Büyük Atatürk, 23 Ağustos 1925’te Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı seyahatlerde şapka devriminin (inkılabının) ilk parolasını başında taşıdığı panama şapkasıyla vermiş, 27 Ağustos 1925’te İnebolu’da: -…”Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal yoktur. Medeni ve beynelmilel kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir” diyerek, medeni yasayışa uyan kıyafetin gerekliliğini de açıkça belirtmiştir.
25 Kasım 1925 tarih ve 671 sayılı Şapka Kanunu çıkmadan önce vatandaşlar şapkayı giymiş ve bu yenilik medeni kıyafet değişimi olarak halk arasında bir başlık taklidi değil, hür düşüncenin sembolü olarak kabul edilmiş, bundan sonra cüppe ile sarık giymek yasak edilerek bu kıyafet yalnız din adamlarına tanınmıştı.
9 yıl sonra…
3 Aralık 1934 günü ise TBMM’de din adamlarının dini kisveleri (kıyafetleri) sadece ibadet yerlerinde ve törenlerde giyebilecekleri kanun teklifi kabul edildi ve “din adamlarının –hangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar – mabet ve ayinler haricinde ruhani kıyafet taşımaları yasaklandı. Söz konusu kılık ve kıyafetle ilgili Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci “Kıyafet Kanunu” 13 Aralık 1934 tarih ve 2879 sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanmıştı:
“Tarih: 13 Kânunuevvel 1934 Perşembe
Sayı: 2879
KANUNLAR
Bazı kisvelerin giyilmeyeceğine dair kanun:
Kanun No: 2596
Kabul tarihi: 3.12.1934
Madde 1 — Herhangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde ruhanî kisve taşımaları yasaktır. Hükümet her din ve mezhepten münasip göreceği yalnız bir ruhaniye mabet ve ayin haricinde dahi ruhanî kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat müsaadeler verebilir. Bir müsaade müddetinin hitamında onun aynı ruhanî hakkında yenilenmesi veya bir başka ruhaniye verilmesi caizdir.
Madde 2 — Türkiye’de kanuna tevfikan teşekkül etmiş ve edecek olan izcilik ve sporculuk gibi topluluklar ve cemiyet ve kulüp gibi heyetler ve mektepler mahsus kıyafet, alâmet ve levazım taşımak istedikleri zaman yalnız nizamname veya talimatname ile muayyen tiplere uygun kıyafet, alâmet ve levazım taşıyabilirler.
Madde 3 — Türkiye’de bulunan Türklerin ve yabancıların, yabancı memleketlerin siyaset, askerlik ve milis teşekkülleri ile münasebetli kıyafet ve alâmetlerini ve levazımını taşımaları yasaktır.
Madde 4 — Ecnebi teşekkül mensuplarının kendi kıyafet, alâmet ve levazımları ile Türkiye’yi ziyaret etmeleri, İcra Vekilleri Heyetince tayin olunacak mercilerin müsaadesine tâbidir.
Madde 5 — Türkiye Devleti nezdine memur bulunanların kıyafetleri beynelmilel mer’i âdetlere tâbidir. Müsaade-i mahsusa ile gelen yabancı memleketler kara, deniz, hava kuvvetlerine mensup kimselerin resmî üniformalarını nerelerde ve ne zaman taşıyabilecekleri İcra Vekilleri Heyeti karar ile tayin olunur.
Madde 6 — Bu kanunun tatbik suretini gösterir bir nizamname yapılır.
Madde 7 — Birinci maddenin hükümleri bu kanunun neşri tarihinden itibaren altı ay sonra ve diğer maddelerin hükümleri kanunun neşri tarihinden itibaren mer’idir.
Madde 8 — Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.”
