her yere ulaşan demiryollarıdır.
…”Treni garda, askerlerden, bürokratlardan ve ‘halkın’ diğer unsurlardan oluşan bir kalabalık karşılar. İzciler selam durur, davullar-borazanlar çalar. Halk coşkuyla karşılar gelenleri. Her yer bayraklarla donanmıştır, uygar dünyanın temsilcileri arasında Atatürk, vakur tavırlarla resmigeçidi izler… Atatürk, kürsüye çıktığında nefesler tutulur, kameralar çalışır ve meşhur “10. Yıl Nutku” tarihe geçer.”
Ancak, izleyicileri rahatsız eden ve filmin sansürlenmesine yol açan neden, filmin ayrıntılarında saklıdır. Bu ayrıntılar ise ifadesini, İç Anadolu köyünün günlük yaşamından alınmış görüntüler ile yeni Cumhuriyeti temsil eden binaların, caddelerin görüntüleri arasındaki ilişkide bulur. Ankara’da, geçmişi barındıran bozkır toprağın üstünde, yeni bir gelecek tasarlanmıştır. Geçmişin üzerine kurulan yeni bir gelecek tasarımı, izci kıyafeti içindeki genç kız ile köyden eşeğine binerek, törenleri izlemeye gelen yaşlı gazinin görüntüleri ile somutlaşır.
“Yaşanan anın yeniliğini” onaylarcasına, genç kız, der ki, yaşlı gaziye:
…“Bu bizim şimdiki halimiz, yeni hayatımız.”
Yaşlı gazi: …”Yarın Başkumandanım Gazi’yi göreceğim…”
Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), devlet adına radyo ve televizyon yayınlarını gerçekleştirmek amacıyla, 01 Mayıs 1964’de, özel yasayla, özerk tüzel bir kişiliğe sahip olarak kurulmuş, Mahmut Tali Öngören‘in Ankara’daki Mithat Paşa Stüdyosunda, 31 Ocak 1968’deki gerçekleştirdikleri açılış konuşmasıyla ilk deneme yayın hayatına başlamıştır. Haftada 3 gün, üçer saat olarak başlayan deneme yayınları 1 yıl sonra haftada 4 güne çıkmıştır: …”Okulun ikinci yılıydı ki, TRT Ankara Televizyonu’nda çalışmaya başlamıştım. Mahmut Tali Öngören, Varlık Özmenek, Adem Yavuz, Melih Aşık ile birlikte sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve politik programlar yaptık. Atatürk’ün emriyle çekilen “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filmini yayınladığımızda Ankara’nın tüm yönetim kademelerinde “kıyamet koptu”.
Yayın, dönemin TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak tarafından durduruldu (!).
Siyasal bilincimin ikinci kıvrımıydı bu olay. Onuncu yılını dolduran Türkiye’nin, gelişimini anlatan ve günümüze kadar aşılamamış olan “Türkiye’nin Kalbi Ankara” filmi, “Atatürk’e rağmen” yayından kaldırılabiliyordu.
Nedeni ise filmin giriş yazılarının Rusça olmasıydı (!).
Bunun da nedeni şuydu; O dönemde elinde bu filmin Türkçe kopyası olan kurumlar, televizyondaki gösterim için, bu filmi vermektense “nedense” kaçındılar.
Hâlbuki 10 yaşına gelmiş genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarındaki sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal gelişimini, o güne göre çok önde bir sinema diliyle bütün dünyaya anlatan bu film ve aynı zamanda Atatürk’ün 10. Yıl Cumhuriyet Bayramı töreninde, 10. Yıl dolayısıyla verdiği söylevi, kendi sesinden belgeleyen tek eserdi. (Bakınız: Yavuz Sezer, “Politik Tanıtım Seçim Kampanyası El Kitabı”, Efil Yayınevi, Mayıs 2011, Ankara)”
Denilen odur ki; 10 Kasım 1969’da Atatürk’ün vefatının 31. Yılı sebebiyle “TRT Program Daire Başkanı Mahmut Tali Öngören” tarafından arşivden çıkartılan “Türkiye’nin Kalbi Ankara” adlı film, dönemin TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak tarafından yapılan bir baskınla yayından alınarak Mahmut Tali Öngören de görevinden uzaklaştırılmıştır. Yasaklanma gerekçesi olarak da “Komünizm propagandası yapıldığı ve ülkenin çok yoksul gösterilmesidir (!).”
Tam bir yıl sonra, film 10 Kasım 1970 akşamı “TRT” ekranlarında yayımlanmış, yaşanan olaylar için yapılan açıklamada ise bir yanlış anlaşılma sonucu olduğu söylenerek Adnan Öztrak’ın filmi tamamıyla izlemediği açıklanmıştır. Film sonrasında tekrar arşive dönmüş Ağustos 2008’de Çankaya Köşkü’nün resmi internet sitesine konulmuştur: (https://www.tccb.gov.tr/assets/video/diger/Ataturk-TurkiyeniKalbi.mp4)
Bu güne kadar Ankara üzerine “Türkiye’nin Kalbi Ankara” isimli belgeseli bilsek de, Can Dündar’ın 10 Kasım 2012 tarihinde başlığını “89 yıl sonra bulunan film” olarak attığı Milliyet’in internet haberindeki bilgiler dikkati çekmektedir: …
”Fransız işadamı Albert Kahn, ekipler kurup dünyanın çeşitli yerlerine film ve fotoğraf çekimine yollamış. 1922’de Ankara, merak edilen bir yer haline gelince, Ankara’ya gönderilen ekipte, Camille Sauvegeot adlı kameraman Ankara’da film, Gadmer adlı fotoğrafçı ise renkli fotoğraflar çekmiş. İkili hem kurtuluş hareketinin karargâhı olan bu küçük kasabayı, hem de o karargâhı yöneten Gazi Paşa’yı görüntülemiş. Bu film ve renkli çekilmiş 74 fotoğraf, 89 yıl Paris yakınlarında Albert Kahn Müzesi arşivinde saklanmış. Saadet Özen, “Ankara” belgeseli için araştırma yaparken keşfetmiş.
Ankara Büyük Şehir Belediyesi tarafından, Ankara’nın Başkent oluşunun 89. Yıl dönümü dolayısıyla hazırlatılan belgeselde; yönetmenliğini Candan Murat Özcan’ın yaptığı, metinlerini Selahattin Duman’ın yazdığı belgeselin küçük bir bölümü Başkentlilere gösterilmiştir. Belgeselde 1922 Ankarası belgelenirken, bir Başkent’in nasıl yoktan var olduğunu çok daha iyi anlamamızı sağlanmıştır.”