Giyim konusunda Cumhuriyetin ilk döneminde iki kanun çıkarılmıştır. İlki yukarıda değindiğimiz Şapka İktisasına Dair 671 Sayılı Kanun, diğeri ise 3 Aralık 1934 tarih ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun’dur. Kadın kılık kıyafetinin düzenlemesi konusunda somut bir yasal düzenleme yapılmamıştır. Ancak, siyasi ve sosyal hakların Türk kadını tarafından kullanılmasının beşeriyetin saadeti ve prestiji açısından gerekli olduğuna inan Atatürk, 1925’te: -…”Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı da arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mana ve anlamı nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal düzeltilmesi lazımdır.” Demiştir. (Bakınız: Dr. Utkan Kocatürk, “Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri” 2’nci Basım 1971, Ayyıldız Matbaası, Sf:110)
Şapka inkılâbının akabinde yenilikçi görüşü benimseyenler kadın kıyafeti konusunda da bir inkılâp beklentisi içerisine girdiler. Hatta bazı il ve ilçelerde peçe ve çarşaf giyilmesi yasaklandı. Ancak Ankara’nın desteği alınamadığı için bu teşebbüsler başarısızlıkla neticelenmiştir. Tirebolu Belediyesi 7 Ekim 1926 günü aldığı bir kararla ilçede peçe takılmasını yasakladı. 48 saat içerisinde peçeyi terk etmeyen kadınların cezalandırılacaklarını ilan etti. Diğer taraftan kadınlara öncülük etmek üzere Tirebolu Kaymakamı Mehmet Emin Beyin hanımı, Tütün Tekeli memuru Hasan Bey’in kızı ve Merkez Kız İlkokulu öğretmen muavinlerinden Safiye Hamit Hanım sokak sokak dolaşarak tesettürden sıyrılma konusunda Tirebolulu bayanların cesaretini artırmaya çalıştılar. Ancak, bu çalışmalardan beklenen sonuçlar alınamadı. Tirebolulu bayanlar peçe takmaya devam ettiler.
Trabzon Vilayet Meclis-i Umumisi de Aralık 1926’da kadınların peçe takmalarını yasakladı. Halka 10 gün süre tanıdı. Bu sürenin bitiminde hâlâ yüzünde peçe görülecek kadınların hüviyet tespiti için karakollara sevk edileceğini ilan etti. Ancak, belirtilen sürenin bitiminde de bayanların peçe takmaya devam ettikleri görüldü. Bunlar hüviyet tespiti için karakollara sevk edildiler. Fakat hüviyet tespiti yapıldıktan sonra da peçe takmayı sürdürdüler. Diğer taraftan peçelerin kaldırıldığı il ve ilçelerde kadınlar sokağa çıkmamayı tercih ettikleri için iktisadi hayatta da sıkıntılar yaşanmaya başlamıştı.
Peçelerin kaldırılması meselesi Giresun’da da gündeme geldi. Ocak 1927’de Giresun valisi Rami Bey ile bu konuda bir röportaj yapılmıştır. Rami Bey Vilayet Umumi Meclisi’nin ilk toplantısında peçelerin kaldırılacağı sözünü vermiş olmasına rağmen vilayet meclisinden böyle bir karar hiçbir zaman çıkmadı. Hatta gündeme dahi alınmadı. Valinin söz vermiş olmasına rağmen bu meseleyi meclis gündemine dahi getirmemiş olması Ankara’dan almış olduğu bir uyandan mı, yoksa yerel sebeplerden mi kaynaklanmış olduğu anlaşılamamıştır.
Diğer taraftan Sivas’ta 1928 yılı Kasım ayında Türk Ocağı’nda toplantı yapan aydın ve tüccarlardan 50 kişi peçe ile mücadele kampanyası başlattılar. Bunlar kendi ailelerine peçe ve çarşafı çıkarttıkları gibi bütün Sivas halkını da bu giysilerden arındırma gayreti içerisine girdiler. Bu kampanya kısa zamanda etkisini göstermiş olup, Belediye Başkanı Hayri Bey’in daveti üzerine bütün mahallelerin ihtiyar heyetleri peçe meselesini görüşmek üzere bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda peçe ve çarşafın kaldırılması meselesi umumiyetle kabul görmüş olup, bu konuda gayret gösterilmesi karar altına alınmıştır.
Bundan takriben yedi yıl sonra 1935’deki Cumhuriyet Halk Partisi kurultayında çarşafın yasaklanmasına dair bir teklif verildi ise de kabul görmedi. Hiçbir zaman bu mesele Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kanun teklifi olarak intikal etmiş değildir. Yine 1935’e kadar yayılan süreç incelendiğinde, kadın giyiminde değişimin sert biçimde olmadığını göstermektedir. Kadınlar çarşaf ve benzeri giysilerini çıkarmış, ancak onu yerine birdenbire Batılı giysileri almamıştır. Bu dönemde Batılı giyim tarzı olarak yazları ipekli kumaştan yapılmış tayyör, onun üzerine tayyör rengine uygun ve aynı kumaştan pelerin, başa da arkadan sıkılan tül örtü kullanılmıştır. Kışları ise tayyör, yünlü ipek kumaştan imal edilmiştir. Bir başka dış giyim ürünü de manto olmuştur. Moda dergilerinde sıkça verilen modeller ve biçki dikiş kurslarının katkısıyla manto giyimi yaygınlaşmıştır.
Türk kadınının giyimindeki değişimin bu kadar yavaş yaşanmasında kadın kıyafetleri konusunda yasal düzenlemeye gidilmemesinin yanı sıra kadınların sosyal hayata katılımlarının erkeklere göre daha düşük düzeyde olmasının da etkisi olduğu düşünülebilir. Atatürk, Büyük Türk kadınını ilmi, ahlaki, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yolunda 1925’te şöyle demiştir: -…”Seyahatim esnasında köylerde değil bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve gözlerini çok yoğun ve itina ile kapatmakta olduklarını gördüm. Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim benciliğimizin eseridir. Çok iffetli ve dikkatli olduğumuzun gereğidir. Fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi kavrayışlı ve düşünür insanlardır. Onlara ahlaka ait kutsal kavramları telkin etmek, milli ahlakımızı anlatmak ve onların dimağını nur ile, temizlikle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla benciliğe lüzum kalmaz. Onlar yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.”
1934’te Bazı Kisvelerin Giyilmeyeceğine Dair Kanun’un üstünden 46 yıl geçecek ve takvim yaprakları 12 Eylül 1980 Cuma gününü gösterdiğinde o gün sabaha karşı saat 05.00 sularında, Türk Silahlı Kuvvetleri yayınladığı bir bildiriyle “ülke yönetimine” el koyduğunu açıklayacaktı. O günkü Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren imzasıyla yayınlanan bildiride şöyle denilmişti:
“Yüce Türk milleti, Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği, ülkesi ve milleti ile bölünmez olan Türkiye Cumhuriyeti devleti son yıllarda izlediğiniz gibi iç ve dış düşmanların tahriki ile varlığına rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir. Devlet başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür. Atatürkçülük yerine irticayı ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek sistemli bir şekilde ve haince ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.
Aziz Türk milleti, işte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunun verdiği Türkiye Cumhuriyetini kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararı almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur. Girişilen harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü koruma, milli birlik ve beraberliği sağlama, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.
Parlamento ve hükümet feshedilmiştir.
Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Bütün yurtta Sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.
Vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak bakımından saat 5’ten itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.
Bu kollama ve koruma harekâtı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13’teki Türkiye Radyoları ve Televizyonu’nun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. Vatandaşların sükûnet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmelerini beklerim.
Kenan Evren
Orgeneral, Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı”
1 yıl, üç ay sonra…
6 Aralık 1981 günü okullarda başörtüsü ve sakal yasaklanmış, Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine ilişkin Yönetmelik 7 Aralık 1981 günü Resmi Gazete ’de yayımlanmıştır (Sayı: 17.737, Sayfa: 3):
YÖNETMELİKLER:
Karar Sayısı: 8/3349
«Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetlerine ilişkin Yönetmelik» in yürürlüğe konulması; Millî Eğitim Bakanlığının 10.3.1981 tarihli ve 1593 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulunca 22.7.1981 tarihinde kararlaştırılmıştır.
İMZALAR:
*Kenan EVREN (Orgeneral / Devlet Başkanı)
*B. ULUSU (Başbakan)
*T. ÖZAL (Devlet Bak. – Başbakan Yrd,)
*Prof. Dr. İ. ÖZTRAK (Devlet Bakanı)
*M. ÖZGÜNEŞ (Devlet Bakanı)
*Prof. Dr. M. N. ÖZDAŞ (Devlet Bakanı)
*Z. BAYKARA (Devlet Bak. Başbakan Yrd.)
*İ. TÜRKMEN (Dışişleri Bakanı)
*K. CANTÜRK (Ticaret Bakanı)
*C. MENTEŞ (Adalet Bakanı)
*K. ERDEM (Maliye Bakanı)
*Prof. Dr. N. AYANOĞLU (Sağ. ve Sos. Yardım Bakanı)
*Ü. H. BAYÜLKEN (Millî Savunma Bakanı)
*H. SAĞLAM (Millî Eğitim Bakanı)
*R. BATURALP (Gümrük ve Tekel Bakanı)
*Prof. Dr. S. ÖZBEK (Tarım ve Orman Bakanı)
*Prof. Dr. T. ESENER (Çalışma Bakanı)
*Ş. KOCATOPÇU (Sanayi ve Teknoloji Bakanı)
*S. ÇETİNER (İçişleri Bakanı)
*Dr. T. ÖNALP (Bayındırlık Bakanı)
*N. ÖZGÜR (Ulaştırma Bakanı)
*Ş. KOCATOPÇU (Sanayi ve Teknoloji Bakanı)
*S. BİNGÖL (Enerji ve Tabii Kay. Bakanı)
*I. EVLİYAOĞLU (Turizm ve Tanıtma Bakanı)
*Dr. Ş. TÜTEN (İmar ve İskân Bakanı)
*M. R. GÜNEY (Köy İşleri ve Koop. Bakanı)
*V. ÖZGÜL (Gençlik ve Spor Bakanı)
*S. ŞİDE (Sosyal Güvenlik Bakanı)
*C. BABAN (Kültür Bakanı)
Millî Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık – Kıyafetlerine İlişkin Yönetmelik:
AMAÇ:
Madde 1 — Bu Yönetmeliğin amaçları, her derece ve türdeki okullarda;
KAPSAM:
Madde 2 — Bu Yönetmelik her derece ve türdeki resmi ve özel okulların (askeri okullar, Polis Kolejler] gibi resmi üniforması bulunan okullar hariç) öğrencileri ile bu kurumlarda görevli yönetici, öğretmen ve diğer personelin kılık kıyafetlerinin düzenlenmesine ilişkin esasları kapsar.
DAYANAK:
Madde 3 — Bu Yönetmelik 2413 sayılı «Bilumum Devlet Memurlarının Kıyafetleri ile ilgili Kararname» ile 2596 sayılı «Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun un 6. maddesine göre hazırlanan 1958 sayılı «Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanunun Tatbik Suretini Gösterir Nizamname» ye dayalı olarak hazırlanmıştır.
Madde 4 — Aksi belirtilmedikçe bu yönetmelikte geçen «Bakanlık» sözünden, bünyelerinde okul bulunan Bakanlıklardan her biri; «Okul» sözünden, her derece ve türdeki okullar; «Yönetici personel» sözünden, okullarda görevli müdür, müdür yardımcıları ve diğer yöneticiler; «Öğretmen» sözünden, okullarda kadrolu ve ücretli olarak öğretmenlik yapanlarla, asistanlar; «Eğitime yardımcı görevliler» sözünden, uzman, uzman yardımcısı, rehberlik görevlisi, usta öğretici, laborant vb.; «Memur» sözünden, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olup bu kurumların genel idari hizmetleri sınıfından olanlar; «Hizmetli» sözünden, bu kurumların yardımcı hizmetler sınıfında bulunanlar; «öğrenci» sözünden, her derece ve türdeki okullarda öğrenim görenler; anlaşılır.
BAŞLIKLAR:
Madde 5 — Bu Yönetmeliğin kenar başlıkları ilgili oldukları maddelerin konusunu ve maddeler arasındaki sıralama ile bağlantıyı göstermekte olup madde metnine dâhil değildir.
Madde 6 — Okullarda yönetici, öğretmen, eğitime yardımcı görevliler, memur, hizmetli ve öğrencilerin giyimlerinde sadelik, temizlik ve hizmete uygunluk esastır.
Madde 7 — Okullarda görevli yönetici, öğretmen, eğitime yardımcı görevliler ve memurların kılık kıyafette uyacakları kurallar:
Madde 8 — Hizmetliler:
Hizmetlilerin giyimlerinde uyacakları kurallar:
Madde 9 — Bakanlığa bağlı okullarda öğrenim gören sürekli ve beklemeli öğrencilerin giyimlerinde sadelik, temizlik ve uyum esastır. Öğrencilikle bağdaşmayan giyime yer verilmez.
Madde 10 — Temel Eğitim Birinci Kademe Okullarında:
Siyah önlük giyerler, beyaz yaka takarlar. Okul içinde başı açık, saçlar kısa kesilmiş ve temiz olur. Mevsime göre giyecekleri pantolon, çorap, ayakkabı gibi diğer giyim eşyası 14. maddeye uygun olarak düzenlenir.
Madde 11 — Temel Eğitim İkinci Kademe Okullarında:
Madde 12 — Ortaöğretim Okullarında:
(1) Atölye, işlik, laboratuvar ve iş yerlerinde önlük veya tulum giyerler,
(2) Beden eğitimi dersleriyle, spor faaliyetlerinde okul yönetiminin uygun göreceği kıyafeti giyerler.
(3) İmam – Hatip liselerinde kız öğrenciler yalnız Kuran-ı Kerim ders saatlerinde başlarını örtebilirler.
Madde 13 — Yükseköğretim Okullarında:
III. BÖLÜM DİĞER HÜKÜMLER
Madde 14 — Bu yönetmeliğin, okullardaki giyimle İlgili hükümlerinde belirlenen, diğer tamamlayıcı türdeki giyeceklerin tipi, modeli ve rengi okul yönetimince, varsa okul aile birliği görüşleri alınarak tespit edilir.
Madde 15 — Sağlık özürü bulunan ve bunu resmî doktor raporu ile belgelendiren personelin ve öğrencilerin giyimlerinde bu özürlerin ve mevsim şartlarını n gerektirdiği değişiklikler yapılabilir.
Madde 16 — Giyecek yardımı yapılması veya imkân bulunması halinde okullarda hizmetlilere yaptırılacak giyeceğin tip, model ve rengi okul yönetimince belirlenir.
Madde 17 — Personel, görev yaptığı veya mezun olduğu, öğrenciler ise öğrenim gördükleri okulların rozetleri dışında rozet, işaret, nişan vb. şeyler takamaz.
Madde 18 — Diploma ve her türlü resmî belgelere yapıştırılacak fotoğrafların, bu yönetmelik hükümlerine uygun kılık kıyafetlerle çekilmiş olması esastır.
Madde 19 — Okullarda görevli yönetici personel, öğretmen, eğitime yardımcı görevliler, memur ve hizmetlilerden bu yönetmelikte getirilen giyim kurallarına uymayanlara 657 sayılı «Devlet Memurları Kanunu» nun 125. maddesi hükümleri uygulanır.
Madde 20 — Temel eğitim ikinci kademe (ortaokul) öğrencileriyle, orta öğret i m okulları öğrencilerinden bu yönetmelikle getirilen giyim kurallarına uymayanlara, «Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Temel Eğitim ikinc i Kademe (ortaokul) ile Ortaöğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliği» nde yer alan «Disiplin Cezalarına ilişkin Hükümler» uygulanır. Yüksekokul öğrencilerinden bu yönetmelikle getirilen giyim kurallarına uymayanlara «Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Yüksek Okulla r Disiplin Yönetmeliği» İle diğer Bakanlıklara bağlı okulların ilgili yönetmelik hükümleri uygulanır.
Madde 21 — Bu Yönetmelik hükümleri, Temel Eğitim Birinci Kademe (ilkokul) Temel Eğitim İkinci Kademe (ortaokul), Ortaöğretim kurumlan ve Yüksekokullar için daha önceki yönetmeliklerde giyimle ilgili olarak getirilmiş olan hükümlerin yerine geçer.
Madde 22 — Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 23 — Bu Yönetmeliği Bakanlar Kurulu Yürütür.
30 Eylül 2013 tarihinde “Demokratikleşme Paketi” adı verilen bildirge ile kamuda başörtüsü yasağının kaldırıldığı bildirilerek, resmi elbise giymek zorunda olan TSK mensupları, emniyet mensupları, hâkim ve savcılar bunun dışında tutuldu.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İnsanın, tek ortak özelliği, insan olmasıdır. İnsan olmak, en üstün değerdir. Dil, din, ırk, cinsiyet, renk, düşünce, kişisel kanaat, vs., insana, insan kimliğini veren ortak özellik değildir; çünkü, bunların biri veya hiçbiri olmadığında, insan gene insandır.
Öyleyse, toplumda, insanın dış görüntüsü, açıkçası örtünmesi, giyimi, insanı insandan farklı kılmamalıdır ve insanın görüntüsü, insana, insan karşısın da farklı muamele yapılmasına vesile olmamalıdır.
Bu, aydınlanmadan sonra, insanlar arasında, dinsel, ırksal, sınıfsal olmayan, herkes için ortak olan bir giyim biçiminin doğmasına neden olmuş; giyimde birlik, müstehcen ve gülünç olmamak koşuluyla çeşitliliği, çeşitlilik ise modayı getirmiştir. Bugün, moda, beşeri zevki yücelten bir iş koludur; tekstil iş kolunu sürdüren ve geliştiren bir faaliyet alanıdır.
Öyleyse, aydınlanma, dinsel, ırksal, sınıfsal, yöresel giyimden “medeni giyime” geçişin başlangıcıdır. Gerçekten, eşitlik ilkesinin sonucu olarak, sadece görevi “din adamı” olmak olan kişiler dinsel kisvelerini taşımaya devam etmiş; Din adamı olmayan kişiler, yani köylüler, kentliler, giderek modaya uymuş, sonunda, yöresel giyimden farklı olarak herkes için ortak medenî bir giyim tarzı ortaya çıkmıştır. Kuşkusuz, laik / seküler toplum, hukuk, devlet düzenlerinde, medeni giyim, kamu düzenindendir. Bugün medeni giyimin esasını, moda oluşturmaktadır. Moda, bugün, süslenmeden giyime, güzellikten çekiciliğe kadar her konuda insanları ve toplumları etkisi altına alan beşeri bir faaliyettir. Modanın sınırı, bilim ve sanattır. Bilim ve sanatın sınırı müstehcenliktir.
Mevcut ulusal ve uluslararası düzenlemeler karşısında, örtünmenin, daha özel olarak belli bir tip örtünmenin yasak olması, ne siyasetçinin ne de ilahiyatçının konusudur.
Laik-demokratik bir toplum/hukuk devlet düzeninde, Din düzenleyen değil; düzenlenendir. Bundan ötürü, örtünme ve yasak, hukukçunun konusudur.
“Kişinin başının üstüne değil, başının içine bakılmalıdır” sloganı ile tek tip dinsel örtünmeyi meşrulaştırmaya kalkışma siyasi çabaları, hukuk düzenimizin gerekleri karşısında pek ciddiye alınabilecek bir düşünce değildir.
“Medeniyetler ittifakı” veya “Medeniyetler çatışması” düşüncelerinin, açıkçası “dinler çatışması veya ittifakı” düşünceleri, her türlü erkin kaynağının beşeri irade olduğu laik toplum/hukuk/ devlet düzenlerinde, medenî örtünme yanında ayrıca dinsel örtünmeyi veya sadece dinsel örtünmeyi meşrulaştırma çabaları; esasında, eşitliğin zorunlu bir sonucu olan medeni örtünme refleksini zayıflatarak, niteliği Anayasanın 2. maddesinde belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin içine “truva atı” sokmaya kalkışmaktır.
Laik toplum/hukuk/devlet düzenlerinde medeni örtünme ve süslenme kamu düzenindendir. Böyle olunca, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyeti içinde değil; kişinin kendisini bir ifade biçimi olduğundan ifade hürriyeti içinde düşünülebilen dinsel örtünme, yasağın konusu olabilmektedir.
Elbette, özel bir yasak yoksa kişi, kendi özelinde, genel ferdi-toplumsal yaşamında, toplumun geçerli kuralı medeni örtünme olsa bile, istediği biçimde örtünme hakkına sahiptir. Kuşkusuz her hukuk düzeninde müeyyidesiz hukuk normlarının olması mümkündür. Gerçekten, hukuk düzenimizde, Örtünme konusunda, kadın kişiler bakımından zorlayıcı bir yasağın bulunmaması; bir zaaf değildir, tersine bir uygarlık düzeyidir.
Türk Hukuk Düzeninde, “medeni örtünme” mutlak kamu düzeninden olduğundan, kimse; “Tanrı buyruğuna uyuyorum” diyerek, bir “dinsel örtünme temel insan hakkına” sahip olduğunu ileri süremez.